“Ruh kancasını alsan bile, Jiuyou’ya tek başına dalarsan hayatını hiçe saymış olacaksın,” dedi Xie Bi An, kendi birliklerini Yin Yang Anıtı’na göndermeyi düşünüyordu. Fan Wu She’nin elinde Gizli Kutsal Tılsım yoktu, oraya zorla girmeye cüret edebilecek miydi?
“Dage benim ölüp ölmeyeceğimi umursuyor mu ki?” dedi Fan Wu She, yüzünde sahte bir gülümseme vardı. Xie Bi An’ın yüzündeki düşmanlığa baktığında, bu yüzdeki nazik gülümsemeyi tekrar tekrar hatırlamadan edemiyordu. Bunu düşünmek bile iç organları patlıyormuş gibi hissettiriyordu. Shidi ve Shixiong olarak geçirdikleri iki yıl, hayallerini süsleyen güzel bir rüyadan ibaretti. Önceki hayatında hiç elde edemediği bir şeyi bu dönemde elde etmişti ― Dage’sının ona karşı duyduğu isteği. Ancak her güzel şeyin bir sonu vardı ve kurduğu hayaller paramparça olmuştu. Xie Bi An hafızasını geri kazandığı an bu güzel rüyadan uyanmakla kalmamıştı ve sahip olduğu her şey yerle bir olmuştu. İki yaşamında da sahip olduğu bu aşkın kırılan parçaları, ruhunda derin bir yara bırakmıştı.
Son üç yıldır herkes onun derin bir ormanda ya da gizli bir mağarada saklandığını ve önceki yaşamındaki efsun güçlerini kazanmak amacıyla inzivaya çekildiğini düşünüyordu. Ama aslında Xie Bi An’ı takip ediyordu. Xie Bi An’ın yeteneklerinin gayet farkındaydı, bu yüzden ona çok fazla yaklaşmamıştı. Kemiklerini bile aşındıracak kadar güçlü olan aşkını bastırmaya çalışarak onu uzaktan seyretmişti. Dayanmaktan başka çaresi yoktu. Yüz yıl cehennem azabına katlanarak yeniden insan olmuştu. Dayanamayacağı her şeye bir şekilde dayanmıştı ama daha fazla dayanamıyordu. Aklını kaybetmekten, Xie Bi An’ı zorla yanında tutmaktan korkuyordu. Onu kimsenin bulamayacağı bir yere saklamaktan ve ölene dek gitmesine izin vermemekten ödü kopuyordu.
Ama yapamayacağını biliyordu. Xie Bi An’ın şefkatli gözlerini görmemiş olsaydı, Xie Bi An tarafından öpülmemiş, kucaklanmamış olsaydı, birbirlerine aşklarını itiraf etmiş olmasalardı “belki” önceki hayatındaki çılgınlıkları yapabilirdi, ama şimdi…
Ama şimdi, Dage’sının kendi isteğiyle yanında olmasını nasıl sağlayabilirdi ki?!
“Hayatını umursuyor musun?” Cehennemin çıkış kapısı yoktur, oraya gitmeyi insanlar seçerler,” dedi Xie Bi An ciddiyetle, “Yeniden insan olmak için oradan kaçtın ama yine önceki hayatındaki hataları tekrarlıyorsun.”
“Aynı hataları senin yüzünden tekrarlamıyor muyum?” dedi Fan Wu She, çaresiz bir duruma düşen bir canavar gibiydi.
“Bunu kendin için, kendi bencil arzuların için yapıyorsun. Ölümlü ve hayalet diyardaki huzuru tereddüt etmeden bozmaya çalışıyorsun.”
Fan Wu She trajik bir kahkaha attı, “Öyleyse ne olmuş? Yüz yıl geçse de sakın unutma, ben senin kendi ellerinle yarattığın bir eserim. Bu yüzden bir şeyleri telafi etme sırası sende.”
Junlan Kılıcı muhteşem bir ruhani güç baskısıyla dolmuştu. Xie Bi An, kalbindeki acıya katlandı ve soğuk bir tonla, “Bir daha asla senin merhametine muhtaç kalmayacağım,” dedi.
Fan Wu She, Xie Bi An’ın yüzüne dokunmak için elini uzatmadan edemedi, “Buna sen karar veremezsin.”
Xie Bi An’ın kalbi titredi. Sanki büyük bir düşmanla karşı karşıyaymış gibi kılıcını savurdu ve Fan Wu She’yi birkaç metre öteye gitmeye zorladı.
Fan Wu She’nin eli, mağlup edilmiş bir ordunun kaçışı gibi arkasında gizlenen bir yumruğa dönüştü. Xie Bi An’a kızaran gözleriyle baktı, “Jiang Qu Lian, Qi Meng Sheng ile ittifak kurdu, senin…kendini koruman gerekiyor.”
Fan Wu She’nin gitmek için arkasını döndüğünü gören Xie Bi An, “Biz savaşırken yeraltı diyarına girmeye mi çalışacaksın?” diye sordu.
Fan Wu She, Xie Bi An’a bakmak için başını eğdi, “Bir daha tek başına dolaşmaya cüret edersen, seni kaçırırsam beni suçlama.”
Xie Bi An, kılıcını kınına koyarken Fan Wu She’nin arkasından baktı. Gözden kaybolalı uzun bir süre geçse de hala kendisine gelememişti.
Üç yıldır aklından çıkmayan kişi, o yürek burkan sözleri söyleyerek yine birdenbire ve güçlü bir şekilde karşısına dikilmişti. Aslında, önceki yaşamının anılarını geri kazanmamış olmayı diliyordu. Eğer geçmiş hayatında aldığı yaralar, aralarındaki aşk-nefret ilişkisi ve yaşadığı kötü olaylar olmasaydı, Fan Wu She’ye karşı nasıl davranırdı? Bu bir ihanet gibiydi. Bu dünyada en aşık olmaması gereken kişiye aşık olmuştu. Farkında bile olmadan kendine ihanet etmişti.
Ne yazık ki geçmişi silemez ve deliklerle dolu olan kalbini tamir edemezdi.
―
Kafası karışmış bir şekilde Diancang Zirvesi’ne döndüğünde Xie Bi An, uzaktan Bagua Platformu’nu gördü.
Song Chun Gui’nin onlar için ayarladığı avlu çok tenhaydı. Aslında, Bagua Platformu çok yakın değildi ama Diancang Zirvesi’nin arkasında olmadıkları sürece onu görebiliyorlardı.
Xie Bi An, bulutların arasındaki Bagua Platformu’na baktı ve Fan Wu She’yle beraber ilk kez Yunding’e gittikleri zamanı hatırlamadan edemedi. Bagua Platformu’na adım atar atmaz, geçmiş yaşamının anıları canlandığı için bilincini yitirmişti. O andan itibaren, geçmişin sefaletiyle yüzleşmek zorunda kalmıştı.
Huang Daozi’nın bıraktığı mektubu anımsadı. Çözümü yokmuş gibi görünen her şeyi çözmek için bir umudu olabilir miydi sahiden de?
Avluya vardığında Lan Chui Han çoktan ziyafetten dönmüştü.
Xie Bi An’ın solgun yüzünü görünce Lan Chui Han endişelenmeden edemedi, “Bi An, sorun ne? Tehlikede değilsin, değil mi?”
Xie Bi An kayıtsızca, “Ziyafet iyi geçti mi?” diye sordu.
“Yapmacık bir nezaketti sadece,” diyerek soğukça mırıldandı Lan Chui Han, “Bu Wu Si Hai gerçekten çok ürkütücü. Wuliang Sekti’nde popüler olmasına şaşmamalı. Li Bu Yu’nun onu vekil olarak ataması yüzünden daha da kibirli olmuş. Sekt lideri olmak için akrabaların ve itibarın hiçbir önemi yoktur; en önemli şey kişinin efsun yetenekleridir. Li Bu Yu’nun oğlu da sekt liderliği için yarışıyor olmasaydı, Wu Si Hai bu yarışa girecek özelliklere bile sahip değildi.”
“Evet.”
“Ama Song Chun Gui de azımsanamayacak zorluklara sahip. Fakir bir aileden geliyor ve iletişim becerileri de zayıf. Ayrıca bedeninde bir eksiklik var. Efsun yetenekleri çok yüksek olsa da diğer özellikleri vasat durumda. Ama bunun da kendine göre avantajları var. Lan ailesi ona yardım edecek,” dedi Lan Chui Han ve ailesinin fikirlerini anlatmaya devam etti. Lakin, Xie Bi An’ın bomboş baktığını görünce duraksadı, “Bi An, neyin var?”
Xie Bi An, Lan Chui Han’a baktı, “Lan Dage, bugün Fan Wu She’yi gördüm.”
Lan Chui Han şoke olmuştu, “Ne? Ne zaman? Nerede?!”
“Lanxi Kasabası’nda. Aniden önüme çıktı. Galiba uzun zamandır beni takip ediyordu.”
“Karşına çıkmasının sebebi neymiş?”
“Ruh kancasını almak istedi. Yaşayan bir insan olarak yalnızca ruh silahını kullanarak Yin Yang Anıtı’nı açabilir ve yeraltı diyarına girebilir. Lanxi Kasabası’nı kullanarak bana şantaj yaptı, ruh kancasını ona vermekten başka çarem yoktu.”
Lan Chui Han’ın yüzü korkutucu bir şekilde kasvetliydi, “Yani şimdi hayalet diyara girebilir!”
Xie Bi An başını salladı, “Lanxi Kasabası’ndaki Chenghuang Tapınağı’na gittim ve Şehir Tanrısı’ndan Yin Yang Anıtı’nı koruması için Lord Cui’ye mektup göndermesini istedim.”
Lan Chui Han derin bir nefes aldı, “Neden böyle bir zamanda ruh kancasını almaya geldi ki? Yoksa Gizli Kutsal Tılsım’ı alabileceğinden emin mi artık?”
“Belki de öyledir. Benim de en çok endişelendiğim şey bu. Li Bu Yu iki tarafı birbiriyle savaştırmak istiyor ama Fan Wu She de, yeraltı diyarı Jiang Qu Lian ile savaşırken Jiuyou’ya girmek niyetinde. Dolayısıyla, şu anda kimse aceleyle bir hamlede bulunmaya cesaret edemiyor.”
“Lanxi Kasabası gibi kalabalık bir yerde, sırf ruh kancası zincirini almak için birdenbire ortaya çıktığına inanmıyorum,” dedi Lan Chui Han ve o güzel gözlerini kıstı, “Chidi Şehri’ndeki casusları ortaya çıkarmak için yapmış olabilir.”
“Bu ihtimali ben de düşündüm ama üç yıldır saklanıyordu. Neden şimdi kendini ifşa etsin ki?”
Lan Chui Han, Xie Bi An’a baktı ve aniden iç çekti, “Belki de…”
Xie Bi An kaşlarını çattı, “Belki de ne?”
“Belki de seni korumaya çalışıyordu, sanırım.”
Xie Bi An donakaldı.
Fan Wu She’nin söylediği, “Seni görmek istedim” sözleri zihninde yankılanıyor ve kalbinin deli gibi çarpmasına neden oluyordu.
“Bi An, Yüce İblis’in tek ölümcül zayıflığı sensin,” dedi Lan Chui Han dikkatlice, “Onu yenmek veya onu Qi Meng Sheng ve Jiang Qu Lian’a karşı kullanmak, bunu yapabilecek tek kişi sensin.”
Xie Bi An bir süre sessiz kaldıktan sonra karşılık verdi, “Qi Meng Sheng, Chidi Şehri’ni kolayca terk etmeyecektir. Kendi ayaklarımla balık gibi ağlarına düşecek halim yok. Bu yüzden sanırım Jiang Qu Lian, Qi Meng Sheng ile yaptığı anlaşmaya karşılık olarak altın özüm için bizzat gelecek. Onların teker teker ortaya çıkmalarını sağlamalıyız.”
“Bir planın var mı?”
“Eğer Fan Wu She beni takip ediyorsa, onun ortaya çıkmasını sağlayabilirim. Böylece Jiang Qu Lian’la savaşabilir.”
Lan Chui Han’ın bakışları tereddütle titredi, “Jiang Qu Lian bir hayalet, onu nasıl…öldüreceksin?”
Xie Bi An’ın gözleri soğuk bir nefretle parladı, “Onu yeraltı diyarına götürüp cehenneme göndereceğim. Böylece yaptığı kötülüklerin bedelini ödeyebilir ya da ruhu dağılabilir. Ya reenkarne olmak için bir şansa sahip olacak ya da bu dünyadan tamamen yok olacak.”
Lan Chui Han dudaklarını hafifçe büzdü. İfadesi karmaşık ve anlaşılamazdı.
“Lan Dage, ben Fengdu’ya gideceğim. Lord Cui ile görüştükten sonra Jiang Qu Lian’ı nasıl tuzağa düşüreceğimizi planlayacağım. Bu şekilde Fan Wu She’nin beni takip edip etmediğini de test edebiliriz.”
Lan Chui Han kalktı ve pencerenin önüne gitti. Sırtı Xie Bi An’a dönüktü, gökyüzündeki aya bakarak yumuşak bir şekilde, “Tamam,” dedi.
Xie Bi An, Lan Chui Han’ın ruh halinin biraz sıra dışı olduğunu fark etmişti, “Sorun nedir?”
“…Bence, yakında Wuliang Sekti’nde büyük bir fırtına kopacak.”
“Sekt lideri değişirken tüm sektlerde anlaşmazlıklar yaşanır. Umalım ki bu mesele herkesi etkilemesin.”
Lan Chui Han doğru tahmin etmişti. Fengdu’ya gitmek üzere Wuliang Sekti’nden ayrıldıklarında sektin Da Shixiong’u olan Wu Si Hai’nin öldüğü haberi her yere yayıldı. Onun ölüm nedeni de Li Bu Yu’nun bir diğer öğrencisi olan Meng Ke Fei’nin ölüm nedeniyle aynıydı ― altın özü çalınmıştı.
ÇN: Bir dakikaaaa, ALTIN ÖZÜ HIRSIZI OLAN KİM??? Li Bu Yu yaşlı ve kör değil mi? Neden altın özü çalıp yesin ki? Hikayede bilmediğimiz şeyler dönüyor bence ama hadi hayırlısı