Xie Bi An’ın yüzü, berrak bir su birikintisi gibi asıktı, “Sana yardım etmeyeceğim, çünkü sen yalanlarla dolusun. Bu gece yeraltı diyarına geri dönmezsem, Lord Cui şüphelenecek ve beni bulmaları için Yin hizmetkarlarını gönderecek. Yarın Lan Dage da Fengdu’ya gelecek. Gitmeme izin vermezsen sen de açığa çıkacaksın.”
Fan Wu She hırçın bir tonla, “…Ona hala Lan Dage diye mi hitap ediyorsun? O senin torunun,” dedi.
“Zhong Ming’in soyundan geldiği doğru ama ben onun çocukluğunu değil o benim çocukluğumu gördü.”
“Bu gerçeği değiştirmiyor sonuçta. Ayrıca o da biliyor. Diz çöküp sana büyükbaba demeli Ama sen hala ona ‘Dage’ diyorsun, sen….”
Xie Bi An onun sözünü kesti, “Bu bizim aile meselemiz, seni ne ilgilendirir ki?”
Bu açıklama Fan Wu She’yi daha da sinirlendirmişti, “Aile meselesi mi? Onunla arandaki bir şey nasıl aile meselesi olabilir? Madem aile meselesi, o halde beni de alakadar ediyor demektir. Ben de Zhong Ming’in amcasıyım. Lan Chui Han bana dokuzuncu amca demeli.”
“Yeter. Zong Klanı ya da Lan ailesi olsun, bunların seninle hiçbir ilgisi yok,” dedi Xie Bi An soğukça, “Eğer şimdi çıkıp gitmezsen, Fengdu’dan canlı çıkabileceğini sanma.”
Fan Wu She onun çenesini kavradı, “Bir daha benimle ilgisi olmadığını söylemeye cüret edersen, yarın geceye kadar yataktan çıkmana izin vermem.”
“Sen!”
Fan Wu She karşısındaki nefes kesici derecede yakışıklı yüze hayranlıkla baktı. Dage’sının çenesi inceydi, cildi yumuşak ve narin bir yeşim gibiydi. Bir geyik gibi siyah ve parlak gözleri vardı ve gülümsediğinde çiçek açan bir Haitang* gibiydi. Etrafındaki her şey yemyeşil ve bereketli bir bahar gününe dönüşerek insanları taze bir esintiyle yıkıyordu.
ÇN: Bu çiçek
Üç yıl boyunca onun Shidi’si olmak, onun nezaketini, ilgisini ve karşılıklı sevgisini tatmak gerçekten de bir düş gibiydi.
Şimdiyse, ona tekrar gülümsemeyi reddediyordu. Tıpkı önceki hayatında olduğu gibi, başlangıçta hiç çekinmeden en iyi duygularını veriyor ve sonra da acımasızca ondan geri alıyordu.
Fan Wu She hayal kırıklığını gizleyemedi ve kasvetli bir şekilde: “Sence onu öldürecek miyim?” diye sordu.
“Hangi sebeple?” dedi Xie Bi An öfkeyle.
“Onunla ağabey-kardeşmişsin gibi davrandığın için. Ben senin Didi’nim.”
ÇN: Küçük kardeş
“Seninle bu gereksiz şeyler hakkında konuşmak istemiyorum. Gitmeme izin verecek misin yoksa, Yin hizmetkarlarını buraya çekmek niyetinde misin?!”
“Mn, Lord Cui’yle görüşmeyi planlıyorum. Hem ne yapabilir ki, birkaç fırça darbesiyle hayatıma son mu verecek?”
“Lord Cui, Yaşam ve Ölüm Kitabı’nı kötüye kullanmaz. Ancak kendisi Büyük İmparator Beiyin tarafından atanan bir yargıç ve İmparator inzivadayken yeraltı diyarının işlerini o yönetiyor. Yeraltı diyarının tüm gücünü kullanma yetkisi var. İster sen, ister Jiang Qu Lian olsun, kaçmayı aklınızdan bile geçirmeyin.”
Fan Wu She anlamlı bir şekilde “Ah,” dedikten sonra devam etti, “Geçici Ölümsüz’e Jiang Qu Lian’ın yakaladığında ona ne yapacağını sorabilir miyim acaba?”
“Kızıl Kral’ın özel bir statüsü var. Bu yüzden On Yanluo Salonu tarafından ortaklaşa yargılanmalı. Daha sonrasında cezaları için cezalandırılmak üzere cehenneme atılacak,” dedi Xie Bi An nefretle, “O kadar çok günah işledi ki, muhtemelen bir sonraki hayatında Cehennem Yolu’nda reenkarne olacak.”
“Peki ya ben?” dedi Fan Wu She ve Xie Bi An’ın gözlerinin derinliklerine baktı, “Beni yakalarsan ne yapacaksın?”
Xie Bi An bir anlığına afallayıp kaldı ve dili tutuldu.
“Cehennem Yolu’ndan kaçtım ve insan olarak yeniden doğdum ama bu hayatta kimseye zarar vermedim. Beni nasıl yargılayacaksın?” dedi Fan Wu She, Xie Bi An’a yaklaştı ve yanağını hafifçe okşamak için burnunun ucunu kullandı. Sesi bir hayli büyüleyiciydi, “Beni de sonsuz azaplar çekmem için cehenneme mi yollayacaksın?”
“…..Seni Yanluo Sarayı yargılayacak.”
“Ben senin beni nasıl cezalandırmak istediğini bilmek istiyorum,” dedi Fan Wu She ve Xie Bi An’ın dudaklarına öpücükler kondurmaya başladı, “Benden ne kadar nefret ettiğini, bana ne kadar kırgın olduğunu ve bana nasıl işkenceler edeceğini söyle. Cehennem Yolu’na atılmamı ve sonsuza dek aklını yitiren yalnız ve vahşi bir hayalet olmamı mı istiyorsun sahiden? Ya da beni çabucak öldürüp ruhumu parçalara ayıracaksındır……”
“Yeter bu kadar!” dedi Xie Bi An ve Fan Wu She’yi şiddetle itti. Artık onu daha fazla dinleyemiyordu, “Ne tür bir ceza alırsan al, sonuçta, suçlusu sensin!” Bunu düşünecek hali yoktu. Çünkü onu ne zaman derinden düşünürse ve ondan ne kadar nefret ettiğini anımsasa da, ondan intikam almak istemediğini içten içe biliyordu.
Hem geçmiş yaşamında hem de şimdiki yaşamında gerçek buydu.
Bunu kabul etmeye nasıl cesaret edebilirdi ki? Bu adamın Cehennem Yolu’ndan kaçmayı başardığını öğrendiğinde, aslında rahatlamıştı. Eğer Shizun’u ölmemiş olsaydı, geçmiş yaşamlarındaki her şeye rağmen bu hayatta onunla kavuşmayı dört gözle bekleyebilirdi.
Sonuçta, önceki hayatında yaptığı son seçimin Xiao Jiu için mi olduğu yoksa dünyanın selameti için mi olduğu artık ayırt edilemezdi.
Ahlak ve sevgi arasında kalmıştı. Tüm insanları görmezden gelemezdi ama Xiao Jiu’sundan da vazgeçemezdi. Bir çıkmaza girdiği için kendi kendini feda etmişti.
Ne kadar da gülünç, üzücü ve içler acısı bir hayattı ama tekrar yaşaması gerekiyordu.
Yeniden başladığı bu hayatta yine aşk-nefret ikilemine sıkışıp kalmıştı.
“Ne o?” dedi Fan Wu She gülerek, “Benim önümde söylemeye cesaret edemiyor musun? Bana söylediğin onca kötü sözden sonra, böyle şeyler acıtır mı sanıyorsun?”
Xie Bi An nefesini tuttu, “Ölmek ya da öldükten sonra sert bir şekilde yargılanmak istemiyorsan, çaldığın bu hayata değer vermelisin. Kimliğini gizlemeli ve bir daha kötülük yapmamalısın.”
“O zaman benimle gelip inzivaya çekilecek misin?”
“İmkansız,” dedi Xie Bi An sertçe.
“O halde benim için de imkansız,” dedi Fan Wu She kasvetle, “Gizlenmek ya da etrafta saklanarak dolaşmak istemiyorum. Gizli Kutsal Tılsım’a sahip olduğum sürece her şeyi elde edebilirim.”
“Edemezsin,” dedi Xie Bi An, bu kez ses tonu oldukça sakindi.
Fan Wu She kalktı ve Xie Bi An’ı kucağına aldı, “Buna sen karar veremezsin.”
“Bu kez ne yapacaksın?!”
Çiçeklerin tadını çıkaracağız,” dedi Fan Wu She ve Xie Bi An’ı orkide bahçesine taşıdı. Tıpkı önceki hayatındaki gibi Xie Bi An’ı kucağına oturtmuştu ve sahiden de çiçekleri seyretmek istiyormuş gibi görünüyordu.
Taş masanın üstünde hazırlanmış olan bazı ikramlar vardı. Çayın hâlâ dumanı tütüyordu ve en sevdiği atıştırmalıklarla donatılmıştı. Ancak atıştırmalıklar arasında Fengdu Şehri’nin kuzeyi ve güneyi boyunca seyahat ederek elde edilebilecek birkaç atıştırmalık da vardı. Fan Wu She utanç verici bir şekilde beline sarılıyordu ve onu kendisine doğru bastırmıştı. Xie Bi An, “Liu Amca ve diğerleri nerede?” diye sordu.
“Mutfaktalar,” dedi Fan Wu She, bir parça atıştırmalık aldı ve Xie Bi An’ın dudaklarına götürdü, “Hayattalar ve gayet iyiler. Hadi, tadına bak.”
Xie Bi An ona soğuk gözlerle baktı, “Ne yapıyorsun?”
Fan Wu She açıkça karşılık verdi, “Seninle beraber çiçeklerin tadını çıkarıyorum, tıpkı iki aşığın yaptığı gibi.”
“Söylediğim tek bir kelimeyi bile dinlemedin mi? Bugün yeraltı diyarına dönmezsem…”
Fan Wu She bu fırsatı kullanarak Xie Bi An’ın ağzına bir parça daha atıştırmalık tıktı.
Xie Bi An, Fan Wu She’ye baktı ve utanç içinde yutkundu.
Fan Wu She güldü, “Benim kendimce fikirlerim var, endişelenme.”
Xie Bi An’ın zihni şüphelerle doluydu. Fan Wu She neden bu kadar sakindi ki? Mevcut yeteneğiyle asla tüm yeraltı diyarını karşısına alamazdı. Kesinlikle başka bir planı olmalıydı.
Fakat Fan Wu She gerçekten de kendinden emin görünüyor ve mutlu hissediyordu. Memnun bir şekilde çiçeklerin tadını çıkarıyordu. İki kolu Xie Bi An’ın ince beline dolanmıştı, çenesi omzuna yaslanmıştı ve zaman zaman dudaklarını Xie Bi An’ın yanağına ve boynuna sürtüyordu, “Çiçekleri bana anlatsana. Çocukken birkaç şey söylemiştin ama artık hepsini unuttum.”
“…Tam olarak ne planlıyorsun?”
“Dangshanhe’yi biliyorum, peki şu mavi olan hangi tür?”
“Güneş batmadan önce yeraltı diyarına dönmeliyim.”
“Çocukken bana koku keseleri yapardın. Lavanta kesesi, sinek kovucu kese ve uyumak için rahatlatıcı bir kese. Bir tane de şimdi yapar mısın?”
“Fan Wu She.”
Fan Wu She, “Mn,” dedi ve sonra dudaklarını öpmek için başını çevirdi.
Xie Bi An’ın elleri Fan Wu She’nin göğsündeydi. Fan Wu She onu sıkıca tutuyor ve kendi kucağına doğru bastırıyordu. Bu bedene yaklaştıkça aslında ne kadar uzun ve güçlü olduğunu fark ediyordu. O belirgin kaslar ve çarpan kalp atışı, sıcak ve sağlam bir kafese hapsolmuş gibi hissettiriyordu. Kaçmak istiyordu ama aslında kaçmak istemiyordu.
ÇN: Ağzımın suyu akmış da pardon siz devam edin…
Bu fanartı İngilizce çevirmen Ari bu bölüm için para ödeyerek çizdirmişti, Cr: Üstünde