İçeriğe geç
Home » Wu Chang Jie 247. Bölüm

Wu Chang Jie 247. Bölüm

“Yaşam ve Ölüm Kitabı ve Yargıcın Fırçası’nın üzerine gizlice ruhani gücümden bir iz bırakmıştım. Nerede olduklarını biliyorum. Yeterince yakınımdalarsa benim çağrımla beraber geri dönebilirler. Onları geri alma kısmı en kolayı ama onlarla ne yapmak istediğiniz size kalmış.”

“Şu anda yeraltı diyarındalar mı?”

“Hayır. Jiang Qu Lian muhtemelen ölümlü diyara gitti.”

“Yaşam ve Ölüm Kitabı’nı geri alırsak, elimizde onunla pazarlık yapmak ve sizi geri almak için bir koz olur,” dedi Xie Bi An tereddütle, “Ama Lan Dage…”

“Bi An, önce Lan Gongzi’yı kurtarmanın bir yolunu bulmalısın. O yaşayan bir insan ve cehennemde uzun süre kalamaz. Onu kurtardıktan sonra, bizim için endişelenme. Derhal cehennemden ayrıl ve Altın Kaplı Yeşim Kitap’ı bul.”

“Sizi burada bırakamam.”

“Endişelenme, Jiang Qu Lian bizi kesinlikle öldürmeyecek. Bizi bir süre burada tutmak niyetinde,” dedi Cui Jue sert bir yüz ifadesiyle, “Altın Kaplı Yeşim Kitap’ı eline geçirirse, sonuçları hayal bile edilemez.”

“Lord Cui haklı. Jiang Qu Lian da Xu Zhi Nan’ı arıyor olmalı,” dedi Fan Wu She, “Önce Xu Zhi Nan’ı bulmalıyız.”

Xie Bi An bir an düşündü, “Pekala, ama Xu Zhi Nan saklanmakta kararlı ve şimdiye kadar hiçbir ipucu bulamadık. Hua Xiang Rong’un şu an nerede olduğunu bilmiyorum. Xu Zhi Nan’ı başından beri takip ettiyse, belki de…”

“Gündüz Devriyesi sana yardım etsin. Gündüz Devriyesi sadece gündüz aktif olabilse de, tüm bu süre boyunca benim için dünyayı devriye gezdi. İpuçlarını bulmada muhtemelen ondan daha hızlı kimse yoktur.”

Gündüz Devriyesi iki elini önünde yumruk yaparak Cui Jue’ye saygısını sundu, “Emredersiniz.”

“Çok teşekkürler, Lord Cui,” dedi Xie Bi An, ifadesi ciddiyetini koruyordu, “Lord Cui, Lan Dage’yı kurtarmak için cehenneme gitmemiz gerekiyor. Herhangi bir fikrin var mı?”

“Size yardımcı olabilecek bir şeyim var,” dedi Cui Jue ve bir çekmeceyi açtı, tahta bir kutu çıkardı ve içinden bir yeşim nişan çıkardı, “Bu aslında benim Yargıcımın cehenneme girip çıkmak için kullandığı nişandı, ama şimdi yeraltı diyarını Jiang Qu Lian yönetiyor ve astlarının çoğu cehennemde olduğundan, siz oradayken bu Yargıç nişanının işe yarayıp yaramayacağını söyleyemem. Fakat cehennem bariyerinden geçebilirsiniz. Bu bariyeri Büyük İmparator Beiyin koymuştu. Yine de bariyerin kontrol edemediği bazı istisnalar var.

“Tamam. Bu nişanla, Yin hizmetkarlarından ve cehennem muhafızlarından kaçınabildiğimiz sürece cehenneme girebiliriz.”

Cui Jue başını salladı ve içini çekti, “Fazla sevinme. Cehenneme girebilirsiniz ama Lan Gongzi’yı bulduğunuzda onu dışarı çıkarmanın bir yolunu bulman gerekecek. Ayrıca cehennemden ayrılmak için, on Yanluo Salonundan birinden resmi bir belgeye ihtiyacınız var.”

“Doğru. Yalnızca cezasını tamamlayanlar, Yin hizmetkarları tarafından on Yanluo Salonu’ndan alınan resmi belge ile serbest bırakılabilir. Ayrıca gidip Kral Qinguang’ı bulmanız gerek. Cennet Efendisi’nin onunla iyi, dostane bir ilişkisi vardı. Size kesinlikle yardım edecektir.”

Xie Bi An başını salladı ve ellerini önünde yumruk yaparak Gündüz Devriyesi’ne saygısını sundu, “Yanluo Salonu Yin hizmetkarlarıyla dolu. Bize yol göstermesi için Gündüz Devriyesi’ne zahmet vermek durumunda kalacağız.”

“Endişelenmeyin, sizi Kral Qinguang’ı görmeye götüreceğim.”

“Bu mesele ertelenmemeli. Siz hemen yola koyulun,” dedi Cui Jue ve Xie Bi An’ın omzunu okşadı, ardından Fan Wu She’ye bir kez daha baktı ve içten bir şekilde konuşmasını sürdürdü, “Bu dünyada pek çok zorluk olsa da sakin pes etmeyin. Bi An, Cennet Efendisi sana hep inandı. Sen hem insan hem de hayalet diyara barış getireceksin.”

Xie Bi An mahcup olmuş hissediyordu, “Elimden gelenin en iyisini yapacağım ve Shizun’un yüzünü kara çıkarmayacağım.”

Gündüz Devriyesi’nin yardımıyla Yanluo Sarayı’na karışmayı başardılar ve Kral Qinguang’ı buldular. Kral Qinguang, Xie Bi An’ı görünce acıyla yakındı ve Jiang Qu Lian’ın yaptığı kötülükleri kınadı – Jiang Qu Lian yeraltı diyarının yasalarını hiçe saymış ve Yin hizmetkarlarını kendi komutasına almıştı. On Yanluo Salonu’nun bazıları çoktan Jiang Qu Lian’a boyun eğmiş, bazıları hala bir çare arıyordu ancak hiçbiri ona karşı gelmeye cüret edemiyordu. Aksi takdirde Yanluo Salonları da ellerindeki gücü yitirecekti.

Xie Bi An’ın geliş amacını net bir şekilde duyup anladığında, Kral Qinguang ona hemen resmi bir belge verdi ve kendi güvendiği Yin hizmetkarını Xie Bi An’ı cehennemde karşılaması için görevlendirdi. Lan Chui Han’ı kurtardıklarında büyük bir kargaşaya yol açmadıkları sürece onu fark edilmeden cehennemden çıkarabilirlerdi. Jiang Qu Lian şu anda yeraltı diyarında değildi. Xu Zhi Nan’ı bulmak için dünyaya gitmiş olması oldukça muhtemeldi. Dolayısıyla harekete geçmeleri için en doğru zaman o zamandı.

Resmi belgeyi aldıktan sonra neredeyse şafak sökmek üzereydi.

Aslında Jiuyou karanlık ve kasvetliydi ve gece ile gündüz arasında büyük bir fark yoktu. Sonsuza dek karanlığa hapsedilmiş uçsuz bucaksız geniş bir yerdi, ancak yine de harekete geçmek için akşama kadar beklemeye karar vermişlerdi çünkü Yin hizmetkarları gün batımından sonra ruhları toplamayı seviyorlardı. Geceleri yeraltı diyarı daha “canlı” olurdu ve kaostan faydalanabilirlerdi.

İkisi, Luofeng Dağı’nda saklanıyordu.

Xie Bi An kılıcını dikkatlice siliyordu. Parlayan gümüş bıçağı mendille sildiği esnada bıçağın üzerinde sessiz ve sakin bir çift göz gördü. Gözlerini kırpıştırdı ve dikkatle kendine baktı, ancak yüzünde kendisinin bile kelimelerle ifade edemediği bir ifade vardı.

Bu Junlan kılıcına karşı her zaman derin hisleri olmuştu. Shen Nong Kazanı tarafından dövülen ilahi Zongxuan Kılıcı’yla elbette boy ölçüşemezdi lakin hayatı boyunca ona eşlik etmesini istediği tek kılıç Junlan Kılıcı’ydı.

Zongxuan Kılıcı’nı on yıl boyunca kullanmasına rağmen, kılıcın gerçekten kendisine ait olduğunu hiç hissetmemişti. Belki de İmparator kimliğine kalbinin derinliklerinden direndiği içindi. Junlan Kılıcı en çok ihtiyaç duyduğu anda, samimi bir hediye olarak ortaya çıkmıştı. Xu Zhi Nan sonradan nasıl birine dönüşürse dönüşsün, kılıcı ona samimiyetle verdiğine inanıyordu.

Bu nedenle kılıcı tutarken, Xu Zhi Nan’ın bu noktaya geldiğini düşünmek onun için son derece cesaret kırıcıydı.

Fan Wu She, bir hafta boyunca dinlenmiş ve yaralarını tedavi etmişti. Gözlerini açtığında, Xie Bi An’ın kılıcını tekrar tekrar sildiğini gördü. Aslında kılıç zaten temizdi ve yüzeyi o kadar parlaktı ki, ayna görevi bile görebilirdi. Tekrar tekrar silmeye hiç gerek yoktu.

“Dage,” diye seslendi Fan Wu She usulca.

Anılara dalmış olan Xie Bi An, ikinci kez seslenişinde tepki verdi, “Hm?”

“Ne düşünüyorsun?” diye sordu Fan Wu She. Aslında Junlan Kılıcı’na baktığında onun ne düşündüğünü tahmin etmişti.

Xie Bi An alçak sesle cevap verdi, “O benim büyük ağabeyim ve tahta çıktıktan sonra da en yakın destekçimdi.”

Fan Wu She gözlerini kıstı, “O ölmeyi hak ediyor.”

“İnsanların gerçek yüzlerini göremiyorum.”

“O adam suya götürüp susuz getirir. İnanılmaz kurnaz biri ve herkesi kandırdı. Hiçbirimiz onun nasıl biri olduğunu göremedik. Dage, bu senin hatan değildi.”

“Sadece o değil. Bir de Li Bu Yu var,” dedi Xie Bi An kendini küçümseyerek, “Hatta kendi annem bile. Ona bu dünyadaki en yakın kişi bendim ama yine de gerçek yüzünü göremedim.”

“Dage, senin bir suçun yok,” dedi Fan Wu She. Ardından Xie Bi An’ın gözlerinin içine baktı ve, “Çünkü sen nazik ve kibarsın, ayrıca büyük bir hazineyi miras alacaktın, bu yüzden o insanlar seni kullandı ve seni kandırdı. Bu senin hatan değil. Onlar çok kötü,” dedikten sonra duraksadı ve akabinde alçak sesle ekledi, “Ben de seni incittim ama bir daha asla.”

Xie Bi An kılıcını birkaç kez daha sildi, “Sana veya başka birine bir daha asla güvenmeyeceğim.”

Fan Wu She’nin kalbinde donuk bir acı hissetti ama bu acıya katlanmaktan başka çaresi yoktu, sonuçta kendi ektiğini biçiyordu.

Güneş batmadan Naihe Köprüsü’ne döndüler. Meng Po ile anlaştıkları vakit gelmişti.

Meng Po onlara, bekledikleri bir şey olmasına rağmen yine de kulağa korkunç gelen bir şey söylemişti ― Lan Chui Han sahiden de Cehennemin dibindeydi.

Cehennemin on sekizinci katı ve üst on yedi katının hepsinin farklı suçlar için farklı cezaları vardı. Örneğin birinci katta sözlü karması olan kişiler dillerini koparma cezası alırken, on dördüncü seviyede hayata değer vermeyen ve intihar edenlerin cezalandırıldığı yerdi. Cehennemin on sekizinci katı, en büyük günahları işleyenlere ayrılmıştı. Cehennemin dibi ise ebediyen azap çekmek anlamına geliyordu.

Xie Bi An uzun süredir buna hazırlıklıydı. Duygularını dengeledi ve sakince cehennem hakkında birçok soru sordu. Bu cehenneme ilk gidişi değildi ne de olsa. Zhong Kui ile daha önce birçok kez gitmişti ama birini oradan kurtarmak bir yana, cehennemin dibine hiç adımını bile atmamıştı.

Hazırlık yaptıktan sonra ikili, gece geç saatlerde Luofeng Dağı’nın derinliklerinde bulunan cehennemin girişine vardı.


5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

0
Would love your thoughts, please comment.x