Xie Bi An’ın gözleri fal taşı gibi açıldı ve ifadesi değişti, “Wu She! Bu parçaladığın çay fincanı Longquan Ocağı’ndan geliyor. Paha biçilemez bir hazinedir. Sen, sen….”
O anda Lan Chui Han’a bakmaya cesaret bile edemiyordu. Aile yadigarı olabilecek bir hazineydi, bunun hesabını nasıl verecekti?
Lan Chui Han hafifçe gülümsedi, “Bi An, endişelenme. Bu…”
“Sahte,” dedi Fan Wu She ve porselen kırıklarını masaya fırlattı.
Xie Bi An afallayıp kalmıştı. Shidi’si hem fincanı kırmış hem de sahte olduğunu söylemeye cüret etmişti, bu işin sonu nereye varacaktı?
Lan Chui Han sinirlenmek yerine güldü, “Gerçekten de sahte.”
Xie Bi An’ın kafası daha da karıştı.
“Evdeki koleksiyonumda bir çift gerçek fincan var ama bunlar yalnızca bir arkadaşım tarafından yapılan taklitler. Gerçek olanlar beyaz renkli, bunlar ise kırmızı. Arkadaşım Jiangnan’daki en iyi çömlek ustasıdır. Gerçek olmasa da gayet güzeller.” dedi Lan Chui Han ve kendi fincanını eline aldı, “Birinin kırılmış olması üzücü. Tekrar bir set daha isteyeceğim.”
Xie Bi An rahat bir nefes verdi, “Lan Dage, gerçekten çok üzgünüm.”
Lan Chui Han’ın meraklı bakışları yavaş yavaş çay fincanından Fan Wu She’ye doğru kaydı, dudaklarının kenarları kıvrılmıştı ancak gözleri gülümsemiyordu, “Bunun sahte olduğunu nereden bildin?”
Fan Wu She yavaşça ellerini ovuşturdu ve cevap vermedi.
“Mükemmel şekilde taklit edilmişti, Bi An bile anlayamadı. Sık sık porselenle uğraşan kişiler bile ilk bakışta gerçek mi yoksa sahte mi olduğunu söylemeye cesaret edemez.” dedi Lan Chui Han gülümseyerek, “Küçükken güvenecek kimsen olmadığını duydum ama davranışların, konuşman, oturman, yürümen soylu bir ailenin oğlundan farksız. Sana porselenleri bile öğreten o sıradan efsuncunun kim olduğunu gerçekten de merak ediyorum.”
O anda Fan Wu She’nin Lan Chui Han’ı öldürme isteği güçlendi. Li Bu Yu gibi söylediklerine inanmıyordu ve üstelik bunu Xie Bi An’ın önünde dile getiriyordu.
Xie Bi An’ın ifadesi cidden değişmişti. Kaşlarını hafifçe çatmış şekilde Fan Wu She’ye bakıyordu.
Fan Wu She ifadesini değiştirmeden yanıt verdi, “O sıradan efsuncu olan Shizun’um Zongxuan Kılıç Tekniği’ni kullanıyor. Dolayısıyla Zong Klanı’ndan geliyor. Yalnızca bir kılıç ustası değildi, çok zarif bir beyefendiydi. Bana müzikten kaligrafiye, resimden kitap okumaya kadar her şeyi öğretti.”
Lan Chui Han bir “ah” sesi çıkardı ve sonra devam etti, “Sadece Zong Dage değil ben de bu efsuncuyu en kısa zamanda bulmak ve onunla arkadaş olma onuruna sahip olmak istiyorum.”
“Bulamayacaksınız.” dedi Fan Wu She ve soğuk bir şekilde homurdandı, “Dünyevi meselelerden ve tartışmalardan uzak durmak için uzun yıllardan beri isimsiz bir şekilde dolaşıyordu. Bu nedenle kolayca bulunamaz.”
“Tartışmalardan uzak durmaya çalışıyordu ama sana Zongxuan Kılıç Tekniği’ni öğretti ve insanların önünde kullanmaman gerektiğini tembihlemedi, öyle mi?” dedi Lan Chui Han, bakışları daha da keskinleşmişti.
Fan Wu She direkt bir şekilde Lan Chui Han’ın gözlerine baktı, “Bu tekniği bilen insanların çoğu öldü ve hayatta olanlar da kışkırtabileceğim türden insanlar değiller. Bu tekniğin tanınabileceğini kim düşünebilirdi ki?”
İkili arasındaki hava giderek gergin bir hal alıyordu.
Xie Bi An aceleyle araya girdi, “Wu She, Lan Dage’nın çay fincanını kırdın, ne söylemen gerekiyor?”
Fan Wu She kaşlarını çattı.
“Ne söylemen gerekiyor?”
Fan Wu She karanlık bir ifadeyle, “Özür dilerim,” dedi.
Lan Chui Han’ın dudaklarının köşeleri hafifçe kıvrıldı ve Xie Bi An’a baktı, “Özre gerek yok.”
Xie Bi An’ın da aklını kurcalayan bazı noktalar vardı. Gerçekten de Fan Wu She’nin cevapları insanda şüphe uyandırıyordu, bu yüzden Lan Chui Han’ı suçlayamazdı. Fakat Shizun’u tarafından kabul edildiği için ailesinin bir üyesiydi ve onu koruması gerekiyormuş gibi hissediyordu. Fan Wu She’nin üstüne dökülen çayı silmek için bir havlu aldı, “Şu haline bak, bu kıyafetleri yeni almıştık. Üstündeki çiçek desenleri ve brokarlar sıcak suya dayanamazlar. Bundan sonra daha dikkatli olmalısın.”
Fan Wu She, dırdır ederek kıyafetlerini silen Xie Bi An’a baktı. Az önce kalbinden dolup taşan öldürme niyeti yavaş yavaş dağılmıştı.
Lan Chui Han da normal durumuna dönmüştü. Bizzat Fan Wu She için bir fincan çay koydu ve imalı bir şekilde “Bu sefer lütfen dikkatli kullan,” diyerek önüne doğru itti.
Tekrar çaylarını içtiler, orkideler ve efsun dünyası hakkında sohbet etmeye devam ettiler. Fan Wu She sessizce çayını yudumluyordu ama öfkesi gözlerinden okunuyordu.
Önceki hayatında, Li Bu Yu, Song Chun Gui ya da Lan Chui Han bahsetmeye bile değer değildi. Ama şu anda kendisini saklayıp gizlice beklemekten başla çaresi yoktu. Eski hayatını hatırlamasına ve hızla güçlenmesine rağmen eskisi gibi güçlü olup Zongxuan Kılıç Tekniği ile Cennetin Dokuzuncu Seviyesi’ne ulaşması en az on yıl sürerdi.
Tabii Xuanyuan Gizli Kutsal Tılsımı’nı herkesten önce bulamazsa. Fakat şu anki efsun yetenekleriyle tılsımı kullanamayacağından endişeleniyordu. Nerede olduğunu bilmesine rağmen Shanhe Sheji Haritası’nı gidip alamamasının sebebi de buydu; onu alırsa ve kullanamazsa bu başına daha büyük belalar açabilirdi.
Daha ne kadar beklemesi gerekiyordu ki…
Fan Wu She, Xie Bi An’a gizlice bir bakış attı. Aşk ya da nefret, sebebi ne olursa olsun gitmesine izin vermeyecekti.
Hiçbir şeyi hatırlamasan bile, bana önceki hayatından olan borcunu ödemek zorundasın.
 ̄
Akşam olduğunda, Li Bu Yu’nun doğum günü ziyafeti resmen başladı.
Bu özel konuklar için düzenlenmiş bir ziyafetti. Geçmiş yıllarda, Li Bu Yu’nun doğum günü efsun dünyası için büyük önem arz ediyordu. Meng Ke Fei meselesi olmasaydı Yunding şu anda böyle “ıssız” olmazdı ve iğne atsan yere düşmeyecek kadar kalabalık olurdu.
Zhong Kui formalitelerden nefret ederdi ve bir yeraltı generali olarak her zaman öfkelenmesine neden olacak taleplerle karşılaşırdı. Bu nedenle de nadiren efsuncuların toplantılarına katılırdı. Bu, onun Li Bu Yu’nun doğum günü kutlamasına ilk katılışıydı.
Aynı zamanda da Fan Wu She’yi öğrencisi olarak ilk kez efsun dünyasına tanıtışıydı. Yeni ünvanıyla beraber insanların Fan Wu She’ye olan bakışları anında değişmişti.
Ziyafet sırasında insanlar onunla kadeh kaldırmak için gelmeye devam ediyorlardı. Zhong Kui şarap içmeyi severdi ama böyle yalakalık yapmak için yaklaşılmasından hiç haz etmiyordu. Bu nedenle birkaç kadeh içtikten sonra sarhoş numarası yaptı ve öğrencilerini onlarla içmesi için ortaya attı.
Xie Bi An da şarabı severdi ama iyi bir içici değildi. İnsanların “Beyaz Usta”, “Siyah Usta” laflarıyla beraber birkaç kez kadeh kaldırdıktan sonra başı dönmeye başlamıştı. Kafasını çevirip Fan Wu She’ye baktığında onun gayet sakin ve normal göründüğünü fark etti.
Sesli bir şekilde güldü, “Wu She, iyi bir içicisin demek. Hiç tahmin etmemiştim.”
Fan Wu She, Xie Bi An’ın kızarmış yüzüne ve sarhoş olmuş gözlerine baktı. Yine zihni bulanıklaşmıştı, elindeki şarap kadehini sıktı, “Şarap sarhoş edici değil.”
“Ha? Şarap sarhoş edici değilse ne sarhoş edici? Çay mı?” dedi Xie Bi An, kendi söylediğine kendisi gülerken bedeni olduğu yerde sallanıyordu.
Fan Wu She ona yardım etmek için elini uzattı fakat sonra geri çekti, “İçmeyi bırak. Seni geri götüreceğim.”
“Hayır, Shizun içmek istemiyor. Eğer gidersek, kabalık olur.”
Başka insanlar da kadeh kaldırmaya gelmişti ama Fan Wu She tek tek onları durdurdu.
Xie Bi An, karşısında oturan Lan Chui Han’a baktı ve ayağa kalkmak için masaya tutundu, “B-Ben gidip Lan Dage ile kadeh kaldırmalıyım.”
Fan Wu She onu belindeki kuşağından tuttu, derin bir ses tonuyla uyardı, “Otur yerine. Daha ayakta bile duramıyorsun.”
“Kim demiş ayakta duramıyorum diye?” dedi Xie Bi An ve kanıtlamak için ayakta durmaya çalıştı. Dik dursa da hala bedeni sallanıyordu. Kendisini toparladı ve bir adım attı.
O anda sanki yer ayaklarının altından kayıyormuş gibi hissetti ve sallanıp geriye doğru sendeledi.
Fan Wu She onu yakaladı ve kollarına sardı.
Xie Bi An çok geniş olmayan bir kucağa düşmüştü, şaşkınlık içinde Shidi’sine baktı.
“Neler oluyor? Deprem mi?”
“Ne oldu?!”
Gelen konuklar da yerlerinden zıplamışlardı ama Wuliang Sekti üyeleri gayet sakindi.
Çok uzun sürmeden sarsıntı sona erdi.
Song Chun Gui kalabalığa doğru seslendi, “Paniklemenize gerek yok. Shu Dağı’nda çok fazla deprem olur. Bu yalnızca küçük bir sarsıntı, öğrencilerimiz oldukça alışık.”
“Şu anda, Ölümsüz Lord’un doğum günü ve bir yer sarsıntısı oldu. Bu kesinlikle Ölümsüz Lord’un gökleri ve yerleri sallamak için ilahi bir güce sahip olduğunun açık bir işareti.”
“Kesinlikle!”
“Doğru dedin. Ölümsüz Lord kutlama için herkesi davet edemese bile, yeryüzü onun doğum gününü herkesle beraber kutluyor!”
“Hahahahaha.”
Li Bu Yu kahkaha attı ve yumruğunu havaya kaldırdı, “Onur duydum, onur duydum.”
Xie Bi An ayılmıştı ve biraz da utanmıştı. Ayağa kalkmaya çalıştı ama Fan Wu She aniden kollarını onun ince beline sardı.
“Shidi?”
Fan Wu She önce biraz duraksadı ve sonra onu bıraktı, “Sana yerine oturmanı söylemiştim.”
“Sadece kadeh kaldırmaya çalışıyordum.”
“Yürürken sallanıyorsun, nasıl gidip kadeh kaldıracaksın? Shizun’u utandırmış olmayacak mısın?”
“Ben sallanmıyordum, yer sallanıyordu.” dedi Xie Bi An kahkaha atarak, “Küçüklüğümden beri ikinci kez bir depremi hissediyorum. Shu Dağı’nda çok fazla sarsıntı olduğunu duymuştum ama Yunding’de denk geleceğimi hiç düşünmemiştim. Ölümsüz Lord’un doğum gününde olduğuna göre, hayra alamet olmalı.”
Fan Wu She, Xie Bi An’ın ağzından Li Bu Yu’ya dair övgü sözlerini duyunca bir tiksinme hissi kalbini kaplamıştı, “Buradaki herkes birbirine yalakalık yapıyor. Sen de ciddiye alıp inanıyor musun?”
Xie Bi An’ın gülümsemesi kayboldu, alçak bir sesle yanıt verdi, “Wu She, neden Ölümsüz Lord’a saygısızlık ediyorsun? Song Zhen Ren yüzündense….”
“Onunla bir alakası yok.”
“Neden o zaman?”
Fan Wu She gerçek nedeni söyleyemezdi.
“Galiba Song Chun Gui’ye kaybettiğimiz için kin duyuyorsun ve bunu Shizun’undan çıkarıyorsun.” dedi Xie Bi An, “Wu She, bunu bir daha yapma. Ne insan içinde ne de özel konuşmalarda.”
Fan Wu She öyle öfkeliydi, kafasını çevirdi ve Xie Bi An’ı görmezden geldi.
Xie Bi An onun bu tuhaf tavrını görünce çaresizce başını salladı. Bu Shidi çok huysuzdu. Shixiong olarak gidecek çok uzun yolu vardı.
Ziyafet bittiğinde, Fan Wu She hala surat asmasına rağmen, Xie Bi An’ı odasına geri götürdü.
Xie Bi An sarhoş bir şekilde kendisini yatağa attı, Fan Wu She’nin kolunu tuttu ve mırıldandı, “Wu She, başkalarına saygısızlık etme ve kibirli olma. Tamam mı?”
“…Peki.”
“Yetenekli olduğun kadar öfkelisin de. Bu iyi değil. Zhon Yong’un acısı*…” dedi Xie Bi An ve derin bir uykuya daldı.”
ÇN: *Zhon Yong’un acısı- doğuştan yetenekli birisinin iyi eğitilemediği için yeteneklerini kullanamamasının bir hikayesi.
Fan Wu She, Xie Bi An’ın yüzüne düşen bir tutam saçı nazikçe geriye itti ve yüzünü incelemeye başladı.
Gece o kadar sessizdi ki, zamanın akışı durmuş gibiydi. Fan Wu She bu sessizliği bozmaktan çekinerek hafifçe nefes alıyordu.
Aniden, Fan Wu She ruh silahının bir şeye tepki verdiğini hissetti.
Xie Bi An da gözlerini açtı, oturur pozisyona geldi ve Wuqiongbi’sini çağırdı.
Ruh dizginleme sopası etrafa yeşil bir ışık yayıyordu.
“Neler oluyor?”
“Yakınlarda bir insan ruhu var.” dedi Xie Bi An derin bir nefes aldı ve ayılmak için ruhani gücünü kullandı. Gözleri yavaş yavaş netleşmişti, “Wu She hadi gidelim. Shixiong seni gerçek bir Geçici Ölümsüz olmaya götürecek.”