Cennet Efendisi Sarayı’nın gizli odasında saklanan Bo Zhu, birkaç saattir korku ve endişe içinde bekliyordu. Birkaç depreme, yüksek sese ve yükselen Yin enerjisi ile ruhani güç arasındaki savaşa katlandıktan sonra, kötü bir şeyler döndüğünü anlamıştı ama dışarı çıkmaya cesaret edememişti. Neyse ki Cennet Efendisi Sarayı’nın bariyeri bizzat Zhong Kui tarafından kurulmuştu. Kargaşayla geçen bir gecenin ardından, ayakta kalmayı başarmıştı.
Büyük bir ruhani güç patlamasından ve sarsıntı geçtikten sonra her şey sütliman oldu ve uzun bir süre çıt bile çıkmadı.
Bo Zhu’nun hala ödü kopuyordu ve dışarı çıkmaya cüret edemiyordu. Beyaz Usta’sının gelip onu bulmasını beklerken onun geri dönmeyeceğinden korktu ve karanlıkta saklanırken içini çeke çeke gözyaşlarını sildi.
Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu. Neredeyse şafak vakti olduğunu ve Aç Hayalet Festivali’nin sona erdiğini tahmin ediyordu. Gizli odanın girişinde hareket gören Bo Zhu, yerden sıçradı ve neşeyle koştu.
Gizli odanın kapısı açıldı. Sırtı ışığa dönük, siyahlar içinde bir adam kapı eşiğinde duruyordu ve yüzünü net olarak görmek zordu. Vücudu o kadar uzun ve güçlüydü ki, dışarıdan gelen ışığı neredeyse tamamen kesiyordu.
Bo Zhu’nun kalbi sıkıştı ve dehşet içinde geriye doğru bir adım attı. Beyaz Usta değildi, o aslında…
“Çık dışarı,” diyerek emretti Fan Wu She.
“…Siyah Usta.”
Cennet Efendisi’nin bu yabancıyı yolda bulup getirmesinden beri Bo Zhu ondan nefret ediyordu. Kibirli, kendini beğenmiş, soğuk ve duygusuzdu. Ama aynı zamanda Beyaz Usta’ya karşı açıklanamaz bir arzusu vardı ve sanki onun malı olmuş gibi davranıyordu. Bo Zhu, sahiden de onu yanlış değerlendirmediğini anlamıştı.
Bo Zhu ona yaklaşmaktan korkarak bir köşeye sindi ve gözyaşları içinde, “Beyaz Usta nerede? Beyaz Usta’ya ne yaptın?” dedi.
“Onu görmek istiyorsan dışarı çık,” dedi Fan Wu She soğukça.
Bo Zhu bir süre tereddüt etti. Xie Bi An için endişeleniyordu ve saklanacak hiçbir yeri olmadığını biliyordu, bu yüzden dışarı çıkmaktan başka çaresi yoktu.
Fan Wu She onu ensesinden tuttu ve bir köpek yavrusu gibi havaya kaldırdı.
Bo Zhu o kadar korkmuştu ki, gözleri kocaman açılmış halde Fan Wu She’ye bakıyordu. Bir süre derin derin nefes almaya bile cesaret edememişti. Bu kişiyle ilk tanıştığı yılı hala hatırlıyordu, Fan Wu She ondan sadece beş santim daha uzundu. Şimdi o kadar uzun ve güçlüydü ki; o güzel ama şeytani tilki gözleri hayranlık uyandırıyordu, gurur ve kibirli olması aslında bu kudretli görünüşüyle tam uyuşuyordu. Karşısındaki kişi, bir zamanlar bildiğini sandığı Siyah Geçici Ölümsüz Fan Wu She değil ― Yüce İblis’ti!
Fan Wu She avucunu uzattı ve Bo Zhu’nun vücudundan bir şey çıkarak onun eline uçtu.
“Sen!”
Bo Zhu, Xie Bi An’ın ona düzgünce korumasını tembihlediği Gong Shu Ju ve Cheng Yan Zhi’nin buzdan tabutuna baktı ve onları geri almak için panikle elini uzattı.
Fan Wu She kayıtsız bir şekilde bakışlarını avucundaki büyülü hazineye kaydırdıktan sonra Bo Zhu’yu yere fırlattı ve arkasını döndü, “Beni takip et.”
Bo Zhu’nun onu takip etmekten başka seçeneği yoktu ve çok geçmeden ağır yaralanmış vaziyetteki Xie Bi An’ı görmüştü.
Bo Zhu, “Beyaz Usta!” diye haykırarak aceleyle koştu. Xie Bi An’ın beyaz giysileri kirli ve lekeliydi, özellikle de göğsündeki kan lekeleri hemen göze çarpıyordu. Bo Zhu’nun gözleri yaşardı ve anında görüşü bulanıklaştı.
Xie Bi An usulca gözlerini açtı, “Bo Zhu…”
“Beyaz Usta, iyi, iyi misin?” dedi Bo Zhu, ardından yatağın kenarına oturdu ve dikkatlice Xie Bi An’ın elini tuttu. Efsun gücü çok az olduğundan Xie Bi An’ın içsel yaralarını tespit edemiyordu. Lakin onun kağıt kadar beyaz yüzünü gördüğünde, ciddi şekilde yaralandığını anlamıştı.
Xie Bi An, Bo Zhu’yu gördüğü anda onu en çok endişelendiren şeyi söyledi, “Cheng Yan Zhi…”
Diğer taraftan Fan Wu She soğukça, “Benim ellerimde,” dedi.
Xie Bi An derin bir nefes aldı. Vücudu daha da güçsüz görünüyordu, sanki tüm kemikleri çekilmiş, geriye sadece dayanıksız bir kabuk kalmış gibiydi.
Xie Bi An’ın zayıf görünümü Bo Zhu’yu aşırı derecede üzmüştü ve gerginlikten kekeliyordu, “Beyaz Usta, Cennet Efendisi’nin sana verdiği ölümsüz haplardan içtin mi? Hani o, hap ve…”
Fan Wu She, Xie Bi An’ın yaralarına baktı. Bu kişinin yaralarının onu öldürmek amacıyla açıldığını düşünerek üzüldü ve sinirlendi. “Üzgün” kelimesi onun acısını anlatmaya yetmezdi. Önceki hayatının gücünü yeniden kazanmış ve her şeyi kontrol edebilecekmiş gibi görünse de, en çok istediği kişiyi elde edemiyordu.
Her şey yeniden çıkmaza girmiş gibiydi.
Fan Wu She yumruğunu sıktı, umursama dürtüsüne direndi ve derin bir sesle şöyle dedi, “Ona en iyi ölümsüz hapı verdim ve ruhani güç aktardım. Gidip yara ilacı, gazlı bez ve bir de temiz kıyafetler getir.”
Bo Zhu başını çevirdi ve öfkeyle Fan Wu She’ye baktı, “İstediğini aldın zaten, neden hala onu incitiyorsun? O sana hep çok iyi davranmıştı.”
Fan Wu She gözlerinden taşan bir öldürme niyetiyle Bo Zhu’ya baktı, “Dediğimi yap. Lüzumsuz bir şey duymak istemiyorum.”
Bo Zhu’nun ince omuzları biraz titredi. Burnunu çekti ve Fan Wu She’nin dediklerini almaya gitti.
Bo Zhu gittikten sonra Fan Wu She yatağın kenarına oturdu, hançerini çıkardı ve Xie Bi An’ın giysilerini dikkatlice kesti. Zongxuan Kılıç Tekniği’nde Cennetin Sekizinci Seviyesi’nde aldığı iç yaralarla karşılaştırıldığında, Xie Bi An’ın dışsal yaraları o kadar da ciddi sayılmazdı. Ancak bir gece süren çatışmalardan sonra bedeninde irili ufaklı bir düzineden fazla yara oluşmuştu. Fan Wu She, kan lekelerinin yakınından geçtiği her seferde ekstra nazik davranıyordu ama yine de Xie Bi An’ın alnında acıdan boncuk boncuk ter olduğunu görebiliyordu.
“O zamanlar, Wuji Sarayı’ndaki düello sırasında, bu hamleyi benimle birlikte ölmek için kullanmaya çalıştın, peki sonuç ne oldu?” dedi Fan Wu She. Ardından kumaş şeritlerini birer birer ayaklarının yanına fırlattı. Başlangıçta yeşim taşı kadar beyazdılar, ama şimdi üstüne çamur sıçrayan bir çiçeğin yaprakları gibilerdi.
Xie Bi An sessizce Fan Wu She’ye bakıyordu.
“Neden dersini almadın? Benim önümde asla kazanma şansın olmayacak.”
Xie Bi An acıya katlanmaya çalışarak yavaşça, “Peki, önceki hayatında sen kazandın mı?” dedi.
Fan Wu She’nin gözlerinde keskin bir bakış vardı ve ellerinin hareketi de duraksamıştı.
Xie Bi An yorgun bir şekilde gözlerini yere indirdi.
“Ben kazanamadım ama sen de kaybettin,” dedi Fan Wu She dişlerini gıcırdatarak, “Aynı hatayı tekrarlamak mı istiyorsun?”
Eğer şu an yaralı olmasaydı, Fan Wu She’nin bu sorusundan sonra kahkahalara boğulabilirdi. O da böyle olmasını istemiş miydi? Tüm çabalarının sonucu ne olmuştu?
“İstediğini aldın zaten,” dedi Xie Bi An sersem bir halde, “Başka ne yapmak istiyorsun?”
“Önceki hayatımda elde edemediğim şeyi elde etmek için,” dedi Fan Wu She ve sessizce Xie Bi An’a baktı.
“Bugün, yüz yıl öncesiyle aynı değil. İnsanlar aleminde Xu Zhi Nan ve hayalet aleminde Jiang Qu Lian var. Artık dilediğin gibi at koşturamazsın.”
“Bu yoluma çıkıp çıkmamalarına göre değişir.”
Fan Wu She’nin parmakları, kasıtlı olarak yaralardan kaçınarak Xie Bi An’ın kar beyazı derisinin üzerinde gezindi ama Xie Bi An’ın hala acı içinde kaşlarını çattığını görünce kalbi tekledi. Aslında o da ağır şekilde yaralanmıştı fakat yine de Xie Bi An’ı iyileştirmek ona büyük miktarda ruhani güç aktarmıştı.
Bu sırada Bo Zhu, üzerinde ilaç olan bir yeğenle içeri koştu ve panikle seslendi, “Beyaz Usta, Cennet Efendisi Sarayı’nın dışında…”
Fan Wu She, Bo Zhu’ya dik dik baktı, “Kes sesini.”
Bo Zhu alt dudağını ısırdı ve Xie Bi An’ın yaralarını temizlemek için getirdiği ilacı verdi.
Xie Bi An ayağa kalmaya çabaladı, “Cennet Efendisi Sarayı’nın dışında ne oldu?”
Fan Wu She bir eliyle onun omzuna bastırdı, “Yaraların iyileşene kadar bekle.”
Xie Bi An, Fan Wu She’ye baktı, “Dışarıda neler oluyor? Lord Cui nerede?”
Fan Wu She, Bo Zhu’nun elinden ilacı aldı, pamuğu ilaçla ıslattı ve onun kanlı yaralarını nazikçe sildi, “Birazdan şafak sökecek.”
Xie Bi An o kadar çok acı çekiyordu ki, her yeri kaskatı kesilmişti.
“Cui Jue, Gece Devriyesi, Gündüz Devriyesi ve diğer yeraltı generalleri Jiang Qu Lian tarafından hapsedildi. Beş hayalet imparatorun yardımı olmadan yeraltı diyarı artık Jiang Qu Lian’a kafa tutamaz.”
Xie Bi An, Fan Wu She’nin bileğini tuttu ve sert bir tonla, “Lord Cui…” dedi. Fakat o anda hem içsel hem de dışsal yaraları acıdığı için yüzünü buruşturdu.
Fan Wu She, akupunktur noktalarına dokundu ve onu düzgün bir şekilde yatağa yatırdı, “Lord Cui’yi öldürmeyecektir. Hâlâ Yaşam ve Ölüm Kitabı’na ve Yargıcın Fırçası’na ihtiyacı var.”
Xie Bi An’ın alnından sürekli soğuk soğuk terler akıyordu. Yeraltı diyarının yenilerek Jiang Qu Lian’ın eline düştüğüne hala inanamıyordu. Aç Hayalet Festivali’nin gecesinde birkaç güç aynı anda ölüler diyarına saldırsa da, Jiang Qu Lian’ın kazanmış olduğunu kabullenemiyordu. Derin bir tonla, “Büyük İmparator Beyin şimdiye dek inzivadan hiç çıkmadı,” dedi.
“Yaraları muhtemelen bin yıl da geçse iyileşemeyecek,” diyerek soğukça homurdandı Fan Wu She. Yaralarını güzelce temizledikten sonra toz ilaç serpti ve Bo Zhu onunla beraber yaralarını sardı.
Xie Bi An’ın vücudu hafifçe titredi ve her tarafının yandığını hissetti. Bo Zhu’ya bakmak için dahi başını oynatacak takati yoktu. Bo Zhu’yu görünce, kaçınılmaz olarak Zhong Kui’yi anımsayacaktı. Shizun’u orada olsaydı yeryüzünün ve yeraltı diyarının bu hale düşmesine asla seyirci kalmazdı.
Fan Wu She ayağa kalktı ve elindeki büyülü hazineyle buzdan tabuta baktı, “Yakında şafak sökecek.”
Yakında şafak sökecekti. Fengdu Bariyeri’nde yalnızca güneş doğduğu anda çıkış kapanıyordu ve böylece kendi kendini onarıyordu. Eğer bu süreçte kimse bariyere saldırmazsa eninde sonunda kendi kendine tamamen kapanmış oluyordu. Her ne kadar Yin Yang Anıtı’ndan geçmek Fan Wu She için bir sorun teşkil etmese de, şu anda Jiuyou yeraltı diyarına ait değildi. Jiang Qu Lian’ın onu hayalet diyarda tuzağa düşürmesine engel olması gerekiyordu.
Xie Bi An onun ne demek istediğini anlamıştı. Cheng Yan Zhi’nin bedenini Altın Kaplı Yeşim Kitap’la şafaktan önce değiş tokuş edebilmesi gerekiyordu.
Fan Wu She, çoktan temiz giysiler giymiş olan Xie Bi An’ı bir kez daha kucağına aldı, “Bir daha yeraltı diyarına gelemeyebilir.”
Bo Zhu cesaretini toplayıp Fan Wu She’nin önüne dikildi, “Beyaz Usta!”
Xie Bi An isteksizce başını kaldırdı, Bo Zhu’nun saçına hafifçe dokundu ve acı bir şekilde gülümsedi, “Bo Zhu, git ve reenkarne ol, daha fazla beklemene gerek yok.” Shizun’u ya da kendisi, gelecekte muhtemelen oraya bir daha hiç gelemeyecekti.
Bo Zhu kızaran gözleriyle ona baktı.
Fan Wu She kucağında Xie Bi An’la Cennet Efendisi Sarayı’nın dışına çıktı.
Jiang Qu Lian’ın sayısız Yin askeri, Cennet Efendisi Sarayı’nın etrafını kuşatmıştı.
Fan Wu She hızlıca etrafına bir bakış attıktan sonra gözlerini Kızıl Giyimli Hayalet Kral’a çevirdi, “Tüm bu gösteri benim için mi?”
“Yin askerleri için benimle rekabet etmeye kalkarsan, kimin kazanacağını kestirmesi güç,” dedi Jiang Qu Lian gülümseyerek.
Fan Wu She kılıcıyla havaya yükseldi, “Artık yeraltı diyarında istediğim bir şey kalmadı.”
Jiang Qu Lian doğruca Fan Wu She’ye baktı, “Ama benim dünyada var.”
“Eğer bana ait olana elini sürmeye kalkarsan,” dedi Fan Wu She soğuk bir tonla, “Ruhunu öyle bir dağıtırım ki, bırak İnsan Yolu’nda reenkarne olmayı, ruhunu dört bir yanda arasan tozunu dahi bulamazsın.”
Ting Mo tek hareketle uçtu ve ikisini Yin Yang Anıtı’ndan geçirerek dünyaya geri getirdi.
ÇN: Olaylara hazır mıyız?? Kitaptaki kırılma noktalarından biri sonraki bölüm ♡