İçeriğe geç
Home » Wu Chang Jie 269. Bölüm

Wu Chang Jie 269. Bölüm

Cennet hapishanesinde her gün bir yıl gibiydi. Cennet hapishanesinde birkaç hükümlü da Asura vardı ama bunların çoğu oraya mühürlenmiş olan kötü iblisler ve şeytani yaratıklardı. Cennet hapishanesi olarak adlandırılmasına rağmen, orada hiçbir tanrı hapsedilmemişti. Üç âlemdeki en uğursuz ve korkunç yer olan yeraltı diyarında bir cehennem olduğunu duymuştu ve burası muhtemelen cennetteki cehennemdi.

Bir tanrıyı gücendirdiği için Ah Yun doğal olarak Cennet hapishanesinde zor zamanlar geçirmişti. En karanlık ve rutubetli hücreye kapatılmış ve yaptığı her şey için azap çekmişti. Su ve yiyecekten yoksundu ve gardiyanların eğlencesi için şeytani canavarlara karşı dövüşmesi için sık sık canavar dövüş arenasına sürükleniyordu. En ufak bir direniş gösterdiğinde su hapishanesine* atılıyor ya da cezalandırılıyordu ve çok acı çekiyordu.

ÇN: su hapishanesi*[水牢]— mahkumların kısmen suya batırılmaya zorlandığı, içinde su bulunan hapishane hücresi

Ruhani gücü mühürlenmişti. Ne kadar kızgın ve aşağılanmış olursa olsun isyan edemiyordu. Rahat ve asi bir çocuk olarak büyüdüğü için hiç böyle bir şeyle karşı karşıya kalmamıştı. Her gün pişmanlık duyuyor ve acı çekiyordu. Sık sık Lan Jiang’ı düşünüyordu. Aslında o kişiyi hiç düşünmek istemiyordu ama zihnine söz dinletemiyordu. Tüm bu çektiklerinin Lan Jiang’ın kalbinde bir iz bırakıp bırakmayacağını merak ediyordu. Ama tıpkı Lan Jiang’ın dediği gibi, “Onunla ne ilgisi vardı” ki?

Yaşadığı acı arttıkça kalbi daha da hissizleşiyordu. Lan Jiang’a karşı eskiden şiddetle yanan takıntısı çoktan soğumuştu.

Cennet hapishanesinde kendisiyle aşağı yukarı aynı deneyimi yaşayan birkaç Asura arkadaşıyla tanışmıştı. Asuralar gibi öfkeli bir ırk için, aşağılanmaya tahammül edemeyenler kendi ruhlarını çoktan dağıtmıştı, geri kalanlar ise sadece zorlukla dayanabiliyordu. Bu hapishanenin gardiyanları, Cennet Sarayı’nda zaten en düşük pozisyonlara sahip olan tanrılardı. Hapishane gardiyanları dışında hiçbir ilahi konumları yoktu. Asuralara ne kadar zorbalık yaparlarsa, onların aşağılanmasından o kadar zevk alıyorlardı. Ne de olsa, üstünlük taslayabildikleri tek varlıklar bunlardı.

Elbette bu gardiyanların hepsi ölmeyi hak etmiyordu. Bir kıdemli tarafından rüşvet verilen ve ilk gün ona ölümsüz ilaç veren gardiyan He Mian, ona birkaç kez gizlice yardım etmişti. Ne yazık ki, He Mian’ın yetkileri sınırlıydı ve orada ona pek fazla yardımı dokunmuyordu. Onu bu aşağılanmaya katlanmaya ve hayatta kalmaya iten şey buradan kaçma ve gardiyanlardan intikam alma arzusuydu. En azından o gardiyanlardan daha uzun yaşamak istiyordu.

Kaçışını planlamaya başladı ve He Mian ona elinden gelen her şekilde yardım etmeye çalıştı. Yavaş yavaş He Mian’ın düşündüğünden çok daha yetenekli olduğunu hissetmeye başlamıştı. Ah Yun’un son derece zor olduğunu düşündüğü bir şeyi hemen yapabiliyor veya oldukça zor şeyleri gizlice içeri sokabiliyordu. He Mian’ın katkılarının yanı sıra, kıdemlilerin de yardımı vardı. Görünüşe göre ondan vazgeçmemişlerdi.

Bir keresinde Ah Yun onu sınamak için karlı dağlardan toplanmış kar böğürtlenleri yemek istediğini ve bunların özenle temizlenmiş şekilde bembeyaz olması gerektiğini söylemişti. Gelgelelim, He Mian ona tam da istediği gibi kar böğürtlenlerini getirmişti. O zamanlar He Mian’ın çok yumuşak dilli olduğunu ve diğer gardiyanların ona işkence etmesini engelleyemeyeceğini düşünmüştü ama istendiğinde neredeyse onun hizmetkârı olacak kadar itaatkâr davranıyordu.

Bu şekilde küstahça şaka yaptığında He Mian hemen sessizliğe büründü. Ah Yun onun kızgın olduğunu düşündü ve tekrar ona şaka yollu takıldı, “Sadece şaka yapıyorum, neden bu kadar kızdın? Sen de benim senin hizmetkarın olduğumu söyle de ödeşelim o zaman. Biz Asuralar hiçbir zaman unvanları ya da statüleri önemsemeyiz.”

Sessizliğin ardından He Mian ciddiyetle, “Biz…… arkadaşız, değil mi?” diye sordu.

“Hmm,” dedi Ah Yun ve düşünmek için başını eğdi. Bu kelimenin kendisi için çok yeni olduğunu düşünüyordu. Asuralar ve “arkadaş” olarak adlandırılabilmesi yeniydi aslında. Ama şu anda gerçekten de birlikte duran yol arkadaşlarıydılar. Ah Yun gülümsedi, “Tanıdığım tek iyi tanrı sensin. Artık arkadaşız.”

Yüz günden fazla süren planlamanın ardından Ah Yun hapishaneden kaçmak için büyük planını devreye sokmuştu. He Mian ona ruhani gücün mührünü kırmasına yardımcı olacak ölümsüz hapları ve gardiyan kılığına girebileceği bir takım kıyafet getirecek, sonra da fırsatını bulmuşken kaçabilmesi için biraz kaos yaratmak amacıyla küçük bir yangın çıkarmasına yardım edecekti.

Plan sorunsuz ilerlemişti. Ölümsüz hapı bir gün önceden almış ve ruhani güçlerindeki mührü kırmak için tam on altı saat harcamış ve gizli sinyali alan He Mian, odunluğu tutuşturmak için ilahi ateş kullanmıştı, tabii ki bunu kazara çıkmış bir yangın gibi göstermişti. Hapishane gardiyanları yangını söndürmek için bağırıyorlardı fakat ilahi ateş sıradan bir ateş değildi. Suyla karşılaştığında sönmek yerine, gittikçe daha da harlanmış bir şekilde yanıyordu. Sadece ruhani güç ile engellenebilir ve yavaşça söndürülebilirdi.

Ruhani güçlerini geri kazandıktan sonra, Ah Yun gardiyan üniformasını giyerek hücreyi kolayca kırdı ve dışarı çıktı. Ancak özgürlüğüne kavuştuktan sonra hemen kaçmadı. Diğer Asuraların da dışarı çıkmasına izin vermek istiyordu. O hapishaneden kaçtıktan sonra, kalan Asuralar onun yüzünden daha sert muamele görecekti. Bu şekilde çekip gidemezdi.

Bunu düşündükten sonra gizlice geri döndü ve odunluktaki ateşin sönmek üzere olduğunu gördü. Gardiyanları hücrelerden uzaklaştırmadan önce daha fazla kaos yaratması gerekiyordu. Böylece, gizlice küçük bir ilahi ateş aldı ve su hapishanesine gitti.

Cennet hapishanesinde geçirdiği süre boyunca defalarca kez su hapishanesine atılmış ve işkence görmüştü. Bu yerden ölesiye nefret ediyordu. Orayı yakmak nefretini yok etmek için harika bir yol olmaz mıydı? Üstelik ilahi ateş suyla karşılaştığında daha güçlü yanardı. Gardiyanları kesinlikle uzun bir süre oyalamış olacaktı.

Su hapishanesini ateşe verdikten sonra, yangın anında şiddetlendi. Su hapishanesinden dışarı koştu ve bağırdı. Tüm gardiyanları oraya çektiğinde, Asura arkadaşlarını kurtarmak için tek başına hücreye geri döndü.

Birkaç Asura teker teker hücrelerinden çıktı ve gruplar halinde Cennet hapishanesinin dışına doğru kaçtı.

Tam o sırada ani bir patlama oldu ve bir ateş sütunu yükseldi. İçeride bir şey patlamıştı. Büyük bir gürültü ve ilahi bir ateşle, hapishanenin yarısı bir anda harabeye dönmüştü.

Su hapishanesi patlamıştı!

Ah Yun alev alev yanan ateşe ve süzülen dumana boş gözlerle bakarken aklında tek bir düşünce vardı ― başı büyük beladaydı.

Alev alev yanan ateşin içinde çok zayıf görünen gardiyanların çığlıklarını duydu. Sayısız şeytani iblis ve şeytani canavarın kafeslerinden çıkıp her yöne doğru kaçıştığını gördü.

“Ah Yun, gidelim,” dedi bir Asura ve aceleyle onu çekiştirdi, “Çabucak kaçalım buradan!”

“Ben……” dedi Ah Yun, aklına birden bir şey gelmişti, “He Mian. Gidip onu bulmalıyım. Ya o da yangını söndürmeye gittiyse?” Kalbi sıkışmıştı. Eğer He Mian da su hapishanesindeyse, oradan canlı olarak kaçabilmesi çok zor olacaktı.

“Delirmişsin sen. Eğer oraya gitmediyse, şu an sağ salim durumdadır. Ama gittiyse sen geri dönsen bile artık onu kurtaramazsın. O yüzden derhal kaçalım!”

Asura solgun bir yüzle yıkık cennet hapishanesine baktı ve yakılarak öldürülen gardiyanları ve serbest bırakılan kötü iblisleri ve şeytani canavarları düşündü. Bu, büyük bir felaketti. Tekrar yakalanırlarsa, bu kırbaçlanmak ve yüz yıl hapis yatmak kadar basit olmayacaktı. Onları bekleyen şey en acımasız sonuç olmalıydı.

Ah Yun gözlerini yakıcı ateşe dikti. Kaşları çatılmıştı ve kızıl saçları sürekli işkence altında parlaklığını kaybetmişti ama alevlerin karşısında sahte bir canlılık tabakasıyla bembeyaz kesilmişti. Tıpkı şu anda sahip olduğu kırılgan özgürlük gibi.

Artık hiçbir şeyin telafisi olamazdı, yolun sonuna gelmişti. Eğer seçme şansı olsaydı, o sınırsız beyaz karların üzerinde, hayran kaldığı ve ilk görüşte aşık olduğu Lan Jiang adındaki o tanrıyla hiç karşılaşmamış olmayı dilerdi. O zamandan beri yaptığı tüm o aptalca eylemlerden sonra, uzun zamandan beri gizlenmeyen gerçekle yüzleşmemek için kendini kandırmıştı.

Şimdi kendi kalbiyle yüzleşmek zorunda kalmıştı ama bunun acısını arttırmaktan başka bir anlamı yoktu. Ektiğini yalnızca kendisi biçecekti.

O sırada, neden olduğu felaketle yüzleşmeye hazır olmasına rağmen, tüm bunlar için ne kadar acı verici bir bedel ödeyeceğini ve bu bedelin kaderini nasıl çarpıtacağını hayal dahi edemezdi.


ÇN: He Mian Lan Jiang mıydı yani?? İkisi de birbirine aşıkmış ama yanlış anlaşılmalara kurban gitmişler demek 🙁 Bu arada sanırım bir sonraki bölüm günümüze geri dönüyoruz sonundaa

5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

0
Would love your thoughts, please comment.x