İçeriğe geç
Home » Wu Chang Jie 2. Bölüm

Wu Chang Jie 2. Bölüm

Her şeyin başlangıcında, cennet ve dünya birbirinden ayrılmaya başlamıştı. Her şey büyük bir kaos içindeydi.

O zamanlarda, cennet ve dünya sonsuz miktarda ruhsal güçle doluydu. Efsuncular her türlü çalışmayı yapabilirdi ve aralarında düşük seviyeli-yüksek seviyeli ayrımı da yoktu. Ama bunun bir etkisi olarak, yeryüzünde yaşayan hayaletler ve ölümsüzlerin sayısı artıyordu. Hal böyle olunca, tanrılarla bir çatışmaya girdiler ve sürekli birbirleriyle savaşmaya başladılar.

Zhuanxu Sekti savaşı durdurmak için, milyonlarca yıl önce cennet ve yeryüzü arasındaki bağlantıyı kesmişti. Onları dokuz katmanla ayırdı ve hem hayalet diyar hem ölümlü diyar hem de cennet birbirinden bağımsız hale geldi.

Fakat o günden beri ölümlü diyardaki ruhsal enerji giderek azalmaya başladı. Efsuncular artık cennete yükselemiyorlardı, bu yüzden de iki tane yeni güçlenme yöntemi geliştirilmişti. Biri altın özünü güçlendirmek için dışardan desteklemek ve geliştirmek, diğeri de güçlerini arttırmak için yeraltı diyarına gitmek.

Birinci yöntem sayısız efsuncunun altın özünün çalınmasının, ikincisi ise dünyanın bir numaralı adamı olan Zhong Kui’nin şu anda yeraltı diyarında çalışmasının sebebiydi.

Öldükten sonra, güçlü olan herkes Luofeng Dağı’na meditasyon yapmaya gitme talebinde bulunabilirdi. Jiuyou’da bulunan Luofeng Dağı ruhsal enerjiyle dolup taşan bir yerdi. Fakat yeraltı diyarına gitmek, cennete yükselmekten daha yavaş ve daha zor bir süreçti. Bu nedenle insanlar çoğunlukla reenkarne olmayı tercih ederlerdi. Şanslı olanlar bir sonraki yaşamlarında daha güçlü bir bedene sahip olurlardı ve yıllarca yıl meditasyon yaptıktan sonra cennete yükselebilirlerdi.

Uzun lafın kısası, yeraltına güçlenmek için reenkarnasyondan vazgeçmek gerekiyordu. Ancak bu durum yüzlerce yıl önce değişmişti. İsmi ağza alınmayan o Yüce İblis, kendi gücüyle Fengdu Bariyeri’ni kırıp yeraltı dünyasını işgal etmişti ve tüm Jiuyou halkını katletmişti. Eğer İmparator Bei Yin onu durdurmasaydı yeraltı ve ölümlü diyarı birleştirecekti.

İşte o zaman, yeraltı diyarının enerjisi ve Fengdu Bariyeri ağır hasar almıştı. Dışarı çıkmaya çalışan kinci ruhları dizginlemek ve Luofeng Dağı’ndan ruhsal güç çalmak isteyen efsuncularla başa çıkması oldukça zordu.

Bariyer hasar gördüğü için bir gün Zhong Kui, Luofeng Dağı’na doğru savruldu ve yeraltı diyarına girdi. Efsun yeteneklerinin çok güçlü olmasının yanı sıra, çok değerli ilahi hazinelerden biri olan Doğu İmparatoru Çanı’na da sahipti. Bu çan bariyeri güçlendirebilecek nadir eşyalardan biriydi. Bu yüzden Büyük İmparator Bei Yin bir istisna yaptı ve bir insanın yeraltı generali olmasına izin verdi. Bunun bir sonucu olarak da Cui Fujun ile beraber, hayalet ve ölümlü diyarları arasında seyahat etme yetkisini elde etmiş oldu.

Yaşayan birinin Jiuyou’ya girip çıkması kesinlikle yasaktı. Zhong Kui’nin yetenekleri hafife alınamayacak kadar fazlaydı ve bir bebekken Xie Bi An’ı getirdiği için yeraltı diyarında büyük miktarda heyecan yaşatmıştı. Ama bu sefer peşinden yetişkin birini sürükleyip getirmişti.

Xie Bi An hemen Cennet Efendisi Sarayı’na koştu ve daha içeri bile girmeden burnuna bir alkol kokusu ulaştı.

“Bo Zhu, gidip Shizun için biraz su ısıt. Biraz ayıltıcı çorba hazırla ve sonra…”

“Beyaz Usta, bununla daha sonra ilgilenebilirsiniz. Önce yaşayan insanı sessizce geri gönderin. Eğer Lord Cui Fujun öğrenirse hepimiz yanarız.”

“Sorunun ne kadar ciddi olduğunu biliyorum. Sen git,” dedi Xie Bi An. İçten içe Zhong Kui’nin kendince nedenleri olabileceğini ya da çok içmiş olduğu için böyle bir şey yaptığını düşünüyordu. Neyse, sonuçta yaşayan kişinin çok genç bir delikanlı olduğunu duymuştu. Hayaletlerin yaydığı enerjiden etkilenip hasta olan insanlar vardı, bu yüzden yaşayan kişinin etkilenmemesi için Bo Zhu’yu uzaklaştırmıştı. Onu ölümlü diyara geri gönderecekse, hiç hasar almadan göndermesi gerekiyordu.

Tam Jiuyun Salonu’na girmişti ki bir ses duydu, “Shizun? Bu sefer ne kadar içtin?”

Yeşil kıyafetli bir efsuncu bir sandalyeye eğri büğrü şekilde oturmuş, mışıl mışıl uyuyordu. Saçları darmadağınıktı, kıyafetleri kirliydi ve leş gibi şarap kokuyordu. Eğer bir sokakta yatıyor olsaydı, köpekler etrafına toplanırdı.

Xie Bi An uzun zamandır böyle sahnelere şahit oluyordu o yüzden artık alışmıştı. Sırtı dönük olan bir figür dikkatini çekti.

“Sen…Shizun’un getirdiği kişi misin?”

Figürün sırtı hafifçe sarsıldı.

Xie Bi An nazik bir ses tonuyla devam etti, “Shizun çok fazla içti. Muhtemelen kafası karışmıştır, seni sağ salim geri göndereceğim.”

Genç adam yavaşça arkasını döndü.

Xie Bi An birden afallayıp kaldı.

Orada duran genç yaklaşık on dört ya da on beş yaşlarındaydı. Simsiyah giyinmişti ve porselen gibi beyaz olan yüzü oldukça zarifti. Özellikle de tilki gözlerine benzeyen gözleri değişik bir yakışıklılık yansıtıyordu. Fakat bakışları buz gibi soğuktu, ateş ve buzun şiddetli bir çarpışmasının resmi gibiydi. Xie Bi An ona baktığı anda nedense hem kalbi hem de ruhu titremişti.

Demek bu dünyada gerçekten de böyle güzel bir görünüşe sahip olan biri vardı.

Xie Bi An’a dik dik bakmaya başladı, sanki saçlarının ve cildinin her santimini inceliyor gibiydi.

Xie Bi An kendi kalp sesini duyuyordu. Bu genç onda daha önce hiç hissetmediği, tarif edilemez hisler uyandırmıştı. Sanki uzun zamandır onu tanıyormuş gibiydi. Kesinlikle daha öncesinden tanıyordu ama daha önce nerede görmüş olduğunu çıkaramıyordu.

“Sen…” dedi Xie Bi An kafası bayağı karışmıştı, “Senin adın ne?”

Genç adam dudaklarını sıktı, gözlerinde açıkça öfke, acı, özlem, şehvet, umut ve nefret ifadesi vardı.

Ne yazık ki Xie Bi An neler olduğunu anlayamamıştı. On dokuz yıllık yaşamında hayaletlerle uğraşmıştı bu yüzden basit bir şekilde karşısındaki kişinin korkmuş olduğunu düşünüyordu, “Benim ismim Xie Bi An. Yaşayan bir varlığım, bu yüzden sakın korkma. Burası yeraltı diyarı olsa da kimse sana zarar veremeyecek.”

Genç delikanlı ellerini arkasına doğru koymuştu ve yumruğunu sıkıyordu. Kalbinde adeta şimşekler çakıyordu ama duygularını dizginlemeyi başarmıştı. Hep onunla bir gün karşılaştığında ona ne söyleyeceğini düşünmüştü. Ne söyleyebilirdi, nasıl söyleyebilirdi ki? Geçmiş yaşamlarını binlerce kelimeyle bile anlatamazdı. En nihayetinde ağzından sadece bir cümle çıkıverdi, “Neden yaralısın?”

“Ha?”

Genç delikanlının bakışları Xie Bi An’ın sağ omzuna doğru yönelmişti.

“Ah,” dedi Xie Bi An ve aşağı bakarak devam etti, “Ruh toplama işinden az önce döndüm, küçük bir yara aldım.”

Daha sonra hafifçe gülümsedi, “Endişelenme.”

Genç delikanlının kalbi titremişti ve bakışlarını başka yere doğru çevirmişti. Görünüşe göre bu gülümsemeye dayanamıyordu.

Nasıl geçmiştekiyle tam olarak aynı olabilirdi ki?!

Xie Bi An hala onunla geçirdiği zamanlardaki gibi gülümsüyordu.

“Sen…”

Xie Bi An aniden Zhong Kui’nin sesli hıçkırıklarıyla irkildi ve başına koştu, “Shizun, Shizun, lütfen uyan.”

Zhong Kui’nin gözleri yavaşça ve titreyerek açıldı, “Hmm… Bi An?”

“Demek beni tanımakta zorlanıyorsun ihtiyar,” dedi Xie Bi An, “Lütfen çabuk uyan. Bu genç delikanlı nereden geldi?”

“İyi öğrenci,” dedi ve Xie Bi An’ın eline nazikçe vurdu. Daha sonra pozisyonunu düzeltti ve uyumaya devam etti.

Xie Bi An onu sertçe sarsmaya başladı, “Shizun, lütfen uyan. Eğer Lord Cui bir canlıyı buraya getirdiğini öğrenirse, durum çok ciddileşir.”

Bu cümle işe yaramış gibi görünüyordu. Zhong Kui gözlerini açtı ve boş boş etrafına baktı, “Ben geri mi döndüm?”

“Evet geri döndün ve yanında yaşayan birini getirdin,” diye yanıtladı Xie Bi An ve daha sonra gence doğru döndü, “Neler oluyor? Onu hemen geri göndermemiz gerekiyor.”

“Ah, o mu?” dedi Zhong Kui ve elleriyle yüzünü ovuşturdu, “O kim ki?”

Xie Bi An gülse mi ağlasa mı bilemiyordu.

Genç delikanlı soğuk bir ses tonuyla araya girdi, “Şarap için bana borçlu kaldın ve beni öğrencin olarak almayı kabul ettin.”

Xie Bi An afallayıp kalmıştı. Eğer başka yetenekli bir Shizun olsaydı bir şarap için kimseyi öğrencisi olarak kabul etmezdi ama konu kendi Shizun’u olduğunda hiçbir şey onu şaşırtamazdı.

Zhong Kui ne inanıyor ne de inanmıyordu, “Öyle mi?”

Genç delikanlı bir fatura kâğıdı çıkardı ve salladı. Neyin ne kadar ettiği ne kadar borçlu olduğu ve nasıl ödeyeceği ince bir fırça ile yazılmıştı. Siyah ve beyaz harfler oldukça netti ve altında da bir parmak izi vardı.

“Çok yetenekli olduğunu ve Shizun’um olarak bana borcunu ödeyeceğini söyledin.”

Zhong Kui, Xie Bi An’a doğru suçlu bir bakış attı.

Xie Bi An faturayı aldı ve gözleriyle uzunca bir süre süzdükten sonra söze girdi, “Shizun, bu gerçek mi?”

“…Öyle görünüyor.”

“Sen gerçekten de…” dedi Xie Bi An, genç delikanlı için endişeleniyordu, “Shizun, ne yapmayı planlıyorsun?”

Küçükken kendisine bir Shidi ya da bir Shimei getirmesi için Shizun’una çok yalvarmıştı. Ama bu hiçbir zaman gerçekleşmemişti. Fakat şimdi rastgele birinin Shidi’si olma ihtimali vardı. Yüreğinde bunun gerçek olmasını diliyordu ama yine de güvenemiyordu. Şimdiki mutluluğunun boşa gitmesinden korkuyordu.

ÇN: Shidi-küçük erkek kardeş, Shimei-küçük kız kardeş

“Yapacak bir şey yok,” dedi Zhong Kui, “Senin adın ne?”

“Fan Wu She.”

“Pekâlâ Bi An, artık o senin Shidi’n.”

Xie Bi An donup kalmıştı.

Gerçekten mi? Shidi’si olabilir miydi?

Fan Wu She hiçbir şey söylemedi ve Zhong Kui’nin önünde diz çöktü, “Shizun, lütfen bu öğrencinin saygısını kabul et.”

“Bekle, bekle bir dakika,” dedi Xie Bi An ve ileri doğru gidip Fan Wu She’yi kaldırmaya çalıştı.

Fakat nedense Fan Wu She aniden geri çekildi, sanki yılanlar ve akreplerden kaçıyormuş gibiydi. Kıyafetlerine dokunmasına bile izin vermemişti.

Xie Bi An şaşırmıştı, “…Ben gerçekten de yaşayan bir varlığım.”

Fan Wu She sessizce bir köşeye çekildi ama kıyafetlerinin kol kısmına soktuğu elleri hala titriyordu.

“Shizun, ben bir Shidi istesem de bunu aceleye getirmemeliyiz. Bu genç ölmedi ve hala onu bekleyen bir ailesi var. Üstelik Lord Cui de yaşayan birini öğrencin olarak kabul etmene asla izin vermez.”

“Benim ailem yok.” Dedi Fan Wu She soğuk bir ses tonuyla.

“O halde… O halde, buranın neresi olduğunu biliyor musun?”

“Jiuyou, yeraltı diyarı.”

“Hayaletlerin arasında yaşamayı kabul ediyor musun?”

“İnsanların arasında yaşamaktan iyidir.”

Xie Bi An hala vazgeçirmeye çalışıyordu, “Genç Efendi Fan, bu konuyu iyice düşünmelisin. Neden seni geri göndermiyorum ve…”

“Zhong Kui!!”

Bu sert bağırış sesiyle beraber Zhong Kui oturduğu sandalyeden korkuyla zıpladı.

Bilgeye benzeyen bir adam aceleyle Jiuyun Salonu’na girdi. Yüzü yeşim bir taç gibiydi, oldukça zarifti. Fakat Zhong Kui’yi gördüğü anda yüzü öfkeden morarmıştı, “Zhong Zheng Nan! Yine yaşayan birini buraya getirdin! Biraz da olsa kurallardan ya da sınırlardan haberin var mı?!”

Xie Bi An saygıyla ellerini birleştirip selamladı, “Lord Cui.”

Bu kişi Yaşam ve Ölüm Kitabı’ndan sorumlu olan kişi Cui Fujun, Cui Zi Yu’ydu. Aynı zamanda yeraltı diyarının yargıcı ve yasa düzenleyicisiydi. Her zaman dürüst ve adildi. Tüm canlıların yaşamlarını ve ölümünü, kimseyi kayırmadan yazmaktan sorumluydu.

“Zi Yu,” diye seslendi Zhong Kui hala tam olarak ayılamamıştı, hafifçe güldü, “Bu tamamen bir yanlış anlaşılma.”

“Ne yanlış anlaşılması? Bu kişi yaşayan bir varlık değil mi? Onu sen getirmedin mi?”

Cui Fujun, Xie Bi An’a doğru baktı, “O zamanda da Bi An’ı getirmiştin. Çaresiz ve yardıma muhtaç olduğunu söyleyerek paçayı sıyırmıştın. Peki ya bu sefer?”

“Bu çocuk da yalnız ve yardıma muhtaç.”

“Saçmalık! Bu kadar büyük ellerle ve ayaklarla, ölümlü diyarda yiyecek hiçbir şey bulamadı mı?” diye çıkıştı Cui Fujun ve Xie Bi An’a talimat verdi, ” Bi An, onu hemen geri gönder.”

Xie Bi An, Zhong Kui’ye doğru gizlice bir bakış attı ve Zhong Kui’nin de ona baktığını gördü. Hemen bakışlarını başka yöne çevirdi, bu iki adam arasındaki çatışmanın ortasında kalmak istemiyordu.

Zhong Kui öğrencisinin onu görmezden geldiğini görünce utanmazca davranmaya karar verdi, “Ama ben onu öğrencim olarak kabul edeceğime söz verdim. Ben, Zhong Kui, asla sözünden dönen biri değilim.”

“Bir yargıç olarak, sürekli yasaları çiğniyorsun. Yeraltı diyarının yasaları senin itibarından daha değerli değil mi?”

Cui Fujun, Zhong Kui’nin ona karşılık veremeyeceği bir dizi cümleler sıraladı. Zhong Kui hatalarını kabul etti ama hatalarını düzeltmeyi hala reddediyordu.

İki taraf da bir çıkmaza girmişti, Fan Wu She o soğuk sesiyle söze girdi, “Yaşayanlar kabul edilmiyorsa, ölürsem kabul edilecek miyim?”

Jiuyun Salonu’na bir anda ölüm sessizliği hâkim oldu.

“Ben çoktan Shizun’a saygılarımı sundum, hiçbir yere gitmeyeceğim. Lord Cui Fujun lütfen hayatıma son verin ve kalmama izin verin.”

“S…Saçmalık!” diye bağırdı Cui Fujun öfkeyle, “Yaşam ve Ölüm Kitabı’nın rastgele değiştirilebileceğini mi düşünüyorsun?”

“O halde, Lord Cui’yi rahatsız etmeyeceğim. Kendim intihar ederim. Öldükten sonra da Geçici Ölümsüz’ün ruhumu buraya getirmesini isteyeceğim.”

“Kesinlikle olmaz!” dedi Xie Bi An, yüzünde ciddi bir ifade vardı ve söylediği şeyin gerçek mi yoksa blöf mü olduğunu anlayamamıştı.

Zhong Kui, Cui Fujun’a döndü ve üzgün bir ses tonuyla fısıldadı, “Neden yaşayan birini ölmeye zorluyorsun?”

Cui Fujun küplere binmişti, “İyi, iyi. Onu öğrencin olarak kabul etmene şaşmamalı, al birini vur ötekine. İmparator gelene kadar bekleyin. Bu mesele burada kapanmadı.”

Cui Fujun kollarını savurdu ve oradan uzaklaştı.

Zhong Kui tembel bir şekilde sırıtıyordu, “Bu adam da her şeyi ciddiye alıyor ve hiç yorulmuyor.”

Xie Bi An kafasını eğdi, gülmemek için kendini zor tutuyordu.

“Neyse, uykumu bölmeyin,” dedi Zhong Kui ellerini sallayarak, “Shixiong’un yerleşmene yardım edecek.”

Fan Wu She derin derin Xie Bi An’a baktı ve bu düşündürücü kelimeyi sesli söyledi, “Shixiong.”

ÇN: Kıdemli abi demek.


5 3 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

0
Would love your thoughts, please comment.x