İçeriğe geç
Home » Wu Chang Jie 47. Bölüm

Wu Chang Jie 47. Bölüm

“Ne?!”

“Aslan İttifakı tarafından fark mı edildik?”

“Gong Shu Ju bu, kesinlikle Gong Shu Ju olmalı!”

Zong Zi Heng içgüdüsel olarak Zong Zi Xiao’nun omuzlarını tuttu, onu kollarıyla beraber korudu ve temkinli bir şekilde etrafına baktı, “Gong Shu Ju sadece ölü şeyler üzerinde kullanılmıyor muydu?”

“Biz de öyle sanıyorduk,” dedi Xu Zhi Nan başını kaldırdı ve aniden etrafında bulunan devasa görünümdeki evlere baktı, “Belki de Chen Xing Yong iki kez bu yöntemi kullanarak tutuklanmaktan son anda kurtulmuştu.”

Çetin geçen bir kışın ortasında olmalarına rağmen Zong Zi Heng’in alnında ter damlaları belirmişti. Bir elinde kılıcını tutuyor, diğeriyle de kardeşinin omzunu kavrıyordu. Üç yıl öncesinde, garip büyüler karşısında bile yeni doğmuş bir buzağı gibi cesaretliydi. Ancak küçük kardeşiyle beraber ölümle burun buruna geldikten sonra artık hiçbir büyülü silahı küçümseyemiyordu.

Aslında Zongxuan Kılıç Tekniği’nde Cennetin Yedinci Seviyesi’ne ulaştığı ve yanında pek çok yetenekli efsuncu bulunduğu için bu sefer kendinden emindi. Fakat söz konusu olan büyülü silah Gong Shu Ju’ydu, yine de korkmadan edemiyordu.

Zong Zi Xiao soğuk bir şekilde, “Nasıl fark edildik? diye sordu ve Chunyang Sekti mensuplarına dik dik baktı.

Zong Zi Heng de aynı şeyi düşünüyordu. Yan Şehri, Gutuo Kasabası gibi değildi. Bu kadar büyük bir şehirde bir avuç insanın dikkat çekmesi pek de mümkün görünmüyordu. Tüm yol boyunca dikkatlice gizlenmiş, kılık değiştirmiş ve şehre gruplar halinde girmişlerdi, dükkan sahipleri bile onların efsuncu olduğunu düşünmemişti. Daha bir gün bile geçmeden Aslan İttifakı onları nasıl fark etmişti ki? Chunyang Sekti öğrencileri siyahlı adamın izini sürdüğü için miydi, yoksa Chen Xing Yong takip edildiğini çok daha önceden mi biliyordu?

Sebebi ne olursa olsun, bu sefer kovalamaca oyununu onlar kaybetmişlerdi. Önceki iki çarpışmada Chen Xing Yong kaçmak ve kendisini kurtarmak zorunda kalmıştı. Ancak bu sefer ilk o, saldırı girişiminde bulunmuştu, muhtemelen buraya hazırlıklı bir şekilde gelmişti. Yani şu anda içinde bulundukları durum üç yıl öncesinden daha da kötüydü.

Artık kimseyi suçlamanın bir anlamı yoktu, bu yüzden Zong Zi Heng derin bir tonla seslendi, “Sakin olun, Gong Shu Ju ne kadar güçlü olursa olsun, büyü yapma menzili sınırlı. Üç yıl önce dördümüzü ayırmak zorunda kalmıştı. Muhtemelen bu onun gücünün sınırıydı, altın özü yiyerek güçlenmiş olsa bile bu silah çok fazla güç tüketiyor. Dikkatli olduğumuz sürece uzun süre dayanamayacaktır.”

“Ama tam olarak ne yapmak istiyor ki?” diye sordu öğrencilerden biri, sesindeki titreme açıkça belli oluyordu.

Vahşi bir şeytani canavar ya da kurnaz bir kötü ruh olsun, hiçbir efsuncu karşısına çıkan böyle tehlikelerden kolayca korkmazdı. Çünkü gözleriyle karşılarında ne olduğunu görebilirlerdi. Ömür boyunca bunlara karşı efsun çalışarak eğitilmişlerdi. Fakat şu anda karşı karşıya oldukları şey görünmez bir iblis gibiydi. Bu denli küçük bir boyuta geçeceklerini hiç düşünmemişlerdi. Sanki Zong Zi Heng’in, Gong Shu Ju ile ilk karşılaşması gibiydi, merdivenlerden koşsa bile oraya ulaşamayacağını ya da basamakların insanları yutabileceğini bilemiyordu. En korkutucu olan da buydu zaten, bilinmezlik.

Büyük altın renkli köpek onları merak ediyordu. Küçük hanın etrafında dolaştı ve kocaman kafasını içeri doğru soktu. Islak burnu bir şeyi kokluyormuş gibi buruştu.

Sanki zorlu bir düşmanla karşı karşıyaydılar. Ne de olsa bu köpek şu anda tek bir lokmada hepsini yutabilirdi.

Aniden, büyük altın renkli köpek arkasını döndü, kalçasını onlara doğru tuttu ve arka ayaklarından birini kaldırdı.

Kalabalık birbirine baktı ve hemen sonrasında aynı anda tepki verdi. Adeta küfredip koşuşturarak başlarını kapatmaya çalışan korkak fareler gibilerdi.

O anda gökten yağan idrar, gözlerinin önünde çağlayan bir şelaleye benziyordu. Balık gibi kokan sıvılar her yöne sıçrıyordu. Ellerinden geldiğince saklanmaya çalıştılar, ancak kaçınılmaz olarak başarılı olamamışlardı.

“Piç! Piç!” diye haykırdı Zong Zi Xiao, öfkeden yüzü kıpkırmızı olmuştu. Hayatı boyunca hiç bu kadar aşağılanmamıştı. Köpeği mi yoksa Chen Xing Yong’u mu “piç” kelimesiyle azarladığından emin değildi.

Diğerlerinin ifadeleri de çok kötüydü. Düşmanın tuzağına düşmek zaten küçük düşürücüydü, üstüne bir de bir köpeğin sidiğiyle boğulmak üzerelerdi. Eğer diğer insanlar bunu duyarsa, hiç itibarları kalır mıydı?

“Tekrar, tekrar geliyor!” diye dehşet içinde bağırdı öğrencilerden biri ve gökyüzünü işaret etti.

Yukarı baktılar ve gökten aşağı inen bir su sütunu gördüler. Dişlerini gösteren ve pençelerini savuran bir ejderha şeklindeydi, adeta tüm dünyayı yutabilecek gibi görünüyordu.

“Bu Longxishui*!”

ÇN: Su çeken ejderha anlamına geliyormuş

Longxishui, gökten ve yerden su çekilebilen ve aktarılabilen su bazlı bir teknikti. Oldukça basitti, hangi efsuncu bir fincan çay için kullanmamıştı ki? Fakat daha fazla miktarda su çekmek için çok büyük bir güce sahip olmak gerekiyordu. Nitekim bu kişinin yalnızca bir kova su çekmesi yeterliydi; şu an bir kova su ile boğulabilecek boyuttalardı.

Ancak o zaman bütün hanın alçak bir bölgede olduğunu anladılar.

“Handaki insanları çabucak çağırın——”

Xu Zhi Nan bir şey söyleyemeden, Longxishui gökten keskin bir kılıç gibi düşerek hanı parçalara ayırdı.

Su hızla içeri girdi ve göz açıp kapayıncaya kadar ayak bileklerine ulaştı.

Kalabalık kılıçlarıyla yükseldi ama tam uçarken Longxishui tarafından savruldular, neredeyse düşüyorlardı. Ne kadar yükseğe çıkarlarsa rüzgar o denli şiddetleniyordu, doğru düzgün uçamıyorlardı. Öyle küçüklerdi ki, altın renkli köpek üflese bile onlar için büyük bir fırtına olurdu.

“Yardım edin, yardım edin—”

Hanın içinden feryat ve çığlık sesleri yükseliyordu.

Xu Zhi Nan bağırdı, “Gidip insanları kurtarın.”

Üstlerinden sular akarken yıkılmış olan hana girdiler. Çatı kirişlerinin altında kalıp sıkışan çok sayıda insan vardı. Bu insanlar odalarında uyuyorlardı, böyle bir şeyin içine düşeceklerini ve ölümle karşı karşıya kalacaklarını nereden bilebilirlerdi ki?

“Zi Xiao, Dage’ndan sakın ayrılma!” diye haykırdı Zong Zi Heng, tepesine yağmur yağarken sesi oldukça boğuk çıkıyordu. Kardeşinin elinden tutarken handa kalan diğer insanları arıyordu.

Zong Zi Xiao da onun elini sıkıca tuttu, “Endişelenme!”

İkisi baygın bir kadın buldu ve onu dışarı taşıdı. Chunyang Sekti öğrencileri kurtardıkları insanları hanın dış kısmında güvenli bir yere koyuyordu. Artık su seviyesi bellerini geçmek üzereydi ve giderek daha da yükseliyordu.

Kadını yere bıraktıklarında birden uyandı ve onlara boş boş baktı, “Kızım nerede? Kızım nerede?”

Zong Zi Heng, sudaki harap ahşap kalıntılarına baktı, ona nasıl cevap vereceğini bilmiyordu.

“Genç Efendi, kızım nerede?!” dedi kadın ve ağlayarak Zong Zi Heng’in kolunu tuttu, “Lütfen kızımı kurtarın, yalvarırım.”

“Korkmayın, kızınızı kurtaracağım,” dedi Zong Zi Heng ve Zong Zi Xiao’yu tutup yüksek bir kirişin üstüne koydu, “Xiao Jiu, beni burada bekle, bir yere kıpırdama.”

“Ben de seninle geleceğim.”

“Suyun boyu senin boyunu aşmak üzere.”

“Yüzebilirim!”

“Sana burada beklemeni söyledim!” dedi Zong Zi Heng ciddiyetle, “Dage’nın sözünü dinlemeyecek misin?”

Zong Zi Xiao ağzını açtı ve endişeyle Zong Zi Heng’e baktı.

Zong Zi Heng onun ıslak başını okşadı, arkasını döndü ve üzerine su akan hana doğru ilerledi.

Hana girdiğinde su göğsüne kadar gelmişti, derin bir nefes alarak nefesini tuttu ve içeri girdi.

Hanın enkazındaki tüm çıkışlar kapanmıştı, içerideki kişi nasıl çıkacağını bulamayabilirdi. Zong Zi Heng kılıcını çekti ve önündeki şeyleri temizlemek için kullandı. Aniden başının üstüne bir kiriş düştü, kurtulmak için elinden geleni yaptı ama yine de boynunu sıyırmıştı. Bedeni uyuştu ve sulara gömüldü. Ağzından ve burnundan su girmeye başlamıştı.

Tam boğulmak üzereydi ki, o anda tüm gücüyle suyun üstüne çıkmak için çabaladı.

Su boynunu geçmişti, kısa bir süre sonra bütün han sular altında kalacaktı ve galiba, kadının kızı çoktan…

Zong Zi Heng pes etmek üzereyken, aniden su üstünde yüzen şeftali rengi kıyafeti fark etti. O anda kalbi sıkıştı ve hızlıca o tarafa doğru yüzmeye başladı.

Gerçekten de suyun altında, sadece iç çamaşırları üzerinde olan bir kız vardı. Siyah saçları suyun üzerinde yosun gibi süzülüyordu.

Zong Zi Heng kollarını onun beline doladı ve suyun dışına doğru sürükledi.

“Dage!” diye haykırdı Zong Zi Xiao, endişeli bir şekilde dışarıda bekliyordu.

“Dage burada!” diye yanıtladı Zong Zi Heng ve kucağındaki genç kızla beraber yüzerek çıktı.

Kadın, baygın olan kızını görünce feryat etti.

Zong Zi Heng, genç kızı tahta kirişin üstüne koydu ve elleriyle kızın göğsüne sertçe baskı uyguladı.

“Wang Shixiong, burada boğulmuş bir kız var! Çabuk buraya gel!”

Wang Shixiong diye hitap edilen kişi aceleyle uzaktan yüzerek geldi.

Zong Zi Heng ona ruhani güç aktararak nabzının yeniden atması için çabalıyordu. Kızın hala ölümle pençeleştiğini fark ediyordu.

Ruhani güç aktarımından sonra çenesini aşağı indirip göğsüne baskı uygulamaya devam etti.

Zong Zi Xiao’nun gözleri fal taşı gibi açıldı ve Zong Zi Heng’i eliyle durdurdu, “Ne yapıyorsun?”

Zong Zi Heng aceleyle cevapladı, “Hayatını kurtarıyorum.”

“Sen, sen onu öpecek misin?”

Zong Zi Heng bir anlığına donakaldı, “Ona nefes vereceğim!”

“Onu öpemezsin!”

“Sorun çıkarma!”

“Ben yaparım. Sen onu öpemezsin!” dedi Zong Zi Xiao ve sert bir şekilde Zong Zi Heng’i itti.

“Sen…”

“Bir bakayım.” dedi Kıdemli Wang ve hızla yürüyerek kızı kaldırdı. Göğsüne doğru usta bir şekilde ruhani güç aktardı ve kız birden öksürerek ciğerlerindeki suyu dışarı attı.

Oradaki herkes rahat bir nefes aldı.

Kadın kızını tuttu ve Zong Zi Heng’i işaret etti, “Çabuk, bu iyi adama teşekkür et. Seni bu beyefendi kurtardı.

Genç kız hala çok bitkindi, yüzü kireç gibi bembeyazdı fakat Zong Zi Heng’i gördüğü anda yüzü aniden kızarmış, kekeleyerek birkaç kelime mırıldanmıştı.

Zong Zi Xiao’nun kaşları çatıldı, sonra bir anda Zong Zi Heng’in üstüne atladı. Kollarını boynuna bacaklarını da beline doladı ve kasıtlı olarak genç kızın onu görmesini engelledi.

“Korkma.” dedi Zong Zi Heng, kolunu küçük kardeşine sararak ona sımsıkı sarıldı.

Zong Zi Xiao acımasızca yanıt verdi, “Chen Xing Yong’u kesip, parça pinçik edeceğim.”

Zong Zi Heng başını kaldırdı ve gökyüzüne ulaşan su sütununa baktı, ardından da suya gömülmek üzere olan yıkık hana bir bakış attı. Kalbi endişeyle çarpıyordu.

Bu su, efsuncuları öldüremezdi, kılıçlarıyla uçarak kurtulabilirlerdi ve uçamasalar da başka yollar bulurlardı. Ama bu insanlar ne yapabilirdi ki? Chen Xing Yong onların bu masum insanları geride bırakıp ölüme terk edemeyeceklerini biliyor olmalıydı.

Xu Zhi Nan, Zong Zi Heng’in yanına doğru yüzdü ve güçlükle nefes aldı, “Benim bir planım var ama biraz riskli.”

“Çabuk söyle bana.”


5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest


0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

Light
Dark
0
Would love your thoughts, please comment.x