Xie Bi An, Cui Jue’ye planının ne olduğunu sormak istediğinde, Cui Jue, “Seni bir yere götürüyorum,” dedi ve ayağa kalktı.
Cui Jue, Xie Bi An’ı yeraltı diyarından çıkardı, Luofeng Dağı’ndan geçti Jiuyou’daki en ıssız vahşi doğaya götürdü. Xie Bi An, giderek küçülen Luofeng Dağı’na bakarken değişik duygular içerisine girmişti.
Jiuyou’nun geniş ve sınırsız bir bölgesi vardı. Ne kadar büyük olabilirse o kadar uçsuz bucaksızdı. Pek çok dağ, nehir ve göl vardı. Ölümlü ve hayalet diyar aslında aynı yerdeydi ama iki farklı boyuttaydı; tıpkı bir madalyonun iki yüzü gibi. Bu iki taraf birbirinden çok farklıydı ama asla ayrılamazlardı. Bir insanın yaşamı ve ölümü, ömrü, ölüm anı farklı boyutlarda gerçekleşiyordu.
Lakin Jiuyou yeraltı diyarındaki Jiuzhou bölgesinden çok farklıydı. Çünkü Luofeng Dağı’nın belirli bir bölgesini işgal ediyordu ve yeraltı diyarının kontrolünden sorumluydu. Liyakat ve kusurlar orada ödüllendirilir ve cezalandırılırdı. İster hayalet ister toplanan ruhlar olsun, herkes yeraltı diyarının kurallarına uymak zorundaydı ve hiç kimse karmadan ya da reenkarnasyondan kaçamazdı.
Sayısız hayalet Cennet’ten gönderilen tanrılar tarafından Jiuyou’nun uçsuz bucaksız arazisinde zincire vurulmuştu. Jiang Qu Lian’ın yeraltı diyarının kurallarına kurallarına uymaması ve “Jiuyou yalnızca hayaletlere aittir,” demesi hiç de şaşırtıcı değildi.
Daha uzağa uçtukça, Luofeng Dağı çoktan arkalarında kaybolmuştu. Donuk zeminde ara sıra kan kırmızısı ateşler çıkıyordu ama yine de sonsuz karanlığı aydınlatamıyordu.
Xie Bi An, kıyafetleri uçuşan Cui Jue’nin sırtına baktı ve kendini huzursuz hissetmeden edemedi. Daha önceleri Zhong Kui de onu birkaç kez gezmek için Jiuyou’ya götürmüştü, ama çok uzağa gitmemişlerdi. Onlar, asıl görevi ruhları ölümlü diyardan hayalet diyara yönlendirmek olan generallerdi. Jiuyou’yu ve sayısız hayaleti yöneten beş ayrı hayalet imparator vardı. Bu imparatorlar Jiuyou’nun içine sebepsiz yere asla girmezlerdi.
Xie Bi An daha fazla kendini tutamayıp, “Lord Cui nereye gidiyoruz?” diye sordu.
Kısa bir süre sonra, Cui Jue bir hayalet köyün üzerinde süzüldü. Bu hayalet köy büyük değildi. Sisle dolu yoğun bir ormanla çevrelenmişti ve hiç hayalet ateşi yoktu. Xie Bi An görüşünü efsun gücüyle geliştirip aşağı baktığında köyün uzun zamandır terk edilmiş olduğunu gördü.
“Burası…”
“Burası, Jiang Qu Lian’ın doğduğu köy.”
Xie Bi An nefesini tuttu.
Jiuyou’nun halkının arasında hem normal hayaletler hem de vahşi hayaletler vardı; tıpkı dünyada iyi ve kötü insan olması gibi. Sıradan hayalet vatandaşlar sıradan insanlardan farklı değildi ve nispeten huzurlu bir yaşam sürüyorlardı. Cehennem’den yeniden doğan hayaletler ve Açgözlü Hayalet Yolu’nda doğanlar kötü hayaletlerdi. Cehennem Yolu’nda yeniden doğan hayaletler inanılmaz derecede tehlikeli olmalarına rağmen, faaliyetlerinin çoğunu derin dağlarda, bataklıklarda ve diğer ıssız ve çorak yerlerde gerçekleştiriyorlardı. Zaten bilinçleri yoktu ve daha çok yeryüzünün canavarları gibiydiler. Sıradan hayaletler bu tehlikeli bölgelere gitmiyorlardı. Onlar için asıl tehdit Açgözlü Hayalet Yolu’nda doğanlardı.
Açgözlü Hayalet Yolu’nda doğan bir hayalet isterse bir köyü veya kasabayı bile yok edebilirdi. Ne zaman bir hayalet bebek doğsa, tüm hayalet vatandaşlar savaşa hazır oluyorlardı. Aç bir hayalet olduğunu öğrendiklerinde ise ruhunu parçalamaya çalışıyorlardı. Bununla birlikte yaşarken kötü olanlar için hiçbir sorun yoktu. Hayalet olarak doğsalar da kolay lokma olmuyorlardı. İlk doğduğunda öldürülmemişse, sonrasında onu yok etmek zor olacaktı. Çünkü hayalet yedikçe gücüne güç katıyordu.
Jiang Qu Lian doğumda kendi hayalet annesini yemiş ve ardından tüm köyü yok etmişti. Doğduğu köyden ayrıldıktan sonra Jiuyou’yu dolaşmış, hayaletleri yiyerek Hayalet Kral statüsüne ulaşmıştı. Jiang Qu Lian tüm hayalet kralların Hayalet Kralı’ydı. Yeraltı diyarı çok büyük bir krizin içindeydi ve kimin daha tehlikeli olduğunu bilmiyordu; Jiang Qu Lian mı yoksa Fan Wu She mi daha güçlüydü?
“Lord Cui, beni neden buraya getirdin?”
“Yirmi yıldan fazla bir süredir yeraltı diyarında yaşıyorsun ve nadiren Jiuyou’nun derinliklerine iniyorsun. Cennet Efendisi de ölümlü diyarı ziyaret etmeye bayılıyordu ve Jiuyou hakkında fazla bir şey bilmiyordu,” dedi Cui Jue, elleri arkasında kenetlenmiş halde duruyordu. Sesi rüzgarda hafifçe yükseldi, “Jiang Qu Lian, Jiuyou’yu manipüle eden, hayalet vatandaşların gücünü ve özgürlüğünü elinden alanın yeraltı diyarı olduğunu düşünüyor. Aslında yeraltı diyarı üç alem arasındaki bağlantılardan biridir ve üç alemin gücünü dengeler. Yeraltı diyarı olmasaydı, hayaletler dünyaya kaçarlardı ve o zaman hiçbir yerde huzur olmazdı.”
“Evet ama Jiang Qu Lian, Yin görevlilerini atayan yeraltı diyarından daha çok Cennet’e karşı derin bir kırgınlık duyuyor. Tek istediğinin bir insan olarak yeniden doğmak olduğunu söyledi, ama Aç Hayalet Yolu’ndan doğduğundan dolayı yeniden insan olarak doğabilmesi için reenkarnasyonun altı yolunu ezip geçmesi gerekiyor,” dedi Xie Bi An derin bir tonla, “Belki de istediği şey gerçekten de Hayalet Kralların Kralı olarak güce sahip olmak ve Jiuyou’da istediğini yapabilmektir.”
Cui Jue ifadesizdi, “Cennetin Yolu tek bir kişi için adaleti değil de, sadece dengeyi arar. Ve bu denge bazı insanlara zarar verebilir, ancak milyonlarca yıldır üç diyarın barışını korumuştur. Dengeyi bozmaya çalışan herkes hesaplanamaz sonuçlara yol açabilir.”
“Lord Cui’nin söylediği şey çok doğru,” dedi Xie Bi An, önceki hayatından anılarını geri kazandıktan sonra, kaçınılmaz olarak etrafındaki insanlara ve şeylere tepeden bakmaya başlamıştı. Çünkü bir zamanlar İmparator Kong Hua’ydı. Fakat yalnızca Cui Jue’ye eskisi gibi saygı duyuyordu ve tutumu değişmemişti. Cui Jue, sadece Yaşam ve Ölüm Kitabı’na birkaç çizgi ekleme ya da çıkarma yetkisine sahip bir bilge değil, aynı zamanda da yeraltı diyarının ve ölümlü diyarın dengesi için canla başla çalışan bir hanedanın başvekili gibiydi. Böyle bir kişinin yaptığı ve söylediği şeylerin bir nedeni olmalıydı. Dolayısıyla Xie Bi An’ın kafasında pek çok soru belirmişti, “Lord Cui neden beni buraya getirdi ve bana bu sözleri söyledi?”
“Jiang Qu Lian’ın söyledikleri, geçmiş yaşamın ve şimdiki yaşamın, dünyada gördüklerin ve duydukların, ayrıca Cennetin Yolu’nu da sorgulamana neden olan şeyler yüzünden,” dedi Cui Jue ve usulca arkasını döndü, “Bana Li Bu Yu hakkında konuştuğunda, yüzündeki nefreti ve adaletsizliği açıkça gördüm. Hatta kalbinin gümbürdediğini bile duyabiliyordum. Herkesin anlayamadığı o şeyi sen de anlayamıyordun; neden iyi insanlar ödüllendirilmiyor ve kötüler de hep galip geliyordu?”
Xie Bi An’ın omuzları çöktü, “Bir keresinde reenkarnasyonun efsun uygulamasıyla alakalı olduğunu ve hem iyiliği hem de kötülüğü geliştirmesi gerektiğini söylemiştin. Anladığımı sanıyordum, ama şimdi ben… neye inanacağımı bilmiyorum.” Hala Xie Bi An’ken ve masum bir yeraltı diyarı generaliyken, babası yüzünden ölümüne dövülerek yitip giden bir çocuk yüzünden inancını kaybetme seviyesine gelmişti. Çünkü o canavar cezasını çekmemişti. O zamanlar sadece on dört – on beş yaşlarındaydı ve o kadar kuvvetliydi ki, Şehir Tanrısı onu durdurmasaydı o canavara gereken cezayı kendisi verecekti.
Yeraltı diyarına döndüğünde, Cui Jue’ye o canavarın hayatında kaç yıl kaldığını sormuştu ama Cui Jue söylemeyi reddetmişti. Çocukluğundan beri Cui Jue’yi ikinci Shizun’u olarak görmüştü. Ona resmi şekilde Shizun’u olarak saygılarını sunmamış olsa da, Zhong Kui’ye davrandığından pek de farklı davranmıyordu. Bu, hayatı boyunca Cui Jue’ye içindekileri döktüğü ilk seferdi. Sahiden de anlamıyordu; eğer karma varsa ve iyinin ve kötünün mutlaka bir karşılığı olacaksa, o zaman neden kimseye zarar vermeyen masum bir çocuk işkence görerek ölmüştü? Sanki bu dünyaya ölene kadar acı çekmek için gelmiş gibiydi. Diğer çocuklar lüks bir hayat yaşayabilir, ebeveynlerinin sevgisini ve şefkatini tadabilir ve hayatlarının geri kalanını ölene kadar huzur ve refah içinde yaşayabilirdi. Ancak o doğumdan ölüme kadar çeşitli işkencelere maruz kalmıştı.
İnsanların yaşamları neden birbirinden bu kadar farklıydı ki?
Cui Jue ona reenkarnasyonun herkes için gerekli bir ders olduğunu söylemişti. O çocuk bu hayatınca acı çekmişti ve belki de sonraki hayatında mutlu bir yaşam sürebilirdi. O çocuğun babası bu hayatta kötülük yapıyordu ama sonsuz reenkarnasyon döngüsünde iyi ya da kötü ne yaparsa yapsın ileride iyi işler yaparak reenkarnasyon döngüsünü aşabilirdi.
O zamanlar Xie Bi An bir şekilde ikna olmuştu. Bu hayatta iyilik ve erdemi geliştirmek için burada olduğunu sanmıştı, ama geçmiş yaşamının anılarını geri kazandığında geçmiş yaşamındaki tüm iyiliklerin bu hayatında kötü bir meyve verdiğini görmüştü. Kötü meyve veren ağaçlar ise dallanıp budaklanmış ve sökülmesi zor bir hale gelerek bu hayatına gölge düşürmüşlerdi. Önceki yaşamında ne yapmış olursa olsun başarısız olduğunun farkındaydı. Peki ya bu hayatı?
Xie Bi An’a bakarken Cui Jue’nin bakışları yumuşadı, “Kendine inanmalısın. Kalbindeki iyi düşüncelerin tüm karmayı etkileyeceğine ve sonunda seni iyi bir sona götüreceğine inan. Sırf önceki hayatında başarısız oldun diye bu hayatta da kendinden kuşku duyma ve Jiang Qu Lian’ın deliliğinden etkilenme.”
Xie Bi An dudaklarını büzdü. Bir şey söylemek istiyordu ama ağzını açsa da en nihayetinde sessiz kaldı.
“Seni buraya getirmemin amacı sana Jiang Qu Lian’ın bir hayalet olduğunu ve senin de bir insan olduğunu söylemekti. O alması gereken dersi alamayıp çuvallayan bir hayalet, bu yüzden Açgözlü Hayalet Yolu’nda doğdu. Onun kalbinde derin bir kötülük var. Ama sen ne kadar acı çekmiş olursan ol, yine de iyiliğin ardından gidiyorsun. Sadece şöyle ki, insanlar acı ve çaresizlik içindeyken, tutunacak bir dal arıyorlar ama en sonunda inançsızlığın içine düşüyorlar. Kötü düşünceler bu gibi durumları fırsat bilerek harekete geçer, bu yüzden sana hatırlatmam gerekiyordu.”
Xie Bi An öylesine şoke olmuştu ki, uzunca bir süre ağzını açmadan Cui Jue’ye şaşkın şaşkın bakmıştı.
Bir deyişe göre az bilen insanlar daha uzun yaşarken çok bilgelik insanı ölüme götürürdü. Ama Cui Jue gibi her şeyi biliyormuş gibi görünen birinin kalbini sarsabilecek ne vardı ki?
“Pekala. Şimdi sana seni buraya getirmemin ikinci amacını anlatacağım; bir taşla iki kuş vurma planımı,” dedi Cui Jue ve Jiang Qu Lian’ın doğduğu köye baktı, “Jiang Qu Lian, Jiuyou’ya özgürce girip çıkabiliyor ve şu anda avantajlı olduğunu zannediyor. Onu kendi oyununda yenebilir, Jiuyou’da tuzağa düşürebilir ve tekrar dünyaya gitmesini engelleyebiliriz. Bu şekilde onları ayırabiliriz.”
ÇN: Bu kitap beni ruhsal olarak çok etkiliyor. Biliyorum buraya kadar gelenler olarak az kişiyiz ama beni ancak siz anlarsınız. Kitabın derinliğine gömüldükçe gömülüyoruz umarım işin ucu kötü bir yere çıkmaz