İçeriğe geç
Home » Wu Chang Jie 220. Bölüm

Wu Chang Jie 220. Bölüm

Lan Chui Han bir eliyle kınını sıktı, her an kılıcını çekmeye hazırdı. Savunma duruşuna geçmiş olması kalbindeki tedirginliği ele veriyordu.

Xie Bi An bir dizi soru sıraladı, “Tam olarak ne biliyorsun? Sana Jiang Qu Lian mı söyledi? Ne zaman söyledi?”

Fan Wu She, Lan Chui Han’ın çarpık ifadesinden epey memnun olmuştu. Usulca, “Geçmiş hayatın hakkındaki gerçeği bilmek istiyor musun?” diye sordu.

Lan Chui Han dudaklarını büzdü ve yavaşça gözlerini kapattı. Yeniden açtığında gözbebekleri keskinleşmişti. Sıktığı eli acıyınca gevşetti ve kayıtsızca karşılık verdi, “Gerek yok. Önceki hayatım geçmişte kaldı. Bu hayatta, ben sadece Xianyue Köşkü’nün Lan Chui Han’ıyım ve o da Kırmızılara Bürünmüş Hayalet Kral. O ve ben… uzlaşamayız.”

Fan Wu She alaycı bir şekilde gülerek, “Uzlaşılması gereken nedir ki?” dedi ve ardından Xie Bi An’a döndü, “Baksana, aranızda kan bağı olmasa da sonuçta aynı soydan geliyorsunuz ve ikiniz de aynı şekilde taş kalplisiniz.”

Xie Bi An karmaşık bir ifadeyle Lan Chui Han’a baktı. Bakışları sorgulamayla doluydu ama Lan Chui Han ondan kaçınıyordu. Şu anda ondan kaçınarak aslında gerçek olduğunu kabul ediyordu ve bu da Xie Bi An’ı daha da tedirgin ediyordu. Jiang Qu Lian’ın güç bela kazandığı konumundan vazgeçmesinin ve dünyayı karşısına almasının Lan Chui Han’la bir ilgisi olabilir miydi?

Görünüşte ilgisiz olan kaç şey aslında ayrılmaz bir şekilde birbirine bağlıydı ki? Aralarında reenkarnasyonu dahi aşan bir inat mı vardı?

Xie Bi An usulca “Lan Dage, sen ve Jiang Qu Lian tam olarak….sana ait olmayan bazı anıları mı hatırladın?” diye sordu.

“Hayır,” diyerek anında reddetti Lan Chui Han. Daha sonra yüzünü çevirdi ve Xie Bi An’ın gözlerine baktı, “Bi An, bana inanıyor musun?”

“…”

“Hem insan hem de hayalet diyara zarar vermek için asla Jiang Qu Lian ile iş birliği yapmak gibi bir şey yapmam.”

“Bu noktaya kadar sana inanıyorum,” dedi Xie Bi An ciddiyetle, “Ama geçmiş yaşamın anıları tarafından rahatsız edilmenin nasıl bir şey olduğunu biliyorum. Eğer bir şeyleri hatırladıysan, onları görmezden gelerek çare bulmuş olmuyorsun. Sana yardım edebilirim.”

“Benim için endişelenmene gerek yok. Şimdi önemli olan tek şey onu durdurmak,” dedi Lan Chui Han ve Fan Wu She’ye göz ucuyla baktı, “Ne söylersen söyle ya da ne yaparsan yap, bu dünyada Xie Bi An için hep en güvenilmez kişi sen olacaksın.”

Fan Wu She’nin gözlerinde aniden şiddetli bir öldürme niyeti belirdi, “Pekala. Her neyse, Jiang Qu Lian seni bırakmayacaktır. Gerçekleri öğrendiğin anda yüzünün alacağı hali görmek için sabırsızlanıyorum.

Xie Bi An da bu cümlelerin aynısını Fan Wu She’ye söylemek istiyordu. Ancak Fan Wu She’nin gerçekleri öğrenip öğrenmemesini ya da öğrendiğinde yüzünün alacağı şekli görmeyi umursamıyordu.

Tam o anda postacı hanının önünden bir ses geldi. Üçü aşağı indi ve Xu Huan’ın döndüğünü gördü. Korkmuş görünüyordu, “Cangyu Sekti! Qi Meng Sheng, Cangyu Sekti ile aniden Fengdu’da ortaya çıktı!”

“Tahminimden erken geldiler,” dedi Xie Bi An, “Kızıl Kral nerede?”

“Hâlâ Kızıl Kral’dan bir iz yok ve iki Devriye de Kızıl Kral’ı bulamadı.”

“Siz Lord Cui’ye haber verin ve şehirdeki insanlara evlerinden asla çıkmamalarını emredin,” dedi Xie Bi An. Ardından bakışlarını Li Bu Yu’ya çevirdi, “Ölümsüz İttifak Lideri Li, benimle gelin ve Qi Meng Sheng’in karşısına çıkın.”

Li Bu Yu sakince, “İmparator, nasıl isterseniz,” dedi.

Fan Wu She, ölü bir adam kadar tanınmayacak halde olan Li Bu Yu’nun yanından geçerken bakışlarıyla onu süzdü. Li Bu Yu’nun ifadesinde hiçbir değişiklik yoktu ama kol yenlerinin altında sessizce parmaklarını sıkıyordu.

Qi Meng Sheng, Cangyu Sekti’nin efsuncularını çoktan oraya getirmişti ve büyük bir tantanayla Fengdu Şehri’ne girmişti. Kar taneleriyle bezenmiş buzdan bir arabanın üstünde oturuyordu. Vücudu hala buz kristaliyle kaynaşmış durumdaydı ve Altın Oymalı Yeşim Zırh’ı giyiyordu. Yüzü üç yıl öncesine göre daha solgun olsa da, kederli ifadesi çoktan kaybolmuştu. Dünya hayatının sona erdiğini biliyordu ve buz kristalleri kullanarak yaşamını zar zor sürdürüyordu. Büyük bir savaştan canlı kurtulup eskisi gibi güçlü olacağı kimin aklına gelirdi ki? Hangi ölümsüz hapları ve mucizevi ilaçları aldığını ya da Altın Oymalı Yeşim Zırh yüzünden mi böyle olduğunu kimse bilmiyordu. Lakin her şeye rağmen hala hayattaydı.

Chidi Şehri’ndeki savaşta, Jiang Qu Lian ateş ejderhası yumurtasını savaşa dahil etse de Ölümsüz İttifak, Qi Meng Sheng felaketini hala unutmamıştı. Kunlun’un karlı ovalarında yaşamlarını yitiren ve bir daha asla geri dönemeyecek olan yoldaşlarını asla unutmamışlardı. Onlara bir kez daha ezici bir yenilgi yaşatan bu düşmanla karşı karşıya kalan bazı efsuncular hafifçe titremeye başlamışlardı bile.

Xie Bi An yolun ortasında hareketsizce duruyordu. Qi Meng Sheng’e uzaktan bakarken kalbinde karışık duygular vardı ve gözleri derin, karanlık ve anlaşılmaz hale gelmişti.

Qi Meng Sheng doğrudan konuya girdi ve, “Onu bana ver,” dedi.

“Kunlun’dan Shu’ya kadar uzun yollardan geldiğine göre bu ‘şey’ senin için gerçekten de çok önemli demek ki.”

Qi Meng Sheng kaşlarını çattı ve alnındaki damarlar belirginleşti, “Onu, bana, ver.”

“Bunu alabilmeye cüret ettikten sonra neden sana öylece vereyim ki?”

Kalabalık Xie Bi An’a şaşkınlıkla baktı; ikisinin ne hakkında konuştuğunu kimse bilmiyordu.

Yanında bulunan Fan Wu She’nin de başta biraz kafası karışmıştı. Fakat Qi Meng Sheng’in ifadesini görünce hemen anladı. Başını eğdi ve Xie Bi An’a fısıldadı, “Yoksa Hua Xiang Rong, Cheng Yan Zhi’nin bedenini mi aldı?”

Xie Bi An cevap vermedi, ki bu da onayladığı anlamına geliyordu.

Qi Meng Sheng acımasızca, “Seni her zaman hayatta tutmak istedim, ama sen ve o ucuz kaltak, ikiniz de canına susamışsınız,” dedi.

“Sahi mi? Beni hayatta mı tutmak istedin?” diyerek alay etti Xie Bi An, “Kalbinde hâlâ suçluluk duyuyor ya da geçmişteki dostluğumuzu önemsiyormuş gibi görünebilirsin. Lakin altın özümü aldığın anda benden kurtulacaksın. Çünkü başkalarını önemsemek şöyle dursun, sen duyguları olmayan bir insansın.”

Qi Meng Sheng gözlerini tehlikeli bir şekilde kıstı.

“Bu yüzden gece gündüz birlikte olduğun Yun Zhong Jun’un ne zaman Kızıl Hayalet Kral’a dönüştüğünü bilmiyorsun ve Hua Xiang Rong’un Uçan Tüy Elçisi olmayı ya da sektin gelecekteki lideri olmayı önemsemediğinden haberin yok. Onun tek umursadığı kişi Shijie’siydi. Eğer ‘duygular’ın varlığını gereksiz görmeseydin, sana ihanet edeceğini tahmin edebilirdin. Duygusuz biri olduğun için Cheng Yan Zhi’nin sana karşı olan sevgisini kullandın. Duygusuz olduğun için, kendi bencilliğin için pek çok insanı uçuruma sürükledin!” dedi Xie Bi An ve elini Junlan Kılıcı’na attı.

Qi Meng Sheng, Xie Bi An’ın kılıcı çekmek üzere olan eline baktı ve bakışları titredi. Ne olduğunu anlayınca göğsü, yavaşça sakinleşmeden önce gözle görülür şekilde birkaç kez yükselip alçaldı. Hayal kırıklığıyla başını eğdi ve ancak uzun bir süre sonra yavaşça kaldırdı.

İkisi kısa bir mesafeden birbirlerine baktılar ve gözleri buluştuğu anda, her şey birbirlerinin zihninde çoktan netleşmişti.

Qi Meng Sheng boğuk bir sesle, “Ne istiyorsun?” dedi.

“Altın Oymalı Yeşim Zırh’ı teslim et. Shen Nong Kazanı’nda altın özü arıtmak uğruna ölümsüz sektlerden yağmaladığın tüm hazineleri geri ver. Kunlun’a dön ve bir daha asla Merkez Ovalar’a gelme.”

Bir müddet sessizliğin ardından Qi Meng Sheng bir kahkaha patlattı, “Ömrümün yarısını mükemmel bir bedene sahip olmak için plan yapmakla geçirdim. Elindeki şeyle beni tehdit edebilirsin tabii, ama unutma ki benim elimde de senin istediğin bir şey var.”

“Ne?”

“Altın Kaplı Yeşim Kitap,” dedi Qi Meng Sheng ve yüzünde sahte bir gülümsemeyle Xie Bi An’a baktı, “Bir düşünsene, geçmiş hayatında olanları insanlara açıklarsam…..”

Xie Bi An kaskatı kesildi. Kafa derisi uyuşmuştu ve meşale gibi yanan gözlerle Qi Meng Sheng’e bakıyordu.

Onunla ilgili her şey Altın Kaplı Yeşim Kitap’ta kayıtlıydı. Qi Meng Sheng’in dediği gibi, bu onun çırılçıplak soyularak sokaklarda sergilenmesi gibi bir şeydi. Dünya onun ne kadar acınası, gülünç ve korkak bir ezik olduğunu, Yüce İblis’le ne tür kirli şeyler yaptığını ve Daming Zong Klanı’nın ne denli aşağılık olduğunu öğrenecekti. Bir asırlık yok oluşun ardından, kraliyet nesli sahip olduğu tek şereften de yoksun kalacaktı.

Ayrıca Fan Wu She de geçmiş yaşamındaki gerçekleri öğrenecekti. Öğrenirse ne yapacaktı? Nasıl hissedecekti? Onu sorgulayacak mıydı? Suçlayacak mıydı? Pişmanlık mı duyacaktı? Her ne olursa olsun, Xie Bi An kalbinde tiksinmiş hissedecekti.

Hayatta olmazdı. Geçmiş yaşamındakileri hiç kimse öğrenmemeliydi.

Qi Meng Sheng, Xie Bi An’ın yüzünde onu tatmin eden bir cevap gördü ve “Elindeki şey karşılığında Altın Kaplı Yeşim Kitap’ı vereceğim,” dedi.

Kalabalıktan bir uğultu yükseldi. Xie Bi An’ın Qi Meng Sheng’den alacağı şeyle ilgili konuşuyorlardı.

İmparator’un reenkarnasyonu insanlar tarafından öğrenildiğinde Altın Kaplı Yeşim Kitap, Qi Meng Sheng için işlevini yitirmişti ama görünüşe göre yeniden işine yarayacaktı. Gelecekte başka şeyler için de kullanabilirdi ve bu sebepten ötürü onu değerli bir şeyle takas etmesi gerekiyordu. Kalabalık oldukça meraklıydı fakat İmparator’dan ve Yüce İblis’ten korktukları için kimse bir şey sormaya cesaret edemiyordu.

Li Bu Yu, Qi Meng Sheng’in sözlerinden sonra afallayıp kalmıştı. Lan Chui Han da sormamıştı çünkü ne olduğunu tahmin ediyordu. Zhong Kui daha önce onu kurtarmak için buzdan bir tabutu Qi Meng Sheng’e vermişti. Zaten Qi Meng Sheng’e karşılık olarak o buzdan tabut dışında ne verebilirlerdi ki?

Fan Wu She emir veren bir ses tonuyla “Takas edin,” dedi. Altın Kaplı Yeşim Kitap’ı ele geçirmeyi hep istemişti ama şimdiye kadar bir fırsatını bulamamıştı.

Xie Bi An kıpırdamadan kaldı ve sertçe yanıt verdi, “Qi Meng Sheng seninle o şeyi takas edeceğim ama şimdi değil. Senin için koruyacağım ve ne olduğunu gizli tutacağım. Eğer aceleci davranırsan, onu yok ederim. Aç Hayalet Festivali’nin bu ilk gününde benim hedefim sen değilsin. Kızıl Kral’ın başkaldırısı yeraltı diyarının kendi içsel meselesidir. Buna karışmamalısın. Yarın şafaktan sonra eğer hayatta kalırsak, sen ve ben hesabımızı göreceğiz.”

Qi Meng Sheng’in ağzından usulca tek bir kelime çıktı, “Pekala.”

“Jiang Qu Lian nerede? Bilmemen imkansız,” dedi Xie Bi An.

“Bana karışmamamı söylemiştin,” dedi Qi Meng Sheng ve çenesini hafifçe kaldırarak Xie Bi An’a baktı, “Ama bu geceden sonra hayatta kalırsan….”

Fan Wu She derin bir şekilde, “Peki sen? Sen bu geceden sonra hayatta kalabilecek misin bakalım?” diye sordu.

Qi Meng Sheng, Fan Wu She’den yayılan ruhani güç baskısını hissedince boğuluyor gibi oldu, “Gizli Kutsal Tılsım olmadan Yüce İblis hala birkaç adım geride ama Kızıl Kral bunca zamandır hedeflerine ulaşmak için emin adımlarla ilerliyordu.”

O ana dek konuşmayan Li Bu Yu’nun ağzından yaşlı ama görkemli bir ses çıktı, “Biz varken istediğini kolayca elde edebileceğini mi sanıyorsun? Qi Meng Sheng, daha önce bize karşı hiç kazanamadın ve bu kez de sonuç farklı olmayacak.”

“Daha önce hiç kaybetmedim,” dedi Qi Meng Sheng Qi Meng Sheng, başını kaldırdı ve yavaş yavaş kararan gökyüzüne baktı, “Güneş batmak üzere.”

Oradaki herkesin kendince gizli amaçları vardı. Güneş batar batmaz, tüm güçler kendi çıkarları için kanlı bir şölen başlatacaktı. Kumpas, açgözlülük, katliam ve nefret; iki diyara yayılarak binlerce kilometreyi tavaf edecek ve Luofeng Dağı’na nüfuz edecekti.


ÇN: Anlaşılan winter is coming dostlarım… Bu savaş son savaştır umarım zaten ana hikayede 60 bölüm kaldı 🙁 AYRICA, FAN WU SHE GERÇEKLERİ NE ZAMAN ÖĞRENECEK bayılıcam artık imdat

Bu arada Xie Bi An’ımızın güzelliğine bakar mısınız cr: üstünde

5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

0
Would love your thoughts, please comment.x