İçeriğe geç
Home » Wu Chang Jie 267. Bölüm

Wu Chang Jie 267. Bölüm

Tüm Cennet Sarayı Lan Jiang’ın kızıl saçlı küçük bir Asura tarafından rahatsız edildiğini biliyordu. Tanrılar ve Asuralar arasında zaman zaman düellolar ve dövüşler olurdu ama böylesine büyük bir güç farkıyla tek taraflı bir meydan okuma duyulmamış bir şeydi. Bu ne akıllıca ne de anlamlıydı. En azından tanrılar onun ne yapmak istediğini anlamamıştı.

Ah Yun hiçbir şey yapmak istemiyordu. Sadece sıkılmıştı. Doğal olarak, sonsuz hayatında yapacak bir şeyler bulmalıydı. İnatçı ve öfkeli biriydi. Kendini tamamen Lan Jiang’a karşı doldurmuş durumdaydı. Lan Jiang’ı yenmek istiyordu. Üstün ve kudretli tanrının kendisine artık boş gözlerle değil, çalkantılı duygularla bakmasını istiyordu.

Bu yüzden Lan Jiang’ı rahatsız etmek Ah Yun için bir zevk haline gelmişti.

Lan Jiang kırağı ile kaplı bir ağacın altında meditasyon yaparken ve sessiz vadide şarkı söyleyen ruhani ve zarif kuşları dinlerken, Ah Yun bir ağacın üzerine atladı, üzerindeki gümüşi beyaz karı silkeledi ve Lan Jiang’ın vücudunun her yerine serpmişti.

Lan Jiang gölde balık tutarken, Ah Yun kıyafetlerini çıkarmış, suya atlamış, bağırmış ve tüm balıkları korkutup kaçırmıştı.

Lan Jiang efsun çalışırken ve dostlarıyla konuşurken, Ah Yun sorun çıkarmak için yan tarafta şarkı söylemiş ve bol bol şarap içmişti. Hatta bir keresinde herkesin gözünün önünde yere işemişti.

Lan Jiang’ın yoldaşları böyle bir kaosa daha fazla tahammül edememenin eşiğindeydi. Lan Jiang etkilenmemişti, ancak Ah Yun ile tekrar dövüşmeye başladığında, eskisinden daha acımasız davranmış ve Ah Yun’u ağlayıp bağırana kadar pataklamıştı.

Gelgelelim, Ah Yun’un efsun yetenekleri bu tür dövüşler sayesinde hızlı ve güçlü bir şekilde ilerlemişti. Yavaş yavaş, Lan Jiang’a karşılık verebilmeye başlamıştı.

Lan Jiang’dan gelen saldırıyı savuşturduğunu gören Ah Yun çok heyecanlanmıştı, “Bu hareketi çoktan ezberledim. Artık bende işe yaramıyor. Hâlâ saldırmak niyetinde misin?”

Konuşmasını bitiremeden önce Ah Yun bir darbenin etkisiyle savruldu. Kumun üzerinde yuvarlandı ve bir ağız dolusu toprak yuttu. Yüzü ve vücudu tozla kaplanmıştı ve gerçekten perişan görünüyordu. Arkasını döndü, doğrulup oturdu ve öfkeyle haykırdı, “Oldukça kalleş bir hareket yaptın. Bu tekniği neden bu zamana kadar kullanmadın?”

Lan Jiang kol yenlerini savurdu, “Bunun yine çocuk oyuncağı olduğunu mu sanıyorsun?”

Ah Yun’un gözleri parladı. Yerden sıçradı ve üstündeki kumları silkeledi, “Bana baksana sen, bunları bana mı söylüyorsun? Bu şimdiye kadar bana kurduğun dördüncü cümle falan.”

Lan Jiang oradan ayrılmak için arkasını döndü.

Ah Yun onun hâlâ kayıtsız görünen sırtına baktı ve hayal kırıklığını gizleyemedi. Yüksek sesle bağırdı, “Bir Asura olarak beni küçümsüyor musun yoksa? Sizler durmadan asil olmakla övünüyorsunuz ama bizden ne farkınız var ki? Hepimiz sizin sahip olduklarınıza sahibiz! Savaşı durdurmak için İmparator Haotian bile Jiutian’ın kutsal topraklarını bizimle paylaşmıştı. Beni hor görmeye ne hakkın var?”

Lan Jiang ortadan kaybolduktan sonra Ah Yun öfkeyle koca bir ormanı yok etti. Lan Jiang’ın onu “görmesini” sağlayacağına ve tıpkı her zaman Lan Jiang’ın kontrolsüzce baktığı gibi ona bakacağına dair kalbinde ant içti.

Bir insana yeterince uzun süre dikkatle bakarsanız, yanlış bir şeyler görmeniz kaçınılmazdı.

Ah Yun, Lan Jiang’ın çok yakışıklı olduğunu biliyordu. O asil, lekesiz duruş yalnızca saygı duyulan tanrılara aitti. Saçları bile kutsal bir ışıkla parlıyor gibiydi. Ah Yun bazen hiç sorun çıkarmadan Lan Jiang’ın yanında kalıyordu. Sadece hayranlıkla onu seyrediyordu. Dışarıdan bakanlar onun kötü bir amaç güttüğünü zannetse de, gerçeği bir tek kendisi biliyordu. Lan Jiang’dan gözlerini alamamasının sebebi, Lan Jiang’ın uhrevi bir güzelliğe sahip olmasıydı.

Bu kızıl saçlı Asura gencin beyni çok basit çalışıyordu. Her zaman bir şeyler düşünür ve düşündüğünü de yapardı. Bir gün bu yakışıklı tanrıya tekrar baktı ve işte o gün onun başına bela olma isteğini yitirdi; daha doğrusu onun başına farklı bir yoldan bela olmayı düşünmüştü. Ona giderek daha çok yaklaşmak ve ardından… o solgun ama güzel yüze dokunmak istiyordu!

Bunun onun her zamanki sinsi saldırısı olduğunu düşünen Lan Jiang onu hemen kapının önüne koydu.

Ah Yun yere yuvarlandı ve Lan Jiang’a küfretmeye başladı. Onun bu tavırlarına karşı tahammülünü artık tamamen kaybetmişti.

Çok geçmeden Jiutian’dan iyi haberler gelmişti. Semavi İmparator Xing Yao tarafından dikilen ölümsüz şeftali ağaçları hasat edilmişti. Tüm tanrıları ve Asuraları bir ziyafet için Şeftali Vadisi’ne gelmeye ve ölümsüz şeftalileri tatmaya davet etmişti.

Semavi İmparator Xing Yao aslında bir şeftali çiçeği iblisiydi. Aile geçmişi insan ırkı kadar soylu değildi, bu yüzden diğer tanrılar gibi Asuraları dışlamamıştı. Arkadaş edinmeyi severdi ve ilahi konumu oldukça yüksekti, bu yüzden pek çok kişi davete icabet etmişti.

Ah Yun ölümsüz şeftali yemek gibi güzel bir şeyi asla kaçırmazdı. O ve yoldaşları birlikte yola koyulmuşlardı.

Şeftali Vadisi’ne varır varmaz her yerde Lan Jiang’ı aramaya başladı.

“Ah Yun, ne arıyorsun?”

“Sence ne arıyor olabilir ki? Tabii ki de o tanrıyı arıyor olmalı.”

“Ah, yine şu Lan Jiang. Neden bütün gün onu rahatsız edip duruyorsun?”

Ah Yun dalgın dalgın etrafına bakmaya devam ederek, “Seni ilgilendirmez,” diye cevap verdi.

“Bizi ilgilendirmese de, biricik Asuramızın itibarı yerle bir oldu,” dedi başka bir Asura genç alaycı bir tavırla, “Bir tanrıya ısrarla meydan okuduğunu ve her seferinde mağlup olduğunu duymayan kaldı mı sahi? Bütün Asuraların yüzünü kara çıkardın.”

Ah Yun yavaşça yüzünü çevirdi ve sert bir bakışla karşı tarafa baktı, “Ne dedin sen, bir daha söyle bakayım?”

“Ah Yun, boş ver.”

“Asuralarımızın yüzünü kara çıkardın dedim. Bir tanrının peşinden bu şekilde koştuğuna göre, onunla ikili efsun çalışmak istiyorsun herhalde?”

ÇN: İkili efsun şey, cinsel birliktelikle çalışılan efsun biçimi dfmjbfdsf

Bunu söyler söylemez, birkaç kişi gülmekten kendini alamadı.

Ah Yun o gencin yüzüne okkalı bir tokat yapıştırdı. Bir yandan gülerken bir yandan da dişlerini gösterdi, “Bugün seni çırılçıplak soyup şeftali ağacına asacağım. Asuraların yüzünü kim kara çıkarmış görelim.”

Aniden o gence doğru saldırdı ve diğeri de karşılık vermek için ileri atıldı.

Yoldaşları ikisini de durdurmak için engellemeye çalışıyordu. Bir an için ortalık karışmıştı.

Yüzlerce tanrı ve Asura çoktan Şeftali Vadisi’ne gelmişti ve onlara küçümseyerek bakıyorlardı.

“Tamam, tamam, dövüşmeyi bırakın da şeftalilerimizi yiyelim!”

“Dövüşmeyi bu kadar çok istiyorsanız geri dönüp devam edebilirsiniz, sizin yüzünüzden kıdemlilerden azar yiyeceğiz!”

Tam birbirlerine girmişlerdi ki Ah Yun’un hareketleri aniden durdu ve o tanıdık gök mavisi, her zamanki duygusuz ve şehvetsiz yüzüyle birlikte görüş alanında belirdi.

Lan Jiang onları görmüş olsa da, bakışları bir an bile Ah Yun’un üzerinde kalmamış ve doğruca Şeftali Vadisi’ne yönelmişti.

“Gördün mü, sana bakmıyor bile. Sana bir hiçmişsin gibi davranıyor!”

Ah Yun en çok canının yandığı yerden vurulmuştu. Aniden sinirlendi ve onunla tekrar dövüştü. Bu kez eylemi acımasız bir hal aldı.

O anda gök gürültüsü gibi şiddetli bir bağırış duyuldu. Asura kıdemlilerinden birinden geliyordu ve birkaç genci sersemletmişti.

“İstiyorsanız dışarı çıkın ve dövüşün. Semavi İmparator Xing Yao ziyafetini bozmayın,” diyerek azarladı kıdemli Asura.

Ah Yun “hıh”ladı ve ardından, “O lanet şeftaliler kimin umurunda ki?” dedi.

“Yeme madem sen. Hadi defol buradan.”

“İstersem yerim, istersem de giderim. Sana mı soracağım?” diyerek karşılık verdi Ah Yun. Aslında sahiden de oradan gitmek istiyordu ama bu sözler onu kışkırttığı için arkasını dönüp içeri girdi.

Ziyafet salonuna vardığında, Ah Yun bir bakışta Lan Jiang’ı gördü. İçinden “Hay sikeyim ya,” diye küfretti ve Lan Jiang’ın önünde kasıla kasıla yürüdü. Lan Jiang’ın yanına oturmak istiyordu ama ne yazık ki yer yoktu.

“Yine mi sen?” dedi Lan Jiang’ın tanrı dostlarından biri küçümseyerek, “Deli bir maymun gibisin.”

“Yerini o zaman bu maymun babana vermeye ne dersin?” dedi Ah Yun ve onun minderini tekmeledi.

Tanrı öfkelenmişti, “Senin gibi bir veletle uğraşacak kadar alçalamam ama haddini aşma bence.”

Ah Yun küçümseyerek homurdandı ve Lan Jiang’a baktı. Lan Jiang’ın onu hâlâ görmezden geldiğini görünce hayal kırıklığına uğradı.

“Merak ediyorum, senin gibi küçük bir Asura Lan Jiang’ı yenemiyor ama sen bütün gün onu rahatsız edip duruyorsun. Tam olarak ne yapmak istiyorsun?” diye sordu başka bir tanrı ilgiyle.

“Şey…ben,” dedi Ah Yun. Lan Jiang’ın ifadesiz yüzüne baktığında kalbi öfkeyle dolup taşmıştı. Bu yüzden onu kışkırtmak ve kızdırmak için aklına bir fikir geldi ve ekledi, “Ben onunla ikili efsun çalışmak istiyorum!”


5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

0
Would love your thoughts, please comment.x