Daha baharın başlangıcıydı. Xie Bi An’ın en sevmediği mevsim, yani kış geçmiş olmasına rağmen havalar tam anlamıyla ısınmamıştı. Üstüne kürklü bir ceket giymişti; vücudu sıcak olsa da elleri soğuktan uyuşmuştu. Bu yüzden oturur oturmaz eline sıcak çay fincanını aldı ve hiç bırakmadı.
Bazı müşteriler yakınmaya başlamışlardı, “Laoban*, havalar hala çok soğuk. Artık kömür yakmıyor musun?”
ÇN: Patron-dükkan sahibi
“Aiya, efendim, bahar çoktan geldi. Güneşin ne kadar güzel olduğuna bakın.”
“Ne kadar güzel olursa olsun güneş restoranı ısıtmıyor. Kömür yakmazsan ellerimiz titremekten yemek çubuklarını tutamayacak.”
“Tamam, tamam, tamam, biraz kömür yakacağım…Aiyaa, lütfen içeri buyurun ölümsüz lordlar!”
Xie Bi An başını çevirdi ve aşağıya baktı. Uzun ve yakışıklı bir adam yavaşça içeri girmişti. Geniş omuzlarının üzerine uzun, gök mavisi bir pelerin dökülüyordu. Kılıcı o güzel kumaşın üzerinde keskin bir kavis çiziyordu. Pelerinini yüzünün yarısını gizlemişti ama o dar çenesi ve mükemmel şekilli dudakları insanların hayal gücünü kullanmasına neden oluyordu.
Kılıç taşımasaydı, herkes onun Chunyang Sekti’nin bir efsuncusu olduğunu düşünürdü. Sonuçta, bu kadar uzun ve yakışıklı insanlar genellikle sadece Chunyang Sekti’nden gelirlerdi. Ayrıca şu anda içinde bulundukları küçük kasaba, Luojinwu’dan çok da uzakta değildi.
Oradaki insanların tahminleri kısmen doğru sayılırdı. Xianyue Köşkü’nün Genç Efendisi Lan Chui Han, çocukluk döneminde zayıf ve hasta olduğu için Chunyang Tekniği’ni uygulamak üzere Chunyang Sekti’ne gönderilmişti. Böylece vücut yapısının temelleri Chunyang Sekti’ndeyken atılmıştı.
Lan Chui Han aniden yukarı çıktı, özel odaya girdi ve kapıyı kapattı. Yüzünde hafif bir gülümsemeyle pelerinini çıkardı, “Bi An, görüşmeyeli uzun zaman oldu.”
Xie Bi An da ona gülümsedi, “Evet, uzun zaman oldu.”
Son üç yıl içinde ikisi ara sıra karşılaşmışlar ve ayaküstü laflamışlardı. Xie Bi An zamanını hiç boş geçirmiyordu ve Lan Chui Han da önemli meselelerle meşguldü.
Chidi Şehri savaşı sırasında Xianyue Köşkü’nün lideri yaralanmıştı. Yaralarının iyileşmesi için inzivaya çekildiğinde, Xianyue Köşkü geçici olarak Lan Chui Han tarafından yönetilmişti. Lan ailesinin gelecekteki görkeminin habercisi olan bu olağanüstü yeteneğin, Lan Chui Han’ın ortaya çıkmasıyla beraber Xianyue Köşkü savaşta en az hasar alan sekt olmuştu. Şu anda Jiuzhou’daki dört büyük sektten biri olabilmek için büyük bir yükselişe geçmişlerdi.
Wuliang Sekti, Chunyang Sekti ve Cangyu Sekti ile karşılaştırıldığında, Xianyue Köşkü hala küçük bir sekt sayılırdı. Wuliang Sekti’nin lideri Li Bu Yu daha da yaşlanıyordu ve altın özü yediğine dair olan söylentiler yüzünden itibarı da giderek zedeleniyordu. Chunyang Sekti ise liderinin vefatından sonra sektin hazinelerinden birini kaybetmişti ve Cangyu Sekti de ölümsüz efsun dünyasını karşısına almıştı. Tüm bunlardan sonra Xianyue Köşkü özellikle de genç efsuncular arasında daha güvenilir bir dayanak haline gelmişti.
Geçen üç yılda Lan Chui Han sadece kendi sektinin meseleleriyle alakadar olmakla kalmamış, Chidi Şehri’nde olan biteni takip eden tüm sektler ve Ölümsüz İttifak arasında arabuluculuk da yapmıştı. Buna ek olarak, Fan Wu She ve Jiang Qu Lian’ın nerede olduğunu öğrenmeye çalışmıştı. Sadece birkaç gün içerisinde çapkın ve hovarda bir Genç Efendi’den, sakin ve kararlı bir Genç Efendi’ye dönüşmüştü.
Xie Bi An, Lan Chui Han’a bir fincan sıcak çay koydu, “Isınmak için biraz çay iç.”
Lan Chui Han, “Neden burada görüşmek istedin?” diye sordu.
“Bana bir yere kadar eşlik etmeni istiyorum ama henüz tam olarak karar vermedim.”
“Neye karar vermedin?”
“Li Bu Yu ile nasıl yüzleşeceğimi bilmiyorum.”
“Shu Dağı’na mı gitmeyi planlıyorsun?”
Lan Chui Han, Xie Bi An’dan Li Bu Yu’nun önceki hayatında yaptığı her şeyi öğrenmişti.
Xie Bi An, Lan Chui Han’a baktı, “Aslında, sana söylemem gereken daha önemli bir şey var.”
“Ne diyeceğini zaten biliyorum,” dedi Lan Chui Han gülümseyerek, “Şu anda Chidi Şehri’nde.”
Xie Bi An iç çekti, “Lord Cui, tam da bu nedenle benden Shu Dağı’na gitmemi istedi. Geçen üç yılda, Qi Meng Sheng Mutlak İmparator’u arıtmak için gereken tüm hazırlıkları yeniden yaptı ve Kızıl Kral da onunla işbirliği içinde. Amaçları…” Söyleyeceği isim boğazında düğümlendi, dile getirmesi onun için çok zordu.
“Bir anda ortadan kaybolan Fan Wu She için Jiang Qu Lian ve Qi Meng Sheng’den daha çok endişeleniyorum,” dedi Lan Chui Han kaşlarını çatarak, “Bu senaryo yüz yıl öncesine çok benziyor. Tarih kitapları, Wuji Sarayı’ndan kaçtığını ve on yıl boyunca ortadan kaybolduğunu yazmıştı. Şu anda da kimsenin onu bulamayacağı bir yerde efsun güçlerini geliştiriyor olmalı. Shanhe Sheji Haritası üstündeki ustalığı da ilerlemiş olacak.”
Xie Bi An’ın kalbinde o kişiden bahsedildiği anda tarif edilemez bir batma hissi oluşmuştu.
“En azından onu zorla ortaya çıkarma noktasında, biz ve Jiang Qu Lian aynı şeyi hedefliyoruz. Yalnızca Qi Meng Sheng senin altın özünü istiyor. Kesinlikle önce sana saldırmak için bir fırsatını bulacaklardır. Aslında yeraltı diyarından öylece elini kolunu sallayarak dışarı çıkmaman lazım. Bir hayli tehlikeli.”
Xie Bi An yan tarafındaki kılıcı ve masanın üzerine koydu. Uzun ve beyaz parmak uçları nazikçe kının dokusunu okşadı ve gözleri yavaş yavaş yoğunlaştı, “Hayatımda nasıl bir sevinç var da ölümden korkayım? Yanımda yalnızca bu eski dostum var.”
Elindeki kılıç, Xu Zhi Nan’ın ona yüz yıl önce verdiği Junlan Kılıcı’ydı. Sonrasında bu kılıcı Zong Zhong Ming’e vermişti ve yıllar sonra kılıç yeniden ellerine geri dönmüştü.
Lan Chui Han, Lan ailesinin atalarının yadigarına baktı, oldukça duygulu hissediyordu, “Peki bu sefer Shu Dağı’na giderken planın ne? Li Bu Yu’nun Shu Dağı’na gitmeni tekrar tekrar istemesinin ne için olduğunu düşünüyorsun?”
Xie Bi An bir an için sessiz kaldı. Lan Chui Han’a Li Bu Yu’nun yaptığı kötülükleri anlatmıştı ama Li Bu Yu’nun kendisine aşık olduğunu saklamıştı. Sonuçta bu oldukça tatsız bir durumdu. Üstelik bu kişi bencil ve kurnazdı, söylediklerinin doğruluğuna kim inanabilirdi ki? Li Bu Yu artık hayatının sonuna yaklaşıyordu. Belki de ondan af dilemeyi istiyordu. Ya da belki de olayların açığa çıkmasından ve Wuliang Sekti’nin yok olmasına neden olacağından korkuyordu. Belki de Xie Bi An’ın bilmediği başka nedenleri vardı. Önceki hayatındaki trajedinin yarısı Li Bu Yu yüzünden gerçekleşmişti. İkisi yüz yüze gelirse, kılıcını çekmemek için kendini kontrol etmesi zor olacaktı.
Lan Chui Han tekrar seslendi, “Lord Cui senden ne yapmanı istedi?”
“Li Bu Yu’yu Ölümsüz İttifak’ı Qi Meng Sheng’e karşı savaşmaları için çağrıda bulunmaya ikna etmemi.”
“Li Bu Yu’yu ikna edebilsen bile, Ölümsüz İttifak onu dinlemeyebilir. Chidi Şehri’ndeki savaşta çok can yitip gitti, hatta Cennet Efendisi bile…” dedi Lan Chui Han ciddiyetle, “Üç yıl önce Qi Meng Sheng’i yenmeyi başaramadık. Üstelik şu anda Jiang Qu Lian ile müttefik konumunda. Artık kazanmaya dair umudumuz daha zayıf.”
“Hayır, hala bir şansımız var. Sonuçta, Li Bu Yu Ölümsüz İttifak’ın lideri. Eğer Ölümsüz İttifak’ı ikna edemezse ölümsüz efsun dünyasının sonu gelir. Bu artık bir ölüm kalım savaşına dönüştü. Ölümsüz İttifak tekrar birleşebildiği sürece, Qi Meng Sheng’i mağlup edebilmemizin bir yolu var demektir.”
“Nasıl bir yol? Benim bilmediğim bir şey mi var?”
“O zamanlar yeraltı diyarına döndükten sonra, Junlan Kılıcı’nı almam gerekiyordu ve bu yüzden seninle Huayueye’ye gelmiştim. Huayueye’den tekrar yeraltı diyarına döndükten sonra Shizun’un vasiyetini yerine getirerek Cheng Yan Zhi’nin insan ruhunu bulmaya gittim.”
“Reenkarne olmamış mıydı?”
“Hayır, Shizun onda hala şüpheli bir şeyler olduğunu hissetmiş ve geçici olarak ruhunu mühürlemiş. Yani, hala reenkarne olmadı.”
“O halde ondan tam olarak ne öğrendin?” diye sordu Lan Chui Han, çok önemli bir sırrı duyacağını fark ederek anlaşılmaz bir şekilde gerilmişti.
Lakin Xie Bi An’ın yüzü yavaş yavaş kasvetli bir hal alıyordu, “Bu konu çok önemli. Şu an düşmanı uyandıramayız. Kimseye hiçbir şey söylememen lazım…”
―
Xie Bi An’ın küçük bir kasabada Lan Chui Han ile buluşmasının nedeni peşindeki casuslardan kaçınmaktı. İster Ölümsüz İttifak’tan ister Qi Meng Sheng’den olsun, kimsenin haberi olmadan Yunding’e gitmek niyetindeydi. Aksi takdirde Li Bu Yu ile görüşmesi kesinlikle büyük bir fırtınaya yol açacaktı.
Kılık değiştirdikten sonra ikisi Lanxi Kasabası’na gitti. Lan Chui Han gizlice Song Chun Gui’ye haber verdi, o da kendi Shidi’sini göndererek onları karşıladı.
Chidi Şehri’ndeki savaşından bu yana, Li Bu Yu’nun sağlığı giderek kötüleşiyordu, bu sebepten ötürü sektin ana meseleleri Wu Si Hai’ye devredilmişti. Song Chun Gui de işleri yönetmekle yükümlüydü. Bu kararın, Li Bu Yu’nun yaşlılığından dolayı kafası karıştığı için mi verildiğini, yoksa zaten bunu mu planladığını anlaması güçtü. Wu Si Hai, Da Shixiong olarak Wuliang Sekti’nde en yüksek prestije sahipti, ancak Song Chun Gui en güçlü olan öğrenciydi. Wuliang Sekti’nin gelecekteki lideri kesinlikle bu ikisinden biri olacaktı. Onların aksine Li Bu Yu’nun oğlu pek de göze çarpmıyordu. Wu Si Hai ve Song Chun Gui’nin rekabeti gitgide daha çetrefilli bir hal aldığından, insanlar Li Bu Yu’nun kararını sorguluyorlardı. Bazıları, açıkça savaştıktan sonra kazananın sekt lideri olacağını düşünürken diğerleri de Li Bu Yu’nun oğlunu başarılı kılmak için onları bilerek ortaya attığını düşünüyordu.
Xie Bi An, Li Bu Yu’nun muhtemelen ikinci seçeneği planladığını düşünüyordu.
Song Chun Gui’nin Shidi’si ikisine karşı oldukça saygılı davranmıştı, hatta onlardan biraz korkuyormuş gibi görünüyordu. İşin aslı, onların kim olduklarını bilmiyordu. Song Chun Gui ona özel olarak bir talimat vermişti. Song Chun Gui, Wuliang Sekti’nin lideri olma yolunda arkasına alabileceği bir dayanağı olmayan bir yetimdi. Bu yüzden bir beyefendinin dostluğuna sahip olan Lan Chui Han’ın arkadaşlığı onun için çok önemliydi. Lanxi Kasabası’ndaki herkesin Song Chun Gui’yi tanıdığı ve dikkat çekmekten korktuğu gerçeği olmasaydı, Lan Chui Han’ı almaya bizzat gelirdi.
Gelen Shidi onları Yunding’e götürmedi, bunun yerine Diancang Zirvesi’nde küçük bir saraya yerleştirdi. Konuklarını ağırlamak için orayı özel olarak hazırlatmıştı ve Song Chun Gui onları orada bekliyordu.
Üçü birbirlerine saygılarını sundular ve birkaç nazik konuşmadan sonra doğrudan konuya girdiler.
“Lord Lan ve Beyaz Ölümsüz’ün gelişi Shizun tarafından henüz bilinmiyor. Siz acaba ne yapmayı planlıyorsunuz?”
Xie Bi An cevapladı, “İttifak Lideri Li’yi özel olarak görmek istiyorum. Konuşmam gereken çok özel meseleler var ama bu görüşmeyi kimsenin bilmemesi gerekiyor.”
“Shizun neredeyse üç yıldır inzivada. Onu görmeni sağlayabilirim ancak bunu herkesten gizlemek oldukça zor…” dedi Song Chun Gui güçlükle, “Ya Shizun seninle görüşmek istemezse?”
“İttifak Lideri Li kesinlikle benimle görüşmeyi kabul edecektir. Ona burada olduğumu söylemen yeterli,” dedi Xie Bi An ifadesiz bir şekilde.
Song Chun Gui’nin gözlerinde bir şaşkınlık belirdi. Tarih kitaplarında birçok insanın yaptığı gibi, Shizun’uyla İmparator Kong Hua arasındaki ilişkiyi okumuştu. Kitapta Li Bu Yu’nun İmparator Kong Hua’ya İmparator Zong olarak tahta oturması için yardım ettiği, ikisinin çok eskiden beri tanışık oldukları yazıyordu ve aralarında harika bir ilişki olduğu yazıyordu.
Song Chun Gui başını salladı, “Tamam ben Shizun’la konuşacağım. Siz ikiniz burada iyice dinlenin. Bir isteğiniz olursa kapının dışındaki kişiye söylemeniz yeterli. Da Shixiong size göz kulak olması için birini göndermiş olmalı. Kimliğinizin ortaya çıkmaması için çok fazla ortada dolaşmamanız daha iyi olur.”
“Çok teşekkürler, Zhen Ren.”