Kış mevsimi başladıktan sonra yılın ilk karı ölümlü diyara düştüğü sırada, Chunyang Sekti’nden bir yanıt aldılar. Yeni yıldan sonra Xu Zhi Nan’ın inzivadan çıkma meselesini tartışmak için Zhong Kui’yi Jingzhou’ya davet ediyorlardı. Görünüşe göre çabaları sonuç vermişti.
Kinci ruhun gerçek kimliği meselesinde Wuliang Sekti çok ilgisiz davranmıştı ve Shu Dağı’ndan ayrıldıklarından beri hiç haber alamamışlardı. Lan Chui Han bile bir kere mektup göndererek bir gelişme olup olmadığını sormuştu, fakat yanıt verme zahmetine bile girmemişlerdi. Bu şekilde bir tavır alan Wuliang Sekti’nden nasıl şüphelenmesinlerdi ki? Zhong Kui’nin yaşam süresinin kısalmasına sebebiyet verdiklerini öğrendiklerinde, bu meseleyi araştırmak için daha kararlı hale gelmişlerdi.
İyileşme sürecindeyken Fan Wu She, Cennet Efendisi Sarayı’nda boğuluyormuş gibi hissediyordu. Bu yüzden iyileşir iyileşmez çıkıp yeraltı diyarını dolaşma fikriyle geldi.
Xie Bi An, Fan Wu She’nin Cennet Efendisi Sarayı’ndan çıkmadığını hatırladı. Resmi olarak görevine atanmamış olsa bile en azından yeraltı diyarındaki her yere bir aşinalığının oluşması gerekirdi.
İkili Cennet Ustası Sarayı’ndan ayrılarak kılıçlarıyla Luofeng Dağı’nın derinliklerine uçtular. Cennet Efendisi Sarayı, Luofeng Dağı’nın eteklerine inşa edilmişti. Yargıçların ve yeraltı generallerinin çoğu saraylarını dağın etrafına inşa etmişti. Sisle çevrili olduğu için görüş mesafesi çok düşüktü, bu da genellikle çok tenhaymış hissi verirdi. Aslında yeraltı diyarında milyonlarca hayalet vardı ama her biri kendi bölgesinde kalırdı.
Sisle çevrelenmiş dağlara bakarken, sisin arasında saraylar ve işaret kuleleri, yolları kaplayan hayalet ateşleri, kurt dumanları*, göktaşı kıvılcımları görülebiliyordu. Bu da tüm Luofeng Dağı’nı içinden lav akan bir yanardağ gibi gösteriyordu. Gökyüzünden aşağı doğru akan bir nehir, Jiuyou’daki uçsuz bucaksız karanlığın içine dökülüyordu.
ÇN: Kurt dumanları, sınırlarda alarm vermek için yakılan şeyler
Ölümlü diyardaki Luofeng Dağı, dünyadaki diğer dağlarla hemen hemen aynıydı ve bu ruhani, ürkütücü güzellik hayalet diyarına aitti ve yalnızca o taraftan bakılınca görülebilirdi.
Xie Bi An kılıcının üzerinde dimdik duruyordu. Dağdan esen rüzgarın etkisiyle bembeyaz olan kıyafetleri havada süzülürken bağırdı, “Çok güzel, değil mi?”
“Mn.”
“Buradan yeraltı diyarına kuş bakışı bakabilirsin.” dedi Xie Bi An ve ayaklarını işaret etti, “Astlarımız insan ruhlarını Yin Yang Anıtı’ndan geçirirler, Huangquan Yolu’ndan ve ardından Hayalet Söğüt’ten geçerler. İlk ulaştıkları yer Günahların Aynası’dır. Günahların Aynası, bir kişinin iyi ve kötü erdemlerini ortaya çıkarabilir. Eğer ölen kişi iyiyse ya da yaptığı iyiliklerle kötülükler dengeleniyorsa doğrudan reenkarnasyona gönderilir; eğer ölen kişi kötüyse ya da iyiyle kötüyü ayırt etmekte zorlanan biriyse, yargılanmak üzere Yanluo Sarayı’ndaki on ayrı salondan birine gönderilir.”
Dağın ortasında, her biri bir bayrak taşıyan on görkemli saray vardı.
“Yanluo Sarayı’nın altında cehennemin giriş kapısı var. Gidip görmek istersen…” dedi Xie Bi An ve Fan Wu She’ye doğru döndü. Ama Yanluo Sarayı’nın içinde canavarlar varmış gibi, tuhaf bir ifadeyle baktığını gördü, “…Wu She?”
“Gitmek istemiyorum.” dedi Fan Wu She.
“Şey, orası insanları rahatsız ediyor. Gitmemek bence de daha iyi.” dedi Xie Bi An, ileri doğru uçtu ve dağın etrafında küçük bir yarım daire çizdi, “Bu nehrin adı Wang Chuan. Nehrin üzerindeki köprüyü görüyor musun? Bu Naihe Köprüsü. Reenkarne olacak insanlar bu köprüyü geçip ardından da geçmişlerini unutmak için Meng Po Çorbası’nı içmelidir.”
“Meng Po Çorbası.” dedi Fan Wu She yumuşak bir sesle, “Sen de içtin.”
“Elbette.” dedi Xie Bi An, “Herkes içmek zorunda. Sen de içmelisin, yoksa reenkarne olamazsın.”
Daha sonra Wang Chuan Nehri’ni işaret etti, “Bu su gökyüzünden gelir ama aşağı indiğinde siyah olur. Aslına bakarsan rengi siyah da değildir, kırmızıdır. İçinde boğulan sayısız hayalet var. Anılarını kaybetmek istemiyorlar ve Meng Po Çorbası’nı içmiyorlar. Reenkarne olmak için köprüyü kendi başlarına geçmeye çalışıyorlar, fakat Wang Chuan Nehri’ndeyken bilinçlerini yitirip vahşi hayaletlere dönüşüyorlar.”
Fan Wu She yumruklarını sıktı ve kısık sesle mırıldandı, “Ben içmedim.”
“Ne?” dedi Xie Bi An tam olarak ne dediğini duyamamıştı.
İkimizin de içmeyeceği ve döndükten sonra tekrar buluşacağımız konusunda birbirimize söz vermiştik. Sen sözünden cayıp içtin ve beni unuttun.
“Neden içeyim ki?” dedi Fan Wu She yüksek bir sesle, “Bu yaşamındaki insanlardan kalan, zihninde tutmaya değer bir hatıran yok mu?”
Xie Bi An kısa bir an düşünüp yanıt verdi, “Kesinlikle canlı tutmaya değer anılar var. Ama insan geçmişinden kopamazsa, nasıl yeni bir hayata başlayabilir ki?”
“Neden yeniden başlamamız gereksin ki? İnsan çoğu kez yaptığı hataları ömrü boyunca anlamıyor. Yeniden başlarsa, aynı hataları tekrarlar.”
“Haklısın. Ama reenkarnasyonun herkes için bir ders olduğunu düşünüyorum. İyiyi kötüyü, sağlığı, zenginliği, sadakati, yoksulluğu, zayıflığı, hastalığı yeni yaşamlarımızda da sınamaya devam etmeli ve çaba göstermeliyiz. Ancak bu şekilde kişi kalbindeki nihai erdemlere ulaşır, reenkarnasyonun ötesine geçer ve açı çekmekten kaçınabilir. Aslında Meng Po Çorbası insana yeniden başlama ve kalbin değiştirme şansı veriyor. Yoksa insanlar takıntılarına bağımlı kalıp, hatalarını tekrarlamaya devam ederler.”
Fan Wu She sessiz kaldı.
Xie Bi An usulca gülümsedi, “Ayrıca, yüz yıllık bir yaşamdan sonra, günün sonunda insan artık hayatını umursamıyor bile. Ve kopamayacağı çok az şey oluyor.”
“Çok az.” dedi Fan Wu She ve uzaklara doğru baktı, “Tek bir şey bile olsa, tüm zorluklara göğüs germeye değer.”
Xie Bi An kıkırdadı, “Daha çok gençsin. Niye böyle şeyler için endişeleniyorsun ki?”
Fan Wu She yüzünü başka yöne çevirdi, bir süre düşündükten sonra söze girdi, “Shixiong, beni Doğu İmparatorluk Çanı’nı görmeye götürür müsün?”
“Tabii. İnsanlar arasında Doğu İmparatorluk Çanı ile ilgili pek çok efsane dolaşıyor, sen de mi duydun?”
“Evet.”
“Kunlun’a da hiç gitmedin, değil mi? Dört kadim silahtan hiçbirini görmedin mi?”
“…..”
“Haha, Shixiong bugün sana etrafı gezdirecek.”
İkisi dağ silsilelerinin arasında uçarken, önlerinde iki tepenin arasında bulunan düz bir vadi belirdi. Gökyüzünden kuş bakışı bakıldığı zaman yere çizilmiş olan devasa bir rün görünüyordu. Rünün tam ortasında ise büyük, altından yapılmış bir antik çan duruyordu.
Yere indikleri zaman, çanın bir ağaçtan bile daha büyük olduğunu gördüler. Çanın gövdesi kirlenmişti fakat yüzeyine kazınmış olan büyülü yazıtlar hala açıktı.
Xie Bi An kendini tutamadı, gururla, “Bu Shizun’un büyülü silahı. Gerçekten de göz korkutucu.” dedi.
Fan Wu She sessizce Doğu İmparatorluk Çanı’na baktı, kalbi kıpır kıpır olmuştu. Zamanında Shen Nong Kazanı’nda saflaştırılmış olan bir kılıcı, iki tane de kadim silahı vardı. Ama Doğu İmparatorluk Çanı’nı gördüğü an, söylenen tüm efsanelerin aslında doğru olduğunu anlamıştı. Sadece yakınında olmak bile insanda eğilip tapınma hissi uyandırıyordu, çok şiddetli bir ruhani güç yayıyordu.
Xie Bi An rünün olduğu yere doğru yürüdü, “Wu She, bakmak için daha yakına gelebilirsin. Ayrıca dokunabilirsin de, sorun yok.”
Fan Wu She oraya doğru yürüdü. Elini uzattı ve çanın gövdesini okşadı, hem sıcak hem soğuk hem de ağır bir his veriyordu. Bunun milyonlarca yıl öncesinden gelen ilahi bir nesne olduğunu düşünmek bile insanın içinde derin bir saygı duymasına neden oluyordu.
“Bu Doğu İmparatorluk Çanı’na bir insan dokunabilir ama bir hayalet dokunamaz.” dedi Xie Bi An ve parmağını hafifçe kıvırarak içindeki zile vurdu, “Biz bundan bir ses çıkaramayız ve bir milim bile yerinden oynatamayız. Bunu ancak Shizun yapabiliyor.”
“Böyle bir ilahi nesne ile tüm dünya birleştirilebilirdi. Ama beklenmedik bir şekilde Shizun, Fengdu Bariyeri’ni onarmayı tercih etmiş.”
“Bu yüzden tüm dünya ona hayranlık duyuyor.” dedi Xie Bi An, onun da gözlerinde büyük bir hayranlık ifadesi vardı, “Shizun bazen bir insan olarak güvenilmez olsa da, saf bir kalbi var. Kimse onunla kıyaslanamaz.”
Fan Wu She’nin duyguları biraz karışıktı. Onu küçümsüyordu fakat Zhong Kui’nin açık fikirliliğine hayranlık duymak zorunda kalmıştı. O kadar özverili ve cömert bir davranıştı ki, bunu kendisi asla yapamazdı.
İnsanların hayranlığını istemiyordu; insanlara boyun eğdirmek istiyordu. Kendisinden alınan her şeyin birer birer itaatkar bir şekilde geri dönmesini, istediği o adamın gözlerinin ondan başkasını görmemesini istiyordu.
Xie Bi An kulağını Doğu İmparatoru’nun Çanı’na dayadı ve fısıldadı, “Wu She, dinle, sanki bir ses duyabiliyormuşsun gibi.”
Fan Wu She onun dediğini yaptı ve gözlerini kapattı.
Cennetin en yüksek seviyesindeki bulutlar açıldı, kutsal bir ışık parladı ve gökten çanın uzak ve muhteşem bir sesi duyuldu, dong- bir ejderha ıslığı, bir gök gürültüsü gibiydi. Sesi sonsuzdu, milyonlarca yıl geçmiş, ölümlülerin, ölümsüzlerin ve tanrıların üç diyarını delmişti. Tüm nehirler, göller ve denizlerde yankılanmıştı. Tüm canlıların kalp atışlarını gövdesine çekmişti. Güneşin ve ayın özünün, canın ve ruhun yansımasıydı.
Sağır edici bir zil sesi tüm canlılara seslendi, üç diyar bu çağrıya yanıt verdi.
Fan Wu She güçlükle nefes alırken geriye doğru birkaç adım attı. Alnı ter boncuklarıyla kaplanmıştı.
Xie Bi An yatıştırıcı bir şekilde elini onun omzuna bastırdı, “Sana söylemeyi unuttum. Doğu İmparatorluk Çanı’nın ilahi enerjisi çok güçlü. Ona uzun süre dokunursan aklın karışır. Hadi geri dönelim.”
Rünün dışına çıktıktan sonra Fan Wu She, Doğu İmparatorluk Çanı’na tekrar baktı, “Shixiong, yüz yıl önce Doğu İmparatorluk Çanı olsaydı sence ne olurdu?”
“Zong Zi Xiao bu kadar büyük bir fırtına yaratamazdı.” dedi Xie Bi An kararlılıkla.
“Mantıklı.”
Yani bu nesne ileride ona engel olabilirdi. Kimsenin yoluna çıkmasına izin veremezdi.
İkili biraz daha Luofeng Dağı’nın çevresini dolaştıktan sonra Cennet Efendisi Sarayı’na geri döndü.
İner inmez Xie Bi An’ın bakışları Fan Wu She’nin kollarına kaydı, bir şey fark etmiş gibiydi, “Kıyafetinin kolları mı kısaldı?”
Fan Wu She kıyafetinin kollarını çekiştirdi, “Öyle görünüyor.”
“Boyun mu uzadı?” dedi Xie Bi An ve onun bileğini tutup kendi koluyla kıyasladı, “Gerçekten de hızla boy atıyorsun. Daha yarım yıl oldu ama kıyafetlerin kısaldı.”
“Gelecek yıl senden çok daha uzun olacağım.”
“Gerçekten mi? Nereden biliyorsun?”
“Bekle ve gör.”
Xie Bi An bir süre düşündükten sonra yanıt verdi, “Kıyafet diktirirken terzinin senin boy atacağını düşünüp içine doğru fazladan kumaş bırakması çok iyi oldu. Yoksa tüm kıyafetler boşa gidecekti.”
Ardından aşağı doğru baktı, “Pantolonun da mı kısaldı?”
“Birazcık.”
Xie Bi An tekrar Fan Wu She’nin arkasına doğru gitti ve aniden iki kolunu onun beline doladı, elleriyle ölçüp bir şeyler mırıldandı. Fan Wu She’nin bedeni gerilmişti. Tüm duyuları zaten keskindi, üstüne sıcaklıkla karışık boğucu bir koku da eklenmişti. Xie Bi An’ın göğsünün istemeden sırtına değdiğini bile hissedebiliyordu. O anda nefes almayı bıraktı.
“Bir, iki…”
Xie Bi An bir süre karşılaştırma yaptıktan sonra söze girdi, “Bellerimiz aşağı yukarı aynı. Geri dönünce benim kıyafetlerimi giy. Kendi kıyafetlerinin hepsini bana ver, onları senin için düzelteceğim.”
Fan Wu She derin bir nefes aldı, “Kıyafetleri nasıl düzelteceğini biliyor musun?”
“Bunda zor olan ne var ki? Bu kadar küçük bir iş için terziye gitmek boşa gümüş israfı olur.” dedi Xie Bi An ve Fan Wu She’nin sırtını sıvazladı, “Güzel, bedenin artık çok güçlü. Görünüşe göre seni iyi beslemişim.”
Fan Wu She, Xie Bi An’a bir bakış attı, ifadesi değişmedi ama kalbi şimdiden bir miktar tatlılıkla dolmuştu…
 ̄
Yeraltı diyarında iki önemli festival vardı, biri Hayalet Festivali diğeri ise Bahar Festivali’ydi. Bu dönemde ölümlü diyardakiler pek çok adak ve sunu hazırlardı. Yeraltı diyarındakiler de kendi yakınlarının iyi dileklerini alabilirler ve onları ziyaret etmeye gidebilirlerdi.
Xie Bi An yeni yıl için çok meşguldü. O ve Fan Wu She fenerler, havai fişekler, üzerinde iyi dilekler yazılmış olan kırmızı uzun afişler almak üzere Fengdu Şehri’ne gitti. Cennet Sarayı’nı süslemek için hepsini geri getirdiler, hatta taze et yemek için iki tane de kaz getirmişlerdi. Qiankun keselerinde canlı hayvan taşınamıyordu, ikisi kazları getirmek için epey zahmete girmek zorunda kalmıştı.
Fan Wu She, pantolonunun bacağındaki boka baktı ve bir Yüce İblis olarak saygınlığının gelmiş olduğu konumu görünce, sabrının taştığını hissetti. Fakat ona “saygısızlık” yapan kişi bunun farkında bile değildi. Yine de alnındaki teri silerken çok güzel gülümsüyordu, Fan Wu She ona kızamıyordu bile.
“Vay vay!” dedi Bo Zhu ve etraflarında gevezelik etmeye başladı, “Beyaz Usta, yeraltı diyarına canlıları getirmek yasak değil miydi? Lord Cui Cennet Efendisi’nin Siyah Usta’yı getirmesini hala atlatamadı.”
Xie Bi An onu susturdu, “Bunlar sadece iki tane kaz, sorun olmayacaktır. Birini ayın otuzunda diğerini de ayın ikisinde keseceğiz. Eğer Lord Cui tadını beğenirse beni azarlamaz.”
“Öyleyse neden daha fazla tavuk ve ördek getirmediniz ki? Ben en çok tavuklu yahninizi beğeniyorum.”
“Tavuklar ve ördekler çok gürültü yapıyor. Bir kaz etrafta onu korkutacak hiçbir şey olmadığı sürece ötmez.” dedi Xie Bi An ve büyük beyaz kaza dokundu, “Bak bu beyaz olanı etine dolgun. Çok lezzetli olacak kesin.”
“O zaman bu kaz, onu nasıl yiyeceğiz?” diye sordu Bo Zhu, ağzından salyalar akıyordu.
“Bunu bir düşüneceğim.” dedi Xie Bi An, “Göndermen gereken tüm davetiyeleri gönderdin mi?”
“Hepsini gönderdim.”
“Devriyeler de beraber geliyor mu?”
“Evet.” dedi Bo Zhu başını sallayarak, “Sadece, içlerinden biri sürekli uyukluyor. Akşam yemeğinde tuhaf bir durum olacak.”
“Bunda bu kadar garip olan ne? Birlikte olduğumuz sürece, sorun değil.”
Fan Wu She de meraklanmıştı, “Ne demek istiyorsun?”
“Ah, sana daha önce söylediğimi sanmıyorum. İki devriye…” dedi Xie Bi An ve güldü, “Geldiklerinde sana açıklayacağım.”
 ̄
Yeni yıl gününde, Cennet Efendisi Sarayı’na davet edilen Cui Jue, Gündüz Devriyesi ve Gece Devriyesi planlandığı gibi kapıya gelmişlerdi. Fan Wu She, Xie Bi An ve Bo Zhu’nun o gün ne hakkında konuştuğunu o anda anlamıştı.
Lord Cui ile gelen kişi bu kez Gündüz Devriyesi’ydi. Gece Devriyesi ile aynı mavi kıyafeti giyiyordu, olağanüstü derecede yakışıklıydı. Fakat buz gibi soğuk görünüyordu. Gece Devriyesi ise onun yanında ayakta uyuyormuş gibi sallanıyordu, çok tuhaf bir görüntüydü.
Xie Bi An misafirleri karşıladı. Gündüz Devriyesi oturduktan sonra Xie Bi An, Gece Devriyesi’ni bir sandalyeye oturttu. Dik dursun diye sırtına bir yastık koydu, başını ve kollarını düzeltti. Hareketleri oldukça nazikti.
Fan Wu She şaşırmıştı, “Bu…”
Xie Bi An onu bir kenara çekti ve açıklama yaptı, “Gündüz ve Gece Devriyeleri aslında bir çift. Yaşarken korkunç bir hata yaptıklarını duydum, fakat İmparator derin aşklarından etkilenmiş. Bu yüzden onları ölümlüler diyarında gece gündüz devriye gezdirerek cezalandırmış. Gündüz sadece Gündüz Devriyesi uyanıktır, gün batımından sonra derin bir uykuya dalar. Gece Devriyesi ise tam tersidir. Sadece geceleri aktiftir ve şafak söktüğünde derin bir uykuya dalar. İkisi birlikte kalsalar bile, günde sadece iki kez aceleyle birbirlerine bakabiliyorlar. Tek kelime edecek zamanları bile olmayabiliyor.”
Fan Wu She onlara şaşkınlıkla baktı.
“Bunun İmparator’un merhameti mi yoksa zalimliği mi olduğunu sık sık merak ediyorum.” dedi Xie Bi An ve iç çekti, “Gözlerinin buluştuğu an, aralarında kalan tek şey. Geri kalan zamanlarını uyuyan sevgililerini koruyarak geçiriyorlar.”
“Ama buna rağmen, birbirlerinden vazgeçmemişler.”
“Reenkarne olmayı seçerlerse, birbirlerini bir daha asla görmeyecekler, bu yüzden birbirlerine bu şekilde tutunmayı tercih ediyorlar.” dedi Xie Bi An ve hafifçe kaşlarını çattı, “Ne kadar derin bir aşk.”
Fan Wu She kalbinin sızladığını hissetti. Diğer kişiyi ne pahasına olursa olsun yanında tutmanın nasıl bir takıntı olduğunu biliyordu.
Xie Bi An görkemli bir yeni yıl yemeği hazırlamıştı. Renkleri ve tatları o kadar lezzetliydi ki, konuklar neredeyse parmaklarını yiyeceklerdi.
Cui Jue, Xie Bi An’ı överken Zhong Kui onu daha fazla şarap içmeye ikna etmeye çalışıyordu, ancak Cui Jue sağlam bir içici değildi. Biraz içse bile insanlara hemen vaaz vermeye çalışıyordu, daha çok içtiğinde ise şiir okuyordu.
Bo Zhu da bu seferlik gönlünce davranıyordu, yemek yerken havai fişek çubuklarıyla oynuyordu.
Gece olduğunda, Gündüz Devriyesi ve Gece Devriyesi durum değiştirdi. Gece Devriyesi ara sıra Gündüz Devriyesi’ne biraz şarap içiriyordu ve bazen de kadınsı bir dokunuşla kulağına bir şeyler fısıldıyordu.
Xie Bi An ve Fan Wu She de şarap içerken havadan sudan sohbet ediyordu. Fan Wu She geçici olarak geçmişi unutmaya ve Xie Bi An’ın Shidi’si olmaya odaklanmıştı.
Cennet Efendisi Sarayı bu kadar canlı olmayalı uzun zaman olmuştu, herkesin yüzü kızarmıştı ve neşeyle sohbet ediyorlardı.
O sırada ansızın bir kazın öttüğünü duydular.
Cui Jue şaşkınlıkla sağına ve soluna baktı, “Neden bir şey ötüyormuş gibi bir ses duyuyorum?”
Xie Bi An aniden ayılmıştı. Bo Zhu da şaşırmış görünüyordu, “Neler oluyor? Hani kazlar ötmüyordu?”
“Bir şey onu korkutmuş olmalı. Dışarı çıkıp bir göz atacağım,” dedi Xie Bi An ve koşmaya başladı. Fakat daha Jiuyun Salonu’nun eşiğinden bile geçmemişti ki bir figür içeri girdi.
“Kırmızı, Kızıl Kral?”
Jiang Qu Lian elinde iki küçük kırmızı şarap kavanozu taşıyordu, hafifçe gülümsedi, “Nasıl oluyor da Cennet Efendisi Sarayı’nda kazlar oluyor?”
Xie Bi An ona bakıp kaşlarını çattı ve elini salladı.
Jiang Qu Lian kaşlarını yukarı kaldırdı, “Geçici Ölümsüz’ün uslu bir çocuk olduğunu düşünüyordum, demek ki Shizun’undan bir şeyler kapmış.”
Xie Bi An epey utanmıştı. Fan Wu She onun yanında duruyordu, “Burada ne işin var?”
“Yeni yılı kutlamak için geldim.”
“Kimse seni davet etmedi.”
“Biliyorum.” dedi Jiang Qu Lian kocaman bir gülümsemeyle, “Derim kalındır, davetsiz olsam da gelirim.”
“……”
Jiang Qu Lian sanki orada kimse yokmuş gibi araya girdi, “Cennet Efendisi, Lord Cui yeni yılınızı kutlamaya geldim. Aiyaa, devriyeler de buradaymış.”
Zhong Kui ona vahşi bir ifadeyle baktı, “Burada ne arıyorsun?”
“Bir meslektaş olarak beni davet etmedin, bu çok üzücü.” dedi Jiang Qu Lian ve elindeki şarabı salladı, “Ben senden çok daha cömertim. Bu iki yüz yıllık bir şarap kavanozu, Cennet Ustası denemek istiyor mu?”
Zhong Kui’nin gözleri parladı, “İyi, güzel, kapımız herkese açıktır, otur.”
Jiang Qu Lian gülümseyerek oturdu.
“Seni uyarıyorum, büyülü silahımı aklından bile geçirme.”
“Gerçekten de aklım büyülü silahındaydı. Ama onu koruduğun sürece endişelenmen gereken bir şey yok demektir, değil mi?”
Zhong Kui, Jiang Qu Lian’a dik dik baktı, “Boş yapma. Gel de benimle beraber iç. Cui Zi Yu bana ayak uyduramaz.”
Xie Bi An, Zhong Kui ve Jiang Qu Lian’ın birlikte içip karşılıklı tartışmalarını şaşkınlıkla izliyordu. Ama hiçbir şey coşkuyla içip eğlenmelerine engel olamazdı.
Fan Wu She, Xie Bi An’ı kenara çekti, “Onları görmezden gel, sen yemeğini ye.”
Xie Bi An fısıldadı, “Daha fazla içmeyelim. Gözümüzü Kızıl Kral’ın üstünde tutmalıyız.”
“Merak etme, ben buradayım.” dedi Fan Wu She ve Xie Bi An’a baktı, gözleri kendisinin bile fark etmediği derin duygularla doluydu, “Shixiong, bu bizim birlikte ilk yeni yılımız, gelecekte…gelecekte de yeni yılı birlikte geçirelim.”
Xie Bi An gülümsedi, “Elbette. Gelecekte de yeni yılları birlikte geçireceğiz.”
Fan Wu She kadehini kaldırdı, “Anlaştık.”
“Anlaştık!”