Hava soğuduktan sonra birkaç gün boyunca Zong Zi Heng, orkide bahçesinde bulunan o güzel çiçeklerini kışın gelişine hazırlamakla meşguldü.
Daming’de kış epey çetin geçerdi. Çoğu çiçek türü doğal olarak narindi ve kışın düzgünce korunmazlarsa, solup giderlerdi. Bazılarının içeri taşınıp saksıda muhafaza edildikten sonra baharda tekrar toprağa ekilmesi gerekirken, bazılarının battaniyelerle örtülüp sıcak tutulması hatta ısıyı muhafaza etmesi için samanla çevrilmesi gerekirdi.
Zong Zi Heng’in üçüncü kız kardeşi Zong Ruo Ning de çiçekleri severdi, genellikle ağabeyine yardım ederdi. Bu yıl da aynı şeyi yaparak yardıma gelmişti.
Öte yandan Zong Zi Xiao’nun hiç bu kadar boş zamanı olmamıştı, ama abisinin yanında kalmakta ısrar ediyordu. Bu yüzden yan tarafta kılıç pratiği yapıyordu.
“Ruo Ning, ellerine dikkat et.”
“Sorun değil, bir kılıç ustası olarak kim hala ellerine dikkat etmekle ilgilenir ki?” dedi Ruo Ning aceleyle.
Zong Zi Heng güldü, “Elini incitirsen tembellik yapmaya fırsat bulursun ve kılıç pratiğini aksatırsın diye endişelenmiştim.”
Zong Ruo Ning dudaklarını büzdü ve, “Bunu bana nasıl söylersin? Ben hiç tembellik yapmam,” dedi ardından Zong Zi Xiao’ya döndü, “Tembel olmayı seven kişi Jiudi’dir*.”,
ÇN: 9. kardeş
“Kim demiş? Dage’ya sor, son üç yılda hiç tembellik yapmış mıyım?” dedi Zong Zi Xiao, pek de ikna edici olmayan bir ses tonuyla.
“Mn, Xiao Jiu artık daha duyarlı.”
“Dage sürekli seninle ilgilendiği için değil mi?” dedi Zong Ruo Ning, “Pratik yapmayı bırakıp bir ara ver ve gelip biraz yardım et.”
“Dinlenmemi mi yoksa çalışmamı mı istiyorsun?”
“Saçmalama, ablan ne diyorsa onu yap.”
Zong Zi Xiao hafifçe homurdandı, kılıcını indirdi ve yardım etmek için yanlarına geldi. Fakat bir süre çalıştıktan sonra yaramazlık yapmaya başlamıştı. Elindeki kiri Zong Ruo Ning’in yüzüne sürdüğü için abla kardeş hararetli bir kavganın içine girmişti.
“Tamam, tamam, siz ikiniz,” dedi Zong Zi Heng ve gülümseyerek azarladı, “Xiao Jiu, ablana zorbalık etme. Ruo Ning, sen de neredeyse evlenmek üzeresin, neden hala çocuk gibi davranıyorsun?”
“İlk o başlattı,” dedi Zong Ruo Ning yüzünü asarak, “Ayrıca evlenmeyi ben istemedim.”
“Sanjie*, madem istemiyorsun neden evleniyorsun?”
ÇN: Üçüncü abla
“Anlamıyorsun.”
“Anlamadığım için soruyorum zaten.”
Zong Zi Heng zeki ve sevimli kız kardeşine baktı, kalbinde bir üzüntü hissediyordu, “Wuling, Daming’den çok da uzak değil. Dage sık sık seni ziyarete gelecek.”
Zong Ruo Ning, çok gençken Wuyun Sekti’nin liderinin oğluyla nişanlanmıştı. Artık bir yetişkin olduğu için yeni yıl geçtikten sonra evlenecekti.
Sıradan insanların aksine ölümsüz sektlerdeki çoğu kişiler evlenmek için acele etmezdi. Çünkü çok uzun ve rahat bir yaşam sürerlerdi. Tüm hayatlarını efsunda gelişmeye ve ilerlemeye saplantılı olarak geçirirlerdi.
Ne yazık ki kraliyet ailesinde doğmuşlardı. Üstlerindeki gücün baskısı nedeniyle, belki de sıradan insanlar onlardan daha özgür bir hayat sürüyordu.
“Ama ben Daming’den ve annemden daha önce hiç ayrılmadım, ben…” dedi Zong Ruo Ning, Zong Zi Heng’e ürkek bir şekilde baktı, “Dage, biraz korkuyorum.”
Zong Zi Heng nazikçe kardeşinin saçlarını okşadı, “Endişelenme, Genç Efendi Xue çok yetenekli. Senin için mükemmel bir eş adayı, eminim ki çok mutlu olacaksın.”
Zong Zi Xiao da araya girdi, “Sanjie, eğer sana zorbalık yaparsa, Dage ve ben gidip onu ölümüne döveriz.”
Zong Ruo Ning kıkırdadı.
Hizmetkarlardan biri aceleyle orkide bahçesine girdi, “Ekselansları, Ekselansları.”
“Ne oldu?”
“Cariye Shen, Qinghui Köşkü’nde öfke nöbeti geçiriyor. Gidip bakmanız gerekiyor.”
Zong Zi Heng elindeki küreği bıraktı ve aceleyle ellerini sildi, “Siz ikiniz kendi başınıza takılın. Dage’nın gitmesi gerekiyor.”
Ardından uzun bacaklarıyla Qinghui Köşkü’ne doğru koştu.
Zong Ruo Ning ve Zong Zi Xiao birbirlerine baktılar.
Avluya girerlerken içeriden kırık porselen sesine benzer bir kırılma sesi duyuluyordu.
“Anne.” dedi Zong Zi Heng aceleyle Qinghui Köşkü’ne koştu ve yerde diz çöken, nefes almaya bile cüret edemeyen hizmetkarların olduğunu gördü. Vazolar, fincan setleri, çiçekler, balık akvaryumu ve balıklar Shen Shi Yao tarafından etrafa saçılmıştı.
“Anne, neler oluyor burada?!” diye haykırdı Zong Zi Heng, elini salladı ve hizmetçilere dışarı çıkmalarını işaret etti.
Shen Shi Yao’nun sırtı Zong Zi Heng’e dönüktü, ince omuzları şiddetle sarsılıyordu. Belli ki, büyük bir öfke nöbeti geçiriyordu.
Zong Zi Heng hafif adımlarla yürüdü ve dikkatli bir şekilde onun omzunu tuttu.
Shen Shi Yao arkasına döndü. Gözleri kıpkırmızıydı, başlangıçta yumuşak olan ifadesi şimdi kin ve acımasızlıkla doluydu.
Zong Zi Heng afallamıştı. Annesini daha önce hiç böyle görmemişti. Annesi hep biraz kıskanç biri olsa da şimdiye kadar hep haklıydı. Çoğu zaman da nazik ve sevecendi.
“Sen…ne yapıyorsun?”
Shen Shi Yao, Zong Zi Heng’in elini tuttu, parmaklarındaki çamura baktı. İfadesi oldukça soğuktu, “Yine çiçeklere ve bitkilere bakmaya gitmişsin.”
“……”
“Bir Veliaht Prens olarak, neden hizmetkarların yapması gereken şeyleri yapıyorsun?”
Zong Zi Heng çaresiz bir şekilde yanıt verdi, “Anne, ayın ve rüzgarın şarkı söyleyişini hissetmek, çiçekler ve bitkilerden hoşlanmak kişinin bedenini ve zihnini geliştiren zarif şeylerdir.”
“Sen bir efsuncusun. Efsun çalışman gerekirken böyle işe yaramaz şeylerle ilgilenmen sadece zaman kaybı!” diyerek kükredi Shen Shi Yao ve Zong Zi Heng’e baktı, “Şu anda dokuzuncu kardeşin ilgi odağı olmuş durumda. Birkaç yıl içinde boynuz kulağı geçebilir. Neden durumun ehemmiyetinin hala farkında değilsin?!”
Zong Zi Heng’in ağzı açıktı ama sanki dili tutulmuştu.
“Zong Zi Mo da Veliaht Prens ve oldukça güçlü akrabaları var. Zong Zi Xiao çok üstün yeteneklere sahip, ayrıca İmparator tarafından da gözetiliyor. Peki ya sen? Senin neyin var?” dedi Shen Shi Yao, ifadesi çok korkunçtu, “Senin hiçbir şeyin yok!”
Zong Zi Heng, Shen Shi Yao’nun omzunu sıktı ve yumuşak bir şekilde, “Anne, sorun ne? Seni kim bu kadar kızdırdı?” diye sordu.
Shen Shi Yao’nun gözleri yaşlarla doluydu.
“Bu oğulun annesinden başka hiç kimsesi yok.” dedi Zong Zi Heng ve Shen Shi Yao’nun gözlerinin kenarındaki yaşı nazikçe sildi.
Shen Shi Yao hıçkırarak ağlıyordu, “Huaying Sekti’nin lideri kızını evlendirmek için birilerini göndermişti. Senin için geldikleri çok açıktı ama o kaltak Li Xiang Tong, Zong Zi Mo’nun Jiaolong Meclisi’nde Hua Ailesi’nin kızını gördüğünü ve unutamadığını söyledi.
Zong Zi Heng bir anlığına afalladı ve hafifçe kaşlarını çattı, “Erdi* Hua Ailesi’nin kızını gerçekten seviyor mu, yoksa…”
ÇN: İkinci erkek kardeş
“Madem onu seviyordu, üç yıldır neredeydi?! Li Xiang Tong senin başarılı olmana katlanamıyor!” diye bağırdı Shen Shi Yao tiz bir sesle, “Elimdeki her şeyi çalmak istiyor. Kocamı, tahtımı ve senin tahtını çaldığı yetmezmiş gibi bir de karını çalmak istiyor!”
“Anne, sesini alçalt. Sakin ol.” dedi Zong Zi Heng, soğuk soğuk terliyordu. Burası onların yatak odası olmasına rağmen, yerin kulağı vardı. Birileri dışarıda onları dinliyor olabilirdi.
“Bana nasıl sakin olmamı söylersin?” dedi Shen Shi Yao ve dişlerini gıcırdattı, “Hala anlamıyor musun? Huaying Sekti ile evlilik senin tek şansındı. Tüm hayatını bomboş ve sıkıcı bir şekilde mi geçirmek istiyorsun? Jiaolong Meclisi’ni zaten kaçırdın, bu evliliğin de senden çalınmasına izin veremezsin!”
“Anne, insanın başarısı kendi içindedir. İmparator Zong’un oğlu olmasaydım bile, gayretle efsun çalıştığım sürece başarılı olabilirim.”
“Söylemesi çok kolay. Seni geride bırakacak kadar yetenekli bir kardeşin olduğunu unuttun mu?”
Zong Zi Heng, boğazına kılçık sıkışmış gibi hissediyordu.
“Onu besleyip büyüttün, efsun konusunda da eğittin. Bir gün Jiaolong Meclisi’ni kazanıp Shen Nong Kazanı’nda arındırılmış bir kılıcı olduğunda, hayatının geri kalanını onun gölgesi altında geçireceğini hiç düşünmedin mi?”
Shen Shi Yao, Zong Zi Xiao’yu küçümsediğini pek çok kez açıkça dile getirmişti. Annesiyle bu meseleyi tartışmaya istekli değildi bu yüzden bu cümleleri ciddiye almıyordu.
Zong Zi Heng iç çekti, “Anne, neden benimle dokuzuncu kardeşimi kıyaslıyorsun? İki kardeş güçlerimizi birleştirsek, daha başarılı olmaz mıyız?”
“Sen…nasıl bu kadar aptal olabilirsin!” diye haykırdı Shen Shi Yao, o kadar öfkelenmişti ki Zong Zi Heng’i sertçe itti, “Kardeş olduğunuzu düşünüyorsun, ama İmparator hiç ikinize de eşit davranıyor mu? Büyülü silahlar, iksirler, ölümsüz mağaralar, büyülü hazineler verdi mi sana hiç? En sonunda elinde avucunda hiçbir şey kalmayacak! Seni itibarlı bir sektin liderinin kızıyla evlendirmeye çalışarak senin kötülüğünü mü istiyorum sanıyorsun?!”
Zong Zi Heng dudaklarını kenetledi, kalbi acıyla sızlıyordu. Kısık bir sesle fısıldadı, “Bu oğul annesinin çabalarını anlamıyor değil, sadece…”
Shen Shi Yao, Zong Zi Heng’in kolunu tekrar kuvvetli bir şekilde tuttu ve ona dik dik baktı, “Dikkatle dinle, Li Xiang Tong çizgiyi aşsa da, Hua Ailesi’nin kızı o vasıfsız Zong Zi Mo’ya bakmayabilir. Ayrıca İmparator da oğlunun ne tür erdemlere sahip olduğunu biliyor. Gelecek yıl Jiaolong Meclisi’nde Hua Ailesi’nin kızının seninle evlenmesini sağlamalısın.”
“Bu oğul kadınlarla nasıl anlaşacağını bilmiyor.”
“Aptal mısın? Kaç kere sarayın dışına çıktın, bir tane bile kadın bulamadın mı?”
Zong Zi Heng kızardı.
“Neyse, sorun değil.” dedi Shen Shi Yao ve Zong Zi Heng’in yüzünü okşadı, “Annen yakışıklı bir oğul doğurdu. Senden hoşlanmayacak kimse yok. Unutma, hangi yöntemi kullanırsan kullan Hua Ailesi’nin kızıyla evlenmek zorundasın.”
Shen Shi Yao yaygara koparmaktan yorulmuştu, Zong Zi Heng’in yardımıyla dinlenmesi için odasına döndü. Uyuyana kadar onu izledikten sonra, Zong Zi Heng kasvetli bir yüz ifadesiyle dışarı çıktı.
Aklı hala karışıktı ve başını kaldırdığında Zong Zi Xiao’nun kapı eşiğinde duvara yaslandığını gördü. Çocuksu yüzünde buz gibi bir ifade vardı.
Zong Zi Heng irkildi. Zong Zi Xiao çok sessizdi, onun ne zamandan beri orada olduğunu ve konuşmalarının ne kadarını duymuş olduğunu bilemiyordu.
Zong Zi Xiao soğuk bir şekilde söze girdi, “Cariye Shen, senin Hua Ailesi’nin kızına kur yapmanı istiyor.”
Zong Zi Heng başıyla onayladı.
“Yani gerçekten de yapacak mısın?”
“….Dage’nın kalbi karmakarışık. Sen geri dön.”
“Neden?” diye sordu Zong Zi Xiao hırçın bir ifadeyle.
Bu “neden” sorusu aslında altında pek çok farklı soruyu barındırıyordu.
“Nedenini sorma. Bazen öyle sorular olur ki, onları yalnızca büyüdüğünde anlayabilirsin. Bazen de öyle sorular vardır ki, hayat boyu anlamayabilirsin.” dedi Zong Zi Heng ses tonu oldukça alçaktı, ayrıca kendi kalbinde de bir sürü “neden” sorusu vardı ama bu soruları açıkça yöneltebilecek kimsesi yoktu.
Shen Shi Yao’nun olaylara bakış açısının yanlış olduğunu hissediyordu. Başarı için küçük kardeşiyle rekabet içinde olmak istemiyordu, ayrıca hesaplarla ve çıkarlarla dolu bir yaşam sürmek de istemiyordu. Yüreği bir hayli huzursuz ve hoşnutsuzdu. Babasının ona karşı kayıtsızlığı ve sert tutumu yüzünden kırgın ve üzgündü. Ama ne ruhunu ne de bedenini buraya hapsetmek istemiyordu. Dünyayı tanımıştı, uçsuz bucaksız gökyüzünü, derin denizleri görmüştü. Bir erkek olarak böyle bir noktada nasıl depresif hissedebilirdi ki?
Fakat annesi bu saraya bağlıydı, bu eski kafalı düşünceleri için onu suçlayamazdı. Çok acı çektiğini ve kalbinde derin bir kin duyduğunu biliyordu. Annesinin durumunu düşündüğünde kalbi sızlıyordu.
Zong Zi Heng’in gözlerindeki ifade değişti. Zong Zi Xiao’nun yanından geçip gitti.
“Dage, nereye gidiyorsun?”
“Erge’nı* bulmaya.”
ÇN: İkinci ağabey