İçeriğe geç
Home » Wu Chang Jie 205. Bölüm

Wu Chang Jie 205. Bölüm

Lan Chui Han “dünyanın bir numaralı Lordu” olarak çapkınlığıyla ün salmıştı. Sıradan aşıklarının sayısı pek de az değildi ve erkek-kadın ayrımı gözetmiyordu. Ayrıca Cangyu Sekti, kendilerini asil ve erdemli gören Merkez Ovalar sektlerine hiç benzemiyordu. Onlar için ikili efsun yadırganacak bir durum değildi; bu sebeple de Lan Chui Han ve Yun Zhong Jun’un arasında bir şeylerin geçmesi hiç de şaşırtıcı değildi.

Gelgelelim Yun Zhong Jun’un görünümüne sahip olan kişi aslında Kızıl Kral’dı. Xie Bi An, Jiang Qu Lian’ın bir insana kendisini teslim edebileceğini aklından dahi geçirmemişti. Bu yaşamda Kızıl Hayalet Kral’dan hep korkmuştu. Bu kişi en nihayetinde, Lord Cui’nin bile başa çıkamadığı, yeraltı diyarındaki beş hayalet imparatordan daha yetkili, soğuk ve acımasız Kızıl Kral’dı.

Belki de “sıradan bir romantizm” kelimeleri aralarındaki ilişkiyi açıklamaya yeterdi.

Lan Chui Han anlatılamayacak kadar tuhaf görünüyordu. Her zamanki tatlı ve zarif mizacının aksine, ifade etmesi güç ve karmaşık duygulara sahipmiş gibiydi.

Xie Bi An da garip hissediyordu, “Hala kafamı kurcalayan bir şey var. Başından sonuna kadar Yun Zhong Jun Jiang Qu Lian mıydı yoksa sonradan mı onun yerine geçti?”

“Ben onunla tanıştığımda, Jiang Qu Lian’dı.”

“Bunca zamandır senin önünde kendisini hiç açık etmedi mi?”

Lan Chui Han acıyla güldü, “Aslında Cangyu Sekti hakkında pek bir şey bilmiyordu. Bu yüzden o kadar da dikkat etmemiştim. Açık etseydi de kukla olduğunu anlayamazdım zaten.”

Xie Bi An iç çekti, “Doğru.”

“Bana söylediği sözler, belki de…” dedi Lan Chui Han, başını indirdi ve duygularını gizlemeye çalıştı, “Belki de söylediği hiçbir şey doğru değildi.”

“O herkese yalan söyledi,” dedi Xie Bi An, “Madem aranızca ciddi bir ilişki yoktu, neden dünyaya bu kadar bağlı ki? Neden bir insan olarak yeniden doğmaya bu kadar takıntılı?” Bu nokta gerçekten kafa karıştırıcıydı. Eğer Jiang Qu Lian bu mesele için de yalan söylemiyorsa eğer, ne kadar düşünüp taşınsalar da insan olmak istemesine mantıklı bir açıklama bulamıyorlardı.

Lan Chui Han usulca başını iki yana salladı.

“Deyim yerindeyse onun ağzına yalan yuva yapmış, büyük ihtimalle gerçek amacını örtbas etmeye çalışıyordur. Kesin daha çok hırs yaptığı bir şey vardır, Gizli Kutsal Tılsım’ı istiyor da olabilir,” dedi Xie Bi An ve bu ihtimali düşünmek bile tüylerini diken diken etmişti, “Sonuç olarak o bir Hayalet Kral. Eğer Gizli Kutsal Tılsım’ı kontrol ederse, beş hayalet imparator onu dizginleyemez.”

“Bu yüzden Zong Zi Xiao ona karşı hep temkinliydi. Hal böyleyken, ikisinin işbirliği yapması pek de mümkün görünmüyor,” dedi Lan Chui Han ve Xie Bi An’a baktı, “Bi An, o ve sen…”

Xie Bi An bilinçsizce yumruklarını sıktı.

“Sana karşı tutumunun bu kadar sıra dışı olmasına şaşmamalı. Önceki yaşamının anılarıyla reenkarne olmuştu. O hep Yüce İblis’ti ve kendisini başarıyla gizlemişti. Şimdi düşünüyorum da, gerçekten de oldukça ürpertici.”

“Aptalın tekiyim. Birçok işaret ve ipucu olmasına rağmen bile bile görmezden geldim. Kalbimde hiç şüphe duymuyor değildim ama inanmak istemiyordum. Hatta tam anlamıyla kendimi kandırdım. Onun kim olduğunu daha öncesinden açık etseydim belki de her şey çok farklı olurdu. Belki de, Shizun’un kaderi değişebilirdi,” dedi Xie Bi An, ses tonu gözleri gibi donuktu; sanki içi oyulmuş bir kabuk gibi görünüyordu.

“Her iki yaşamındaki anılara sahipti ve önceden hazırlıklıydı. Bu yüzden herkesi kandırmayı başardı. Bi An, kesinlikle senin hatan değildi,” dedi Lan Chui Han samimi bir tonla, “Cennet Efendisi’nin kaderi çok karmaşık bir yoldu. Jiang Qu Lian’ın amacı Cennet Efendisi’ni öldürmek değildi ve Fan Wu She fark bile edememişti. Beni yanlış anlama, onları savunduğumdan değil. Ama senin hatan olmadığını anlatmaya çalışıyorum. Bütün bunlar, Yüce İblis’i tanıyamadığından dolayı değildi. Cennetin Efendisi insanlara yardım etmek uğruna kendisini feda edebilecek kadar erdemli biriydi. Bi An, zaten yeterince acı çektin. Lütfen kendini suçlamayı bırak. Cennet Efendisi burada olsaydı, şu anda böyle olmanı istemezdi.”

“Lan Dage, beni anlamıyorsun,” dedi Xie Bi An, kalbindeki keder yüzüne yansımıştı, “Hem geçmiş hem de şimdiki hayatımda kimi korumak istediysem koruyamadım. Kendi kaderime bile hükmedemiyorum. Bir tanrının reenkarnasyonuymuşum, imparatorluk kaderim varmış, yetenekliymişim falan, bunların ne anlamı var ki? Ben yalnızca bir başarısızlık öyküsüyüm.”

Lan Chui Han, Xie Bi An’a öylece bakakaldı. Yüzünde gizli bir acı ifadesi vardı. Dışarıdan ne kadar sakin görünürse görünsün yüreğinde fırtınalar kopuyordu. Onun bu halini görünce Lan Chui Han da kendisini kötü hissetmeye başlamıştı, “Bi An, yeryüzüne inen tanrıların kaderlerinde hep bir felaket yatar. Eğer önceki yaşamında kendi hayatından vazgeçmiş olmasaydın ölümsüz efsun dünyası yüz yıl öncesinde duman olup gitmiş olurdu. Kendini ve sevdiklerini kurtaramasan da, sıradan insanların hayatını kurtardın.”

“Zong Zi Xiao benim yüzümden bir iblis oldu. Onu durdurmak benim görevimdi. Yapmam gerekeni yapmış olmamın nesi fedakarlık ki?”

“Hiçbir şey yapmayabilirdin, Zong Zi Xiao’nun gölgesinde kalarak İmparator Zong olmaya devam edebilirdin. Dünya seni ne kadar yanlış anlarsa anlasın, sakın kendini böyle hakir görme.”

Xie Bi An’ın hafifçe çenesi gerildi, “Ne olursa olsun, hem geçmiş hayatımda hem de şimdi onu durdurmak benim görevim.”

“Cennet Efendisi eminim ki seninle gurur duyuyordur,” dedi Lan Chui Han ve elini uzattı, “Yalnız değilsin, Lan ailesi senin arkanda.”

Xie Bi An, Lan Chui Han’a minnetle baktı ve avcunu onun avucuna bir “şap” sesiyle vurarak elini sıktı.

Xie Bi An yeraltı diyarına döndüğünde sanki bir ömür geçmiş gibi hissetti.

Cennet Efendisi Sarayı eskisi gibi görünüyordu, ancak oradaki en önemli kişi artık yoktu. Bo Zhu kapı girişinde bekliyordu. Xie Bi An’ı görünce gözyaşlarıyla kendisini onun kucağına attı ama yine de hiçbir şey söylemedi.

Belki de Xie Bi An’ın üzüleceğinden korktuğu için sesli şekilde ağlayamıyordu.

Xie Bi An, Bo Zhu’nun kafasına dokundu, “Bu sefer çok uzun süre dışarıdaydım ama sana hediye getirmeyi unuttum.”

Bo Zhu’nun omuzları şiddetle titredi, “Beyaz Usta, iyi ki geri döndün.”

Xie Bi An’ın gözleri kızarmıştı, “Özür dilerim Shizun’u getiremedim.” Yeraltı diyarından ayrılırken Shizun’unun kaderini değiştireceğine dair ant içmişti. Sahiden de insanoğlunun kaderin karşısında duramayacağı doğru muydu?

Bo Zhu, Xie Bi An’ın beline sıkıca sarıldı ve ağlamaya devam etti.

Xie Bi An’ın kalbi sonsuz bir acıyla dolup taşıyordu.

Cennet Efendisi Sarayına döndükten sonra Xie Bi An ne Zhong Kui’nin odasına ne de Fan Wu She’nin odasına gitmeye cesaret edebilmişti. Her ne kadar Fan Wu She, Zhong Kui’nin öğrencisi olarak orada kısa bir süre geçirmiş olsa da, bu sarayın her köşesi anılarla doluydu. Shizun’unun artık olmadığına hala inanmakta güçlük çekiyordu. Tüm iradesiyle inanmamaya dirense de, gerçekler kimseyi es geçmezdi.

Cennet Efendisi Sarayı’nda daha fazla kalamadı ve iki kavanoz şarap alarak yargıç malikanesine gitti.

Cui Jue onu bekliyordu; kederli bir şekilde derin derin Xie Bi An’a baktı.

Xie Bi An ellerini birleştirerek onu selamladı, “Lord Cui.”

“Bi An, çok zor şeyler yaşadın,” dedi Lord Cui yumuşak bir tonla.

Xie Bi An dudaklarını büzdü, “Lord Cui, Gündüz Devriyesi ve Gece Devriyesi’ni gönderdiğin için çok teşekkür ederim. Yoksa halimiz ne olurdu bilmiyorum.”

Cui Jue kederle iç çekti, “İşimi ihmal ettim. Jiang Qu Lian’ın çevirdiği işleri daha önceden fark edebilseydim işler bu noktaya gelmezdi.”

“Jiang Qu Lian kendisini çok iyi gizlemişti. Hem hayalet diyardaki hem de ölümlüler diyarındaki herkesi kandırdı.”

“Yine ortadan kayboldu ve ne zaman bulunacağı muallak,” dedi Cui Jue ciddiyetle, hayalet diyara ve ölümlüler diyarına özgürce girip çıkabilir ve bu çok tehlikeli. Korkarım ki son çare olarak Hayalet İmparator’dan devreye girmesini istememiz gerekebilir. Sadece…”

“Sadece Lord Cui, Hayalet İmparator’a da pek güvenmiyor, değil mi?”

Cui Jue başıyla onayladı, “Jiang Qu Lian, Ji Kang’ın desteği sayesinde bugünkü konumunu elde etmişti. İkisi son zamanlarda uzaklaşmış olsa da bunun Jiang Qu Lian’ın planı olup olmadığını bilemeyiz.”

“Evet, şu anda kimseye güven olmaz.”

“Dahası, bir de Fan Wu She var,” dedi Cui Jue endişeli bir ifadeyle, “Shanhe Sheji Haritası artık elinde. Önceki yaşamındaki efsun seviyesine ulaştığında Doğu İmparatoru Çanı’nı hareket ettirmesi mümkün.”

Xie Bi An kasvetli bir tonla yanıtladı, “Hem hayalet hem de ölümlü diyar tehlikede.”

İkili bir süre suspus oldu.

“Gönderdiğim Yin hizmetkarları hala onları arıyor. Madem işler bu noktaya geldi, bu felaketle savaşmak için elimizden gelenin en iyisini yapmalıyız,” dedi Cui Jue ve Xie Bi An’a soğukkanlı bir şekilde baktı, “Bi An, geçmişteki yanlışlara fazla takılma. Cennet Efendisi de senin onun mirasını devraldığını ve insanların hayatlarının sorumluluğunu aldığını görmek isterdi. Bu şekilde onun asil ruhunu sonsuza dek yaşatmış olursun.”

Gözleri kıpkırmızı olan Xie Bi An, “Evet,” dedikten sonra dudaklarını ısırdı, “Shizun, o…”

“Cennet Efendisi’nin neden birdenbire reenkarne olduğunu sormak mı istiyorsun?”

Xie Bi An gözleri dolmuş halde başını salladı.

“Cennet Efendisi, seni görürse ayrılmaya dayanamayacağından korktuğunu söyledi,” dedi Cui Jue, yavaşça çekmeceyi açtı ve bir mektup çıkardı, “Cennet Efendisi bu mektubu senin için bıraktı.”

Xie Bi An’ın vücudu sarsılmaya başladı ve mektubu titreyen elleriyle aldı. Bu ince sayfalar o anda binlerce kilodan daha ağır gelmişti.


ÇN: Bu kitap bizi ağlatmayı ne zaman bırakacak? Ağlayarak sonraki bölümü çevirmeye gidiyorum şimdi…

5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

0
Would love your thoughts, please comment.x