Şafak sökerken Xie Bi An ansızın uyandı. Usta bir hareketle yataktan yuvarlandı ve hala derin uykuda olan Fan Wu She’ye baktı. Battaniyeyi üstüne güzelce örttü ve kapıdan dışarı çıktı.
Dağın zirvesinde buz gibi bir hava vardı. Aldığı her nefeste kar yutuyormuş gibiydi, ciğerleri yanıyordu. Artık o sersemlemiş halinden eser kalmamış, tamamen kendine gelmişti.
Gecenin geri kalanını neden Bagua Platformu’nda bayıldığını düşünerek geçirdi, o inanılmaz rüyanın aklını kurcaladığından bahsetmeye bile gerek yoktu. Neyse ki doğası gereği hep pozitif biriydi ve eğer bedeninde bir sorun yoksa bunu düşünüp kendisini meşgul etmeyecekti.
Aslında, bu sefer olanların geçmiş yaşamıyla bir ilgisi olabileceğine dair içinde belli belirsiz bir his vardı. Bir yeraltı generali olarak, insanların geçmiş yaşamlarının izlerini tamamen silemeyeceklerini biliyordu. Meng Po Çorbası insanların anılarını tamamen silmek için değildi, onları unutturmak içindi.
Anılar asla silinemezdi ve unutulan her şey tekrar hatırlanabilirdi. İnsanların büyük bir çoğunluğu ara sıra geçmiş hayatlarında yaşamış olduğu şeyleri hatırlar gibi olurlardı. İşte buna deja vu denirdi. İnsanlar o anda yalnızca tuhaf bir aşinalık hissederlerdi ama tam olarak ne olduğunu bilemezlerdi.
Görünüşe göre daha önceki yaşamında Bagua Platformu’na gelmişti ve burada çok önemli şeyler yaşamıştı. Tekrar aynı yeri ziyaret etmek anılarını tetiklemişti, fakat gördüğü rüyanın geçmiş yaşamına ait olup olmadığından hala emin değildi. Aslında olmaması daha iyiydi, çünkü rüya pek de iyi bir sonla bitmemişti.
Xie Bi An artık bunun hakkında düşünmemeye karar verdi. Pei Xue’sini çıkardı, meditasyon yaptı ve kılıç eğitimine odaklandı.
Fan Wu She aslında Xie Bi An kalktığında uyanıktı ama yine de yataktan kalkmamıştı. Biraz daha kalıp onun battaniyede kalan ısısını ve kokusunu hissetmek istemişti, bu yüzden battaniyeye gömüldü ve gözlerini kapattı.
Nihayet yataktan kalkıp kapıdan çıktığında, Xie Bi An’ın kılıcıyla uçurumun kenarında dans ediyor olduğunu gördü.
Bu beyaz giyimli yakışıklı, bulutların arasında adeta peri gibi dans ediyordu. Gümüş renkli kılıcı yeşil tepelerin ve ihtişamlı dağların arasında gölgeler oluşturuyordu. Beyaz cüppesiyle beraber karlı havanın ortasında süzülen bir kuğu gibiydi, etrafındaki bulutlar sanki ona sarılıyorlardı. Onu izleyen kişi o an cennete yükseliyor olduğunu düşünebilirdi.
Fan Wu She’nin duyguları yine karmakarışık bir hal almıştı. Bir anda yanına uçtu Ting Mo’sunu kınından çıkardı. Aniden bir çın! sesiyle beraber Ting Mo ve Pei Xue havada çarpıştı, ses uzun bir süre dağlarda yankılandı.
Biri siyah diğeri beyazdı, beyaz kağıt ve siyah mürekkep gibi. Bir ejderha gibi hareket eden bir fırça ve bir anka kuşu gibi uçan kanatlar. Bulutlar deniz gibi dalgalanana, siyahla beyaz iç içe geçene kadar savaştılar.
Siyah ve beyaz, Ying ve Yang, zıtlığın mükemmel uyumu, beraberlik ve karşıtlık, yükselmek ve düşmek, işte Tao’nun* anlamı buydu.
ÇN: Evrendeki harmoni, doğru yol, cennetin yolu.
 ̄
Bu savaşın mağlubu ya da galibi daha belli olmadan Xu Mao araya girdi.
Xu Mao esasen Xie Bi An’ı görmeye gelmişti, ona bir ilaç verdi, “Sekt Lideri Geçici Ölümsüz’ün iyi hissetmediğini öğrenince çok endişelendi. Bu yüzden beni bu Zhenyuan Yulian ilacını getirmem için gönderdi. Bu ilaç zihni sakinleştirir ve efsun gücünün yenilenmesine yardımcı olur. Geçici Ölümsüz kabul ederse memnuniyet duyarım.”
Böyle üst düzey ilaçları yapmak için ilahi otlar ve hazineler gerekirdi. Basitçe söylemek gerekirse kişi çok zengin olsa bile buna sahip olamayabilirdi. Efsuncu özel olarak Yunding’e gitmek ve bu ilaç için başvuru yapmalıydı.
Zhong Kui’nin yanında eğitim görmüş olan Xie Bi An, doğal olarak çok fazla bilgiye sahipti ve bu ilacın çok cömert bir hediye olduğunu düşünüyordu. Hatta doğum günü hediyesinden bile daha fazlaydı. Fakat dışarıdayken Shizun’unu temsil ediyordu, en ufak bir korku ifadesi gösteremezdi, “Çok teşekkürler, bu öğrencinin reddetmesi kabalık olur.”
“Buraya gelen herkes bizim konuğumuzdur. Eğer Wuliang Sekti’ndeyken kendinizi iyi hissetmezseniz, bu bizim için bir utanç olur.”
Aralarında geçen birkaç nezaket cümlesinden sonra Xu Mao tekrar söze girdi, “Aiya, Lord Lan gelip Beyaz Usta’yı görmek istediğini söylemişti. Şimdi iyisiniz, değil mi?”
“Lord Lan mı?” dedi Xie Bi An gözleri parıldayarak, “Lan Dage burada mı?”
“Evet, dün geldi. Ben dün size bu mesajı iletmek için uğramıştım. Fan Efendi size söylemedi mi?”
Fan Wu She’nin yüzü ifadesizdi, “Unuttum.”
Xie Bi An gülümsedi, “Lan Dage’nın Xianyue Malikanesi adına doğum gününü kutlamaya geleceğini tahmin ediyordum. Wu She, hadi gidelim. Seni Lan Dage ile tanıştırayım.”
Fan Wu She bu “Lan Dage” denen dallamayı görmek istemiyordu ama Xie Bi An’ın da yalnız başına gitmesine izin veremezdi.
Yolun yarısında, birdenbire belirli bir yöne doğru koşuşan öğrenciler gördüler.
Xu Mao aralarından birini tuttu ve azarladı, “Ne bu acele? Konuklarımız olduğunu görmüyor musunuz?”
“Xu Shixiong.” diyerek selamladı öğrendi, “Song Shixiong ve Lord Lan Bagua Platformu’nda dövüşüyorlar. Wuliang Sekti Kılıç Tekniği ve Junlan Kılıç Tekniği’nin nadir görülen bir çarpışması.”
Xu Mao’nun gözleri parıldadı, “Beyaz Usta, hadi acele edip biz de izleyelim.”
Xie Bi An’ın kalbi heyecanla çarpmaya başladı. Birisi Jianghu’da ün salmış olan Li Bu Yu’nun tek kollu öğrencisi diğeri ise Xianyue Malikânesi’nin Shen Nong Kazanı’nda saflaştırılmış olan bir kılıcı olan bir numaralı Lord’du. Elbette bu çarpışmayı izlemek istiyordu, nefes kesici olacaktı.
Fan Wu She, Xie Bi An’ın bileğini tuttu, “Gitmiyoruz.”
“Sorun nedir?” diye sordu Xu Mao, kafası karışmıştı.
Xie Bi An kararını vermişti, “Bir şey yok. Ben de izlemek istiyorum, gidelim.”
Üçü aceleyle Bagua Platformu’na gitti. Mavi kıyafetli iki adam platformun üzerindeydi, birinin kıyafeti gök mavisiyken diğerininki koyu maviydi. Kılıçları öyle hızlı hareket ediyordu ki, etrafta izleyenler yalnızca kılıçların gölgelerini görebiliyorlardı. Kılıç ustaları tarafından sergilenen bu gösteri harika olmanın da ötesindeydi. Platformun etrafı hem Wuliang Sekti üyeleri hem de doğum günü için gelen konuklar tarafından kuşatılmıştı.
Xie Bi An içgüdüsel olarak platforma yaklaşmakta isteksizdi, bu yüzden mesafesini koruyordu. Yine de kılıçları net bir şekilde görebiliyordu.
Xu Mao hayranlıkla haykırdı, “Song Shixiong’un böyle ciddileştiğini görmeyeli uzun zaman olmuştu. Ah, hareketleri ne kadar da hayret verici.”
İkisi de tek kelime etmedi. Song Chun Gui’nin ne kadar güçlü olduğunu ilk elden öğrenmişlerdi ve geçen sefer bu adamın elinden kurtulabilmelerinin tek nedeni onları şiddetle takip etmemiş olmasıydı. Güçlerini birleştirseler bile mağlup olurlardı, en iyi ihtimalle de ağır yaralanmış şekilde kurtulurlardı.
“Fakat Lord Lan’ın yetenekleri de ona rakip olabilecek seviyede. Aksi takdirde, Malikane Lideri onun için Shen Nong Kazanı’nda bir kılıç saflaştırmazdı. Efsun olarak Song Shixiong’dan daha düşük seviyeye sahip olsa da elindeki bu kılıçla eşitleniyorlar.”
Fan Wu She kalbinde mutlu hissetmese de bu Lan Chui Han denilen adamın süslü bir yastık gibi* olmadığını kabul etmek zorunda kalmıştı. Bu adam flörtöz tavrıyla ünlüydü ama kılıç yetenekleri de mükemmeldi.
ÇN: *Süslü bir yastık gibi olmak* deyimi, dışarıdan görkemli görünüp içinin fos olması anlamına geliyor.
Xie Bi An da övmekten kendini alamıyordu, “Harika, olağanüstü.”
“Song Chun Gui’nin tekniği Wuliang Sekti’nin kaçıncı tekniği?”
“Sekizinci tekniği çalıştığı söyleniyordu. Ama henüz kimse göremedi.”
“Peki ya Li Bu Yu?”
“Şey…” dedi Xu Mao, biraz şaşırmıştı.
Bir sekt liderinin ismini doğrudan söylemek saygısızlıktı, özellikle de efsun dünyasında büyük bir saygınlığı olan Li Bu Yu için. Xu Mao, hayatında hiç kimsenin Shizun’unun adını bu kadar pervasız bir şekilde söylemeye cesaret ettiğini duymamıştı, bu yüzden bir anlığına donakalmıştı.
Xie Bi An da afallamıştı, “Wu She, nasıl bu kadar kaba olabilirsin?!!”
Daha sonra çabucak Xu Mao’dan özür diledi, “Çok özür dilerim. Shidi’m küçükken sıradan bir efsuncunun öğrencisiydi. O yüzden görgü kurallarını bilmiyor. Umarım onu suçlamazsınız.”
“Sorun değil, sorun değil.” dedi Xu Mao, zoraki bir şekilde gülümsedi ve alnındaki teri sildi.
Fan Wu She küçümseyici bir şekilde ağzını büktü. Gözlerinde ürkütücü bir öldürme niyeti belirdi. Bir zamanlar abisinin götünden ayrılmayan o iki yüzlü adamın şimdi efsun dünyasının lideri olması ne kadar da ironikti.
Bagua Platformu’ndaki iki kişi artık durmuştu, çünkü ciddi bir şekilde savaşmaya devam ederlerse izleyen insanların yaralanacaklarından korkuyorlardı.
“Ah, savaşlarını bitirdiler.” dedi Xie Bi An ve platforma doğru yürürken “Lan Dage!” diye seslendi.
Platformdaki adam sesi duyunca arkasına döndü. Mavi kıyafetinin üzerine yeşim bir kuşak takmıştı, üzerine bulutlar ve orkideler işlenmişti. Uzun ama nazik bir görüntüsü vardı ve bu onu daha da yakışıklı gösteriyordu. Gülümsediği zaman şeftali çiçeğine benzeyen gözleri adeta şiir gibiydi. Bir ilkbaharda açan leylak renkli söğüt ağacı gibiydi, tepeden tırnağa ihtişamlı ve nazik görünüyordu.
Böyle bir görünüşe sahipken dünyanın bir numaralı Lord’u olarak anılmasına şaşmamalıydı.
Lan Chui Han uçtu ve tam Xie Bi An’ın önünde durup şaşkınlıkla gülümsedi, “Bi An!”
“Lan Dage, çok uzun zaman oldu.”
“Evet, neredeyse üç yıl.” dedi Lan Chui Han ve Xie Bi An’ı göz ucuyla inceledi. Kafasına dokundu ve sonra yumuşak bir tonla devam etti, “Seni ilk gördüğüm zamanı hatırlıyorum da, sadece sekiz ya da dokuz yaşındaydın. Ama şimdi bir yetişkin gibi görünüyorsun.”
Fan Wu She, gözlerini kıstı.
Xie Bi An kahkaha attı, “Ben uzun zamandır bir yetişkinim, hatta artık bir Shidi’m bile var.”
Daha sonra Fan Wu She’yi sanki Lan Chui Han’a bir hazineyi sunuyormuş gibi gösterdi, “Lan Dage, bu benim Shidi’m Fan Wu She. Efsun yetenekleri olağanüstü.”
Lan Chui Han, Fan Wu She’ye gülümseyerek baktı, “Haberim var. Cennet Efendisi tarafından kabul edildiğine göre yetenekli olmalı.”
Fan Wu She soğuk bir şekilde Lan Chui Han’a bir bakış attı.
Xie Bi An uyarmak için Fan Wu She’nin ayağına vurdu.
Fan Wu She isteksizce elini kaldırdı, “Selamlar, Lord Lan.”
“Lord Lan, az önceki Junlan Kılıç Tekniği’niz gerçekten de nefesimizi kesti.” dedi Xu Mao.
“Bu kadar iltifat etme, Song Dage’ya kıyasla ben hala…”
“Geçici Ölümsüz, demek sağ salim geldin.”
Song Chun Gui’nin hangi ara onlara doğru yürüdüğünden ve ne zamandan beri ikisine kayıtsızca baktığından emin değillerdi.
Xie Bi An’ın ifadesi ciddileşti ve huzursuz bir şekilde başını eğip selamladı, “Song Zhen Ren*.”
ÇN: *Zhen Ren* Ölümsüz taocular için kullanılan bir unvanmış. Daha önceki bölümlerde Xiang Qu Zhen Ren diye biri vardı hatırlarsanız, bu nasıl isim böyle demiştik dskjnksd
Xu Mao beklenmedik bir şekilde, “Daha önce Song Shixiong ile tanıştınız mı?” diye sordu.
“Uzun Hikaye,” dedi Song Chun Gui ve tek koluyla, “önden buyurun” anlamına gelen bir işaret yaptı.