Hala sabahın erken saatleriydi, bu yüzden Zong Zi Heng mutfağa gidip kendi elleriyle Zong Zi Xiao’nun en sevdiği atıştırmalıklardan yaptı ve onları Bailu Köşkü’ne götürdü.
Zong Zi Xiao kılıcıyla pratik yapıyordu. Birkaç gün içinde Jiaolong Meclisi’nde becerilerini sergileyecek olan herkes çok gergin ve heyecanlıydı, kendilerini geliştirmek kalan her dakikayı değerlendiriyorlardı.
Zong Zi Heng atıştırmalıkları bir kenara koydu ve duvara yaslanarak kendi büyüttüğü küçük kardeşini sessizce izledi.
Bu yaştaki çocuklar bir hayli hızlı büyürlerdi. Yarım yıl içinde Zong Zi Xiao birden boy atmış, ve tüm yaşıtlarından daha uzun bir boya ulaşmıştı. Yüz hatları da yumuşaklığını kaybetmiş, köşeli bir hal almıştı. Artık daha erkeksi görünüyordu.
Siyah renkli bir cüppe giyinmişti ve bir iblis kadar çevikti. Zongxuan Kılıç Tekniği’ni o kadar atılgan ve şiddetli bir tarzda gerçekleştiriyordu ki, onu izleyen kişinin gözlerini ayırıp tek bir hareketi bile kaçırması mümkün değildi.
Tüm kılıç hareketlerini bitirdiği zaman Zong Zi Xiao hafifçe soluklandı. Başını çevirdi, Zong Zi Heng’e gülümsedi ve kendinden emin bir şekilde sordu, “Dage, nasıldı?”
“İyi, çok iyi,” dedi Zong Zi Heng, “Gel ve biraz dinlen.”
Zong Zi Xiao yürüdü, ağabeyi tarafından verilen suyu aldı ve lıkır lıkır içti. Ağabeyi bir havlu alıp onun terini silmek üzereyken aniden havluyu elinden kaptı, “Kendim yaparım.”
“Mn,” dedi Zong Zi Heng ve bambu sepeti açtı, “Biraz atıştırmalık yaptım, hepsi senin en sevdiğin.”
“Teşekkürler Dage.” dedi Zong Zi Xiao ve parlak bir şekilde gülümsedi. Ardından yapışkan pirinç kekinden bir parça aldı ve hepsini ağzına doldurdu.
“Önünden kaçıran mı var?” diyerek azarladı Zong Zi Heng, “Boğulacaksın, dikkatlice ye.”
Zong Zi Xiao’nun fındıklarını saklayan küçük bir sincap gibi şişmiş yanaklarına baktığında, kendini tutamadı, “Her yerine bulaştırmışsın.”
Bunları söylerken onun ağzını silmek üzereydi.
Zong Zi Xiao ondan kaçınmak için geriye doğru bir adım attı ve ağzını ovuşturdu, “Bana çocukmuşum gibi davranma.”
Zong Zi Heng bir kaşını kaldırdı ve homurdandı, “Aiya, yetişkin olmaya çok mu heveslisin?”
Bu süre zarfında, özellikle Yan Şehri’nden döndükten sonra, küçük kardeşindeki değişiklikleri açıkça fark etmeye başlamıştı. Artık geceleri onunla uyumak için gelmiyordu, her yere sırtında taşımasını ya da kucağına almasını da istemiyordu. Yabancıların önünde somurtmuyor, olgun biri gibi davranıyordu. Tüm bu değişimler tek bir anlama geliyordu — büyümüştü.
“Yakında zaten yetişkin olacağım. Sadece iki yılım kaldı.”
Bu sözleri duyan Zong Zi Heng bir an için afalladı ve yumuşak bir şekilde iç çekti, “Sahiden de iki yıl sonra yetişkin olacaksın. Zaman nasıl bu kadar hızlı geçti?”
Göz açıp kapayıncaya kadar, konuşmayı yeni öğrenen en küçük kardeşi, büyüyüp cesur bir genç adama dönüşmüştü.
“Her neyse, Dage yavaş yavaş bana bir yetişkinmişim gibi davranmaya başlamalı.”
“Ah…O halde ne yapmam gerekiyor?”
“Şey…benimle her konuyu konuşmalısın. Başkalarının önünde azarlamak ya da cezalandırmak da yok. Gittiğin her yere beni de götüreceksin, “Sen daha çok toysun” bahanesini uydurarak tek başına dışarı çıkmayacaksın.”
Zong Zi Heng kafasına vurdu, “Bir sonraki hayatında Dage olarak yeniden doğana kadar bekle o zaman.”
“Öyle bir şey olmayacak!”
Zong Zi Heng, onun atıştırmalıklarını yerken bir yandan da homurdanmasını gülümseyerek izliyordu, “Xiao Jiu, gergin misin?”
“Değilim,” dedi Zong Zi Xiao, iyi düşünülmüş bir planı varmış gibi görünüyordu, “O insanlar beni korkutmaya yeterli değil.”
“Huaying Sekti’nin genç efendisinin, İmparatoriçe’nin yeğeninin, Juling Malikanesi’nin öğrencisinin, Jiaolong Meclisi’ne ilk kez katılıyor olan Cangyu Sekti’nin genç kadın efsuncusunun yeteneklerini tahmin etmek güç. Düşmanını hafife almak doğru bir davranış değildir, bilmiyor musun?”
“Biliyorum, düşmanımı hafife almıyorum. Güçlü olsalar bile senden daha güçlü değiller. Senden bile korkmuyorken, onlardan neden korkayım ki?”
“Dage seninle gerçek anlamda hiç dövüşmedi.”
Zong Zi Xiao dudaklarını kıvırdı ve göz ucuyla Zong Zi Heng’e baktı, “Bana vurduğunda hiç merhamet göstermemiştin.”
Zong Zi Heng hafifçe gülümsedi, “Bu senin iyiliğin içindi.”
“Her neyse, kazanacağımı düşünüyorum,” dedi Zong Xiao göğsünü gererek, “Sonuçta beni Dage eğitti.”
Zong Zi Heng yetişkin olduğunda en büyük amcası inzivaya çekilmişti. O zamandan beri efsunla ilgili meseleleri hep diğer amcalarına danışmak zorunda kalmıştı. Zong Zi Xiao’nun ise doğrudan Zong Ming He’den eğitim alma şansı olsa da, İmparator olduğu çok farklı işlerle meşguldü, bu yüzden de büyük ölçüde Zong Zi Heng tarafından yetiştirilmişti. Babasının eğitimi kadar iyi eğitim veremediğini ama en azından diğer insanların Shifu’larından daha iyi bir öğretmen olduğunu biliyordu. Yine de bu konuda hep mütevazı davranmıştı.
“Diğer sektlerin yarışmacıları da senin gibiler. Doğduklarından beri efsun çalışıyorlar, yetenekleri senden aşağı olmayabilir. Kibrine yenik düşebileceğinden korktuğum için söylüyorum. Düşmanını hafife alırsan yarışma esnasında bir aksilikle karşılaşabilirsin.”
“Rahat ol,” dedi Zong Zi Xiao ve ciddi bir şekilde, “Gerçekten kazanmak istiyorum, bu yüzden rakiplerimden hiçbirini hafife almayacağım,” dedi. Daha sonra sıkılmış gibi görünen bir ifade belirdi yüzünde, “Özellikle de şu Li Bu Yu. Onunla karşılaşırsam elimi korkak alıştırmayacağım ve onu parçalara ayıracağım.”
“Saçmalama. Li Bu Yu’nun geleceği çok parlak, onu sakın küçümseme. Ayrıca İmparator ve İmparatoriçe’yi temsil ediyorsun, aşırıya kaçacak bir şey yapmamalısın.”
Li Bu Yu, Li Xiang Tong’un yeğeniydi. Li Bu Yu’nun annesi erken yaşta vefat etmişti, bu yüzden babası onu teyzesinin yanına, sık sık Wuji Sarayı’na gönderiyordu.
ÇN: Li Xiang Tong- İmparatoriçe
Li Bu Yu, Zong Zi Mo’ya daha yakın olmasına rağmen Zong Zi Mo daha çok kızlarla oynamak istiyordu. Bu yüzden de Li Bu Yu her seferinde Zong Zi Heng’i bulmak ve onunla vakit geçirmek zorunda kalıyordu. Ki bu da Zong Zi Xiao’nun öfkeden köpürmesine neden oluyordu.
Öz kardeşleri bazen Dage’sını ondan çalıyordu ama bir de piyasaya bir yabancı mı çıkmıştı? Ne kadar da can sıkıcıydı.
Zong Zi Xiao burnundan soluyordu, soğuk bir şekilde, “Biliyorum. Bu arada, bugün Xu Zhi Nan’ı görmeye mi gittin?” dedi ve dudaklarındaki meyve püresini yaladı. Rahat bir şekilde soruyormuş gibi görünmeye çalışıyordu.
“Mn, bu gece onunla şarap içmek için görüşeceğim.”
Zong Zi Xiao, Zong Zi Heng’e çocukken olduğu kadar yapışkan olmasa da, gittiği her yerde onu takip ediyordu. Ancak bu kez gitmeyi teklif etmemişti, çünkü Gong Shu Ju’yu çalmaya kalkmış ve bir soruna neden olmuştu, “Peki ya Yan Shu, bir gelişme var mı?”
“Qi Meng Sheng geldiğinde, bunu birlikte tartışacağız. Daming bizim bölgemiz, her halükarda Wuling’de olmaktan daha iyi. Yan Shu şu anda ne kadar güçlü olursa olsun, daha fazla efsuncunun yitip gitmesini engellemek için, gerçek yüzünü dünyaya göstermeliyiz.”
Zong Zi Xiao kaşlarını çattı. Onun gibi hiçbir şeyden korkmayan biri bile Wuyun Sekti’nin liderine düşman olmanın ne tür sonuçlar doğurabileceğinin farkındaydı, “Evet, ölümsüz efsun dünyası tarafından yargılanmalı. Ona neden o gün bizi öldürmek istediğini sormak istiyorum.”
Zong Zi Heng yanıt vermedi. Yan Şehri gezisinde, Zong Zi Xiao’ya söylemediği iki şey vardı; biri Cheng Yan Zhi ile ilgiliydi ki, Zong Zi Xiao’nun bu konuyu bilmesine gerek yoktu. Bu sırrı Xu Zhi Nan için saklaması gerekiyordu. İkincisi; Gutuo Kasabası’nda yapılan saldırıydı. Yan Shu’nun asıl hedefi kendisiydi ve özellikle Zong Zi Xiao’ya zarar vermemesi konusunda talimat vermişti. Chen Xing Yong’un adamları muhtemelen onu korkutmak için Zong Zi Xiao’nun altın özünü alacaklarını söylemişlerdi. Ama bunu da ona açıklayamazdı. Şu an hiçbir şey net değildi, ona söylemek hiçbir fayda sağlamazdı.
“Mn, çok fazla yeme. Akşam yemeği yaklaşmak üzere,” dedi Zong Zi Heng ve göğe doğru baktı, “Dage’nın gitmesi gerek. Çok fazla kılıç alıştırması yapıp kendini yorma. Gücünü yarışmaya sakla.”
“Tamam…Bekle, Dage. Hua Yu Xin’in de Daming’e geldiğini duydum, sen…onu henüz görmedin, değil mi?”
“Hayır.”
“Peki, bir planın var mı?” dedi Zong Zi Xiao, ifadesindeki öfke açıkça belli oluyordu.
Zong Zi Heng daha fazlasını söylemek istemedi çünkü kendisi bile ne “planı” olduğunu bilmiyordu, “Babamın ve annemin sözünü dinleyeceğim.”
“Tam olarak neymiş planları?!”
“Dage da bilmiyor.” dedi Zong Zi Heng arkasını döndü ve aceleyle oradan ayrıldı.
Zong Zi Xiao dudağını ısırdı, gözlerindeki ifade buz gibiydi.
—
Zong Zi Heng, Xu Zhi Nan’ı Daming’deki en iyi restoranda bir ziyafete davet etti. Üç yıl önce, Xu Zhi Nan yaralandığında onunla ilgilenmişti ve ikisi böylece yakın arkadaş olmuşlardı. Uzun zamandır onu dışarı çıkmak için davet etmek istiyordu.
Yemek sırasında, baş ağrısına neden olacak meseleler hakkında konuşmaktan özellikle kaçındılar; Daming’in yerel gelenekleri, Jiaolong Meclisi’nde yarışacakların yetenekleri vb. hakkında sohbet ettiler.
Tam tutkulu bir şekilde içki içerken, aşağıdan bir garsonun çok gururlu bir tonda bağırdığını duydular, “Selamlar, İkinci Ekselansları.”
Zong Zi Heng’in eli duraksadı.
Xu Zhi Nan ona sorgulayıcı bir bakış attı.
Zong Zi Heng başını salladı, “Erdi’m sık sık buraya gelir. Onu tanımıyormuş gibi yap, yemeğimize devam edelim.”
“Pekala.”
Ama hemen ardından, garsonun tekrar seslendiğini duydu, “Bütün ölümsüzlerle birlikte Dokuzuncu Ekselansları da burada. Varlığınız mütevazi meskenimi aydınlatıyor, ah.”
Ancak o zaman Zong Zi Heng kaşlarını çatarak şarap bardağını masaya bıraktı.
Nasıl Xiao Jiu buraya Zong Zi Mo ile yemek yemeye gelmiş olabilirdi ki? İkisi neredeyse hiç birlikte takılmazlardı.
Wangxiang Evi çok rağbet görüyor olmasına rağmen Zong Zi Heng, Zong Zi Xiao’yu buraya hiç getirmemişti. Çünkü iki sokak ötede fahişelerin olduğu bir cadde vardı. Ergenlik döneminde olan Zong Zi Xiao’nun da Zong Zi Mo gibi şehvet yolunda ilerlemesini ve efsun çalışmalarından uzaklaşmasını istemiyordu.
Bunu düşününce Zong Zi Heng yerinde duramadı. Zong Zi Mo’nun Xiao Jiu’sunu kötü etkileyeceğinden korkuyordu. Aniden ayağa kalktı, “Xu Dage, aşağı inip bir bakalım.”
“Gidelim.”
Onlar aşağı inerlerken, Zong Zi Mo bir grup insanı yukarı çıkarıyordu.
“Erdi,” dedi Zong Zi Heng, “Tesadüfe bak.”
Bakışları Zong Zi Xiao’ya kaydı.
Zong Zi Xiao ona mahcup bir şekilde baktı.
“Ah, Dage da buradaymış. Bu kişi…”
Xu Zhi Nan hafifçe eğildi, “Chunyang Sekti’nden Xu Zhi Nan. Dokuzuncu ve İkinci Ekselansları’na selamlar.”
“Yani, Chunyang Sekti’nin Da Shixiong’u. Sizin hakkınızda çok şey duydum,” dedi Zong Zi Mo gülümseyerek, “Bugün Huaying Sekti’nden gelen konuklarla beraber bir ziyafet çekmek için buradayım. Bu kişi, Bu Huaying Sekti’nin Genç Efendisi.”
Uzun boylu, yakışıklı genç bir adam öne çıktı ve tereddüt etmeden ellerini birleştirerek selamladı, “Huaying Sekti’nden Hua Jun Cheng, Ekselansları’na ve Xu Zhen Ren’e selamlar.”
Zong Zi Heng afallamıştı. Bu insan grubu Huaying Sekti’ndendi, bu da demek oluyordu ki…
Hızla kalabalığı gözleriyle süzdü ve Hua Jun Cheng’in arkasında duran göz kamaştırıcı güzellikte olan ve mor-mavi renklerinde efsuncu cüppesi giymiş olan bir genç kızın gizlice ona baktığını gördü.
O genç kız, tomurcuklanan bir çiçek gibi son derece narin ve çevik görünüyordu. Çiğ damlasının sabahın erken saatlerinde gün doğumu ile aydınlanmasıyla beraber ışıldadığı gibi parlıyordu.
Sessizce birbirlerine baktılar ve sonra aynı anda bakışlarını başka yere çevirdiler, ama kalpleri kıpır kıpırdı.
Hiç şüphe yoktu ki o, Hua Yu Xin’di.
Gözlerini Zong Zi Heng’in üzerinde tutan ve Zong Zi Heng’in tepkisini görünce neredeyse dişlerini gıcırdatacak kadar sinirlenen Zong Zi Xiao dışında, oradaki herkes birbirleriyle şakalaşıyordu.
Hua Yu Xin kardeşinin arkasından çıktı ve ellerini birleştirdi, “Huaying Sekti’nden Hua Yu Xin, Ekselansları’na ve Xu Zhen Ren’e selamlar.”
ÇN: Şey…. Zong Zi Heng seni hergele…