İçeriğe geç
Home » Wu Chang Jie 55. Bölüm

Wu Chang Jie 55. Bölüm

Daming’e dönüş yolunda, Zong Zi Xiao ne Zong Zi Heng’e baktı ne de tek bir kelime söyledi. Sanki kendine görünmez bir sınır çekmişti, etrafına öfke ve karşı çıkış dalgası yayıyordu.

Zong Zi Heng onun kızaran ve şişen yanağına baktı, hala kızgındı ve hayal kırıklığına uğramış hissediyordu. Yol boyunca doğru şekilde yetiştirilmemiş olan kardeşini düşündü, onun böyle disiplinsiz olması yüzünden kendisini suçluyordu. Yürüdükçe ve düşündükçe ona olan öfkesi de giderek azalmıştı.

Zong Zi Heng hızlıca adım atıp önüne geçti ve onun çenesini kavradı, “Dage yüzüne bir baksın…”

Zong Zi Xiao ifadesiz bir şekilde yüzünü çevirdi ve ileri doğru yürüdü.

Zong Zi Heng usulca iç çekti.

Kışın sonuna doğru, Daming’e kar yağmıştı. Oldukları mesafeden, Jiuzhou’nun merkezi olarak bilinen bu şehir, tamamen karla kaplanmış gibi görünüyordu. Dağınık binalar, satranç tahtasına yayılmış düzensiz taşlar gibiydi.

Wuji Sarayı’na döndükten sonra Zong Zi Heng dinlenmek için odasına gitmemiş, bunun yerine doğrudan İmparator Ning Hua’dan özür dilemeye gitmişti. Huang Hong ve Huang Wu’nun mektubu Daming’e onlardan önce ulaşmış olmalıydı.

İç saraya vardığında Zong Ming He ve Li Xiang Tong’la karşılaştı.

Zong Zi Heng yere diz çökerek onları selamladı, “Oğul, babasına ve İmparatoriçe Anne’ye saygılarını sunar.”

Li Xiang Tong, Zong Zi Heng’e yukarıdan baktı, ses tonu soğuktu, “Heng Er, bu seyahatinde bir şeyler başarabildi mi?”

“İmparatoriçe Anne, azılı hırsız Chen Xing Yong’u yakaladım.”

“Ah, o halde üç yıl önce Chu topraklarındayken sana ve Xiao Er’a yapılan saldırıdan kimin sorumlu olduğunu da öğrenmiş olmalısın?”

“…Henüz değil.”

“Henüz değil mi? O zaman onu tutuklamanın ne anlamı var?” dedi Li Xiang Tong, sesi keskinleşmişti, “Üç yıldır, sana ve Xiao Er’a bir şey olursa bunun ikinci kardeşinin yararına olacağına dair bazı aşağılık söylentiler sarayın içinde ve dışında dolaşıyordu, değil mi?”

Zong Zi Heng’in ifadesi aniden değişti, “Bu oğul hiç duymadı. Fakat bu saçma söylentiler…kendi kendine durulacaktır.”

“Kendi kendine mi durulacak?” dedi Li Xiang Tong ve kaşlarını çattı, “Nasıl kendi kendine durulacak? Hem ikinci kardeşin hem de ben, adımızı temize çıkarman için sana güveniyorduk. Sen gerekeni yapmadığın gibi bir de Huang Wu ile Huang Hong’un emirleri yerine getirmesine engel oluyorsun. Dirseklerini hangi yöne çevirdin?*”

(Bu Çince bir deyim, dirseklerini dışarı doğru çevirmek bencillik anlamına gelir. Dirseğini içeri doğru çevirmek ise, kişinin kendi kendini hiç düşünmemesidir.)

“Bu oğul, bu oğul, hala araştırıyor. Chen Xing Yong’un verdiği ipuçlarına göre ben…”

“Kes sesini!” diye öfkeyle kükredi Zong Ming He, “Sarayın dışına yine çıktın. Bu sefer küçük kardeşini tehlikeye atmakla kalmayıp, Chen Xing Yong’u yakaladığın halde kardeşinle sana saldıran asıl kişiyi öğrenemedin. Üstelik buraya getirmen gereken Gong Shu Ju’yu da onlara geri verdin. Hiçbir başarın olmadığı gibi, işleri mahvetmekten de geri kalmıyorsun!”

Zong Zi Heng o kadar rahatsızdı ki, ateşte kavruluyormuş gibi hissediyordu. Karşısında duran insanı iliklerine kadar donduran buz dağına karşı alçakgönüllülükle başını eğdi ve fısıldadı, “Lütfen beni affet, baba.”

“Üç yıl önce Jiaolong Meclisi’ni kaçırdın, üç yıl sonra da Gong Shu Ju’yu elinden kaçırdın. Küçük kardeşlerine böyle mi örnek oluyorsun?!”

Zong Zi Heng dudağını kanatırcasına ısırdı, “Bu oğul…hatasının farkında.”

Zong Ming He’nin bakışı Zong Zi Heng’in kılıcına takıldı ve kaşları çatıldı, “Xu Zhi Nan sana bir kılıç verdi diye benim emirlerime itaatsizlik ettin. Peki ya başka biri daha büyük bir şey vaat ederse?”

Zong Zi Heng keskin bir şekilde yukarı baktı, gözleri korkudan kıpkırmızı olmuştu, “Baba, bu oğul yanlış anlaşıldı. Benim kılıcım kırılmıştı, bu yüzden…”

“Sana kılıç vermediğim için beni mi suçluyorsun?”

“Hayır, hayır.”

“Sana Jiaolong Meclisi için kılıç sözü vermiştim, ama sen geldin mi ki? Bunun suçlusu kim?”

“Bu oğul suçlu. Ama hiçbir şekilde babamın emirlerine kasıtlı olarak itaatsizlik etmedim. Bu oğul başka bir sektin büyülü silahını alarak Zong Klanı’nın itibarını zedelemekten korktu.”

“Gong Shu Ju yeryüzü tanrılarının büyülü silahıdır, ne zamandan beri Cangyu Sekti’ne aitmiş?” diyerek alay etti Li Xiang Tong, “Daming Zong Klanı’nın en büyük prensi, bir kılıç uğruna astlarına zorbalık edip, büyüklerini gücendiriyor. Bu mesele yayılırsa, alay konusu olarak herkesin diline düşeriz.”

Li Xiang Tong’un kışkırtmasıyla beraber Zong Ming He’nin ifadesi daha da kötü bir hal almıştı. Yerde duran Zong Zi Heng’e bir tekme savurdu, “Burada diz çök ve yaptığın hataları düşün, asi evlat.”

Bir grup insan, onu karda dizlerinin üzerinde yalnız bırakarak büyük bir gürültüyle oradan ayrıldı.

Zong Zi Heng’in gözleri bulanıklaşmıştı, yaşlar yanaklarında geziniyordu, neredeyse yere düşmek üzereydi. Fakat aniden keskin bir soğuk rüzgar esti, sıcak olan gözyaşları donarak buz tanelerine dönüştü ve tüm duygularını mühürledi.

Gözlerini kapattı ve daha dik şekilde durmak için sırtını düzeltti.

Gece çöktükten sonra Daming Şehri bir kez daha karla kaplandı ve o manzaraya, Zong Zi Heng’in etini bıçak gibi kesen şiddetli bir kuzey rüzgarı eşlik etti.

Hareketsiz bir şekilde diz çökerken üzerindeki kar tabakası da giderek kalınlaşıyordu. Saf beyaz bedeni yavaş yavaş gökyüzüne ve yeryüzüne karışıyordu. Kükreyen ve adeta kemikleri donduran rüzgar, göğsündeki kederin çığlığı gibiydi.

Bir gece bir de gündüz o şekilde diz çöktükten, sonra kar nihayet durmuştu. Güneş çıkmış, karlar erimeye başlamıştı. Fakat Zong Zi Heng hiçbir şey hissetmiyordu.

Sadece arkasından gelen ayak sesleri yaklaştığında, yavaşlayan beyni tepki verdi.

Birisi onun yanında diz çöktü.

Zong Zi Heng yavaşça kaskatı kesilen boynunu çevirdi ve Zong Zi Xiao’nun kızaran yüzünü gördü. Gözleri inatla ileri bakıyordu ama büzdüğü dudakları, endişesini açıkça belli ediyordu.

“Xiao Jiu…ne…yapıyorsun?” dedi Zong Zi Heng sesi boğuk ve korkutucuydu, ağzından çıkan her kelime anlaşılmayacak kadar titriyordu.

Zong Zi Xiao daha fazla dayanamadı, başını çevirdi ve kızarmış gözlerle ona baktı, “Bu görev babam tarafından ikimize birden verilmişti. Başaramadığımıza göre, beraber cezalandırılmalıyız.”

“Dage’n…Bunu yapmana gerek yok, geri dön.”

Zong Zi Xiao, Zong Zi Heng’in kireç gibi olan yüzüne, bulutlu gözlerine, kuru ve çatlamış dudaklarına baktı. Kalbi o kadar ağrıyordu ki neredeyse “Seni aptal piç, neden böyle olmak zorundasın ki?” diye haykıracaktı.

“Sana ait olmayan şeyleri nasıl zorla alabilirsin?”

“Gong Shu Ju, Xu Zhi Nan’ın da değil ama onu kendi üzerinde tutmaya devam ediyor. Onu kendine saklamak istiyor!”

“Xu Dage’nın kendince sebepleri var.”

Zong Zi Xiao kıskançlıkla dolup taşıyordu, “Ona bu kadar güvenmene ne sebep oldu? Sırf sana bir kılıç verdi diye mi yoksa? Ben sana gelecekte daha iyi bir şey vereceğim. Sana dünyadaki her şeyi verebilirim. Neden beni dinlemiyorsun ki?”

Zong Zi Heng gözlerini kapattı ve iç çekti, “Xiao Jiu, hala çok toysun ve anlayamayacağın çok fazla şey var.”

“Çok yakında büyüyeceğim,” dedi Zong Zi Xiao ve dudaklarını ısırdı, “Büyüdüğümde, kimse sana zorbalık yapamayacak…babam bile.”

Zong Zi Heng ağzının kenarlarını tutmakta zorlanıyordu, “Çabuk kalk, aptalca bir şey yapma.”

Zong Zi Xiao, Zong Zi Heng’in buz gibi olan elini tuttu, “Ben de seninle beraber cezamı çekeceğim.”

“Donacaksın.”

“Donarsam donayım,” dedi Zong Zi Xiao ve Zong Zi Heng’in elini avuçlarının içine alarak ovuşturdu, “Eğer babam seni bağışlamazsa, ben de seninle beraber diz çökeceğim. Ve burada donarak öleceğiz.”

“Xiao Jiu, giderek daha da itaatsiz hale geliyorsun.” dedi Zong Zi Heng, ona vaaz veremeyecek kadar çok güçten düşmüştü.”

“İtaatsiz biri olabilir miyim?”

“………hm?”

“Eğer ara sıra itaatsizlik edersem, beni görmezden gelip terk edemezsin, değil mi?”

“Hayır,” dedi Zong Zi Heng yumuşak bir şekilde, “Dage sana asla el kaldırmamalıydı. Bunu yapmaya hakkım yoktu.”

Zong Zi Xiao isteksizce, “Ben de gidip Gong Shu Ju’yu zorla almamalıydım.” dedi.

“Mn.”

Zong Zi Xiao burnunu çekti, “Sadece babamın seni cezalandırmasını istememiştim, seni üzmek niyetinde değildim.”

“Bu senin düşünmen gereken bir şey değil. Dage senin düzgün ve dürüst biri olmanı istiyor.”

“Düzgün ve dürüst biri olmanın ne yararı var ki? Sürekli Dage gibi mağdur mu edileyim?”

Zong Zi Heng kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir noktadaydı.

Zong Zi Xiao ağabeyine baktı, “Sorun değil. Dage’nın olmak istediği kişi olmasını istiyorum. Büyüdüğümde kimsenin seni üzmesine izin vermeyeceğim.”

Zong Zi Heng donmuş eliyle Zong Zi Xiao’nun elini sıktı, “Xiao Jiu, Dage senin büyümeni bekleyecek.”

Zong Zi Heng, bağışlandığında neredeyse bilinçsizdi. Qinghui Köşkü’ne geri götürülmüştü. Uzaktan annesinin çığlıkları kulaklarına ilişiyordu. Birdenbire etrafında ısı kaynakları belirdi, cildine aynı anda saplanan sayısız iğne gibi donmuş bedenine yaklaştı. Ruhunu ve vücudunu muazzam bir acıyla yeniden uyandırdı.

Bir süre sonra kendinden geçti.

Tekrar uyandığında, üç gün geçmişti. Bacakları gazlı bezle katman katman sarılmıştı, her yerinde soğuk ısırması* vardı. Öyle acı çekiyordu ki, hareket etmeye cesaret edemiyordu.

(*Çok korkunç bir şey, bunun sonucu uzuv kaybına kadar gidebiliyor. Soğuk ısırması ile sinirler ölüyor deri yanmış gibi oluyor.”

“Heng Er,” diye seslendi Shen Shi Yao, başucunda duruyordu ve endişeyle ona bakıyordu, “Uyandın mı?”

“Anne,” dedi Zong Zi Heng ve annesinin bitkin yüzüne baktı, “Seni yine endişelendirdim.”

Shen Shi Yao kederli bir şekilde yanıtladı, “Endişelenmemi gerçekten umursuyor musun ki? Umurunda olsaydı, babanı ve beni tekrar hayal kırıklığına uğratır mıydın?”

Zong Zi Heng’in ifadesi kasvetliydi, “Bunu kastetmemiştim. Seni hayal kırıklığına uğratmak istemedim, ama…”

Ama neden hep doğru olduğunu düşündüğü şeyi yaptığını bilmiyordu. Herkes onun hata yaptığını söylemişti ve yakınındaki herkesi hayal kırıklığına uğratmıştı.

Gerçekten yanılmış mıydı? Kendinden şüphe etmeye başlamıştı.

Shen Shi Yao nazikçe kolunu okşadı ve kederli bir şekilde, “Bunun hakkında şimdi konuşmanın ne anlamı var ki? Annen sadece senin yakında iyileşeceğini umuyor,” dedi.

Zong Zi Heng annesinin elini tuttu ama onu nasıl teselli edeceğini bilmiyordu.

“Çabucak iyileş. Gelecek baharda Jiaolong Meclisi’nde Hua ailesinin kızıyla tanışacaksın.”

Zong Zi Heng bir anlığına donakaldı.

“Artık İmparatoru memnun etmeni beklemiyorum. O zehirli kadın Li Xiang Tong etrafta olduğu sürece, bizi anne oğul olarak iyi vakit geçirmekten alıkoymanın yollarını bulacaktır ama henüz kaybetmedik,” dedi Shen Shi Yao yumuşak bir sesle, “Li Xiang Tong yalnızca Wuliang Sekti tarafından destekleniyor, ancak Huaying Sekti’nin damadı olursan İmparator kesinlikle sana farklı şekilde bakmak zorunda kalacak. Ve o kadın bizi ezmeye asla cüret edemeyecek.”

Zong Zi Heng tereddüt ediyordu, “Anne, Hua ailesinin kızını beni sevmesi için zorlayamam. Zorla güzellik olmaz, her şey kaderin elindedir.”

“İkiniz adeta birbiriniz için yaratılmışsınız, asıl araya giren kişi o zehirli kadın. Endişelenme, Hua ailesinin kızı o pislik Zong Zi Mo’ya bakmaz,” dedi Shen Shi Yao ve Zong Zi Heng’in yüzünü okşadı. Gözlerinde sıcak bir alev yanıyormuş gibiydi, “Oğlum kesinlikle Hua ailesinin damadı olacak ve gelecekte de Huaying Sekti’nin lideri olarak başa geçecek.”

Zong Zi Heng, Shen Shi Yao’nun üstün olma arzusunun derin bir saplantıya dönüştüğünü hissediyordu. Kalbi annesi için acıyordu ama yine de böylesine bir takıntı onu korkudan titretiyordu, “Umarım, annemin…dilekleri gerçekleşir.”

Shen Shi Yao yüzünü Zong Zi Heng’in elinin arkasına bastırdı ve mırıldandı, “Annen sana çok güveniyor. Tüm hayatım boyunca mutsuzdum. Ama neyse ki, çok iyi bir oğula sahibim. Annen için savaşacaksın, değil mi?”

“………”

“Bu senin iyiliğin için. Annen yüce bir ölümsüz olmanı istiyor.”

“Anne, eğer…” dedi Zong Zi Heng fısıldayarak, “Eğer tüm bu olanlardan yorulduysan, oğlun seni buradan götürebilir. Tüm kargaşadan uzaklaşıp huzurlu bir yaşam sürebiliriz…”

“Sen neyden bahsediyorsun?” dedi Shen Shi Yao, gözleri fal taşı gibi açılmıştı, “Aptal olma. Ben İmparatorun cariyesiyim, sen ise prenssin. Nasıl sıradan biri olmaya bu kadar can atabilirsin ki? Eğer buradan ayrılırsam, bu ancak oğlumun yanına Huaying Sekti’ne gitmemle olur. Milyonlarca insanın arzu ettiği bir yerdesin ve ayrıca çok yeteneklisin. Nasıl böyle ödlekçe bir düşünceye sahip olabilirsin?!”

“….Ben sadece öylesine konuşuyordum.”


5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

0
Would love your thoughts, please comment.x