İçeriğe geç
Home » Wu Chang Jie 279. Bölüm

Wu Chang Jie 279. Bölüm

O gün Jinwu Gölü kan renginde batan bir güneşi yansıtıyordu. Yaralar, güneşin batışıyla birlikte karanlıkta kaybolacaktı, ancak birilerinin eninde sonunda savaş alanını temizlemesi, yıkıntıları onarması ve acı veren yaraları iyileştirmesi gerekecekti. Güneş yeniden doğduğunda, her şey yeniden canlanacaktı.

O gün er ya da geç gelecekti.

Ama şimdi, hâlâ sonsuz bir gecenin içindeydiler. Onlar, savaş alanını temizleyen insanlardı.

Xu Zhi Nan’ın ölümünden sonra, Chunyang Sekti Altın Oymalı Yeşim Zırh’ı geri almış olsa da, sektlerini yeniden canlandırmak için hâlâ önlerinde uzun bir yol vardı ve diğer sektlerin de kendilerine göre başka dertlere sahiplerdi.

Ölümsüz İttifak’ı yeniden inşa etme yükü Song Chun Gui’nin omuzlarındaydı. Ölümsüz efsun dünyasına bakıldığında, ondan başka güvenilir bir lider kalmamıştı. Herkesin büyük umutlar bağladığı geleceğin Ölümsüz Lord’u, altın özünü yitirmiş biriydi.

Gelgelelim, Xu Zhi Nan’a karşı savaşmak için Luojinwu’ya bir grup efsuncuyu getirdiğinde, kendisinden çok dünyayı düşündüğünde ve kibirli veya alçakgönüllü olmadan kendi başına ayağa kalkıp “Tao benim kalbimde, dantianımda değil” dediğinde, gerçek taoculuğun bu olduğunu ispatlamıştı. Kimse artık onu ruhani güçlerine yahut kılıç becerilerine göre yargılamaya cüret edemezdi artık.

Wuliang Sekti’nin öğrencilerinin çoğu onu destekliyordu. Soylu ailelerin dışında tutulan sıradan efsuncular ve küçük sektler de onu destekliyordu. Onun ölümden ve yaşamdan korkmadığına ve yıllarca şeytani efsunculara karşı savaştığına tanık olan kıdemliler, kendi gururlarını bir kenara bırakamasalar da içtenlikle ikna olmuşlardı.

Bu nedenle Song Chun Gui, herkesin şahitliğinde Luojinwu’daki Ölümsüz İttifak’ın liderliğine terfi etmişti. Artık ölümsüz efsun dünyası için yeni bir dönem başlıyordu.

Song Chun Gui, Wuliang Sekti’ne geri dönecek, Li Zhi Qing ile anlaşacak, sekt lideri olarak ve bundan sonraki hayatının geri kalanını ölümsüz efsun dünyasını iyileştirmek ve ölümlü diyara barışı geri getirmek için harcayacaktı.

Ve Qi Meng Sheng ise Kunlun’a geri dönecekti. Öğrencileri ve halkı onu bekliyordu. Ayrılmadan önce, Cangyu Sekti’nin Ölümsüz İttifak’tan çekileceğini ve onun izni olmadan Geçit’in içi ve dışı arasında hiçbir iletişim olmayacağını duyurmuştu.

Cangyu Sekti’nin ruhani hazinelerini de yanına alarak, bir daha asla Merkez Ovalar’ın o hüzünlü topraklarına ayak basmamaya kararlıydı.

Hem Xie Bi An hem de Fan Wu She ciddi şekilde yaralanmıştı ve Luojinwu’da iyileşiyorlardı.

Fan Wu She, Jiang Qu Lian’a karşı savaşırken Gizli Kutsal Tılsım’dan büyük miktarda Yin enerjisi çekmişti. Muhtemelen içindeki şeytanları tetiklemesine sadece bir adım kalmıştı. Bu birkaç gün içindeki iyileşme sürecinde, ruhani gücünü Yin enerjisini vücudundan dışarı atmak için kullanmıştı, bu yüzden bu süre zarfında oldukça güçsüz durumdaydı.

Özellikle Xie Bi An’ı gördüğünde, iyice güçsüzleşiyor ve neredeyse yemeğini bile başkasının yedirmesine ihtiyaç duyuyordu.

Xie Bi An, Fan Wu She’nin çaresiz ve masum yüzüne ve kaşığı tutan parmaklarına baktı; sahiden kendi başına yiyemiyor muydu yoksa numara mı yapıyordu anlayamıyordu.

“Dage, sorun değil, aç değilim zaten,” dedi Fan Wu She ve başını öne eğdi.

“Tamam da yemen lazım. Aç olmasan bile yemeye çalış,” dedi Xie Bi An, ardından gizlice içini çekti ve kaşığı Fan Wu She’nin ağzına götürdü, “Böylece yaraların daha çabuk iyileşir.”

Fan Wu She hiç nazlanmadı ve Dage’sının yaptığı yemeği yedi, “Dage’mın yemekleri dünyanın en iyisi.”

“O zaman daha fazla ye,” dedi Xie Bi An. Fan Wu She’nin gözlerinde bir kurnazlık sezmişti ama bunu belli etmedi.

Yemeği bitirdikten sonra Xie Bi An masayı toplamak istedi ama Fan Wu She bir eliyle onun elini tuttu, diğer eliyle de tepsiyi alıp kenara koydu, “Acelesi yok. Biraz benimle otur.”

“Uzun süre kalırsa yıkamak zor olur. Ben gidip……bulaşıkları yıkayacağım.”

“Dage, benden kaçmayı bırak. Faydası yok,” dedi Fan Wu She. Büyük eli Xie Bi An’ın elini sardı ve sıcak bir sesle devam etti, “Çok uzun zaman oldu. Ne kadar saklanırsan saklan, her zaman peşinde olacağım, biliyorsun değil mi?”

Xie Bi An hafifçe içini çekti, “Umarım bir an önce iyileşirsin ve sonra……”

“Sonra ne olacak?”

“Sonra yeraltı diyarına geri döneceğiz ve Gizli Kutsal Tılsım’ı mühürleyeceğiz,” dedi Xie Bi An ve doğrudan Fan Wu She’nin gözlerinin içine baktı, “Tıpkı bana en başta söz verdiğin gibi.”

“Sana her şey bittikten sonra onu mühürleyeceğime söz vermiştim,” dedi Fan Wu She gözlerinde bir sevgiyle, “Peki ya senin bana verdiğin söz?”

“…..”

“Geri dönüp Shizun’un reenkarnasyonunu bulalım. Üçümüz birlikte yaşayalım ve asla ayrılmayalım, olur mu?”

Xie Bi An bir an düşündükten sonra doğrudan Fan Wu She’ye baktı, “Wu She, hâlâ sana nasıl doğal bir şekilde yaklaşacağımı bilmiyorum. Kalbimdeki bazı şeyler silinmiyor.”

“Anlıyorum. Sadece yanında kalmama izin vermen yeterli, ömrümün geri kalanında kendimi sana affettirmek için her şeyi yapacağım. Ayrılmadığımız sürece her şey yoluna girecek,” dedi Fan Wu She ve nazikçe Xie Bi An’ın çenesini kaldırdı, “Dage benden ayrılmak istemiyor, değil mi?”

Xie Bi An gözlerini kırpıştırdı ve gözleri parlarken başını başka bir tarafa çevirdi.

“Dage da benden ayrılmak istemiyor. Bundan sonra hiç kimse bizi ayıramayacak.”

Xie Bi An dudaklarını büzdü, “Artık Dage’nın sözünü dinlemelisin.”

“Dinleyeceğim.”

“Bu hayatta yaptığın kötülükleri telafi etmek için elinden geleni yapmalı ve ömrün boyunca iyilik yapmalısın.”

“Yapacağım.”

“Ayrıca bundan sonra….”

Fan Wu She eğildi ve Xie Bi An’ın dudaklarını öptü. Onu nazikçe, yumuşakça, hoşgörüyle, içtenlikle ve sevgiyle öpüyordu.

Xie Bi An biraz afallamıştı ve gözlerinde küçük bir mücadele vardı ama onu itmemişti.

Bu öpücük o kadar sevgi doluydu ki, Kunlun’un geniş karlı ovalarını eritebilecek gibiydi. Birbirlerine karışan hafif nefesleri bile buzların kırılma sesi gibiydi.

Fan Wu She’nin yaraları iyileştikten sonra Luojinwu’dan ayrıldılar ve Fengdu Şehri’ne döndüler.

Yin Yang Anıtı onarılmıştı ancak şehirde ne insan ne de hayalet vardı. Buradan kaçan insanlar bu kadar kolay geri dönmeye cesaret edememişti. Yin hizmetkârları hem şehri hem de dışarıyı temizlemiş olsa da, Jiang Qu Lian tarafından serbest bırakılan vahşi hayaletlerin Jiuzhou’nun dört bir yanındaki binlerce efsuncu tarafından yok edilmesi gerekiyordu. Bu, Ölümsüz İttifak’ın gelecekteki en büyük sorumluluğu olacaktı ve bu önemli iş için gidilecek uzun bir yol vardı.

Yeraltı diyarına geri döndüler. Cui Jue’nin gözetimi altında yeraltı diyarı eski düzenine kavuşmuştu ve Bo Zhu da onu takip ediyordu.

“Gündüz Devriyesi ve Gece Devriyesi’ni reenkarne olmaları için bizzat ben gönderdim,” dedi Cui Jue gülümseyerek, “Onlar için özellikle aynı şehirden uzun süredir arkadaş olan iki aile seçtim. İkisi de varlıklı ve iyi erdemli. Doğdukları andan itibaren nişanlanacaklar ve ömür boyu birbirlerini sevecekler, ta ki saçları ağarana dek.”

Xie Bi An onlar için büyük bir sevinç duyuyordu, “Harika. Günahlarını telafi ettiler ve büyük hizmetlerde bulundular. Bunu sonuna kadar hak etmişlerdi.”

“Evet. Beş yüz yıldır birbirlerinden ayrılmadılar ve nihayet evlenebilecekler,” dedi Cui Jue ve duygulanarak iç çekti.

“Peki ya sen?” dedi Xie Bi An Bo Zhu’ya bakarak, “Senin de reenkarne olma zamanın gelmedi mi?”

Bo Zhu, Xie Bi An tarafından Huangquan Yolu’ndan alınan bir çocuktu. Yin hizmetkârları ona eşlik ediyordu ve Yanluo Salonu’na gitmek üzereydi, ancak insan olmak yerine hayalet olmak istediğini söylemişti, çünkü hastalıklara meyilliydi ve çocukluğundan beri yatalaktı. Ailesi tarafından bir yük olarak hor görülüyordu. “Bo Zhu*”, hayatının zayıf bir mum alevi gibi olduğunu ima ederek kendisine yeni verdiği bir isimdi. Henüz 13 yaşındayken çocuk yaşta öldükten sonra bir hayalete dönüşmüştü ve ilk kez ayağa kalkıp yürüyebildiği için insan olduğu zamankinden daha mutluydu.

ÇN: zayıf mum alevi* [薄烛]— 薄 (Bo)=zayıf 烛 (Zhu)=mum.

Xie Bi An yufka yürekli biri olduğundan onu Cennet Efendisi Sarayı’na götürmüştü. Bu zamana dek hep onu reenkarne olmaya ikna etmeye çalışıyordu. Hayatı boyunca kötülük yapmamıştı ve kesinlikle iyi bir aileye reenkarne olacaktı.

Bo Zhu gülümsedi, “Beyaz Usta, reenkarne olmamaya karar verdim. Hayattayken her gün acı çekiyordum. Neden tekrar acıyla dolu o ölümlü diyara gideyim ki? Lord Cui ile birlikte kalmak istiyorum, böylece yeraltı diyarına geldiğinde seni görebileceğim.”

Xie Bi An ağzını açıp onu ikna etmek istese de Bo Zhu’nun parlayan gözlerine bakınca yeraltı diyarını gerçekten daha çok sevdiğine ikna oldu. Hafifçe iç geçirdikten sonra başını salladı, “Pekala.”

Cui Jue, “Gelecek için planlarınız neler?” diye sordu.

Xie Bi An düşündükten sonra Cui Jue’ye Zhong Kui’nin reenkarnasyonunu evlat edineceklerini söylememeye karar verdi. Tam da daha önce Zhong Kui’nin yaptığını yapacaklardı; çocuğu ansızın yeraltı diyarına getirecekler ve daha sonra Cui Jue’ye söyleyeceklerdi. Bu sayede kabul etmekten başka çaresi olmayacaktı. Bunu düşünen Xie Bi An gülmekten kendini alamadı, “Lord Cui, bu sefer Gizli Kutsal Tılsım’ı Doğu İmparatoru’nun Çanı’na koyup mühürlemek için geri geldik.”

Cui Jue takdirle başını salladı, “Güzel.”

“Ondan sonra……” dedi Xie Bi An ve Fan Wu She’ye baktı, “Tüm bu olanlardan sonra, çok yoruldum ve inzivaya çekilip hayatımın geri kalanını huzur içinde geçirebileceğim bir yer bulmak isterdim. Lakin, vahşi hayaletlerin insanlara zarar vermesine müsaade edemem. Ben Wu Chang’ım*. Ölümlü diyar eski barış ve huzur dolu günlerine geri dönene kadar Geçici Ölümsüz olarak vazifemi yerine getirmeliyim.”

ÇN: Kitabın ismindeki Wu Chang, Geçici Ölümsüz demekti. Elimden geldiğince yerelleştirme yaptığımdan kitap final vermeden orijinalini kullanmak istedim. Bölümün sonunda kitabın isminin net anlamını açıklayacağım.

Fan Wu She tereddüt etmeden araya girdi, “Siyah ve Beyaz iki Wu Chang vardır. Dage’m ne yaparsa ben de aynısını yapacağım.”

Cui Jue kaşlarını çatarak Fan Wu She’ye baktı ve hafifçe öksürdü, “Bi An seni kontrol ettiği sürece içim rahat. Eğer tekrar kötülük yapmaya kalkarsan, buna izin vermeyeceğine inanıyorum.”

“Vermeyeceğim,” dedi Xie Bi An kendinden emin bir şekilde.

Fan Wu She’nin dudakları tekrar bir gülümsemeyle kıvrıldı.

Yargıç Malikânesi’nden çıktıklarında hiç zaman kaybetmeden Doğu İmparatoru’nun Çanı’na doğru uçtular.

Yükselen Doğu İmparatoru’nun Çanı’nın önünde durduklarında onun gücünü ve heybetini güçlü bir şekilde hissetmişlerdi. Burası şüphesiz kadim şeytani eşya olan Gizli Kutsal Tılsımı’nı mühürleyebilecek tek yerdi. Buradan daha iyi bir yer bulmaları mümkün değildi.

Fan Wu She kalbinde karışık duygularla elindeki yeşim tılsıma baktı. Bu ilahi hazineyi mühürleme konusunda çok da istekli değildi aslında. O, büyük bir yetenekle doğmuştu ve güçlü bir potansiyele sahip olduğunu öğrendikten sonra güce olan açlığı artmıştı. Gücü arzuluyor ve onun peşinden gidiyordu. Eğer Xie Bi An olmasaydı, dünya yok olsa bile Gizli Kutsal Tılsım’ı mühürlemeyi aklından geçirmezdi.

Gelgelelim artık Gizli Kutsal Tılsım’a ihtiyacı yoktu, çünkü en büyük güç kaynağı olan Dage’sına sahipti.

Xie Bi An’ın gözlerinin içine baktı ve Gizli Kutsal Tılsım’ı kendi elleriyle ona teslim etti.

Xie Bi An başını salladı ve başladığını ima eden bir bakış attı. Ardından Shanhe Sheji Haritası’nı kontrol ederek Doğu İmparatoru’nun Çanı’nı hafifçe kaldırdı ve Gizli Kutsal Tılsım’ı yeniden mühürledi.

Doğu İmparatoru’nun Çanı kadim ve kutsal donuk bir sesle yere indiğinde, sanki kalpleri de gökyüzünden yere yavaşça ve nazikçe indirilmiş gibiydi.

Fan Wu She gözlerini kırpıştırarak Xie Bi An’a baktı, “Dage, uslu durdum mu?”

“Evet.”

“Çünkü seni seviyorum.”

Xie Bi An bu beklenmedik cümle karşısında kızardı ve “Sen…sen…” diyerek kekeledi.

Fan Wu She, Xie Bi An’ın elini tuttu, “Şu andan itibaren, dünyada kadim bir ilahi hazineye sahip olan tek kişi sensin. Gönlün ne yapmak istiyorsa onu yap. Ben her zaman senin yanında olacağım.”

Xie Bi An boş gözlerle Fan Wu She’ye baktı.  Geçmiş ve şimdiki hayatlarında dolaşan o tanıdık yüz, ona yaşanmış birçok şeyi hatırlatıyordu; mutlu, üzgün, iyi ve kötü pek çok şeyi. En masum ve itaatkar bakışı, en kötü ve acımasız bakışı, en sadık ve şefkatli bakışı, ve en umutsuz ve korkulu bakışı bu yüzde görmüştü. Tüm bu farklı yüzler, hayatında en çok sevdiği kişiyi oluşturuyordu. İster Xiao Jiu, ister Zong Zi Xiao, isterse de Fan Wu She olsun, onu asla bırakmamıştı. Onu asla bırakamayacaktı da.

Böylece, uzun fırtınanın ardından gökyüzündeki kara bulutların arasından sızan ışığı kovaladılar.

Xie Bi An yüzünü çevirdi ve önündeki kadim Doğu İmparatoru’nun Çanı’na baktı. Uzanıp onun ağır bakır gövdesine ve derin sembollerine dokundu. Gözlerini kapattı ve tıpkı Shizun’un ona yaptığı içten öğütler gibi, yüksek bir çınlama sesi duydu.

Kalbi hafifledi, gözlerini açtı ve Fan Wu She’ye huzurlu ve güzel bir şekilde gülümsedi, “Tamam.”

Orkide bahçesi tamamen açmıştı ve o hâlâ çiçekler arasında zarif, yakışıklı ve nazik en büyük prensti.

Fan Wu She onun elini sıkıca tuttu. Kalbi küt küt atıyordu ve gözleri dolmuştu; o an sadece ağlamak istiyordu. Bu yüzde yeniden böyle bir gülümseme görmek, yüz yıldır çektiği tüm acı ve ıstırapları unutturmuştu.


ÇN: Gelecek bölüm final bölümü… Boğazım düğümlendi, finale geldiğimize inanamıyorum… Bu kitap bana o kadar çok şey hissettirdi ki, roller-coaster gibiydi gerçekten de… Pek çok kişiye hitap etmese de bu kitabın bir gün hak ettiği değeri göreceğine inanıyorum. 

Bu arada “无常劫” (wú cháng jié), Budizm’deki bir kavramdır ve “sonsuz döngü” veya “sonsuz değişim” anlamına gelir. Bu terim, Budist öğretilerde varoluşun geçici ve sürekli değişen doğasını ifade eder. “无常” (wú cháng) “değişkenlik” veya “kalıcı olmama” anlamına gelirken, “劫” (jié) ise “evrensel döngü” veya “uzun bir zaman dilimi”ni ifade eder. Dolayısıyla, “无常劫” evrenin ve yaşamın sürekli bir değişim ve dönüşüm içinde olduğu sonsuz döngüyü simgeler. Bu kavram, Budistlerin hayatın geçiciliğini ve bağlanmadan yaşamanın önemini vurgulayan öğretilerinde merkezi bir rol oynar.

5 2 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

0
Would love your thoughts, please comment.x