İçeriğe geç
Home » Wu Chang Jie 46. Bölüm

Wu Chang Jie 46. Bölüm

Yan Şehri’ne vardıklarında Xu Zhi Nan, Chunyang Sekti öğrencilerini yanına çağırdı ve önceki gece geç saatlerde Chen Xing Yong’un bir adamla görüştüğünü öğrendi. O adam siyah giyinmişti ve bir maske takmıştı, kılıcı bile kapalıydı. Bu nedenle nereden geldiğini anlayabilmelerinin hiçbir yolu yoktu. O adam şehirden ayrıldığında, öğrencilerden biri onu takip etmeye çalışmış, ancak çok geçmeden onu kaybetmişti.

Bunu duyan Cheng Yan Zhi sert bir şekilde azarladı, “Sana izinsiz hareket etme hakkını kim verdi?”

Öğrenci mırıldandı, “O kişinin kim olduğunun çok büyük önem arz ettiğini düşünmüştüm, bu yüzden…”

“O kişi sıradan biri değilse, zaten senin takip ettiğini fark etmiştir. Ayrılmadan önce aceleci davranmamanız ve yılanı ürkütmemeniz konusunda hepinizi uyarmıştım. Aklınız nerede?!”

“Cheng Shixiong, hata ettim.”

Xu Zhi Nan kaşlarını çattı, “Tamam yeter. Chen Xing Yong henüz oradan ayrılmadı, demek ki fark edilmemişiz.”

Zong Zi Heng de söze girdi, “Eğer o adam Chen Xing Yong’un beklediği kişiyse, büyük ihtimalle Aslan İttifakı’nın altın özü alıcısıdır ama ne yazık ki kaçmış.”

“Chen Xing Yong’u canlı yakaladığımız sürece, perdenin arkasındaki herkesi ortaya çıkarabiliriz.”

“Ama Chen Xing Yong, beklediği kişiyle görüştüyse, orada uzun süre kalmayacaktır. Korkarım ki, Cangyu Sekti’ni bekleyemeyeceğiz.”

“Uçan Tüy Elçileri’nin gelmesi ne kadar sürer?” diye sordu Xu Zhi Nan.

“En fazla bir ya da iki gün.”

“Chen Xing Yong’u izlemeye devam edin ve onlar gelir gelmez harekete geçin.”

“Emredersiniz.”

“Yan Zi,” dedi Xu Zhi Nan, “Gün batımından sonra adamlarını şehirden çıkar ve o siyahlı adamı sessizce gözetle. Ne kadar çok gizlenirse, statüsü o kadar yüksek demektir. Buradaki yerel halk zengin değil, ayrıca pek fazla da efsuncu yok. Civar kasabalardaki insanlara, gün boyunca herhangi bir efsuncu ya da zengin görünen biriyle karşılaşıp karşılaşmadıklarını sorun.”

“Tamam, Da Shixiong.”

Cheng Yan Zi oradan ayrıldıktan sonra, Zong Zi Xiao konuşmaya başladı, “Dage, neden Aslan İttifakı böyle bir yere geldi? Bu civarda hiç ölümsüz sekt yok ve yerel halk da oldukça yoksul. İlgi çekmekten kaçınıp gizlenmek niyetindelerse, büyük kasabalarda saklanmaları daha mantıklı olmaz mıydı?”

“Haklısın. Ama siyahlı adamla görüşmek için özellikle seçilmiş bir yer olabilir.”

“Dage, siyahlı adamın bize yapılan saldırıyla bir ilgisi olabilir mi?”

“Belki de,” dedi Zong Zi Heng, gözlerini sanki bir buz tabakası kaplamıştı, “Bu yüzden Chen Xing Yong diri olarak yakalanmalı.”

Geçici olarak bir hana yerleştiler ve Chen Xing Yong’u hep birlikte yakalamadan önce Cangyu Sekti’nden olan Uçan Tüy Elçisi Qi Meng Sheng’in oraya gelmesini beklediler.

Chen Xing Yong, Cangyu Sekti’ndeyken pek de göze batan biri değildi. Yetenekleri ve efsun düzeyi ne çok yüksek ne de çok düşüktü. Eğer kafa kafaya bir çatışma olsaydı, onunla başa çıkmak o kadar da zor olmazdı. Ancak elindeki büyülü silah Gong Shu Ju, çok güçlüydü ve ne olursa olsun o silah elinde oldukça en tehlikeli yerlerden bile kaçabilecek durumdaydı.

Sıradan bir efsuncu bile bu büyülü silahı eline geçirirse korkunç bir güç elde etmiş olurdu. Sayısız efsuncunun birbirlerini hırpalayarak silah uğruna rekabet etmelerine şaşmamalıydı. Onlardan biri olan, kendi ustalarını ve atalarını öldüren Chen Xing Yong epey zalim ve acımasızdı. Gong Shu Ju’yu ele geçirdikten sonra diğer insanların altın özlerini yiyerek yüksek rütbeli bir efsuncuya dönüşmüştü. Daming Zong Klanı onun için bir arama bildirgesi yayımlamıştı, Chunyang Sekti, Cangyu Sekti ve Huaying Sekti de onun peşine düşmüştü. Fakat üç yıl geçmiş olmasına rağmen hala tutuklanamamıştı.

“Dage, Chen Xing Yong’u yakalarsak Gong Shu Ju’yu istiyorum.” dedi Zong Zi Xiao, sanki bu büyülü silah çoktan kendisine aitmiş de onu geri almayı arzu ediyormuş gibi bir ifadeyle söylemişti.

Zong Zi Heng’in eli hafifçe titredi.

Hancıya bir kova sıcak su getirmesini söylemişti ve şimdi Zong Zi Xiao’nun saçlarını yıkıyordu.

“Dage’ya vermemde bir sorun olmaz. Zaten aramızda senin benim diye bir şey yok, her şeyimizi paylaşırız,” dedi Zong Zi Xiao, o sırada küvetin içinde oturuyordu ve suyu alıp Dage’sının yüzüne doğru sıçrattı, “Dage sabun gözüme giriyor, lütfen acele et.”

“O büyülü silah, istiyorsun diye alabileceğin bir şey değil. Daha önceden Cangyu Sekti’ne aitti.”

“Cangyu Sekti’ne ait falan değil. Ataları arkada bırakmıştı, kim elde ederse onun olur,” dedi Zong Zi Xiao ve Zong Zi Heng’e ciddi bir şekilde baktı, “Dage, Gong Shu Ju’yu istemiyor musun?”

“Kim böylesine güçlü bir büyülü silahı istemez ki? Ama bu mesele o kadar da basit değil. Chen Xing Yong’u yakaladıktan sonra, büyülü silahı kimin alacağı konusunda kendi içimizde mi savaşacağız?” dedi Zong Zi Heng ve Zong Zi Xiao’nun saçlarını nazikçe yıkamaya devam etti, “Hayallere dalma. Şu anda burada olma amacımız büyülü silah değil.”

“Bizim amacımız büyülü silah değil, peki ya diğerleri? Bunu hiç düşündün mü?” dedi Zong Zi Xiao ve yüzünü Zong Zi Heng’e döndü, “Xu Zhi Nan neden bu kadar hevesli? Huaying Sekti ve biz intikam uğruna buradayız. Peki ya Chunyang Sekti? Bu meselenin onlarla ne ilgisi var ki? İnsanlar çıkarı olmadan böyle tehlikeli bir şey için kılını bile kıpırdatmaz.”

“…..”

“Chen Xing Yong’u yakalayan kişi Gong Shu Ju’yu alacak,” dedi ve gülümsedi Zong Zi Xiao, “Dage, eğer Gong Shu Ju’yu ele geçirirsek, gerçekten onu bizden çalmaya ve Daming Zong Klanı’na karşı çıkmaya cesaret edebilirler mi?”

Zong Zi Heng biraz şoke olmuştu. Nasıl oluyordu da kendi büyüttüğü bu küçük kardeşinin kişiliği kendisinden bu kadar farklı oluyordu? Ama tekrar düşününce anladı, kendisi hep geri çekilmek zorunda kalmış, boyun eğmişti. Zong Zi Xiao ise bu yaşına kadar hep agresif bir çocuktu, ne zaman inat etse sonucunda istediği şeyi elde ederdi. Yüreğinde hissettiği şeyleri dile getiremezdi, yalnızca derin bir şekilde iç çekti.

“Dage?” dedi Zong Zi Xiao, “Yanılıyor muyum? Sonuçta o büyülü silahın üzerine birinin adı kazınmış değil. Kim güçlüyse o ele geçirir, bu efsun dünyasının değişmez bir kuralıdır.”

Zong Zi Heng küçük kepçe şeklindeki tası aldı ve Zong Zi Xiao’nun kafasına biraz su döktü.

“Ah…gözlerim.” dedi Zong Zi Xiao, sabun girdiği için gözlerini ovuşturdu ve bir müddet açamadı.

“Xiao Jiu, gördüğün her şeyi isteyemezsin. Dünyada her zaman senin istediğin şey olmayacak,” dedi Zong Zi Heng yumuşak bir şekilde, “Gong Shu Ju, kendi ustasını öldüren Chen Xing Yong tarafından alındı. Geri alındıktan sonra, Cangyu Sekti’ne iade edilmelidir. Ahlaki olarak yapılacak en doğru şey budur.”

Zong Zi Xiao kara gözlerini kocaman açtı ve gözlerini kırpmadan Zong Zi Heng’e baktı.

“Xu Dage’ya gelince, bence Chen Xing Yong belasından kurtulmaktan başka bir amacı yok. Bu her efsuncunun sahip olması gereken cesaret ve doğruluk. Sapla samanı birbirine karıştırma, onun hakkında böyle şeyler söylemek bir zalimin kalbiyle bir beyefendinin nazikliğini yargılamaktır.”

Zong Zi Xiao’nun yüzünde bir öfke ifadesi parladı ama hemen yerini üzüntü aldı, “Dage, neden bana böyle şeyler söylüyorsun? Xu Zhi Nan ile sadece iki kez görüştün. Neden ona bu kadar çok güveniyorsun?”

Zong Zi Heng de sözlerinin ağır olduğunu fark etti. Zong Zi Xiao’nun yüzündeki köpüğü sildi, “Dage’nın demek istediği şey, insanların sürekli kötü olduğunu düşünmemen gerektiği.”

Zong Zi Xiao karşı çıktı, “Yeteneklerini kullanarak istediğin şeyi elde etmenin nesi kötü?”

Zong Zi Heng ciddiyetle yanıt verdi, “Böyle düşünüyorsun ama, Chen Xing Yong da aynı şekilde düşünüyor.”

“…..Ben onun gibi değilim.”

“Tabii ki de onun gibi değilsin,” dedi Zong Zi Heng ve kardeşinin nemli saçlarını okşadı, “O halde Gong Shu Ju’yu düşünmeyi bırak.”

“Dage gerçekten de büyülü silahlar istemiyor mu?”

“İstiyorum. Ama bir beyefendi varlıklı ve güçlü olmayı arzulasa da bunu hayatın ona vermesi gerekir. Başkalarından çalamayız.”

“Hıh, boş versene. Gong Shu Ju pek de umurumda değil. Gelecekte bir gün, Shanhe Sheji Haritası’na sahip olmak istiyorum.”

Zong Zi Heng homurdandı, “Yine büyük konuşuyorsun.”

Dört kadim büyülü silahtan biri olan Shanhe Sheji Haritası, Daming Zong Klanı’nın hazinesinde bulunuyordu. Ne yazık ki, aynı anda pek çok yüksek rütbeli efsuncunun gücüne ihtiyaç duyan Shen Nong Kazanı gibiyidi ve efsuncular onu kullanmakta güçlük çekiyordu.

“Atalarımızdan biri, bir zamanlar Shanhe Sheji Haritası’nı kullanmıştı, o halde ben neden kullanamayayım ki? Er ya da geç, kadim büyülü silahları kullanacak kadar güçlü olacağım.”

“Uçmayı düşünmeden önce patikadan emin adımlarla yürümelisin.”

Zong Zi Xiao soğuk bir ifadeyle burnundan soludu ve aniden tüm vücudu suya battı, yüzeyde sadece bir dizi küçük baloncuk bıraktı.

Zong Zi Heng parmaklarını suyun üzerinde yüzen ve yosuna benzeyen saçların etrafına sardı, “Ne kadar süre nefesini tutabileceksin görelim bakalım.”

Başta Zong Zi Xiao bir savaşçı gibi direndi ve sudan çıkmadı. Fakat en nihayetinde daha fazla dayanamadı ve kasıtlı bir şekilde sudan aniden çıkarak Zong Zi Heng’e su sıçrattı.

“Seni velet.” dedi Zong Zi Heng gülerek ve o da su sıçratmaya başladı.

İkisi su savaşına devam etti ve küvetteki tüm su odaya döküldü. Zong Zi Heng de sırılsıklam olmuştu.

Zong Zi Xiao o kadar çok eğleniyordu ki gülmekten yanakları ağrımaya başlamıştı ve yüzü kıpkırmızı olmuştu.

“Pekala, yeter artık. Banyo yaparken bile yaramazlık peşindesin.” dedi Zong Zi Heng ve onu havluya sarıp yatağa oturttu, ardından gelişigüzel bir şekilde kurulamaya başladı.

Zong Zi Xiao ilk başta gülümsüyordu, ama birdenbire yüzünde tuhaf bir ifade belirdi. Hemen eğilip havluyu kaptı, “Kendim kurulanırım.”

“Tamam sen kurulan, saçların zaten kurumuş. Benim üstümü değiştirmem lazım.”

Zong Zi Heng kenara çekildi ve sırtını Zong Zi Xiao’ya dönüp ıslak olan kıyafetlerini çıkarmaya başladı. Vücut hatları inceydi, yumuşacık görünen teni bembeyazdı. Fiziği hem genç birine hem de yetişkin bir adama benziyordu. Güçlü kemikleri, ince bir şekilde oyulmuş bir yeşim parçası gibi ince kaslarla kaplıydı, narin, saf ve sıcak bir ışıltı yayıyordu.

Zong Zi Xiao, gizlice ağabeyinin sırtına baktı ve yüzü açıklanamaz bir şekilde kızardı. Vücudunun neden değiştiğini ya da abisinin kıyafetlerini değiştirmesini neden izlemek istediğini henüz çözememişti ama ona baktığını bilmesini istemiyordu.

Şöyle düşünüyordu: Dage’nın vücudu bembeyaz. Beli çok ince ve bacakları da çok uzun. Çok iyi görünüyor.

Zong Zi Xiao o gece ilk kez uyumaya gittiğinde Zong Zi Heng’e yakın durmadı ve kasıtlı olarak biraz geri çekildi. Böyle soğuk bir günde yanında en sevdiği ısı kaynağı yatıyordu, fakat utangaçtı ve sanki yanmaktan korkarcasına ona yaklaşmaya cesaret edemiyordu.

İki kardeş horoz ötene kadar deliksiz bir uyku çekmişti ki, horozun sesiyle beraber aynı anda uyandılar.

Ellerini yüzlerini yıkadıktan sonra, sabah alıştırması için avluya indiler.

Xu Zhi Nan ve birkaç Chunyang Sekti öğrencisi de uyanmıştı. Bu iki kardeş daha öncesinde hiç dövüş sanatları çalışan efsuncularla bire bir çarpışmamıştı, o yüzden inanılmaz derecede hevesliydiler.

O sırada hancı avluya bir kova getirdi ve onları gülümseyerek selamladı, “Genç Efendiler, erkenden uyanmışsınız. Ben yan tarafa gidip bu sabah aldığım taze tofulardan sizin için yahni yapacağım.”

Zong Zi Heng de gülümsedi, “Pekala.”

Hancı kapıdan çıktı ve aniden tahta kovanın yere çarpma sesi ardından da hancının çığlığı duyuldu. Yuvarlanarak ve sürünerek geri geldi, “İblis, bir iblis var!”

“Neler oluyor?!”

Oradakiler sesi takip ederek dışarı çıktılar. Sabahın bu erken saatinde, karşılarında neredeyse bir ev büyüklüğünde olan bir gölge vardı. Bu gölge adım adım onlara doğru yaklaşıyordu, her adımı sanki onların üstüne atıyor gibiydi.

Kimse nefes almaya bile cesaret edemiyordu.

Bu nasıl bir şeytani canavardı böyle? Şeytani canavarlar genellikle kalabalıktan uzak yerlerde yaşardı ve bu türde bir iblisin insan topraklarında ortaya çıkması pek de ihtimaller dahilinde değildi.

Şeytani canavar aniden durdu. Sanki sisin ortasında dikilmiş, direkt olarak onlara bakıyordu.

Xu Zhi Nan bir rüzgar tılsımı çıkardı ve fırlattı. Bir sis bulutu uçtu ve önlerinde bir şey belirdi———bir köpek.

Zong Zi Heng dehşete kapılmıştı, bu caddedeki büyük altın renkli köpek değil miydi?

Zong Zi Xiao da şaşırmıştı, “Bu köpek neden aniden büyüdü?!”

Xu Zhi Nan ciddiyetle yanıtladı, “Köpek büyümedi. Sadece, biz küçüldük.”

———

5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

0
Would love your thoughts, please comment.x