İçeriğe geç
Home » Wu Chang Jie 41. Bölüm

Wu Chang Jie 41. Bölüm

“Kılıcın çok yavaş. Saplarken tereddüt edemezsin. Hayır, yine yanlış yapıyorsun. Kaçtır aynı şeyi söylüyorum, bu duruş bileği yakalayıp gücünü odaklayarak yapılmalıdır. Kolunu bileğinden hareket ettirirsen gücün kılıcın ucuna ulaşabilir.” dedi Zong Zi Heng bir eli arkasındaydı, diğeriyle de kılıcını tutuyor ve Zong Zi Xiao ile savaşıyordu. Duruşu bir çam ağacı kadar düzgündü. İstikrarlı bir şekilde geriye doğru adım atarak Zong Zi Xiao’nun kendisine saldırması için alan açmaya çalışıyordu.

Zong Zi Xiao’nun ruh hali biraz tedirgindi ve kılıç hareketleri de sanki acelesi varmış gibiydi. Hareketleri Zong Zi Heng tarafından engellendiği ve sözlü uyarıları dinlemek zorunda kaldığından dolayı, giderek daha agresif bir şekilde savaşmaya başlamıştı.

Zong Zi Heng kılıcını yukarı kaldırdığı anda ikisinin kılıcı havada çapıştı. Zong Zi Xiao baş parmağı ile işaret parmağı arasında keskin bir acı hissetti ve kılıcı bir anda elinden savruldu.

Kılıç gürültülü bir şekilde yere çarptı.

“Sorunun ne? Çok dikkatsizsin!” diyerek azarladı Zong Zi Heng.

Zong Zi Xiao dişlerini gıcırdattı, kılıcını ayak parmaklarıyla tuttu ve öfkeyle, “Tekrar saldır,” dedi.

“Bugünlük bu kadar yeter.” dedi Zong Zi Heng ve kılıcını kınına soktu, “Böyle gönülsüz bir şekilde ne kadar daha alıştırma yapabilirsin ki?”

“Ben mi gönülsüzüm?” diyerek mırıldandı Zong Zi Xiao, “Dage’dan öğrenmek için değil en azından. Karın olsa bile, babam gibi bir sürü cariye alacak mısın?”

“Ne saçmalıyorsun sen? Henüz daha evlenmedim bile.”

“Biriyle evlenirsen, arkası da gelir ve daha çok eşin olsun istersin. Beni hala umursadığını mı söylüyorsun? Bir sürü eşin, cariyen ve çocukların olduğunda benimle nasıl ilgilenebilirsin ki?

Zong Zi Heng kaşlarını çattı, “Üstünden birkaç gün geçmesine rağmen, hala bu konuda sert misin?”

Zong Zi Xiao yüzünü öfkeyle başka yöne çevirdi.

“Merak etme, babam gibi olmayacağım. Asla bir cariye almayı düşünmüyorum.” dedi Zong Zi Heng, annesinin acı çekişini izleyerek büyümüştü. Sarayın derinlikleri, o uzun gecelerde oldukça soğuktu. Eşine iyi davranmak için, cariyeyi ve çocuğunu böyle zor bir hayatı yaşamaya nasıl maruz bırakabilirdi ki? Bu yüzden asla bir cariye almayacaktı.

Yine de bu sözlerin Zong Zi Xiao’nun kulaklarında başka bir anlamı vardı, “Daha onunla tanışmadın bile ve şimdiden onunla bir ömür geçirmeyi mi düşünüyorsun? Madem bu kadar heveslisin, onunla yarın evlenmeye ne dersin?”

“Zong Zi Xiao!” diye bağırdı Zong Zi Heng, “Yüz verdikçe tepeme çıkıyorsun. Sana Dage’nla böyle konuşma hakkını kim verdi?!”

Zong Zi Xiao yanıt verdi, “O halde beni cezalandır, yoksa karınla evlenmene engel olacağım.”

“Sen…” dedi Zong Zi Heng sert bir ifadeyle, “Üç gün boyunca odandan dışarı adım atmanı yasaklıyorum. Xiao Jiu artık büyümenin zamanı geldi.”

Ardından kollarını savurdu ve oradan ayrıldı.

Zong Zi Xiao’nun yüz ifadesi öfkeyle doluydu. Göğsü şiddetle inip yükseliyordu. Aniden kılıcını çekti ve bir kaplanın son süratle avını kovalaması gibi savurdu. Sarılmış iki insana benzeyen ve gövdesi geniş olan bir ağaç aniden ortadan ikiye ayrılmıştı!

Ağaç gürültüyle yere düştü ve yerde küçük çaplı bir sansıntı yarattı. Zong Zi Xiao kendi kılıcını sıkıca kavradı. Gözlerindeki ifadede, yaşının çok ötesinde olan bir acımasızlık vardı. Bu boktan kadın da kimdi? Daha onu görmemesine rağmen Dage’sının onu azarlamasına ve öfkelenmesine sebep olmuştu. Peki ya gerçekten de karısı olursa, o zaman neler olacaktı?

Karanlığın içindeyken, bu evliliği bozacağına dair ant içti.

Evlilik henüz kararlaştırılmamış olsa da, Shen Shi Yao önceden tüm hazırlıklarını yapmıştı. Saraydaki en iyi terzileri kendisi ve oğlu için kıyafet dikmeleri için davet etmişti ve ayrıca Qinghui Köşkü’nün badanalanıp onarılmasını istiyordu. Bu süre zarfında Daming’den ayrılmaması için Zong Zi Heng’e talimat verdi. Zong Ming He’nin evliliği mümkün olan en kısa sürede duyurmasını istiyordu.

Aslında, Zong Zi Heng Chunyang Sekti’ni ziyarete gidecekti.

Geçen üç yıl içerisinde, kinci ruhun kimliği tespit edilip gömülmek üzere memleketine gönderilmiş olsa da, altın özünü çalan şeytani efsuncu hala elini kolunu sallayarak Gutuo Kasabası’nda dolaşıyordu.

Kıdemli Tai Wei onları sorgulamak için şahsen Cangyu Sekti’ne gittiğinde, Aslan İttifakı’nın lideri olan Chen Xing Yong’un kendi sektlerinden olan bir hain olduğunu kabul etmişlerdi. Kıdemlileri öldürüp Gong Shu Ju’yu çaldıktan sonra Jianghu’da kendi örgütünü kurmuştu ve sayısız efsuncunun altın özünü çalmıştı. Chen Xing Yong’la başa çıkmak zor değildi, fakat Gong Shu Ju rakiplerini tuzağa düşürebildiği tehlikeli bir silahtı. Kurduğu bu tuzağın içindeyken fiziksel olarak hasar vererek onları kolayca öldürebilirdi.

Üstelik bu büyülü silahla zemin eğilip bükülebilir, hareket ettirilebilirdi. Dolayısıyla onları yakalamak oldukça güçtü. Zong Klanı, Chunyang Sekti, Cangyu Sekti ve Huaying Sekti güçlerini birleştirerek onları yakalamak zorunda kalmışlardı. İki kez onları yakalama şansları olsa da yine de ellerinden kaçırmışlardı.

Zong Zi Heng, babasının bu konuyla pek alakadar olmadığını biliyordu. Ama neyse ki diğer üç sekt inatla bu meselenin peşini bırakmıyordu. Huaying Sekti intikam peşindeydi, Cangyu Sekti hainlerden kurtulmak istiyordu, ancak yalnızca Chunyang Sekti adalet arayışı için bu konuya dahil olmuştu. Bu da Zong Zi Heng’in içinin rahat olmasını sağlıyordu. Son üç yılda Xu Zhi Nan ile birçok kez mektuplaşarak yakın arkadaş olmuşlardı.

İki gün öncesinde Xu Zhi Nan, Chen Xing Yong’un izlerini tekrar bulduğunu söylemek için bir mektup göndermişti. Dolayısıyla hem Xu Zhi Nan ile alınacak tedbirleri konuşmak hem de geçmişin intikamını almak için Chunyang Sekti’ne gitmek istiyordu.

Ama şu anda oradan ayrılamayacağı gayet açıktı. Shen Shi Yao’nun yüzünde güller açsa da, nedense kendisi biraz huzursuzdu. Üç yıl önce Jiaolong Meclisi’ni kaçırdığından bu yana babası ona hep daha sert davranıyordu. Babası bu evlilik ile onu kabul etse bile, İmparatoriçe ne olacaktı? İmparatoriçe ona her zaman temkinli davranmıştı. Muhtemelen annesi de bunu düşünmüş olmalıydı, bu nedenle İmparator’un bu evliliği ilan etmesi konusunda bu kadar hevesli ve aceleciydi.

Zong Zi Heng yatakta uzanmış zihninde konuyu irdeleyip duruyordu. Gelecek yıl Zong Zi Xiao, Jiaolong Meclisi’ne katılacaktı ve kazansa da kazanmasa da çok iyi bir iş çıkaracağından emindi. O zamana kadar, babasının gözünde daha da gereksiz hale geleceğinden korkuyordu.

Zong Zi Heng’in gözlerindeki ifade karanlıklaştı, derin bir şekilde iç çekti.

Küçükken annesine, neden babasının onu sevmediğini sorardı. Bir gün babasının onu seveceğini umut ederek hep çok gayret etmiş hep çok çalışmıştı. En ufak bir övgü duysa dünyalar onun olurdu ve uzun bir süre mutlu olurdu. Ancak ne yazık ki, zorla kazandığı azıcık ilgi de Jiaolong Meclisi’ni kaçırdığı için elinden geri alınmıştı.

Bir sonraki yıl yirmi yaşında olacaktı ve artık gelecek için planlar yapmasının zamanı gelmişti. Belki de bu Daming’den ayrılıp aile kurmak onun için iyi bir fırsattı. Aslında uzun zamandır bu boğucu saraydan uzaklaşmak istiyordu ama annesini bir türlü yalnız bırakamıyordu.

Ve Xiao Jiu…..

Zong Zi Xiao’yu düşünen Zong Zi Heng başında bir ağrı hissetti. Ama artık büyüdüğü için kendi başının çaresine bakabiliyor olmalıydı.

Pencerenin dışından aniden yumuşak bir tıklama sesi geldi. Zong Zi Heng yanıt vermeden önce pencere çoktan açılmıştı ve küçük bir figür içeri doğru yuvarlanmıştı.

Zong Zi Heng ciddiymiş gibi davrandı, “Sana odandan dışarı adım atamazsın dememiş miydim?”

“Üç gün geçti bile,” dedi Zong Zi Xiao ustaca ayakkabılarını çıkardı, yatağa tırmanıp battaniyeyi kaldırdı, ahtapot misali bacaklarıyla kollarını Zong Zi Heng’in beline sardı. Hareketleri akan bir nehir ya da gökte süzülen bulutlar kadar kusursuzdu. Belli ki bu, çok kez yapmış olduğu bir şeydi.

Zong Zi Heng karanlıkta ona bakarken gülse mi ağlasa mı bilemiyordu.

Zong Zi Xiao kendini acındırarak, “Dage, bana kızma,” dedi.

“Çoktan kızdım bile. Dage’lar baba gibidir. Bana hala saygı duyuyor musun ki, ileri geri konuşup durmuyor musun?”

“Öyle yapmak istememiştim.”

“Bilerek yaptın.”

“Şey, doğru bilerek yaptım.”

“Seni arsız çocuk…” dedi Zong Zi Heng ve parmağıyla alnına hafifçe vurdu, “Git buradan, beni rahatsız etmeyi bırak.”

Zong Zi Xiao ona daha da sıkı sarıldı, “Dage, beni görmezden gelme.”

“Kendine bir bak hiç Kraliyet Prensi gibi görünüyor musun? Yakında on üç yaşında olacaksın. Halkın içinden bir ailenin çocuğu bile senin kadar şımarık ve cahil olamaz.”

“Sadece diğer insanların Dage’mı benden çalmasını istemiyorum.” dedi Zong Zi Xiao ve yüzünü Zong Zi Heng’in göğsüne gömdü, “Ömrümün sonuna kadar Dage’mdan ayrılmak istemiyorum.”

Zong Zi Heng öncesinde ona karşı yumuşak davranmayacağı konusunda kendisini defalarca kez uyarsa da yine de kalbi buna izin vermemişti. Küçüklüğünden beri en çok onu seviyordu. Hafifçe mırıldandı, “Beyninde neler düşündüğünü gerçekten de bilemiyorum. Ne çalınması? Biz kardeşiz, bizi kim ayırabilir ki?”

“Ama karın olunca onunla uyumak zorunda kalacaksın ve ben artık seninle uyuyamayacağım.”

Zong Zi Heng bir an için kızardı, “Yine saçmalamaya başladın. Bu, bu aynı şey değil. Hadi şimdi uyu.”

“Erge* böyle söyledi.”

ÇN: İkinci ağabey

“Erge’nı dinleme, aynı şey değil.”

“Nasıl aynı şey değil?”

Zong Zi Heng, Zong Zi Xiao’nun popişine bir şaplak attı, “Çabuk uyu!”

Zong Zi Xiao biraz sinirlenmişti, “Dage o gün dikkatim dağılmıştı. Aslında dövüşte daha güçlüyüm.”

“Biliyorum. Senin yaşındayken senin kadar iyi değildim.”

“Cidden mi?” dedi Zong Zi Xiao neşeyle.

“Cidden tabii,” dedi Zong Zi Heng gülerek, “Xiao Jiu gerçekten de çok yetenekli.”

“O halde gelecek yıl Jiaolong Meclisi’nde birinci olabilirim, değil mi?”

“Elbette, elinden geleni yapmalısın. Ama böyle geçici kayıplara ya da kazançlara çok fazla anlam yükleme. Dage senin bir gün Jiaolong Meclisi’nde tüm rakiplerini yenebileceğine inanıyor. Bu yıl olmazsa, sonrakinde mutlaka olur. Daha çok gençsin.”

“Ama ben hemen Shen Nong Kazanı tarafından arındırılmış olan bir kılıcım olmasını istiyorum.”

“Bu seviyede bir kılıcı şu anda alsan bile hemen kullanamazsın. Bu yüzden Dage’nı dinle. Elinden geleni yap ve sonuçlara odaklanma. Eğer kaybedersen, sakın üzülme. Gelecek sefer…”

“Kaybetmeyeceğim,” dedi Zong Zi Xiao, Zong Zi Heng’e baktı, gözleri karanlıkta alışılmadık şekilde parlak görünüyordu, “Kazanmak için çok geçerli bir nedenim var.”

“Neymiş o?”

“Dage’m için kazanmak istiyorum.”

“Neden?”

Zong Zi Xiao kendinden emin bir şekilde yanıt verdi, “Herkese amcamın Shizun’um olduğunu ama Dage’nın bana fazla şey öğrettiğini ve Dage olmasaydı benim bugünkü ben olamayacağımı söylemek istiyorum. Dage’nın Jiaolong Meclisi’nde kaçırdığı o zaferi geri almak için savaşacağım.”

Zong Zi Heng kalbinin ısındığını ve duygulandığını hissetti. Zong Zi Xiao’nun hokka burnuna parmağının ucuyla dokundu ve gülümsedi, “Seni boş yere bu kadar şımartmamışım.”

Zong Zi Xiao, Zong Zi Heng’in kollarına iyice gömüldü ve şeytani bir gülümsemeyle yanıt verdi, “Beni büyütmek için çok emek verdin. Yaşlandığında sana ben bakacağım ve ölünce de ben gömeceğim.”

“Seni velet. Ben yaşlanınca sen de yaşlanıyorsun. Kimin kimi gömeceğini bilemeyiz.”

İkili kahkahalar eşliğinde yatakta vakit geçirmeye devam etti.


5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

0
Would love your thoughts, please comment.x