Xu Zhi Nan’ın bedeni hala biraz zayıftı, bu nedenle yarım saatlik kısa bir sohbetin ardından herkes dağılmıştı. Li Bu Yu’yu sorgulama meselesine gelince, yüksek bir pozisyonda olduğundan ötürü ortak bir karara varamamışlardı.
Konukevine döndüklerinde üçünün de aklını kurcalayan pek çok soru vardı, bu nedenle hepsi dalgın görünüyordu. Bu kadar çok şey öğrendikten sonra bir anda sindirmek epey güçtü.
Zhong Kui sıkıntıyla kafasını kaşıdı, “İşler giderek daha da kafa karıştırıcı bir hal alıyor. Zong Ming He altın özü mü yedi? Zong Zi Xiao’nun annesi Wuyun Sekti ile gizli bir iş birliği içinde değil miydi?”
Fan Wu She oturduğu sandalyenin kol kısmını sert bir şekilde kavramıştı, armut ağacından yapılmış ahşap çatlarken bir “Çat!” sesi duyuldu.
Xie Bi An düşünceli bir şekilde şöyle dedi, “Ayrıca Zong Zi Heng tarafından tuzağa düşürüldüğüne dair bir teori var. Her neyse, iki kardeş o zamanlar birbirinden ayrılmıştı. Wuyun Sekti’nin altın özü çalmak için Aslan İttifakı ile gizli bir iş birliği yaptığı da su götürmez bir gerçek. Ama beklenmedik bir şekilde bunun arkasında Zong Ming He varmış.”
Fan Wu She alçak bir sesle konuşmaya başladı, “Yalnızca Zong Ming He’nin altın özü yediğini gündeme getiriyorsunuz. Onun da altın özünün çalınmış olduğunu unuttunuz mu?”
“Ah evet, Zong Ming He’nin altın özünü kim çıkardı…”
Şüphelinin kim olduğu zaten belliydi.
“Zong Zi Heng taht için her şeyi yapabilecek biriydi. Kardeşlik, anne babaya sevgi, bunlardan hangisini gözetmişti ki? Kendi babasının altın özünü yemiş olması şaşırtıcı olmazdı.” dedi Fan Wu She ve konuşurken bakışları yavaşça Xie Bi An’a doğru kaydı. Bakışları öylesine karanlıktı ki, sanki ona bakan her şeyi içine çekebilirdi.
Fakat Xie Bi An fark etmedi.
Zhong Kui başını salladı, “Zong Zi Heng’in Zong Ming He’nin altın özünü yediğini zannetmiyorum.”
“Neden?”
“Aralarında kan bağı var ve Zong Ming He’nin efsun yetenekleri çok güçlü. Eğer Zong Zi Heng böylesine harika bir altın özünü yemiş olsaydı, korkarım ki Wuji Sarayı’nda Zong Zi Xiao’ya karşı mağlup olmazdı.”
“Ama Zong Zi Xiao’nun Yin askerleri vardı.” dedi Xie Bi An, “Çok fazla çaba sarf etmesine bile gerek yoktu. Yan Yun’un On Sekiz Atlısı bir şehri yerle bir edebilir.”
“Wuji Sarayı’ndaki dövüşte Zong Zi Xiao bir tane bile Yin askeri çağırmadı.” dedi Fan Wu She soğuk bir şekilde.
“Cidden mi? Ama efsaneler…”
“Wuji Sarayı’ndaki dövüşte yalnızca Zongxuan Kılıç Tekniği’ni kullandılar.” dedi Zhong Kui, “O hikaye anlatıcılarının uyduruk masallarına kulak asmayı bırakmalısın. Öyle görünüyordu ki, iki kardeş de eşit seviyede yetenekliydi. Ancak Zong Zi Xiao Zongxuan Kılıç Tekniği’nde Cennetin Sekizinci Seviyesi’ne ulaşmıştı, çünkü kendi babasının altın özünü yemişti.”
Fan Wu She öfkesini bastırmak için başını çevirdi.
Xie Bi An aniden, “Yani eğer Zong Zi Heng, Zong Ming He’nin altın özünü yemiş olsaydı o da Cennetin Sekizinci Seviyesi’ne yükselebilirdi ve kaybetmeyebilirdi,” dedi.
“Öyleyse Zong Ming He’nin altın özü…” dedi Zhong Kui ve gözlerini kıstı, “Olabilir mi…”
Xie Bi An da şaşırmıştı, kısık bir sesle mırıldandı, “Shizun, onu yiyen kişinin Li Bu Yu olduğunu düşünmüyorsun, değil mi?”
Fan Wu She araya girdi, “Zong Ming He, Ruh Bağlama Rünü ile mühürlenmişti. Dolayısıyla baş şüpheli o. Üstelik Zong Ming He’nin altın özü çalınmıştı, bu durumda ondan şüphelenmek gayet mantıklı.”
Zhong Kui elini çenesine koydu ve bir süre düşündü, “Pek öyleymiş gibi de görünmüyor. Li Bu Yu’nun efsun yeteneklerinde büyük bir gelişme olmadı.”
“Efsun yeteneği yeterince gelişmemiş olabilir mi? Ayrıca Zong Ming He güçlüydü ama zirvedeki efsunculardan biri değildi.”
“Yine de Zong Ming He’nin altın özünün daha büyük bir etkisi olmalı.” diye mırıldandı Zhong Kui.
“Neden ki? Akraba değiller.”
Zhong Kui başını salladı, “Zong Ming He’nin altın özünü kimin yediğindense, onun kimlerin altın özünü yemiş olduğunu merak ediyorum. Belki de bir taneden fazladır.”
Her iki öğrenci de Zhong Kui’nin bir şeyler saklıyor olduğunu düşünüyordu, ancak Zhong Kui’nin söylemek isteyip istemediğini soracak durumda değillerdi.
Bir kez daha odaya ölüm sessizliği hakim oldu.
Uzun bir süre sonra sessizliği Xie Bi An bozdu, “Shizun, gerçekler ortaya çıktığında nihai sonucun ne olacağını hiç düşündün mü? Li Bu Yu, Zong Ming He’nin cesedini mühürleyenin kendisi olduğunu kabul ederse, ne yapılabilir ki?”
“Ama eğer Zong Ming He, Aslan İttifakı ile gizlice iş birliği yaptıysa, o zamanlardan kalan başka gizli bir mesele olmalı.”
“Başka gizli bir gündemleri olsa ne olacak ki?” dedi Xie Bi An, “Üzerinden yüz yıl geçti ve o zamanlarki olaylarla ilgisi olan yalnızca üç kişi hala hayatta. Çoktan kinlerinden eser kalmamıştır.”
Zhong Kui şaşırmıştı, “Neden birdenbire gerçeği merak etmiyormuş gibi davranmaya başladın? Li Bu Yu’nun öğrencisinin de altın özü çalındı, belki de tüm bu olaylar birbiriyle bağlantılıdır.”
“Belki de değildir.” dedi Xie Bi An ve derin bir nefes aldı. Nedenini bilmiyordu ama sanki Chunyang Sekti’ne geldiğinden beri kalbinde tarif edilemez bir huzursuzluk vardı. Bir şeyleri öğrenme isteğine karşı koyuyormuş gibiydi. Bunu Zhong Kui için endişeleniyor olmasına bağlıyordu, “Shizun, Yaşam ve Ölüm Kitabı’nda ömrünün kısaldığını gördüğümüzden beri saplantılı bir şekilde bu meseleyi araştırıyoruz. Bu durumu araştırmaya devam etme konusunda şüphelerim var. Sonuçta ipin ucu efsun dünyasının liderine varıyor. Nereden bakarsak bakalım işler tehlikeli bir hal almaya başladı. Şimdi kinci ruhun Xu Zhi Nan’ın Shidi’si olmadığı da doğrulanmış oldu. Geçmişte Li Bu Yu masum insanlara hiç zarar vermedi, sırf Zong Ming He’ye olan kininden ötürü bütün okları ona doğrultmamız hoş değil. Kendimizi…öldürtmek yerine, konuyu araştırmayı bırakmamız gerektiğini düşünüyorum.”
Fan Wu She, Xie Bi An’a baktı. Xie Bi An’ın huzursuzluğunu, sadece Zhong Kui’ye olan endişesinden kaynaklanmadığını, kendisiyle benzer bir his duyduğunu düşünüyordu. Hem Zong Ming He’nin sırlarını öğrenmek istiyordu hem de bundan korkuyordu. Kendisi durumun neden çelişkili olduğunu biliyordu ama Xie Bi An’ınki içgüdüseldi, tıpkı Bagua Platformu’nda bayılıp “Xiao Jiu” rüyası görmesi gibi. Xie Bi An önceki yaşamın anıları tarafından lanetlenmişti, ama bunu kendisi bilmiyordu.
“Eğer araştırmayı bırakırsam hayatımın uzayacağını mı sanıyorsun?”
“Ben…”
“Sebepler toprağa ekildi, sonuçlar meyvesini vermek zorunda.” dedi Zhong Kui nadir görülen ciddi bir tonda, “Bi An, bu işin içine bir kere girdik, artık bu kaderi reddedemeyiz. Belki devam edersek dediğin gibi öldürülme tehlikesiyle karşı karşıya kalırız. Ama her şerde bir hayır vardır. Belki de tünelin sonundaki ışık benim kendi kendime yardım etme yolumdur.”
Xie Bi An sessizleşti.
“Ayrıca, Shizun’un içinde kötü bir his var.” dedi Zhong Kui ve iç çekti, “Söylediğin şey oldukça mantıklı. Yüz yıl önce olan gizli meselelerin arkasında neler olduğunu öğrenmek faydasız olabilir. Ama bence bu konu çok derin ve göründüğü kadar basit değil.”
Xie Bi An da iç çekti, “Shizun endişelenmekte haklı.”
Zhong Kui neşeyle gülümsedi, “Hey neyse, her şeye burnumu sokmayı sevdiğimi söylüyorlardı. Ben de sonuna kadar bu meseleye karışacağım.”
“Shizun, bu öğrencinin anlamadığı bir şey daha var.” dedi Fan Wu She, “Xu Zhi Nan hayatının geri kalanını sönmeyen cennet alevini bozmaya çalışarak geçirdi, Soğuk Yeşim Kar İksiri onun son şansı olabilirdi, neden reddetti?”
“Evet, bunu ben de tuhaf buldum.” dedi Xie Bi An, “Zhao Wen ve diğerlerinin suratlarını gördünüz mü? Hiçbiri sekt liderinin iksiri elinin tersiyle reddetmesini beklemiyordu.”
Zhong Kui kaşlarını çattı, “Nefret duygusu aşktan doğuyor olabilir mi? Xu Zhi Nan’ın, Qi Meng Sheng ile bir ilişkisi olması şaşırtıcı. Qi Meng Sheng gençken, efsun dünyasındaki şeytani bir efsuncuydu. Cangyu Sekti’nin hem iyi hem de kötü yöntemleri vardı. Tam olarak şeytani efsuncular olmasalar da, Shen Nong Kazanı’nı korumasalardı ölümsüz aileler onları küçümser, iletişimi keserdi. Kadınlara yakın olmayı yasaklayan Chunyang Sekti’nden bahsetmiyorum bile. Herkes ne düşünürse düşünsün, ikisinin bir bağı olmamalıydı.”
Xie Bi An da düşünceliydi, “Xu Zhi Nan, Qi Meng Sheng tarafından baştan çıkarılmış ve Taoizm’de bu nedenle başarıya ulaşamamış olabilir mi? Belki de bu yüzden ona karşı kin güdüyordur.”
“Xu Zhi Nan öyle birine benzemiyor.” dedi Fan Wu She.
“Xu Zhi Nan’ın nasıl bir insan olduğunu biliyor musun?” dedi Zhong Kui ve kendini tutamadı, “O küçük dallama, hep eski kafalıymış gibi davranıyor.”
Xie Bi An kendine engel olamayıp hunharca güldü, “Hahahahaha—“
Fan Wu She sadece soğuk bir şekilde kaşlarını çattı.
“Ancak, Xu Zhi Nan gerçekten de dar görüşlü birine hiç benzemiyor. Yedi Yıldızlı Yaşamı Sürdürme Lambası’nı ödünç vermeyi neden reddettiğine gelince, bu gerçekten de kafa karıştırıcı. O büyülü hazine çok güçlü ama savaşmak ya da savunma yapmak için kullanılamaz. Tek işlevi ölmekte olan birinin yaşamını uzatmak. Sektlerinin değerli bir hazinesi olduğu söylenir ama genellikle hiç kullanılmaz. Qi Meng Sheng’in hayatı tehlikede ve üstelik de Soğuk Yeşim Kar İksiri’ni sunmaya hazır. Kim böyle bir teklife hayır der ki?” dedi Zhong Kui ve başını salladı, “Amaan boş versenize. Kendimi kaptırmışım.”
“Eğer Qi Meng Sheng gerçekten ölürse, bir sonraki sekt lideri Yun Xiang Yi mi yoksa Yun Zhong Jun mu olacak bilmiyorum.”
“Bir önemi yok.” dedi Zhong Kui, omzunu silkerek, “Cangyu Sekti’nin liderinin kim olduğu pek bir önem arz etmiyor. Shen Nong Kazanı’nın etrafına üşüşmüş olan akbabalar var. Er ya da geç saldırıya uğrayacaklardır.”
 ̄
İnzivadan çıktıktan sonra Xu Zhi Nan’ın sağlığı hiç iyi değildi. Bu seviyeye ulaştıktan sonra Yuanyang Tekniği’ni uygulayanların içindeki alev çok yoğun oluyordu. Bu noktadan itibaren iki seçeneği vardı; ya bir üst seviyeye atlamak ya da soğutucu iksirler ve ilaçlar kullanarak yaşlılığını refah içinde geçirmek.
Xu Zhi Nan, Chunyang Sekti’nin yüz yılda bir denk gelen nadir bir dehasıydı. Doğal olarak yarı yolda pes edecek biri değildi, bu zorlu yola devam edecekti. Bir üst seviyeye yükselmeye ne kadar yakın olursa, bedenine binen yük de o kadar ağır olurdu. Bu aynı zamanda yeniden doğup doğamayacağının nihai testiydi.
Bu yüzden Soğuk Yeşim Kar İksirini reddetmesi daha da anlaşılamazdı.
İki öğrencinin Shizun’u ile beraber şimdilik Chunyang Sekti’nde kalmaktan ve Xu Zhi Nan’ın iyileşmesini beklemekten başka seçeneği yoktu. Yapılacakları daha sonrasında tartışacaklardı.
Geçen birkaç günde, Xie Bi An ve Fan Wu She Chunyang Sekti öğrencileri ile aynı rutini takip etmişler, onlarla aynı zamanda yemek yiyip aynı zamanda beraber pratik yapmışlar ve onların yaşamlarının fazlasıyla sıkıcı olduğunu keşfetmişlerdi. Muhtemelen benliklerinin arzularını bastırmalarının tek yolu buydu, ama bu kadar baskıdan sonra da verimli olduğu pek söylenemezdi. Kaç tane Chunyang Sekti efsuncusu zarif kadınlardan vazgeçemeyip onlarca yıllık emeklerini bir çırpıda çöpe atmamıştı ki? Yuanyang Tekniği’ni çalışmanın en zor kısmı muhtemelen kalpti.
Bir gün ikisi yine bahçede oturmuş çay içerken pratik yapma alanından gelen bağırış seslerini dinliyorlardı. Xie Bi An iç çekti, “Chunyang Sekti efsuncuları gerçekten de çok yetenekli. Kadın efsuncuların onlara ilgi duyması boşuna değil.”
Fan Wu She dalgın görünüyordu karşılık olarak sadece bir “Hmm” sesi çıkardı.
“Lan Dage…Doğuştan yakışıklı ve annesi de efsun dünyasında güzelliğiyle tanınan biri. Şu anda gördüğün üzere çok çapkın biri. Böyle bir yerde efsun çalışmış olmasını hayal bile edemiyorum.”
Fan Wu She küçümseyerek yanıt verdi, “O sadece azgın olarak doğmuş biri, efsun dünyasında bir keşiş olması imkansız.”
Xie Bi An güldü, “Şehvetli olmayan erkek var mı ki? Yoksa Chunyang Sekti’nde neden bu kadar katı kurallar olsun?”
Fan Wu She, Xie Bi An’a baktı, “Shixiong da şehvetli mi?”
“Ben…” dedi Xie Bi An, ona karşı böyle bir soru yöneltilmesini beklemiyordu, “Beni neden şimdi konunun içine karıştırıyorsun?”
“Sadece merak ediyorum.” dedi Fan Wu She, Xie Bi An’a yaklaştı ve gözlerinin içine derin derin baktı, “Shixiong şehvetli olduğunda ne yapıyor ve ne düşünüyor?”