İçeriğe geç
Home » Wu Chang Jie 221. Bölüm

Wu Chang Jie 221. Bölüm

Fengdu Şehri’nde aniden kasvetli bir rüzgar esti. Güneş henüz batıdan tam olarak batmamıştı. Yaz mevsiminde olduklarından havanın çok sıcak olması gerekiyordu ama o anda herkes iliklerine kadar donmuş gibi hissediyordu. Sanki içlerinden görünmez vahşi hayaletler geçiyordu. Büyük bir düşmanla karşı karşıydılar adeta. Ellerini kılıçlarına götürdüler ve ruhani güçlerini serbest bıraktılar. Hain bir saldırıya yakalanmaktan korkuyorlardı. Ne de olsa orası hayalet diyar Fengdu’ydu.

Güneş batarken gökyüzünün yarısı kendini sürekli ufka doğru bastırıyor ve kan kırmızısına boyanıyordu. Gökyüzünde kalan tek ışık, yaralanmış bir kılıç ustası gibi parlamaya çalışıyordu. Yine de kanının son damlası da çekilmişti ve karanlık çökmüştü.

Rüzgâr aralıksız esiyor, gelişigüzel bir şekilde sokaktaki yaprakları ve molozları süpürüyordu. Hışırtı sesi kör bir bıçağın et öğütmesi gibiydi. Kapalı pencere parmaklıkları ve kapılar rüzgardan birer birer titriyor ve tıkırdıyordu. Dengesiz molozların çıkardığı ses evlerdeki bariyerleri yıkacak, insanların kabuklarını kıracak ve lezzetli etlerini sıyıracakmış gibiydi.

Karanlık tamamen çökmüştü, ancak gece söndürülemez bir ışığa sahipti. Altın renkli karga* batıdan battığı anda, Fengdu Şehri’ndeki parlak lambalar sanki göksel varlıkların tuttuğu Samanyolu’nu aydınlatan meşalelermiş gibi birbiri ardına evleri aydınlatmıştı.

ÇN: Yazar burada Jinwu, yani altın karga kelimesini kullanarak güneşi betimliyor.

Yaşayanların ölülere bıraktığı ruhlara yol gösteren kandillerdi bunlar. Bu lambaların fitili kırk dokuz gün inek kanında bekletiliyordu ve lambadaki yağ hayvanların yağından yapılıyordu. Gündüzleri yanmıyordu ancak gece çöktüğü an kendiliğinden yanıyordu. Gün doğumunda ise tekrar sönüyordu. Bu lamba kapı önüne asıldığında ölmüş olan ruhlar ailelerinin evini bulabiliyorlardı. Alevi kan kırmızı bir ışık yayıyordu ve bu renk Fengdu’yu bir gecede kasvetli bir hayalet kasabaya dönüştürüyordu.

Fengdu’nun Aç Hayalet Festivali’nin hikayesini herkes duymuştu. Lakin Xie Bi An ve Fan Wu She dışında kimse bunu daha önce görmemişti. Çünkü o gün, yaşayanların hem kendi güvenliği için hem de ölülere saygıdan dolayı evden çıkmamaları gerekiyordu.

Herkesin elindeki ruhani silahları ve büyülü hazineleri titremeye başladı. Bu, giderek güçlenen Yin enerjisinin bir uyarısıydı.

Xie Bi An endişeyle mırıldandı, “Fengdu Bariyeri açılmak üzere.”

Fan Wu She, Xie Bi An’ın omzunu tuttu, “Beni içeri al.”

Xie Bi An döndü ve Fan Wu She’ye baktı. Parlak gözleri ruhlara yol gösteren kandilin kırmızı ışığını yansıtıyordu ama gözbebeğinin ortasında karanlık bir ifade vardı. Aniden Fan Wu She’nin elini tuttu, “Xiao Jiu, Dage seni eve götürecek.”

Fan Wu She’nin tüm vücudu sarsıldı ve gözleri aniden kocaman açıldı.

O anda, devasa bir güç Fan Wu She’nin vücuduna vahşice “çarptı”!

Fan Wu She’nin zihni “Xiao Jiu” kelimeleri tarafından kaosa sürüklenmişti. Bu yüzden dikkati dağılmıştı. Vücudu anında kasıldı ve uyuştu. Aslında duyuları hala uyanıktı ama artık kendi kontrolünde değildi. Bu duygu çok garip olsa da neler olup bittiğini gayet iyi biliyordu. Xie Bi An onu kendi kazdığı kuyuya düşürmüştü. Yani, bedeni ele geçirilmişti.

Onun bedenini ele geçiren ruh, sıradan bir kinci ruh değil, Gece Devriyesi’ydi! Gece Devriyesi bu teknikte çok ustaydı. Chidi Şehri’nden kaçmalarına yardım ederken bu numarayı kullanmıştı. Kıdemli bir Cangyu Sekti efsuncusunu da böyle kontrol etmişti.

Fan Wu She ruhani güçlerini dantian bölgesinde yoğunlaştırdı ve ruhani güçleri adeta patlayarak tüm uzuvlarına hücum etti. Gece Devriyesi bile olsa, kimse onun bedenini ele geçiremezdi!

Fan Wu She’nin ruhani gücü, derya denizler kadar sonsuz olduğu için Gece Devriyesi’nin efsun güçlerine zarar verebilirdi. Gece Devriyesi doğal olarak Fan Wu She’nin vücudunda uzun süre kalmaya cüret edemezdi ama en azından bu süre birçok şeyi yapmak için yeter de artardı bile.

Gece Devriyesi’nin kontrolünde olan Fan Wu She kıpırdayamıyordu. Xie Bi An’ın, Wuqiongbi’yi ve Shanhe Sheji Haritası’nı kendi ellerinden alışını tıpkı gökyüzüne doğru uçan bir ejderhayı seyrediyormuş gibi izliyordu.

Xie Bi An, Wuqiongbi’yi geri alır almaz kendi vücuduna daha önce Fan Wu She tarafından yerleştirilen kötü ruhu çıkardı.

Fan Wu She kendine geldiğinde Xie Bi An, Shanhe Sheji Haritası’nı çoktan kendi qiankun kesesine koymuştu.

Bütün bunlar birkaç saniye içinde olmuştu ve artık durum tam tersine dönmüştü.

Fan Wu She o kadar öfkelenmişti ki, yüzü renkten renge girmiş ve gözleri nefretle dolmuştu, “Bana daha önce öyle seslenmeyi hiç istememiştin…Bunu çok önceden planladın demek!”

Xie Bi An rahat bir ifadeyle yanıt verdi, “Savaş adil değildir. Yalan söyleyen taraf hep sen olsaydın, oldukça sıkıcı olurdu.”

Fan Wu She, Xie Bi An’a kılıcıyla saldırdı, “Shanhe Sheji Haritasını geri ver.”

“Shanhe Sheji Haritası, eski zamanlardan beri benim Daming Zong Klanı’mın yadigârı olmuştur,” dedi Xie Bi An ve onu uzaklaştırmak için kılıcını çekti, “Sen benim klanımın soyundan değilsin ve ona sahip olmaya layık değilsin. Şimdi gerçek sahibinin ellerinde.”

“Sana sahibinin kim olduğunu göstereceğim.”

Gelgelelim Xie Bi An, dövüşmekle ilgilenmiyordu. Fan Wu She ile birkaç kez kılıç savaşına girse de hamleleri hep geri çekilmeye yönelikti.

Fan Wu She adım adım ileri atıldı ve Lan Chui Han, bir hayalet kadar hızlı bir şekilde aralarında belirerek Fan Wu She’nin kılıcını tam zamanında engelledi.

Xie Bi An nefesini tutma fırsatı buldu ve Wuqiongbi ile birlikte Yin Yang Anıtı’nın girişini açtı, “Gece Devriyesi, şimdi!”

Elinde Shanhe Sheji Haritası olsa bile Fan Wu She’nin onu takip etmeye ve sayısız Yin hizmetkarı tarafından korunan Yin Yang Anıtı’na doğrudan dalmaya cesaret edemeyeceğini düşünüyordu.

Yeraltı diyarına dönmek zorundaydı. Lord Cui’nin dediği gibi, ister Fan Wu She ister Jiang Qu Lian ile karşılaşsın, yeraltı diyarı her zaman ölümlü diyara nazaran daha güvenliydi. Kendi hayatı, ölümü, güvenliği ve tehlikesi hakkında hiçbir zaman endişe duymamıştı ama karnındaki büyük bir felakete neden olabilecek olan altın özü, kimse tarafından ele geçirilmemeliydi.

Tam Yin Yang Anıtı’nı geçip yeraltı diyarına geçmek üzereydi ki, o anda beklenmedik bir şey meydana geldi.

Qi Meng Sheng aniden bir saldırı başlattı ve Xie Bi An’ın önünde buzdan bir duvar oluşturarak bağırdı, “Onu Jiuyou’ya getirmeyi aklından bile geçirme!”

Qi Meng Sheng’in bu kadar endişeli olması sebepsiz değildi. Yeraltı diyarındaki yoğun Yin enerjisi, eğer kişi güçlü Yang enerjisine sahip değilse yaşayanların bedenleri için son derece zararlıydı ve ciddi şekilde hasta olabilir, ruhani sağlığını kaybedebilir yahut ömür boyu sürecek bir hastalıktan muzdarip olabilirdi. Xie Bi An yeraltı diyarına ilk geldiğinde daha kundakta bir bebekti. Hayatta kalması için Zhong Kui, Cennet Efendisi Sarayı’na bir bariyer kurmuştu. O zaman bile, Yang enerjisini yenilemek için zaman zaman ölümlü diyara dönmesi gerekiyordu.

Ve Cheng Yan Zhi, nefes almak için Yedi Yıldızlı Yaşamı Sürdürme Lambası’na güvenmek zorunda olan yaşayan bir ölüydü. Beden son derece kırılgan bir durumdaydı ve hal böyleyken nasıl bu yoğun Yin enerjisine karşı dayanabilirdi ki? Orada ölürse, ruhunun toplanmasına bile gerek kalmayacaktı.

Xie Bi An başlangıçta Cheng Yan Zhi’yi bedeni çok fazla zarar görmesin diye Cennet Efendisi Sarayı’na geri götürmeyi planlamıştı. Ancak Qi Meng Sheng bunu bilmiyordu.

Qi Meng Sheng bir hamle yapmıştı ve Ölümsüz İttifak doğal olarak öylece durup izleyemezdi. Li Bu Yu kılıcını çekti ve tek bir kılıç darbesiyle buzdan duvarı ortadan ikiye ayırdı, “İmparator, çabucak gidin.” Her ne kadar Li Bu Yu altın özü yemiş olsa da, sonuçta yüz yıllık bir efsun gücüne ve Shu Dağı’nın mağarasından gelen kutsamalara sahipti. Efsun gücü ve kılıç tekniklerinden bağımsız olarak, Ölümsüz Lord olarak anılmaya layıktı zaten. Kılıç hareketleri hiç de yaşlı bir adamınkine benzemiyordu.

Ancak Fan Wu She, bu gecikme sırasında çoktan onlara yetişmişti. Elindeki Ting Mo, bir gölge kadar hızlı gümüş ışığa dönüştü ve Zongxuan Kılıç Tekniği’nin gaddarlığıyla atıldı. Xie Bi An hep bu agresif ve şiddetli kılıç tekniğinin kendisine uygun olmadığını ve en çok Yüce İblis’e yakıştığını düşünmüştü. Bu kılıç tekniğinin gaddarlık ve insanları öldürme hevesi adeta ona övgülerde bulunuyordu.

Xie Bi An ve Lan Chui Han, Fan Wu She’nin hızlı ve şiddetli kılıç saldırısına birlikte karşılık verdi. Junlan Kılıç Tekniği’ni bulan kişi Xie Bi An’dı. İkisi kusursuz bir şekilde birlikte çalışarak Fan Wu She’yi tek hamlede geri gitmeye zorlamışlardı.

Fan Wu She, karşısındaki uyumlu iki kişiye baktığında kalbinde bir kıskançlık duygusu baş gösterdi. Elbette, özellikle geçmiş yaşamlarının ve şimdiki yaşamlarını öğrendikten sonra ikisinin arasında bir şey olamayacağını biliyordu. Ancak kıskançlığı yalnızca sevdiği kişiyi sahiplenme istemesinden ötürü değildi. Dage’sı, başka birine “Dage” diyerek hitap ediyordu ve Fan Wu She buna tahammül edemiyordu. Birbirlerine gönül rahatlığıyla arkalarını dönüp omuz omuza savaşabilecekleri bu derin ilişkiye bir zamanlar o ve Dage’sı sahipti ne de olsa. Dage’sıyla arasındaki herhangi bir şeyi kimseyle paylaşmak istemiyordu. Ama Lan Chui Han onun şu anda sahip olamadığı bu derin sevgiye kolayca ulaşabiliyordu!

Üçü uzunca bir süre savaşmıştı ama kimin kaybettiğini, kiminse kazandığını söylemesi oldukça güçtü.

Birdenbire çok sayıda Yin hizmetkarı aniden Yin Yang Anıtı’ndan dışarı fırladı ve Gece Devriyesi imdatlarına yetişti.

Hayaletler ara sıra ortaya çıktığında, yaşayanlar onları dışarıdan bir yardım almadan göremezlerdi. Fakat çok sayıda hayalet bir araya geldiğinde, Yin enerjisindeki ani artış, insanlardaki Yin ve Yang dengesini bozardı. Yin enerjisinin artmasıyla beraber tıpkı yeraltı diyarındaki gibi, hayaletler insanlar için görünür hale gelirlerdi.

Sadece ay ışığına maruz kalan hayaletler değil, aynı zamanda dünyadaki akrabalarını ziyaret eden hayaletler de açığa çıkmışlardı. Beyazlara bürünmüşlerdi ve birbiri ardına ilerliyor, bazı sözler mırıldanıyor ve insanları ürperten ruhlara yol gösteren kandillerin kırmızı ışıklarının altında usulca süzülüyorlardı.

Sonsuz sayıda Yin hizmetkarıyla karşı karşıya kalan Fan Wu She, ruh nişanını çıkardı. Tam ruhları kontrol etmek üzereydi ki, Gece Devriyesi bu boşluktan faydalanarak Xie Bi An’ı yeraltı diyarına çekti ve Yin Yang Anıtı’nı kapattı.

Xie Bi An, önünde yükselen devasa taş anıta baktı ve uzun süre hareket etmedi.

“Geçici Ölümsüz,” dedi Gece Devriyesi, “Lord Cui seni bekliyor.”

“….Sadece biraz endişeliyim,” dedi Xie Bi An. Lan Chui Han için endişeleniyordu. Fan Wu She’nin gözlerinde Lan Chui Han’ı öldürme niyetini birkaç kez görmüştü. Kendisi yeraltı diyarına dönerek saklanmıştı ama peki Lan Chui Han’a ve Ölümsüz İttifak’ın efsuncularına ne olacaktı?

“Yirmi bin Yin hizmetkarını görevlendirdim. Bir süre idare edebilirler. Hadi gidelim.”

“Cennet Efendisi Sarayı’na geri döneceğim. Lütfen sen Lord Cui’ye beni görmesi için oraya gelmesini ve orada kalmak için geçerli bir nedenim olduğunu söyle.”

“Lord Cui zaten seni orada bekliyor. Cennet Efendisi’nin oluşturduğu bariyer Kızıl Kral ile başa çıkabilir.”

“Hadi gidelim o halde.”

İkisi hızla Cennet Efendisi Sarayına döndü.

Bo Zhu kapıdan ona bakıyordu. Onu görür görmez gözyaşlarına boğuldu, sanki her gittiğinde onu bir daha göremeyeceğinden korkuyormuş gibiydi.

Xie Bi An aceleyle onu teselli ettikten sonra odaya girdi. Cui Jue ana salonda bir ileri bir geri volta atıyordu. Yüzünde bariz bir sabırsızlık görünmese de, huzursuz adımları endişesini ortaya koyuyordu.

“Döndün demek,” diyerek rahat bir nefes verdi Cui Jue, “Yüce İblis gerçekten de bunca zamandır seni takip ediyordu. Neyse ki devriyeleri de peşine takmıştım.”

“Çok şükür. Aksi takdirde bu sefer beladan kurtulmak kolay olmayacaktı ve bu büyülü hazineyi de geri alamayacaktım,” dedi Xie Bi An ve Shanhe Sheji Haritası’nı uzattı.

Cui Jue’nin gözleri ışıldadı, “Yoksa bu….”

“Aynen öyle. Daming Zong Klanı’mın Shanhe Sheji Haritası,” dedi Xie Bi An gururlanarak, “Nihayet asıl sahibine geri döndü.” Shanhe Sheji Haritası çalındığında Zong Ming He öfkeden deliye dönmüştü. Bu hazineyi üç nesil boyunca kimse kontrol edememiş olsa da, sonuçta bu atalardan kalma bir aile yadigârıydı. Kendi ellerinden çalınması itibarını büyük oranda zedeleyecekti. Bu yüzden gizlice onu aramaya koyulmuştu. Onu alanın Zong Zi Xiao olduğunu herkes biliyordu ama Zong Ming He yaşarken geri almayı başaramamıştı. Zong Zi Heng tahta geçtiğinde, biraz vicdan azabı duysa da onu aramamıştı. Ama annesinin atalarının mezarlığı bu hazineyle yok edildiğinde bu silahı geri almadığına pişman olmuştu. Sık sık, Zong Zi Xiao’ya engel olsaydı, belki de onun Yüce İblis’e dönüşmeyeceğini düşünürdü.

“Evet, asıl sahibine döndü,” dedi Cui Jue, “Bi An, onu kullanabiliyor musun?”

Xie Bi An o anda bir huzursuzluk hissetti, “Bilmiyorum, daha önce hiç denemedim.”

“Denemekten zarar gelmez.”

Xie Bi An tereddüt etti. İmparator olarak ailesinin yadigârını kontrol edemezse itibarını kaybedeceğinden korkuyordu. Aslında kendisi de merak ediyordu ama yine de içinde bir şüphe vardı, “Şu anda daha önemli meselelerimiz var. Lord Cui, Hua Xiang Rong bana Cheng Yan Zhi’nin bedenini verdi.”

“Ha?!”

Xie Bi An, buzdan tabutu çıkardı ve asıl boyutuna geri çevirdi. Bo Zhu şaşkınlıkla, “Bu da neyin nesi?” diye bağırdı.

Cui Jue bilge bir adamdı ve öğrenmeye karşı güçlü bir tutkusu vardı. Diğer generaller dünyadan her türlü şeyi geri getirebilirdi ama Cui Jue yalnızca kitaplar istiyordu ve çoğu insan ona tapınırken kitap yakıyordu. Bu nedenle, dünyada görmediği veya duymadığı çok az şey vardı ve çok az şey merakını uyandırıyordu. Buzdan tabutun etrafında üç kez dolaştı ve ardından başını sallayıp iç çekti, “Saçma, gerçekten saçma. Yüzlerce yıldır yeraltı diyarındayım ve yeryüzünde her türlü şeyi gördüm. Ama daha önce böyle bir şeyi ne duydum ne de gördüm.”

Xie Bi An birçok duyguya sahip olması gerektiğini hissetti ama şu anda tek hissettiği kayıtsızlıktı. Pek çok saçma şeyle karşılaşmıştı ve artık adeta hissizleşmişti.

“Onu Cennet Efendisi Sarayı’nda bırakabilirsin. Burada güvende olacaktır. Böylece Qi Meng Sheng’i kıskıvrak yakalayabiliriz.”

“….Qi Meng Sheng beni Altın Kaplı Yeşim Kitap’la tehdit etti,” dedi Xie Bi An kaşlarını çatarak, “Altın Kaplı Yeşim Kitap’ı almanın bir yolunu bulmam lazım.”

“Gece Devriyesi almayı denesin madem.”

“Gece Devriyesi, Fan Wu She’ye gizlice saldırdı ve Qi Meng Sheng de tetikte. Ayrıca o kitap, elindeki en büyük pazarlık kozu. Çok dikkatli olacaktır ve kolay kolay ortaya çıkarmayacaktır.”

“Harekete geçmek için uygun bir fırsat bulacağım,” dedi Gece Devriyesi.

“Çok teşekkürler,” dedi Xie Bi An ve iki elini yumruk yaparak önünde birleştirerek ona saygısını gösterdi, “Ayrıca az önceki yardımların için de minnettarım.”

Gece Devriyesi elini salladı.

“Benim de Altın Kaplı Yeşim Kitap’a ihtiyacım var,” dedi Cui Jue ciddi bir şekilde, “Korkarım ki Jiang Qu Lian’ın nihai amacını yalnızca Altın Kaplı Yeşim Kitap çözebilir.”

Xie Bi An şaşırmıştı, “Bu da ne demek, Lord Cui? Yoksa Kızıl Kral da mı bir tanrının reenkarnasyonuydu?”

“Sadece geçmiş yaşamının ve şimdiki yaşamının Üç Yaşam Taşı’nda görünmediğini biliyorum,” dedi Cui Jue, “Ama reenkarne olmuş bir göksel varlığa hiç benzemiyor. Tanrılar bir felaket yaşadıklarında nadiren yoldan çıkarlar. Bazıları senin gibi İnsan Yolu’nda reenkarne olurlar. Ne kadar sapkın olurlarsa olsunlar, aşağıdaki üç yoldan birine nadiren düşerler.”

“Öyleyse neden Üç Yaşam Taşı’nda bir şey görünmüyor?”

“Bana aynı soruyu sormaya gelmişti. Ona sadece iki olasılık olduğunu söyledim, ya bir tanrının reenkarnasyonu ya da Asura’nın,” dedi Cui Jue, “Lakin yaptıklarına bakarsak ikincisi daha muhtemel.”

“Asura…”

Asura Yolu, altı reenkarnasyon yolunun üstteki üç yolundandı. Cennet Yolu’ndan sonraki ikinci yoldu. Tıpkı tanrılar gibi ölmezler veya yaşlanmazlardı. Lakin reenkarnasyon döngüsünü aşamamış olsalar da tanrıların gücüne sahiplerdi. İnsanın yedi duygusundan ve altı arzusundan kendilerini kurtaramamışlardı. Kibirlilerdi, savaşçılardı, ve iyi ya da kötü ne isterlerse yaparlardı. Asuraların çoğu olağanüstü yeteneklere sahipti. Lakin birçoğu erdemi olmayan bir canavar haline gelirdi. Milyonlarca yıl önce, Büyük İmparator Haotian’a itaat etmeye istekli olanlar Cennet’e yükselebiliyordu. Geri kalanlar ise diğerleri gibi güçlü olsalar da bir sürgün olan Asura Yolu’na gönderiliyorlardı. Ancak Asuralar son derece nadirdi ve reenkarnasyon döngüsüne girmiyorlardı. Xie Bi An, yirmi yıldan fazla bir süredir yeraltı diyarında yaşıyordu ve şimdiye dek bir tane bile Asura görmemişti.

“Eğer tüm yaşamları Altın Kaplı Yeşim Kitap’ta kayıtlıysa, görmüş olması çok olası,” dedi Xie Bi An ciddiyetle, “Aslında, başlangıçta senden Jiang Qu Lian’ın geçmişini öğrenmenin bir yolunu bulmanı rica edecektim. Belki de geçmiş yaşamını öğrenirsek gerçek amacını öğrenebiliriz. Yeraltı kanunlarına uygun olmadığı için beni reddetmenden korktuğum için bundan daha önce bahsetmemiştim.”

Cui Jue çaresizce karşılık verdi, “Özel zamanlarda özel planlar yapılmalıdır. Jiang Qu Lian’ı yakalamak için bu tür yöntemleri kullanmakta hiçbir sorun yok.”

“O zaman Fan Wu She nasıl biliyordu…” dedi Xie Bi An, “Blöf yapıyormuş gibi görünmüyordu. Bir şeyler biliyor olmalı.”

“Neyi biliyordu?”

“Jiang Qu Lian ve Lan Chui Han’ın önceki yaşamlarında derin bir bağları olduğunu biliyordu ve onların…” dedi Xie Bi An utanarak, “Birbirlerine aşık olduklarını.”

Cui Jue afallamıştı, “Ciddi misin?”

“Fan Wu She ve Jiang Qu Lian muhtemelen üç yıl boyunca görüştüler ve hatta bir şeyler planladılar. Fan Wu She’nin sakladığı bir şeyler var. Muhtemelen tahmin edemediğimiz bazı noktalar var. Jiang Qu Lian şimdiye kadar ortaya çıkmadı, ki bu da beni daha da endişelendiriyor.”

“Yani Lan Chui Han hiçbir şey bilmiyor mu?”

Xie Bi An bir an tereddüt etti: “Sanırım bir şeyler biliyor. Muhtemelen başlangıçta benim gibiydi, Jiang Qu Lian yüzünden geçmişteki anıları tetiklendi ve parça parça da olsa bir şeyler hatırlıyor. Hangisinin doğru hangisinin yanlış olduğunu ayırt etmekte güçlük çekiyordur. Onun için çok endişeleniyorum.”

“Altın Kaplı Yeşim Kitap’ı geçici olarak geri alamazsak, Jiang Qu Lian’ın geçmişini öğrenmek için tek çaremiz Lan Chui Han olacak.”

Xie Bi An’ın kalbi titredi. Derin bir nefes aldı, “Lord Cui, geçmişi hatırlamak istemeyen birçok insan var. Zaten geri dönülemez olan önceki hayatındaki aşk-nefret ilişkisine yeniden düşmek çok acımasız bir durum.”

“Evet acımasız ama unutmamalısın, Yüce İblis ile senin aranda bu yaşamda da başınıza gelen pek çok şey oldu. Peki ya Lan Chui Han? Kimse kesin olarak ne yaşadığını bilemez ama hatırlamak isteyip istememek tamamen ona kalmış.”

Omuzlarına binen yükü düşünen Xie Bi An, çaresizce başını eğdi.


5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

0
Would love your thoughts, please comment.x