İçeriğe geç
Home » Wu Chang Jie 272. Bölüm

Wu Chang Jie 272. Bölüm

Jiang Qu Lian afallayıp kalmıştı, “Ne dedin……sen?”

Cui Jue, Jiang Qu Lian’ın gözlerine kayıtsızca baktı. Jiutian’dan gelen her şeyi görmezden gelen bir tür şefkatti bu. Yavaşça şöyle dedi: “Cennet hapishanesini havaya uçurdun, 16 gardiyanı yakarak öldürdün ve 100’den fazla kötü iblis ve canavarın hapishaneden kaçmasına neden oldun. Bunların çoğu ölümlü diyara indi ve felaketlere neden oldu. O kadar çok günah işledin ki, aslında Cehennem Yolu’na ya da Hayvan Yolu’na atılmanız ve anılarını tamamen kaybetmen gerekiyordu. Fakat, Tanrı Lan Jiang binlerce yıllık efsun güçlerinden ve ilahi konumundan senin Aç Hayalet Yolu’na gitmen uğruna vazgeçti ve tanrılığını yitirerek bir ölümlüye dönüştü. Bir daha sonsuza dek ölümsüz olamayacak.”

Jiang Qu Lian uzun bir süre taştan bir heykel gibi kaskatı durdu. Sadece gözlerindeki hafif parlak gözbebeklerinde hâlâ bir öfke izi vardı. Cui Jue’nin az önce söyledikleri zihninde tekrar tekrar yankılanıyordu. Aslında anlaşılmayacak kadar karmaşık bir şey söylememişti ama Jiang Qu Lian’ın idrak edebilecek durumda değildi. Çünkü duyduklarına hala inanamıyordu.

“Kalpsiz ve acımasız olduğu için ondan nefret ettin, önceki hayatında onun seni tek bir bakışından bile mahrum bıraktığını düşündün, ama aslında senin için ne kadar şeyden vazgeçtiğini bilmiyordun. Sen Cennet hapishanesinde acı çekerken o seni korumak için bir gardiyana dönüştü. Yetmezmiş gibi büyük günahlar işlediğinde seni kurtarmak için efsun güçlerini ve tanrı konumunu kullandı. Ama tüm bunların sonucunda Aç Hayalet Yolu’na düşen sen gidip binlerce insana zarar verdin,” dedi Cui Jue. Gözleriyle beraber sesi de keskinleşti, “Jiang Qu Lian, sen tüm bunlara layık olduğuna inanıyor musun?”

Lan Chui Han’ın başı bu ağır yüke artık dayanamıyormuş gibi eğikti ve gözlerinden tarifsiz bir hüzün akıyordu. İlk başta, onu Aç Hayalet Yolu’na sokmanın Cehennem Yolu veya Hayvan Yolu’na sokmaktan daha iyi olduğunu düşünmüştü. Bu dizginlenemez, kibirli ve asi kızıl saçlı gencin zalim ve kötü bir hayalet krala dönüşeceği aklına dahi gelmemişti.

Ah Yun başlangıçta mantıksız davranmış olsa da, nazik bir karaktere sahipti. Sorun çıkarsa bile bunu kötü niyetle yapmazdı. Ancak şimdiki Jiang Qu Lian’ın kalbi yüzyıllardır nefret ve kana susamışlık zehriyle ıslanmıştı. Yaşayan canlıları hiçbir değerleri yokmuşçasına dilediği gibi yiyordu. Yeraltı diyarının tamamını tanrıların köpekleri olarak görüyor ve her şeyi ele geçirmeyi planlıyordu. Çılgın, deli, gaddar ve affedilmez biriydi. O gerçek bir hayaletti, Hayalet Kralların Kralı’ydı.

Ah Yun’un kaprisli ama saf tavrını gördüğü için Lan Chui Han, Jiang Qu Lian’ın karşısında bu kadar üzülmüştü. Yaptığı seçimin o Asura gencini bir hayalet krala dönüştüreceğini ve hem ölümlü hem de hayalet diyara böyle bir felaket getireceğini bilseydi, ruhunu kendi elleriyle parçalayıp her şeye bir son vermeyi tercih ederdi.

Ama iş işten çoktan geçmişti ve zamanı geriye almak mümkün değildi.

Jiang Qu Lian zihnini toparladı ve kalan gücünü kullanarak Lan Chui Han’ı iterek uzaklaştırdı. Yerde süründü ve mücadele edercesine başını sallayarak, “İmkânsız,” diye bağırdı. Kıpkırmızı bakışları Cui Jue ve Lan Chui Han arasında gidip geliyordu, “Bana bir kez bile samimiyetle bakmayan adam benim için efsun güçlerinden ve tanrı olmaktan mı vazgeçti yani? HAHAHAHAHA. Saçmalığın daniskası.”

“Eğer bana inanmıyorsan, Altın Kaplı Yeşim Kitap’ı açıp kendin gör,” dedi Cui Jue derin bir sesle, “Ama sende bakacak yürek nerede? Kendine acıdığın bir fantezi aleminin içinde yaşıyorsun. Eğer bakarsan gerçeklerin yüzüne tokat gibi çarpacağından ve yaptığın her şeyin aslında ne kadar kötü olduğunu göstereceğinden ödün kopuyor!”

“Kapa çeneni!” diyerek kükredi Jiang Qu Lian ve Cui Jue’ye dik dik baktı, “Sen Cennet’in uşağından başka bir şey değilsin. Sen hiçbir zaman bir Asura ya da aç bir hayalet olmadın. Seçkin bir insan olarak doğdun ve öldükten sonra bile ölümsüz bir hayalet oldun. Herkes sana saygı duyuyor. Sen benim neler yaşadığımı asla anlayamayacaksın.”

“Anlamak zorunda değilim ki. Sonuçta bu senin hayatın, ama sen kendi hayatındaki resmin tamamına bakmaya bile cesaret edemiyorsun.”

Jiang Qu Lian’ın elleri yumruk şeklinde sıkılmıştı. Bakışları birkaç kez dalgalandı ve sonunda Lan Chui Han’ınkilerle çarpıştı. Çarpık yüz hatları içsel mücadelelerle doluydu. Nefretin yanı sıra, gözlerinde panik de vardı, sanki sorguluyor ve bir şeylerden kaçıyormuş gibiydi.

Lan Chui Han usulca şöyle dedi: “Ah Yun, Yaşam ve Ölüm Kitabı’nı ve Altın Kaplı Yeşim Kitap’ı L Cui’ye geri ver. İçindekilere bakıp bakmamanın bir önemi yok artık, ama artık insanlara daha fazla zarar vermemelisin.”

Jiang Qu Lian uzunca bir süre sessiz kaldı ve ardından, “Doğru mu?” diye sordu.

“……”

Jiang Qu Lian doğrudan Lan Chui Han’ın gözlerinin içine bakarak, “Söyledikleri doğru mu?” dedi. Bu gözler tarif edilemez bir şefkatle doluydu. Genç Lan Chui Han’ı Chidi Şehri’nde ilk kez gördüğünde, sadece Lan Jiang’ın görünüşünü değil, aynı zamanda bu güzel gözleri de hatırlamıştı, ama bu gözlerdeki duygular dünyalar kadar farklıydı. Yakınlaşmak, samimi olmak ve ona sahip olmak istemeden önce hiç tereddüt etmemişti. Lan Chui Han’ın ona özlemini çektiği ama Lan Jiang’dan alamadığı her şeyi verebileceğini düşünüyordu. Lan Chui Han ona bunları vermişti elbette ama artık her şey için  çok geçti. Kurtuluşu olmayan bir hayalete dönüşmüştü.

Lan Chui Han dudaklarını büzdü ve, “Seni gördüm ve adını hatırladım,” diye fısıldadı. Bu hayatında yetenekli ve sevecen bir soylu efendiydi. Kolaylıkla cilveli sözler söyleyebiliyordu. Şu anda, Jiang Qu Lian’ın sorusuna hiç güçlük çekmeden yanıt verebiliyor olması lazımdı fakat ağzını bıçak açmıyordu. Lan Jiang’ın hafızasının geri dönmesi onu başka birine dönüştürmemişti, lakin iki hafızanın birleşmesinden sonra artık sadece Lan Chui Han değildi. Dolayısıyla Jiang Qu Lian’la yüzleşirken eskisi gibi tepki veremiyordu. Bu verdiği cevap bile Lan Jiang’ın verebileceği en içten yanıttı aslında.

Jiang Qu Lian kalbinin parçalara ayrıldığını hissederken gözleri yavaş yavaş bulanıklaştı, “O gardiyan gerçekten de sen miydin?”

“Mn.”

“Bunu sahiden…… sahiden benim için mi yaptın…..?” dedi Jiang Qu Lian, sesi giderek daha da boğuklaşıyordu, “Asla inanmıyorum. O gün açıkça ‘Beni ilgilendirmiyor’ demiştin. Bana karşı hep soğuk ve kayıtsızdın!”

Lan Chui Han hüzünlü bir tonla karşılık verdi, “Efsun güçlerimden ve ilahi konumumdan vazgeçerek bir ölümlüye dönüştüğümde duygularımı yeniden kazanacaktım. Eğer bir gün kaderimiz sona ermezse, ölümlü diyarda birbirimize kavuşacağımıza ve… duygularına karşılık verebileceğime inanıyordum.”

Jiang Qu Lian’ın nefesi kesildi ve gözyaşları kontrolsüzce akmaya başladı, “Sahiden o kadar aptal mısın? Bana yardım etmek için bir gardiyan kılığına girmeye ve benim için ilahi konumundan vazgeçmeye hazırsan, bu zaten bir ‘yanıt’ değil miydi ki? Önceki hayatımda yapmaya çalıştığım şey sadece sana daha yakın olmaktı, bana birazcık, birazcık ilgi göstersen iu an böyle olmazdık!”

Lan Chui Han yavaşça elini uzattı, Jiang Qu Lian’ın yanağını okşadı ve yumuşak bir sesle şöyle dedi: “Ah Yun, özür dilerim. Ama geçmişteki Lan Jiang özür bile dileyemezdi. Aslında sana söylemek istediği pek çok şey vardı ama hiçbir zaman söyleyemedi.”

Jiang Qu Lian gözyaşlarını tutmaya çalışırken kederli bir kahkaha attı, “Saçmalık. Neden bunu şimdi öğrenmemi istiyorsun? Beni neden kurtardın? Neden cehenneme gitmeme ve bir hayvan olmama izin vermedin? Aç bir hayalet olmaktansa ruhumun dağılmasını tercih ederdim!”

“Yeniden başlamak için bir şansın olsun istedim. Eğer Cehennem Yolu’na ya da Hayvan Yolu’na düşersen, geriye hiçbir şey kalmayacak.”

“Yeniden başlama şansı mı? Hahahaha,” diyerek güldü Jiang Qu Lian ama bir yandan gözyaşları akmaya devam ediyordu, “Ne yediğimi biliyor musun? Her şeyi yedim. Ben doğduğumda, köydeki insanlar aç bir hayaletin doğduğunu fark etmiş ve beni bebekken öldürmek istemişler. Annem benden ayrılmak istemediği için beni alıp götürdü. Sürekli hayatımızı saklanarak yaşamak zorundaydık ve birbirimizden başka kimsemiz yoktu. Fakat yiyecek bir şey olmadığı için açlığıma yenik düşerek onu yedim. Kendi öz annemi yedim. Yoldaşlarımı, sadık astlarımı ve derin derelerde ve sık ormanlarda çürümüş kemikleri ve etleri olan bir yığın vahşi hayaleti yedim. İşte aç bir hayalet tam olarak bu demek! Artık hiçbir şeye yeniden başlayamam. Nasıl başlayabilirim ki?”

Lan Chui Han acı içinde gözlerini kapattı.

Jiang Qu Lian hem gülüyor hem de ağlıyordu. Kızıl Giyimli Hayalet Kral olmanın saygınlığını korumaya çalışırcasına bedeni titreyerek yerden usulca kalktı, “Söyle bana, Kâbus Odası’nda ne gördün?”


ÇN: Ben bayağıdır çeviri yapmadığım için öncesinde ne olduğunu unutmuştum, bölümü yine gözlerim dolu dolu sonlandırıyorum. Yazara dava açmak istiyorum bari terapi ücretimi ödesin 🙁 Şaka bir yana, wattpad hala kapalı. 

5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

2 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Shizun
Shizun
2 ay önce

Sanırım 273. Bölüm yok çünkü baktım da en son bu bölüm yani 272 var ve 274 gelmiş fakat o da bölümler kısmında seçilemiyor

You cannot copy content of this page

2
0
Would love your thoughts, please comment.x