İçeriğe geç
Home » Wu Chang Jie 32. Bölüm

Wu Chang Jie 32. Bölüm

“Zong Zi Xiao…seni…seni canavar…bırak beni!”

Kulağının yanında aşağılamayla dolu nefes nefese bir lanet vardı. Nefesinde tatlı bir orkide kokusuyla beraber bedeninde sonsuz bir uyarım akışı gerçekleşiyordu. Dağılmış bir yatağın göz alıcı sahnesi ve uzun siyah saçlar, sanki bir parşömene rastgele sıçramış bir mürekkep gibi görünüyordu. Porselen beyazı bir ten, kıpkırmızı dudaklar ve dolu dolu bakan bir çift göz: tablonun canlı gibi görünmesini sağlayan son dokunuş buydu.

Altındaki kişi, sevgilisiydi.

“Dage…”

Kendi sesini duydu. Titreyen, bastırılmış, vahşi, aç gözlü.

“Bana Dage diye seslenmeye hakkın yok!”

“Senin de Dage olmaya hakkın yok.”

Karşısındaki adamın yüzüne hem zihninde hem de bedeninde büyük bir memnuniyetle bakarak içine sertçe girdi.

“Canav…pislik…”

Adam direnmek için güçsüzdü ve bu durumda, düşmanca reddetmek yerine biraz öfke gösteriyordu. Ama bu onu daha çekici ve davetkar yapıyordu.

Onun o dar çenesini kavradı, “Neden bu kadar zayıfsın? Doğru düzgün beslenmiyor musun? Seni kendi ellerimle beslememi mi istiyorsun?”

“Defol git!

Eğildi, o şişmiş kırmızı dudakları yalayıp öptü. Etkileyici sesi çapkın bir kahkahaya karıştı, “Artık dayanamıyor musun? Seni yalnız bırakmamı mı istiyorsun?”

“….”

“Bana Xiao Jiu de.”

“Pislik, sen Xiao Jiu değilsin!”

“Sen de kalbimdeki ‘Dage’ değilsin, beni baştan çıkaran bu tene sahip olabileceğini kim söyledi?”

Dudaklarını hafif kızarmış o kulağa bastırdı ve devam etti, “Çığlık at. Aksi takdirde, bu gece gitmene izin vereceğimi aklından bile geçirme.”

Adam dudağını ısırdı. Sanki ne olursa olsun kendisine eziyet eden, aşağılayan bu adamın ve bu ismin birbirine bağlanmasına izin vermek istemiyormuş gibiydi.

“Çığlık at, çığlık at!”

Bu sabır dolu sessizlik, sadece daha vahşi bir istila ve yağma ile ödüllendirildi.

Uçsuz bucaksız bir acı denizinde, sen ve ben beraber batıyoruz.

Uyurken, Xie Bi An aniden artan boğucu bir sıcaklık hissetti. Sanki sıcaklık yayan bir şey bedenine bastırılıyordu. Yüzünü ekşiterek gözlerini açtı ve başını kaldırdı.

Göğsüne baskı yapan ağır bir kol ve omzunun kıvrımına dayanmış siyah bir kafa gördü. Kolunun yarısı uyuşmuştu ve nefes almakta zorlanıyordu. Fakat bu henüz en kötü şey değildi, kendine geldiği zaman bacağına sürtünen sert bir şeyin farkına vardı.

Uykulu gözlerini zar zor açan Xie Bi An, kafası karışmış bir şekilde baktı. Kendisine neyin sürtündüğünü anladığı zaman bedenindeki tüm sıcaklık beynine ve kulaklarına hücum etti. Sanki kızgın yağa atılmış gibiydi, panikleyerek Fan Wu She’yi itmeye çalıştı.

Hareket ettiğinde, Fan Wu She daha da fazla tepki verdi. Bilinçsizce kolunu beline sardı ve bacaklarını da ahtapot gibi bedenine doladı. Nefes alırken sanki birini azarlıyormuş gibi mırıldandı.

Xie Bi An kafa derisi uyuşmuş gibi hissediyordu, kulakları kıpkırmızı olmuştu. Fan Wu She’yi üzerinden atmak istiyordu ama omzundaki yara yüzünden endişeleniyordu. Tereddüt ederken, Fan Wu She’nin nefesi, yumuşak bir tüy fırçası ya da parmak uçlarıyla yapılmış bir okşama gibi, sıcak, kaşıntılı ve kuru bir şekilde boynuna çarptı. Daha önce hiç bu kadar utanıp telaşlanmamıştı ki, Xie Bi An daha fazla dayanamadı ve Fan Wu She’yi itti.

Bir acı patlaması Fan Wu She’nin zihnini günümüze sürükledi. Bronz bir aynadaki sabah sisini silmek gibi, sersemlemiş bir şekilde gözlerini açtı ve gözlerinin önündeki görüntü netleşti. Xie Bi An’ın olgun, kırmızı, utangaç yüzü gözbebeklerine yansıdı.

Rüyası ve gerçekliği iç içe geçmişken yüz yıldan fazla bir süredir inşa edilen duvarlar o anda çöktü, parçalandı ve toza dönüştü. Bir ses kulağına fısıldadı: onu, canavarı kapılardan salmaya, tüm vicdan azabını geride bırakmaya ve öfkeyle beslenmeye ikna etti.

Onu ye, her zaman yapmak istediğin şeyi yap. O senin, ona her şeyi yapabilirsin.

Xie Bi An, Fan Wu She’nin alev gibi olan gözleri karşısında irkildi. Anında kendine geldi ve öfkeyle, “Wu She, uyumaktan sersemledin mi?!” dedi.

Bu kükreme Fan Wu She’nin dağınık ruhunu tekrar yerine oturttu. Aşağı doğru baktı ve kalkan bölgesini görünce afallayıp kaldı.

Xie Bi An o kadar utanmıştı ki, kafasını yatağın altına gömmek istiyordu. Kıyafetlerine çeki düzen verdi ve ayağa kalkıp sakince düşündü: bu, Fan Wu She’nin ergenliğe girdiği dönemdi ve uykusunda kaçınılmaz olarak kontrol edemezdi. Acaba ona karşı çok mu sertti?

Fan Wu She yutkundu ama boğazı kurumuştu, bu yüzden yanmaya başladı. Sakince yanıt verdi, “Shixiong, sana bir şey mi yaptım?”

Xie Bi An patlamak üzereydi, bu çocuk ona bir çıkış yolu bile bırakmıyordu! Bu kadar açık sözlü olmak zorunda mıydı!?

“Shixiong,” dedi Fan Wu She ve Xie Bi An’a baktı, “Bir şey mi yaptım? Ya da bir şey mi söyledim?”

Böyle bir rüya gördükten sonra söylememesi gereken bir şey söyleyip söylemediğini bilmiyordu.

Xie Bi An yumruğunu sıktı ve utanç verici olan bu durumdan sıyrılmanın yolunu bulmaya çalıştı, “Hayır, önemli değil, sen… rüyanda bir şey söyledin ama ben duyamadım. Senin yaşında, böyle, bir şey olması, bu, bu çok normal.”

Xie Bi An’ın utangaç görünümü ve sakinleşmek için sabırsızlığı gerçekten görülmeye değerdi. Onu izlemekten asla bıkmazdı. Fan Wu She usulca dudaklarını yaladı, aklına ona sataşmak için bir fikir gelmişti. Hiçbir şeyi anlamıyormuş numarası yapmaya başladı, “Böyle olmam normal mi…? Bazen sabahları uyandığımda böyle oluyor. Shixiong sana da aynı şey oluyor mu?”

Xie Bi An sanki başından dumanlar çıkıyormuş gibi hissediyordu, kekeleyerek cevap verdi, “Belki, herkes, aynı.”

“Yani Shixiong da böyle rüyalar görüyor mu?”

“….”

Rüya konusundan bahsetmemek daha iyiydi ama Fan Wu She böyle sorunca, Yunding’de gördüğü ve çaresizce unutmaya çalıştığı o rüyayı yeniden hatırlamıştı. Son derece utanç duyuyordu.

“Shixiong,” dedi Fan Wu She ve ışıl ışıl parlayan gözleriyle yatağın kenarına gelip Xie Bi An’a baktı, “Rüyamda çıplaktım ve—”

Xie Bi An, Fan Wu She’nin ağzını kapattı, “Uygunsuz bir şey söyleme.”

Fan Wu She’nin gözleri daha da ışıldadı, ağzını kapatan eli yavaşça aşağı indirdi, “Sadece birisiyle konuşmak istemiştim. Kiminle konuşabileceğimi bilmiyorum.”

“Ben…” dedi Xie Bi An, şaşkınlıktan ne yapacağını şaşırmıştı ama Fan Wu She’ye baktığı zaman suçluluk duymaya başladı. Sonuçta Fan Wu She’nin babası ya da ağabeyi yoktu. Shixiong’u olarak ona rehberlik etmek kendi göreviydi, “Açıkça söyleyemem. Yarın sana bir şey getireceğim, okuyunca anlayacaksın.”

“Neyi?”

Xie Bi An sesini alçalttı, “Sadece resimli bir kitap. Shizun’a söyleme.”

Fan Wu She’nin gözleri kurnazlıkla parladı, “Tamam.”

“Omzun nasıl?” dedi Xie Bi An, aniden geceyi burada geçirmesinin asıl amacını hatırladı.

“Şey, biraz ağrıyor.” diye yanıtladı Fan Wu She ve omzuna dokundu.

Xie Bi An onun kıyafetlerini kaldırıp yarasına baktı, “Neyse ki, yaraların yeniden açılmamış. İyice dinlen ve sakın kaşıma.”

“Benimle uyumayacak mısın?”

“Senin odan çok sıcak.” dedi Xie Bi An aceleyle, “Ben geri dönüyorum.”

Xie Bi An’ın kapıyı tutup gitmesini izlerken Fan Wu She’nin dudaklarının köşeleri bir gülümsemeyle kıvrıldı. Yatağa geri yattı ve gözlerini kapatır kapatmaz önünde gördüğü tek şey rüyasının enfes renkleriydi. Adamın kızarmış yüzü, bastırılmış sesi, alev alev olan bedeni, hepsi. Hepsi onu deli ediyordu.

O kişi de dahil olmak üzere, önceki yaşamında kendisine ait olan her şeyi kesinlikle geri alacaktı.,

Ertesi gün, masada artık şifalı yiyecekler yoktu.

Zhong Kui çok sevinmişti, “Sonunda o garip şeylerden kurtulduk. Neredeyse vejetaryen olmaya bile razı olacaktım.”

Bo Zhu da sevinçten ağlayacakmış gibi görünüyordu, “Yemekler eskisi gibi çok lezzetli, o yemekleri özlemekten ölecektim. Gerçi ben zaten ölüyüm…”

Xie Bi An usulca öksürdü, “Wu She’nin yarası neredeyse iyileşti, bu yüzden artık şifalı yiyeceklere gerek yok.”

Fan Wu She başıyla onayladı, “Mn, çok fazla qi enerjisi ve kan iyi değil. Her şeyin fazlası zarardır.”

Xie Bi An, Fan Wu She’ye yan yan bir bakış attı ve bunun kasıtlı olarak yapılmış bir açıklama olup olmadığını merak ediyordu. Önceki gece döndükten sonra hiç uyuyamamıştı. Uzun bir süre kendi kendine düşünmüş, çok büyük bir yaygara kopardığını hissetmişti. Bir erkek genç ve güçlü dönemindeyken, zaman zaman bunun gibi kazalar olurdu. Sonuçta Fan Wu She, uyuyakaldığında ve rüya gördüğünde bunu bilerek yapmamıştı. Eğer bunu büyütürse geri kafalı bir Shixiong gibi davranmış olacaktı.

Öğleden sonra, Xie Bi An kılıcıyla alıştırma yaptı ve ardından o değerli olan resimli kitaplarını aldı. Sessiz ve nazik bir şekilde hepsini Fan Wu She’ye verdi. Ölümlü diyarda seyahat ederken her türlü şeyi merak edip satın alırdı. Bahar temizliği sırasında Bo Zhu’nun bunları bulmasından korktuğu için saklamıştı.

Fan Wu She kapakları karıştırdı ve kasten safmış gibi davranarak kitaplardan birini çıkardı, “Shixiong, bu kitap, ‘Çiçek Tadımının Hazinesi’, çiçeklerin tadını çıkarmak hakkında mı?”

Xie Bi An şok oldu ve anında kitabı elinden kaptı, “Bunu okuyamazsın.”

“Neden?”

Xie Bi An pişmanlık içindeydi, kendisine vurmak istiyordu. Beş kitabı birden almanın daha ucuz olduğunu söyleyen ve bu kitabı şiddetle tavsiye eden kitap dükkanı sahibinin hatasıydı. İtibarını kaybetmek istemediği için hepsini alelacele satın almıştı. Fakat eve geldikten sonra bu kitabın “kesik kollular” hakkında olduğunu anlamıştı. Bu yüzden onu mühürlemişti ama bugün diğer kitaplarla birlikte getirdiğini fark ettiğinde artık çok geçti. (Kesik kollu-eşcinsel)

“Neden okuyamam ki? Shixiong, okumak istiyorum.”

Bunu söylerken elinden kitabı geri almak üzereydi ki, Xie Bi An kitabı arkasına sakladı, “Bu kitap iyi değil. Ben de okumadım, sadece biraz sayfalarını karıştırdım. Çok kötü, bunu okuyamazsın. Diğerlerini okusan yeter.”

“Bence o kitabın adı çok zarif, güzel bir kitap olmalı, ben istiyorum…”

“Hayır, istemiyorsun.” dedi Xie Bi An ve “Çiçek Tadımı Hazinesi”ni cüppesinin içine sıkıştırdı. Bir hırsız gibi etrafına dikkatlice baktı ve fısıldadı, “Unutma, Shizun ya da Bo Zhu bunları bilmeyecek.”

“Mn.” dedi Fan Wu She başını sallayarak, “Eğer anlamadığım bir şey olursa Shixiong’a sorabilir miyim?”

“Okuduğun zaman doğal olarak anlayacaksın!” dedi Xie Bi An ve uflayıp puflayarak oradan uzaklaştı.

Fan Wu She durmaksızın gülüyordu. Öyle görünüyordu ki bu adamın daha önce hiç görmemiş olduğu ifadeleri vardı. Önceki hayatında çok şey kaçırmıştı ve bu hayatında bunu telafi etmesi gerekecekti.


5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

0
Would love your thoughts, please comment.x