Yüce İblis’in öpücüğü hep çok uzun sürerdi. Dage’sına sımsıkı sarılıp öpücüklere boğsa da ona bir türlü doyamazdı. Belki de doyamadığı ve sahip olamadığı bir şeye karşı kendisini tutması çok zordu ama yine de öpüşürken kendisine hakim olmaya çalışıyordu.
Lakin bu nezaket yine de bir canavarın doyduktan sonra gösterdiği nezakete benziyordu.
Fan Wu She osmanthus kekini önce kendi ağzına koydu ve dudaklarını kullanarak Xie Bi An’ın dudaklarına götürdü. Dilinin ucuyla tattığı tatlı ve yumuşak kek ağzının içinde dağıldı. Bu Xie Bi An’ın en sevdiği osmanthus kekiydi. Hep aklına gelirdi ama hiç yememişti. Bundan sonra bu kekin tatlılığını düşündüğünde eskisinden farklı bir “tadı” anımsayacaktı. Tat duyularındaki kekin tadı, Fan Wu She’nin tadıyla karışmıştı ve adeta insanı sersemleten bir tür ilaç gibiydi.
Xie Bi An birkaç kez bu şekilde kekten yedikten sonra elbette Fan Wu She ona sataşmadan durmazdı, “Tabii ki de, bu şekilde yediğin için her zamankinden daha çok yiyorsun.”
Xie Bi An ağzının kenarındaki balı sildi ve hiçbir şey söylemeden başını eğdi.
“Bu keklerin tadı fena değil ama Dage daha tatlı,” dedi Fan Wu She. Nazikçe dudaklarını yaladı ve ardından tatmin olmuş bir şekilde gözlerini kıstı.
“Burada vakit geçirmeye devam etmek niyetinde misin?” dedi Xie Bi An ona bakmadan, “Ne gibi planlar yapmış olursan ol, Lord Cui’yi hafife alma.”
“Lord Cui’yi hafife almıyorum. Bu yüzden Dage’nın yardımına ihtiyacım var.”
“Sana yardım etmemi mi istiyorsun? Bir planın var mı? Sadece seni Yin Yang Anıtı’ndan geçirmemi istiyorsan, bu çocuk oyuncağı. Ama kesinlikle fark edileceksin.”
Fan Wu Bir eliyle yanağını destekledi ve tembelce, “Dage neden benden daha endişeli?” diye sordu.
Xie Bi An tereddütle kaşlarını çattı, “Hua Xiang Rong ile bir anlaşma yaptım. Lord Cui ona Shijie’sinin reenkarnasyonunun kimliğini söylemeye söz verirse Hua Xiang Rong, Pei Xue Wuqiongbi’yi bana geri verecek. Jiang Qu Lian ile başa çıkabilmem için Wuqiongbi’ye ihtiyacım var.”
“Ah, Dage’nın yeraltı diyarına dönmek için can atmasına şaşmamalı,” dedi Fan Wu She kaşlarını kaldırarak, “O şeytani kız sektine böyle kolayca ihanet mi edecek? Jiang Qu Lian yüzünden hem de?”
“Jiang Qu Lian, Shijie’sini öldürdü. Qi Meng Sheng’in Jiang Qu Lian ile tekrar işbirliği yapmasına tahammül edemiyor. Bu yüzden öfkesinden dolayı onlara ihanet etti.”
“Karakterli biriymiş,” dedi Fan Wu She. O anda aklına ne geldiğini bilmiyordu ama zihninde biraz küçümseme ve kayıtsızlık vardı, “Ama çok güçsüz. Ne kadar nefret dolu olursa olsun, düşmanını kendi elleriyle öldürecek yeteneklere sahip değil.”
“Bu yüzden benimle iş birliği yapıyor.”
Xie Bi An doğal olarak Fan Wu She’ye Hua Xiang Rong’un ona verdiği en önemli şeyin aslında Cheng Yan Zhi’nin fiziksel bedeni olduğunu söylememişti. Yeraltı diyarına dönmek için acele etmesinin asıl nedeni buydu. Bu yaşayan ceset büyük olasılıkla Ölümsüz İttifak’ın tüm durumunu değiştirecekti ve böylece Qi Meng Sheng’i alt edeceklerdi.
“Şu anda nerede? Beni onu görmeye götür.”
“Ne yapmak istiyorsun?”
“Yun Xiang Yi’nin reenkarnasyonunu istiyorsa ona söyleyebilirim. Lord Cui’ye gitmesine gerek yok. Hemen şimdi sana Wuqiongbi’yi getirebilir.”
Xie Bi An tereddüt ediyordu.
“İnanmıyor musun?” dedi Fan Wu She ve ona sakince baktı, “Wuqiongbi’yi istiyor musun, istemiyor musun?”
“Yun Xiang Yi’nin reenkarnasyonunu nasıl bulacaksın?”
“Gizli Kutsal Yazıtlar’da kayıtlı bir rün var ve ruhun izini sürüyor. Tek gerekli olan şey Yun Xiang Yi’ye ait bir eşya, mesela saç teli gibi. Böylece bir hayalet yol gösterecek ve onun reenkarnasyonunu bulacağız. Daha önce bu rünü hiç denemedim ama işe yarayacağından eminim.”
“…Tamam.”
Xie Bi An gökyüzüne baktı. Fan Wu She’nin hava kararmadan önce onun yeraltı diyarına gitmesine izin vermesi imkansızdı. Ama önce Wuqiongbi’yi geri alabilirse, bedenindeki hayaleti çıkartarak oradan ayrılabilirdi. Başarısız olursa, Li Bu Yu ve Lan Chui Han gibi ölümsüz sektlerin liderleri Aç Hayalet Festivali’ne katılmak üzere ertesi gün Fengdu’ya geleceklerdi. O zaman kaçmak için bir şansı olacaktı.
―
Akşam karanlığı çöktükten sonra Xie Bi An, Fan Wu She’yi Hua Xiang Rong’un kaldığı şehrin kenar mahallelerindeki sığınağa götürdü.
Hua Xiang Rong, Fan Wu She’yi gördüğünde öldürme niyetiyle dolu bakışlarla tetiğe geçti ve avuçlarından soğuk bir hava yükselmeye başladı.
Fan Wu She ona bakmamıştı bile ve Xie Bi An’ın açıklamasını bekledikten sonra soğuk bir şekilde açıklamaya başladı, “Cui Jue son derece eski kafalı ve katı. Sana söz verse bile hemen söylemez ve reenkarne olan kişiyi rahatsız etmemen gibi bir şart koşar. Lakin ben hemen onu bulmanı sağlayabilirim.”
Hua Xiang Rong hiç tereddüt etmeden, “Tamam,” diye yanıtladı.
Xie Bi An, Hua Xiang Rong’a baktı, “Ona bu kadar kolay mı güveniyorsun?”
Fan Wu She güldü, “Dage, ruh silahını almana yardım ediyorum ama sen benim yoluma taş koyuyorsun. Ne, artık istemiyor musun?” Dudaklarının kenarları kıvrılmış olsa da bakışları kasvetli ve soğuktu.
“Ruh silahımı alacaksın diye sana körü körüne güvenecek değilim ya.”
“Ne olursa olsun, denemek istiyorum,” dedi Hua Xiang Rong ve kol yeninden bir kese çıkardı. Kesenin dikişleri çok güzeldi ve hoş bir tasarımı vardı. Hem malzemesi hem de işlemesi en yüksek kalitedeydi, ancak rengi biraz donuktu. Birkaç yıldır kullanılıyormuş gibi görünüyordu. Keseyi Fan Wu She’ye attı, “Bu kese ve kesedeki saç ona ait. Bana reenkarnasyonunun kim olduğunu söylersen Wuqiongbi’yi vereceğim.”
Fan Wu She keseyi aldı ve Xie Bi An’a haylaz bir gülümsemeyle baktı, “Dage’ya ruh silahını alması için yardım ediyorum. Peki, Dage bana nasıl teşekkür edecek?”
Xie Bi An başını çevirdi ve içeri girdi.
Uzun bir süre sonra evin dışından gelen bir ruhani güç baskısı hissetti. Fan Wu She rünü kurmaya başlamış olmalıydı. Neyse ki, orası Fengdu Şehri’nden biraz uzaktaydı ve nüfusu da epey azdı. Aksi takdirde böyle bir ruhani güç baskısının serbest bırakılması insanları ve hayaletleri hızla oraya çekebilirdi.
Gidip ona bakmak istemiyordu, bu yüzden içeride meditasyon yapıyordu. Yine de zihni sakin değildi. “Gizli Kutsal Yazıtlar”da daha kaç tane inanılmaz büyü ve rün olduğunu düşünmekten kendini alamıyordu. Milyonlarca yıldır sonsuz sayıda insan bu yazıtları incelemeye çalışmıştı. İçindeki rünlerin bazıları sahiden de insanlar tarafından kurulmuştu, fakat bu rünlerin çoğu etik dışı sayıldığından yasaklanmış büyü sanatları olarak nitelendirilmişti. Elbette doğru yoldan yürümek daha zor olduğundan pek çok kişi karanlık tarafı seçmişti. Kimsenin büyük bir başarı elde edememesinin sebebi kimsenin bu savaş kitabındaki en kritik şeyi bulamamış olmasıydı; askeri tılsımı. Onu bulan tek kişi Fan Wu She’ydi. Bu sayede Fan Wu She yalnızca Yin askerlerini çağırmakla kalmıyor, ama aynı zamanda da “Gizli Kutsal Yazıtlar”daki büyüleri daha detaylı bir şekilde öğrenebiliyordu.
Henüz Gizli Kutsal Tılsım’ı geri alamamış olan Fan Wu She, daha hayal dahi edemediği kaç yeteneğe sahipti? Bunu düşünmek bile iliklerine kadar ürpermesine neden oluyordu.
Yaklaşık iki saat sonra Xie Bi An, evin dışındaki ruhani güç baskısının yavaş yavaş zayıfladığını hissetti. Fan Wu She rünü kapatmış olmalıydı. Böylece kalktı ve dışarı çıktı.
İkisinin avluda durduklarını gördü. Ründen hafif bir ışık yayılıyordu. Gözlerinde yaşlarla Hua Xiang Rong, rünün merkezindeki keseye ve bir tutam saça bakıyordu.
Xie Bi An alçak sesle, “Onu buldun mu?” diye sordu.
Fan Wu She evet anlamında başını salladı.
Hua Xiang Rong çabucak gözyaşlarını sildi, “Jiao Bölgesi Fengdu’dan çok da uzakta değil. Jiang Qu Lian ve Qi Meng Sheng öldüğünde, gidip onu bulacağım.”
Xie Bi An iç çekti, “Şimdi gidip bulmalısın.”
“İntikamını alamazsam, karşısına hangi yüzle çıkacağım ki?”
“Kalmakta ısrar edersen, onu bir daha göremeyebilirsin.”
Jiang Qu Lian dışında, Qi Meng Sheng sektine ihanet eden birini öylece görmezden gelemezdi.
Hua Xiang Rong sakince karşılık verdi, “Yapacak bir şey yok. Zaten ölmezlerse Cangyu Sekti’nden kaçabilmem mümkün değil.”
Fan Wu She, “Wuqiongbi nerede?” diye sordu.
Hua Xiang Rong elini uzattı. Yeşim gibi beyaz ve yumuşak avucunda buz gibi bir kar tanesi süzülüyordu, “Dağda. Üzerinde ruhani gücümü bıraktım. Kar tanesi sizi oraya götürecek.”
Xie Bi An o küçük kar tanesini aldı. Elinde hafif bir serinlik hissediyordu. Hua Xiang Rong’a baktı, dudakları titredi ve ardından, “Teşekkür ederim,” dedi.
Hua Xiang Rong arkasını dönüp içeri girdi.
İkisi kar tanesi ile dağa gitti.
Xie Bi An, “Gerçekten de Yun Xiang Yi’nin reenkarnasyonunu buldun mu?” diye sordu.
Fan Wu She alaycı bir şekilde, “Bana inanmıyor musun?” dedi.
“Sürekli kötülük yapıyorsun, sana inanmam şaşırtıcı olurdu,” dedi Xie Bi An soğukça.
“Madem öyle, hala Wuqiongbi’yi istiyor musun?”
Xie Bi An olduğu yerde durdu ve sertçe ona baktı, “Ona yalan mı söyledin?”
Fan Wu Xie Bi An’a baktı, bakışları biraz kışkırtıcıydı, “Sence?”
Xie Bi An, Fan Wu She’ye dik dik baktı. Göğsü şiddetle inip kalkıyordu.
“Suçlu hissediyorsan, dağdan geri in o zaman,” dedi Fan Wu She alaycı bir şekilde, “Dürüstlüğünü ve ahlakını zedeleme.”
Xie Bi An yumruklarını sıktı, “Şu anda Wuqiongbi’ye ihtiyacım var. Daha sonra, Lord Cui’den Yun Xiang Yi’nin yerinin nerede olduğunu söylemesini isteyeceğim.”
Fan Wu She bir dizi kahkaha attı, “Hahahahaha ― ― ―.” Ardından devam etti, “Hiç şaşırtmadın, eskisi gibi ikiyüzlüsün. Ağzından dürüstlük ve ahlak lafları eksik olmaz ama yaptığın her şey utanmazca ve kalpsizce.”
Xie Bi An, Fan Wu’ya öfkeyle baktı. O kadar kızgındı ki, yüzü renkten renge giriyordu ama yine de karşılık vermedi.
“İçin rahat olsun, ona yalan söylemedim,” diyerek hafifçe mırıldandı Fan Wu She, “Yun Xiang Yi’nin reenkarne olduğu yeri buldum ama Shijie’sini bulmak ona kalmış.”
Xie Bi An, Fan Wu She’nin sözlerindeki gerçeği yalanlardan ayırt etmekte zorlanıyordu.
“Bana inanmıyorsan, gidip Lord Cui’ye sormakta özgürsün,” dedi Fan Wu She gülerek, “Ama ruh silahını geri almak için can atmıyor musun?”
Xie Bi An artık Fan Wu She’yi önemsemeden kar tanesini takip etmeye karar verdi. Çok geçmeden dağda, çocukluğundan beri yanında olan Pei Xue Kılıcı’nı ve yeşim ruh silahını buldu.
Xie Bi An o kadar heyecanlıydı ki, hemen gidip Wuqiongbi’yi almak istiyordu. Chidi Şehri’nden kaçalı tam üç yıl olmuştu ve ruh silahına nihayet kavuşmuştu. Bir kılıç ustası için kılıç onun sağ koluydu lakin yeraltı diyarı generali olduğundan bu vazgeçilmez ruh silahına da sahipti. Wuqiongbi ile, Jiang Qu Lian’a karşı zafer kazanabilirdi.
Ne yazık ki Wuqiongbi’ye dokunamadan önce, Fan Wu She ruh kancasıyla onu çabucak kaptı.
“Sen…..”
Fan Wu She kendisine doğru gelen Wuqiongbi’yi tuttu ve baştan sona inceledi, “Hala çok ruhani bir enerjiye sahip.”
“Şimdiki planın ne? Ruh silahımı mı alacaksın? Ruh kancan varken ona neden ihtiyacın olsun ki?”
Fan Wu She homurdandı, “Dage, aptal olma. Onunla ilgilenmiyorum ama şu anda sana veremem. Onu alırsan ruh nişanım seni kontrol edemez.”
Tüm hayaletler ruh silahlarından korkardı. Efsun gücü yüksek birine karşı direnemezlerdi. Xie Bi An ruh silahını geri alırsa, bir hayaletin onun bedenini ele geçirmesi şöyle dursun, ona yaklaşamazdı bile.
Xie Bi An hiç şaşırmamıştı. Fan Wu She ona yalnızca kendi kötü amaçları yüzünden yardım etmişti. Soğuk bir tonla, “Peki şimdi neyin peşindesin?” diye sordu.
Fan Wu She’nin dudaklarında bir gülümseme belirdi, “Ölümsüz İttifak’ın Fengdu’ya gelişini memnuniyetle karşılayacağım ve Aç Hayalet Festivali’ni seninle beraber kutlayacağım.”