İçeriğe geç
Home » Wu Chang Jie 231.Bölüm

Wu Chang Jie 231.Bölüm

Şafaktan önceki en karanlık vakitti ve Fengdu Şehri daha önce böylesine karanlık bir gece görmemişti.

Kinci ruhların tahribatıyla harap olan yeryüzünün dört bir yanını ıssızlık kaplamıştı. Hüzünlü ağlama sesi ve alevlerin çıtırtısı hâlâ kulaklarda yankılanıyordu. Aç Hayalet Festivali yakında sona erecekti ve şafak sönmek üzereydi lakin, yeryüzü için asıl gece şimdi başlıyordu.

Xu Zhi Nan’ı acınası haldeki savaş meydanında buldular.

Xie Bi An, Xu Zhi Nan’ın gerçek yüzünü ortaya çıkardıktan sonra ne olduğunu bilmiyordu. Bu adam Cangyu Sekti’nin liderinin bedenine ve Chunyang Sekti’nin liderinin ruhuna sahipti. Bu iki sektin efsuncuları nasıl bir tepki vermeliydi? Hal böyleyken, Cangyu Sekti’nin tarafını seçen sektler, şimdi nasıl bir tutum sergileyecekti? Ne de olsa, her gün hakkında konuştukları Tao’nun Kalbi ayaklar altına alınmıştı. Ölümsüz efsun dünyasının tehlikeli bir durumda olduğu ve tüm dünyanın her an düşmeye ve kırılmaya hazır olduğu zamanlarda bile, hep içgüdüsel olarak güçlünün tarafını tutmuşlardı.

Savaş meydanında bulunan herkes ya ölmüş ya da ağır yaralanmıştı. Xu Zhi Nan da oldukça perişan vaziyetteydi. Buz grisi cübbesi kana bulanmıştı. Buz ve Kar Yeşimi ile çağırdığı kar baykuşu, sanki yanında kalan son kişiymiş gibi hemen yanında nöbet tutuyordu.

Hua Xiang Rong, çok sayıda Cangyu Sekti efsuncusunun onlarla yüzleşmesine öncülük etti. Onlardan yalnızca birkaçı bir kabuktan ibaret olsa da “Qi Meng Sheng”i takip etmeyi seçti.

Wuliang Sekti’nden de geriye sadece birkaç kişi kalmıştı. Bir tek Song Chun Gui ölmekte olan Li Bu Yu’yu desteklemek ve korumak için mücadele etmeye devam ediyordu.

Lan Chui Han görünürlerde yoktu.

Fan Wu She’nin ortaya çıkışı herkesin nefesini tutmasına neden olmuştu.

Fan Wu She, Xie Bi An’ı nazikçe bir ağacın altına koydu. Xie Bi An başını çevirdi ve Lan Chui Han’ı bulmaya çalıştı ama onu hiçbir yerde göremeyince giderek daha da endişelenmeye başladı.

“Boşuna bakma, Jiang Qu Lian tarafından yeraltı diyarına götürüldü,” dedi Fan Wu She soğukça.

Xie Bi An kaskatı kesildi, “Nasıl yani? Ne demek… yeraltı diyarına götürüldü? Hâlâ hayatta, değil mi?”

Fan Wu She soğukça homurdandı ve cevap vermedi.

“Hâlâ hayatta, değil mi?!” diye sordu tekrar Xie Bi An. Sesini yükselttiği için göğsünde bir acı hissetti ve hafifçe titredi.

“Öldü,” dedi Fan Wu She sabırsızca.

“….İnanmıyorum buna.”

Fan Wu She onunla daha fazla konuşmak yerine bakışlarını Xu Zhi Nan’a çevirdi. Ardından Gong Shu Ju ve Cheng Yan Zhi’nin buzdan tabutunu çıkardı, “Altın Kaplı Yeşim Kitap’ı bana ver.”

Xu Zhi Nan’ın gözleri açgözlü bir ifadeyle buzdan tabuta dikilmişti. Ağzının kenarından sızan kanı yavaşça sildi ve güçsüz bir sesle, “Önce sen ver,” dedi.

Fan Wu She uzun bacaklarıyla uzun adımlarla ilerleyerek Xu Zhi Nan’a doğru yürüyordu, “Pekâlâ.”

“Bekle!” dedi Xu Zhi Nan. Fan Wu She bir kara ölüm sisiyle beraber ona yaklaşırken aniden korkmaya başlamıştı. Tehlikeli bir aura sebepsiz yere kaslarına ve sinirlerine saldırırken, “Majesteleri sahiden de onu bana verecek mi?” diye sordu.

“Benimle değiş tokuş yapmak isteyen sensin.”

“Majesteleri ile değiş tokuş yapmak istiyorum, ancak Majesteleri Gizli Kutsal Tılsım’ı geri aldı ve önceki hayatındaki gücüne yeniden kavuştu. Şu an ben ağır yaralıyım, benden onu kolayca alabilirsin zaten.”

Fan Wu She gözlerini kıstı, “Ne demeye çalışıyorsun?”

“Yani demek istediğim, yaşlanmış olsam da hâlâ aklım başımda,” dedi Xu Zhi Nan soğukça ve elindeki yeşim kitabı salladı, “Majesteleri, zorla almaya çalışırsan İmparator ile ilgili olan sayfayı yırtıp atarım.”

Fan Wu She’nin gözleri öldürme niyetiyle yanıp tutuşuyordu, “Görünüşe göre yaşamaktan epey yorulmuşsun.”

Xu Zhi Nan yeşim kitabı açtı ve kurumuş parmaklarıyla sayfalardan birini çevirdi, “Bu ince sayfayı bir anda toza çevirebilirim. Bu yüzden Majesteleri bir hamle yapmadan iki kez düşünse daha iyi olur.”

Fan Wu She soğuk bir sesle şöyle dedi, “Beni tehdit etmeye cüret mi ediyorsun?”

“Önce onu ver bana dedim!” diye bağırdı Xu Zhi Nan, gözleri kan çanağına dönmüştü ve sanki çaresizce bir şeyi zapt etmeye çalışıyormuş gibi vücudu titriyordu.

Xie Bi An ayağa kalkmaya çalıştı, “Ona verme. Cheng Yan Zhi’nin bedenini…”

Fan Wu She kıkırdadı, aniden elini salladı ve buzdan tabutu Xu Zhi Nan’a doğru fırlattı.

Xu Zhi Nan şaşırmıştı. Onu havada yakalamak için elini uzattı ancak buzdan tabut havadayken büyüdü ve gerçek boyutuna gelerek Xu Zhi Nan’ın önüne düştü.

Xu Zhi Nan, ruhani gücünü serbest bırakmak için elini kaldırdı. Buzdan tabut havada asılı kaldı ve üstündeki buz erimeye başladı.

Fan Wu She’nin vücudu bir ok gibi Xu Zhi Nan’a doğru fırladı.

Kar baykuşu uludu ve Fan Wu She’yi durdurmak için kanatlarını çırptı. Fan Wu She kılıcıyla saldırarak o kadim canavarı geri çekilmeye zorladı. Ardından kar baykuşunun kanatlarının altından geçti ve doğrudan Xu Zhi Nan’a saldırdı.

Bu esnada buzdan tabutun üstündeki buzlar yarı yarıya erimişti. Xu Zhi Nan kol yenlerini savurdu ve buzdan tabutu kendi arkasına sakladı. Akabinde yeşim kitabı da yanına alarak Fan Wu She’nin keskin kılıç hareketlerinden kaçmak için uçtu.

“Altın Kaplı Yeşim Kitap’ı bana ver!” diyerek kükredi Fan Wu She.

“Yaşamama izin ver, yoksa…”

“Benimle pazarlığa tutuşmak senin haddine değil ama en azından cesedinin iyi bir beden olmasını seçebilirsin.” Dage’sına zarar veren birinin paçayı kolayca sıyırmasına müsaade etmeyecekti elbette.

Çaresizliğe sürüklenen Xu Zhi Nan birdenbire elindeki yeşim kitabı açtı ve ıslık sesine benzer bir sesle beraber kitabın bir sayfasını yırttı.

Fan Wu She’nin gözleri kocaman açılmıştı, “Hele bir dene!”

Xu Zhi Nan uğursuzca gülümsedi. Ruhani gücü akarak kağıda bağlandı. Xie Bi An veya Zong Zi Heng’e ait olan Altın Kaplı Yeşim Kitap sayfası havada süzülüyordu. Kâğıt aniden altın renginde parladı ve karanlık gökyüzü gün gibi aydınlandı. Sayısız kelime ve görüntü bir yağmur fırtınası gibi yağdı, gökyüzünü ve yeri kaplayarak orada bulunan herkesin her bir anı parçasının düşüşüne net bir şekilde tanık olmasına neden oldu.

Xie Bi An geçmiş yaşamına ait anıların herkesin önünde bir gök gürültüsü gibi açığa çıkmasını tek kelime etmeden veya hareket etmeden izledi.

Herkes donakalmıştı ve bir ölüm sessizliği hâkim olmuştu.

Bir anda, ilahi güce sahip ince bir kâğıt parçası sayesinde bir insanın hayatına tanıklık etmişlerdi.

Doğduğu anda ağladığı o ilk andan itibaren, “Anne” deyişine ve hatta üç yaşındayken efsun çalışmaya başladığı ana kadar her şey gözler önüne serilmişti. Beş yaşındayken tahta kılıcıyla yetenekli bir şekilde dans etmişti. Nazik, vefalı ve duyarlıydı. Her ne kadar sürekli babasının onu görmesini beklese de, annesiyle beraber mutlu bir yaşam sürüyordu.

Büyüdükçe üstün yeteneği yavaş yavaş kendini göstermiş ve büyükleri onu övmeye başlamıştı. En büyük amcası onu öğrencisi olarak yanına almıştı. Özenle efsun çalışmış, bir gün dahi kaytarmamaya özen göstermişti. Boş zamanlarında çiçek yetiştirmeyi ve lezzetli yemek ve şarapların tadını çıkarmayı severdi. On iki yaşında ilk kez tek başına seyahat ettiğinde, rengarenk dünyanın büyüsüne kapılmıştı.

Kendisinden küçük birçok kardeşi vardı ama en çok dokuzuncu kardeşini seviyordu. Belki anneleri yakın olduğu için, belki de sadece birbirlerine karşı açıklanamayan bir yakınlıkları olduğu içindi. Yetiştirmek, kılıç talimleri yapmak ve günlük hayatıyla ilgilenmek için dokuzuncu kardeşini yanına almıştı. Daming’de oldukları süre zarfında birbirlerinin yanlarından bir gün dahi ayrılmamışlardı.

Daha sonra dokuzuncu erkek kardeşi de büyümüştü. Saraydan ilk kez ayrılan dokuzuncu kardeşini aceleyle Jiaolong Meclisi’ne götürdüğünde, pusuya düşürülmüşlerdi ve neredeyse oracıkta hayatlarını kaybedeceklerdi.

İşte bu, her şeyin dönüm noktasıydı.

Tüm bunların ardından olanlara, kimileri o dönem tanık olmuş, kimileri de tarih kitaplarından okumuştu. Lakin, hasıraltı edilen gerçekler hepsinin algılarını alt üst etmişti. Bazı insanlar bunları daha önce yaşamış olsalar bile, gözlerini nefret bürüdüğü için yüz yıl içerisinde kulaktan kulağa yanlış şekilde aktarmışlardı.

Gerçek, bildiklerinden veya bildiklerini düşündüklerinden çok daha saçma, daha çarpık ve daha acımasızdı.

Zulüm, ihanet, aldatma, yanlış anlama, yıldırma, acı ve ölüm; Zong Zi Heng’in dünyanın en sefil, kirli ve dayanılmaz felaketinden geçmesini seyrettiler. İçten bir iyilik arzusuyla herkesi korumaya çalışmasını, herkesin ona sırt çevirmesini izlediler. Onun kader denizinde mücadele etmesini, kendini tüketişine, amansız bir girdabın içinde uçuruma sürüklenişine ve sonunda kendini öldürerek her şeyi bitirişine şahit oldular.

Ailesi, dostları ve hatta âşık olduğu adam dahi ona karşı samimi değildi ve hepsi gözünü imparatorluk kaderi olan altın özüne dikmişti. İster başından beri sert bir ifade sergileyen biri, ister sahte bir gülümsemeyle onu aldatan biri, isterse de onsuz yaşamayacağını söyleyip duran dokuzuncu kardeşi olsun, herkes onun karnını deşip altın özünü çıkarmak niyetindeydi.

Bir katliama tanık oldular; otuz yıl boyunca hayatını çaresizce sürüklemeye çalışan birinin katledilişiydi bu.

Kimse böyle bir hikâye görmeye hazır değildi. Bu adam kesinlikle dünyanın bildiği İmparator Kong Hua değildi.

Xie Bi An, enerjisi tepeden tırnağa çekilmiş halde ağacın gövdesine yaslandı. Gözleri, üç ölümsüz ruhu ve altı ölümlü formu emilmiş gibi bomboştu. Önceki hayatında olan her şey, herkesin önünde sergilenmeye zorlanmıştı. Sanki çırılçıplak soyulmuş gibi değil de, adeta derisi soyulmuştu ve hem acı hem utanç duyuyordu.

Altın Kaplı Yeşim Kitap’ta gösterilen bir ömür aslında bir insanın parmağını şaklatması gibiydi. Işık söndükten sonra tüm anı parçaları kaybolduğunda, kalabalık uzun süre kendine gelememiş ve herkes düşüncelere dalmıştı.

Xie Bi An’dan daha fazla acı çeken biri vardı; binlerce bıçak darbesiyle parçalara ayrılmış gibi hissediyordu.

Fan Wu She put gibi kaskatı kesilmişti. Gözbebekleri dipsiz iki derin kuyu gibiydi. Kapkaraydı; en ufak bir ışıltı yoktu ve içine düşen herhangi bir duyguyu yutabilirdi.

Ne görmüştü, az önce ne görmüştü?!

Altın Kaplı Yeşim Kitap, nefret ettiği, inandığı, sarıldığı, acı çektiği, uğruna öldüğü ve bildiğini zannettiği tüm gerçeklerden başka bir gerçeği gün yüzüne çıkarmıştı. Zong Zi Heng’in işlediğini sandığı günahların altında aslında bambaşka meseleler vardı. Madalyonun öbür yüzünde öğrendiği her bir anı, bir hançer misali kalbine saplanmıştı.

İmkânsız, imkânsız, imkânsız.

Bu adam taht uğruna ona ihanet etmiş ve annesinin ölümüne sebep olmuştu. On yıl boyunca evsiz ve sefil bir halde yaşamaya çalışarak pek çok acıyı tatmıştı. Cehennemde yüz yıl azap çekmiş, ve ona duyduğu hasret yüzünden çok canı yanmıştı. Tüm bunların sebebi, bu adamın ona ihanet etmesiydi!

Yani, ona haklı olarak kırgınlık duyuyordu. Haklı olarak intikam almak istemişti. Bu kişiye yaptığı her şey, onun kendi suçuydu.

Olması gereken bu değil miydi?!

Altın Kaplı Yeşim Kitap neden ona her şeyi alt üst eden, yıkıcı bir gerçeği göstermişti ki?!

Kalbi, yerinden sökülüyormuşçasına ağrıyordu….


5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

0
Would love your thoughts, please comment.x