İçeriğe geç
Home » Wu Chang Jie 21. Bölüm

Wu Chang Jie 21. Bölüm

“Dage…Dage…”

“Kim? O kim? Bana kim sesleniyor?”

Xie Bi An ağırlaşmış olan göz kapaklarını açtı ve kendisini sisli bir yerde buldu. Öyle görünüyordu ki sisli, gölgeli ve puslu bir perdenin arkasına saklanmış pek çok insan vardı. Bazıları bağırıyor, bazıları fısıldıyor, bazıları da iç çekiyordu ama “Dage” kelimesi dışında hiçbiri net olarak duyulamıyordu.

Sisin içinde ilerleyip kimin seslendiğini görmek istiyordu fakat bedeni onu dinlemiyordu.

“Dage, Dage.”

“Kimsin? Kimsin? Ben neredeyim?”

Sisin içinden küçük bir figür fırladı ve bir köpek yavrusu gibi kollarına atladı, “Dage!”

Xie Bi An o minik çocuğa sarıldı. Kalbi acı içinde seğirmeye başlamıştı. Bir an için uzun zamandır eksik olan bir şey doldurulmuş gibiydi. Bu çocuğu çok uzun süredir tanıyormuş gibiydi. Hatta bu çocuğun çok güzel, çok zeki ve aynı zamanda da ona çok bağımlı olduğundan bile emin olabilirdi. Fakat yüzünü açıkça göremiyordu.

Sen kimsin? Neden bana Dage diye sesleniyorsun?

Xie Bi An ona düzgünce sormak istiyordu ama ağzından tek bir kelime bile çıkmıyordu.

“Dage, bugün Xiao Jiu için hangi lezzetli yemekleri pişireceksin?”

Xiao Jiu mu? Adın Xiao Jiu mu? Benim küçük kardeşim misin? Ama Shizun tüm ailemin veba yüzünden öldüğünü söylemişti. Belki de gerçekten bir kardeşim vardır?

Xie Bi An onu bırakmak istemiyordu ama ansızın kolları bomboş kalmıştı. Xiao Jiu ortadan kayboldu ve Xie Bi An paniklemeye başladı. Xiao Jiu neredeydi? Küçük kardeşi neredeydi?

“Xiao Jiu” diye bağırmaya çalıştı ama yine hiçbir ses çıkmadı.

Xiao Jiu’nun kim olduğunu bilmiyordu ve yüzünü net bir şekilde göremiyordu. Ama Xiao Jiu’nun onun için çok önemli olduğunu ve onu kaybedemeyeceğini biliyordu.

Çaresizce etrafa bakınırken arkasından bir el ulaştı ve boynunu tuttu. Kulaklarının arkasından bir nehir akıntısı gibi hoş bir ses duydu, “Dage, bak. Neredeyse aynı boydayız.”

Sen de kimsin?

“Hahaha, ya gelecekte senden daha uzun olursam? Arkamda yemek bırakmama izin vermediğine pişman olacak mısın?”

Sen… Xiao Jiu musun? Neden aniden bu kadar büyüdün?”

Xie Bi An, Xiao Jiu’nun tekrar ortadan kaybolmasından korkuyordu. Bu yüzden karşısındaki delikanlının elini tuttu, hala konuşmaya çalışıyordu ama yine hiç ses çıkmıyordu.

Onu tutmak için elinden geleni yapsa da o genç de bir rüzgar esintisi gibi ortadan kaybolmuştu. Ardında yalnızca bir dizi kahkaha sesi bıraktı.

Hayır, kaybolma. Nereye gidiyorsun? Sakın yok olma!

Xie Bi An birkaç adım peşinden koştu, ama birdenbire birisi ayak bileğinden yakaladı. Aşağı baktı ve kanlı bir el olduğunu gördü! Kanlı elin sahibi yerde sürünüyordu, yüzü bulanık olsa da acı ve nefreti görülebiliyordu.

“Neden… Dage… Neden bunu yapıyorsun…” dedi elin sahibi, ağzından kanlar akıyordu.

Ne?

“Sen değilsin, söyle bana, sen değilsin! Dage…. neden….”

Bu sesi tanıyordu. Bir adamın sesi olsa da, daha önceki delikanlının yani Xiao Jiu’nun sesi olduğu çok açıktı.

Nasıl yaralandın? Sen neden bahsediyorsun? Ben ne yaptım ki?

“Sana çok güveniyordum. Ne söylesen dinlemiştim, neden…neden bana bunu yapıyorsun?!”

Xie Bi An çaresiz bir şekilde Xiao Jiu’ya yardım etmeye çalıştı. Yaralanmıştı, çok kanıyordu ve yaralarının hemen tedavi edilmesi gerekiyordu.

Ama hepsi boşunaydı. Hiçbir şey yapamıyordu. Yalnızca dışarıdan izleyebildiği korkunç bir kabusun içine düşmüştü.

Aniden büyük, güçlü bir el boynunu yakaladı.

Bu adam Xie Bi An’ın boynunu tutarak ayaklarını yerden kesmişti, Xie Bi An korkuyla titriyordu. Önünde demir gibi parmakları olan uzun bir adam duruyordu. Ne kadar çabalasa da elinden kurtulamıyordu. Şu anda bu adamdan eşi benzeri görülmemiş bir şekilde korkuyordu.

Adam konuşmaya başladı, “Dage, çok uzun zaman oldu.”

Sesi derin ve soğuktu, zehirle yıkanmış gibi öldürücüydü. Gözlerinin önündeki bu adam her an göğsünü delip kalbini sökmeye hazırmış gibi görünüyordu.

O da mı…Xiao Jiu?

Xie Bi An acımasız bir şekilde yere fırlatıldı. Bir nefes bile alamadan, o dağ gibi olan adam eğildi ve belindeki kuşağı sert bir şekilde parçaladı.

Bu güçleri olağanüstü olan adamın altında Xie Bi An sudan çıkmış balık gibi çırpınıyordu. Fakat hiçbir şey yapamıyordu. Hiçbir efsun, hiçbir kılıç ona karşı işe yaramazdı. Şu anda panikten aklını kaybetmek üzereyken kıyafetleri çıkarılıyordu.

O adamın ne yapacağını idrak ettiği zaman beyninde şimşekler çaktı, artık kelimeler kifayetsiz kalmıştı.

Adam onu ​​saçlarından sertçe yakaladı ve soğuk dudaklarını kulağına bastırdı, “Gözlerini aç ve düzgünce bak. İşte bu uğruna her şeyi mübah gördüğün taht. Bundan sonra orada gururlu bir şekilde oturamayacaksın. Her seferinde nasıl diz çöktürüldüğünü ve bir adam tarafından nasıl becerildiğini hatırlayacaksın.”

Daha sonra biraz duraksadı ve kahkaha attı, “Benim iyi Dage’m.”

Xie Bi An mücadele ediyordu, “Hayır, dur, yapma—”

“Shixiong! Shixiong!”

Xie Bi An’ın gözleri aniden açıldı ve bir çift tilki gözünün ona baktığını gördü. Belki de şimdiye kadar gördüğü en güzel ve çekici gözlerdi. Ama şimdi rüyasındaki soğuk adamın gözleriyle örtüşüyordu ve onu ürpertiyordu.

Fan Wu She onun bu korkmuş ifadesine baktı ve yatıştırıcı bir ses tonuyla söze girdi, “Shixiong, sorun ne? Kabus mu gördün?”

Xie Bi An’ın gözleri yavaş yavaş kaostan çıkıp netliğe ulaşmıştı. Çok uzun bir süre geçtikten sonra aklını başına topladı ve Fan Wu She’ye boş gözlerle baktı, “Wu She?”

“Nasılsın, hasta mı hissediyorsun?”

“Ben…” dedi Xie Bi An, yaşadıklarının hala gerçek mi yoksa rüya mı olduğunu anlayamıyordu. Sanki başka birinin hayatını yaşamış gibiydi, ama yaşadıkları çok gerçekçiydi…

“Shixiong, hatırlıyor musun, aniden Bagua Platformu’nda bayıldın. Son zamanlarda bedenine neler oluyor böyle?”

“Bagua Platformu’nda mı bayıldım?” dedi Xie Bi An ve ağrıyan şakaklarını ovuşturdu. Daha sonra yatakta doğruldu, bayılmadan önce olanları hatırlamaya başlamıştı, “Sağlığımda bir sorun yok ama görünüşe göre başka bir nedeni var. Nasıl birdenbire bayılabilirim ki?”

Fan Wu She dikkatli bir şekilde baktı, “Bayılmadan önce ne hissettin? Bilinçsizce uyurken ne oldu, kabus mu gördün? Ne hakkındaydı?”

Az önce gördüğü rüyayı hatırlayan Xie Bi An’ın önce beti benzi attı, sonra da kızarmaya başladı. Ne gördüğünü kelimelerle açıklayamazdı.

“Shixiong?”

“Ben…kabus görmüş olmalıyım. Ama tam olarak hatırlayamıyorum.” dedi Xie Bi An, aslında yalan söylemiyordu. Gördüğü kabusun detayları çok belirsizdi. Aniden uyanmıştı, bazılarını hatırlasa da bazılarını unutmuştu. Ama o adamın ne yaptığını ve neler söylediğini açık bir şekilde hatırlıyordu.

Nasıl böyle bir rüya görebilirdi ki? Gerçekten inanılmazdı.

“Hiçbir şey hatırlayamıyor musun?” diye sordu Fan Wu She, Xie Bi An’ın bir şey hatırlayıp hatırlamadığını ve Bagua Platformu yüzünden mi bayılmış olduğunu merak ediyordu.

Xie Bi An rüyasında olanlar hakkında konuşmaya utanıyordu ve henüz kendi düşüncelerini bile toparlayamamıştı, ayrıca Fan Wu She’yi de endişelendirmek istemiyordu. Bu yüzden soruya cevap vermedi ve konuyu kapatmak istedi.

Fan Wu She de soru sormayı bırakmıştı, bir havlu alıp nazikçe Xie Bi An’ın terini sildi, “Hatırlamıyorsan da boş ver, düşünme. Şimdi güzelce dinlenmen lazım.”

Fan Wu She’nin bu sabırlı ve nazik halini görünce Xie Bi An’ın kalbi yumuşacık olmuştu, “Wu She, senin sayende, ben…” dedi ve sonra pencereden gökyüzüne baktı, “Saat kaç? Kaç saattir uyuyorum?”

“Sekiz saattir. Çoktan gece yarısı oldu.”

“Çok geç olmuş.” dedi Xie Bi An, daha da duygulanmıştı, “Bunca saattir başımda mıydın?”

Fan Wu She ona sadece bir bakış attı.

“Seni akşam yemeğine götüreceğimi söyledim, ama sözümü tutamadım.”

“Yarın akşam gideriz.”

Xie Bi An iç çekti, “Sen de artık gidip dinlen. Ben gayet iyiyim.”

Fan Wu She bir milim bile hareket etmedi, “Sana refakat edeceğim.”

“Shixiong’un iyi.”

“Birden bayıldın, sonrasında da kabuslar gördün. Nedenini bile söyleyemiyorsun. Gidersem rahatça uyuyamayacağım.” dedi Fan Wu She, oradan ayrılmaya hiç niyeti yoktu, “Sen uzan ve dinlen. Ben yanında kalacağım.”

“Ama…”

“Uzan.” diye üsteledi Fan Wu She, ses tonu epey ciddiydi.

Xie Bi An çaresizce yatağına uzandı. Gözlerini kapattı ve dinlenmeye çalıştı. Ama zihni kargaşa içindeydi, ayrıca yanında oturan birisi vardı, nasıl uyuyabilirdi ki? Kısa bir süre sonra gözlerini açtı, “Wu She.”

“Efendim.” diye yanıt verdi Fan Wu She, o sırada gözlerini kapatmış meditasyon yapıyordu.

“Gel ve Shixiong’unla uyu.”

“……….”

“Bütün gece oturup beni izlersen çok yorulursun. Gel hadi.” dedi Xie Bi An ve yatakta yanına yer açıp eliyle nazikçe pat pat vurdu.

Fan Wu She gözlerini açtı, karanlık gözleri gecenin karanlığında ışıl ışıl parlıyordu. Kısa bir duraklamanın ardından yatağa doğru yöneldi ve yavaşça Xie Bi An’ın yanına uzandı.

Xie Bi An biraz daha rahat hissediyordu. Fan Wu She’nin sırtını okşadı ve bir gülümsemeyle, “Shidi, çok teşekkür ederim,” dedi.

Fan Wu She derin bir nefes aldı ve zihnindeki rahatsız edici düşüncelerden kurtulmaya çalıştı. Çünkü hiçbir şey hissetmezse aynı yatağı paylaşmak daha kolay olacaktı. Aslında son günlerde öfke duymaktan, nefret etmekten bıkmıştı. Sadece iyi geçinmek istiyordu…tıpkı yaşlı bir evli çift gibi.”

Xie Bi An bir kez daha gözlerini kapadı ama yine de uyuyamıyordu.

O kabus neydi öyle? Hala kopuk kopuk da olsa bazı kısımları hatırlıyordu. Xiao Jiu adında küçük bir erkek kardeşi varmış ve aralarındaki bağ da çok güçlüymüş gibi görünüyordu. Ama daha sonra birbirlerine sırtlarını mı dönmüşlerdi?

Bu kabus gerçekten de şaşırtıcıydı ve karmakarışıktı. Fakat onu en çok rahatsız eden şey, bir erkeğin ona sahip oluşunu…rüyasında görmüş olmasıydı.

Küçüklüğünden beri sade bir çevrede büyümüştü ve kendi yaşındaki kadın ve erkeklerle çok az iletişim kurma fırsatı bulmuştu. Fakat bu hiçbir şey bilmediği anlamına gelmiyordu, çünkü gizli gizli bazı resimli kitaplar okumuştu. Hem erkek ve kadın arasındaki hem de iki erkek arasındaki bazı şeyler hakkında biraz bilgi sahibiydi. Neyse ki, efsun dünyasında erkek ve kadın ilişkilerini tabu haline getirmemiş olan bazı insanlar vardı.

Erkekler arasındaki meselelerde onu en çok etkileyen şey, Chunyang Sekti hakkındaki dedikodulardı; sektte hiç kadın olmadığı için, birbirleriyle gizlice sevişen öğrenciler vardı. Şeytani efsuncular da özellikle o kişileri hedef alırdı, çünkü bedenlerinin Yang enerjileri birbirini arttırmış olurdu. Bu müstehcen dedikodular ışık hızıyla çarşıya pazara yayılmıştı ve insanlar da merakla bahsediyorlardı.

Erkek erkeğe bir ilişkinin rüyasına bile gireceğini hiç düşünmemişti. İnsan gün içinde ne düşünürse gece de rüyasında onu göreceği söylenirdi. Erkeklerden hoşlanıyor…olabilir miydi?

Ama gündüz böyle bir şeyi hiç düşünmemişti ki!

Xie Bi An öyle şok olmuştu ki, şimdi uyuması daha da zorlaşmıştı ve aynı zamanda da kendinden derin bir şüphe duymaya başlamıştı.


ÇN: A Great Big World – “Everyone Is Gay” şarkısı benden Xie Bi An’a ve diğer tüm queer’lere gelsin 🌈

5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

0
Would love your thoughts, please comment.x