İçeriğe geç
Home » Wu Chang Jie 58. Bölüm

Wu Chang Jie 58. Bölüm

Karşılaştıkları için artık tek bir masaya geçerek beraber oturmuşlardı.

Zong Zi Xiao, ağabeyinin yanına oturdu ve ara sıra ikisi gizlice birbirleriyle bakışıyor olabilirler diye temkinli bir şekilde Hua Yu Xin’e baktı.

Zong Zi Mo insanları bir araya toplayıp dünyanın en nazik lideriymiş gibi davranmaya bir hayli alışıktı. Aslında böyle davranmak onun hakkıydı; İmparatorun ilk meşru oğlu olarak, arkasında bulunan Wuliang Sekti desteğiyle beraber Jiuzhou’nun gelecekteki lideri olacağına hiç şüphe yoktu.

Zong Zi Heng, Zong Zi Mo’ya baktı ve içten içe şöyle düşündü: birinin İmparator olması için efsun yeteneklerinin çok üstün olmasına gerek yoktu. İkinci kardeşi efsun konusunda iyi olmasa da bu iyi bir İmparator olmayacağı anlamına gelmiyordu. Görünüşe göre, her insanın kendine has güçlü yönleri vardı.

Yemek sırasında Zong Zi Mo, Hua Yu Xin’e olan ilgisini gizlemedi, Zong Zi Heng ise annesinin ona verdiği tavsiyeleri hatırlıyordu ve giderek daha da bunalımlı bir ruh haline bürünüyordu. İyi bir evlat olmak ve annesinin dileklerini yerine getirmek istiyordu, ama kalbinin en derinlerinde küçücük bir ses, özgür olmayı dileyerek haykırıyordu.

Eğer Zong Zi Mo bu güzel hanımı kendine saklamak isteseydi, o zaman Zong Zi Heng diğer insanların beklentilerini karşılamak zorunda kalmayacaktı. Eğer durum böyle olursa özgürce yaşayabilir miydi?

Birbiriyle çelişen iki ayrı düşünce zihninde canlanıyordu ve başının ağrımasına neden oluyordu.

Zong Zi Heng’in kaşlarını çattığını görünce Zong Zi Xiao alçak bir sesle, “Ağabey, sorun ne?” diye sordu.

“Bir şey yok,” dedi Zong Zi Heng ve ifadesini saklamak için şaraptan bir yudum aldı, “Sana sarayda kalmanı söylememiş miydim? Burada ne yapıyorsun?”

Zong Zi Xiao, Zong Zi Mo’nun Huaying Sekti’nden gelen konuklar için bir ziyafet verdiğini duymuştu. Hua ailesinin kızının gerçekte nasıl göründüğünü ve ağabeyine layık olup olmadığını görmek istiyordu. Ama elbette doğruyu söylemeyecekti: “Erge buradaki yemeklerin çok iyi olduğunu söyledi, ben de dışarı çıkıp biraz vakit geçirmek istedim.”

“Saraydan dışarı çıkmanın sırası mı şimdi? Zaten şehir dünyanın dört bir yanından gelen efsuncularla dolup taşıyor. Her şey karmakarışık durumda, etrafta dolaşıp durma.”

“Pekala,” dedi Zong Zi Xiao ve aniden Hua Yu Xin’in tekrar onların olduğu tarafa baktığını fark etti. Yan dönerek kasten onun görüş hattını engelledi ve mutsuz bir şekilde devam etti, “Dage, sence Hua ailesinin kızı güzel mi?”

“Elbette güzel.”

“Erge da onun güzel olduğunu düşünüyor,” dedi Zong Zi Xiao ve imalı şekilde gülümsedi, “Bence Erge ile birbirlerine çok yakışıyorlar.”

Zong Zi Heng sessiz kaldı.

Bu yemek Zong Zi Heng’in tuhaf ve mutsuz hissetmesine neden olmuştu. Böyle olacağını bilseydi onların karşısına hiç çıkmazdı. Burada binlerce iğnenin üstünde oturuyormuş gibi hissetmek yerine Xu Zhi Nan ile sohbet ederek şarap içmek daha iyi olmaz mıydı?

Xu Zhi Nan çok zeki biriydi, kısa süre içinde gençlerin ne düşündüğünü tahmin etmişti. Bu yüzden, düşünceli bir şekilde gülümsedi.

Tam üç gün sonra Jiaolong Meclisi resmi olarak başladı.

Wuji Sarayı’nın arkasında bulunan avlanma bölgesinde yapılacak olan yarışma üç gün sürecekti. Seçim süreci çok basitti: kura ile rastgele kişiler seçilecek ve kazanan kişi bir üst tura yükselecekti. Çok fazla kural yoktu, kadın erkek ayrımı ya da yasaklanan bir silah yoktu. Tüm büyülü silahların, hatta tılsımların bile kullanılmasına izin veriliyordu. Herkes hünerlerini sergilemekte özgürdü, yalnızca tek bir kural vardı; ölümcül bir hamle yapmamak.

Genç efsuncuların birbirlerine zarar vermelerine engel olmak için her sektten bir adet kıdemli savaş arenasında duracaktı. Eğer ölümcül hamlelerin olduğu bir savaşa dönüşürse, savaş anında durdurulacak ve kıdemliler, kazanan kişinin kim olduğuna kendi aralarında tartışarak karar vereceklerdi.

Yarışmada sona kalan kişiler kutsal bir onura kavuşuyordu. Mensubu olduğu sektlerin gururu kendilerinin omuzlarındaydı, nasıl yenilgiyi öylece kabul edebilirlerdi ki? Bu gibi durumlarda kıdemliler karar vermek durumunda kalıyorlardı. Eğer yarışma kendi topraklarında yapılıyorsa önceden hazırlık yaparak, bazı karanlık teknikler kullanma fırsatları bulunuyordu. Bu nedenle de her sekt yarışmanın kendi topraklarında yapılmasını istiyordu. Her sektin sırayla Jiaolong Meclisi’ni düzenlemesi kuralı bu sebepten ötürü koyulmuştu.

Zong Ming He, Wuyun Sekti’ndeki huzursuzluktan yararlanarak bu yılki oturumun ev sahipliğini üstlendi. Durumu en küçük oğlunun lehine çevirmek için bunu yapmıştı, fakat bu, diğer sekt mensuplarının Zong Zi Xiao’nun yetenekleri hakkında dedikodular çıkarmalarına neden olmuştu.

Bu kez Zong Zi Xiao’nun yanı sıra üçüncü prenses Zong Ruo Ning ve beşinci prens Zong Zi Yun da çeşitli sektlerin gençleriyle beraber yarışmaya katılıyordu. Yarışmaya katılanların sayısı neredeyse yüzden fazlaydı.

Savaş davullarının çaldığı esnada Zong Zi Heng atına bindi ve küçük kardeşlerini savaş arenasına götürdü.

Arenanın etrafında her renkten çadır vardı ve önlerinde bayraklar dalgalanıyordu. Oradakilerin gözleri İmparator Zong’un soyundan gelen yarışmacılara çevrilmişti.

Zong Zi Heng’in ilk kez on iki yaşındayken Jiaolong Meclisi’ne katılışı oldukça heyecan yaratmıştı. Herhangi bir ün kazanmamış olsa da, genç yaştaki potansiyeli insanları iç çektirecek kadar etkileyiciydi. Daha sonrasında dünyayı tek başına dolaşmış ve zaman zaman yeteneklerine dair söylentiler çıkmıştı. Bütün ölümsüz dünya, Zong Zi Heng’in ikinci katılımında Jiaolong Meclisi’ni büyük olasılıkla kazanacağını düşünüyordu. Ama üç yıl sonra, Jiaolong Meclisi’nde o ortaya çıkmamıştı. İnsanlar ona acımaktan kendilerini alamamışlardı.

Şimdiyse yeşim kılıcı, altın renkli tokası ve kar beyazı atıyla beraber en önde gidiyordu. Bu genç adam, yemyeşil bir çam ağacı gibi asil ve yakışıklı görünüyordu. Söylentilerdekine hiç benzemiyordu, insanlar ondan gözlerini bir an olsun için bile ayıramıyorlardı. Kadın efsuncular kendi aralarında fısıldaşmaya başladılar.

Zong Zi Xiao, Zong Zi Heng’in arkasındaydı, Dage’sının tüm kalabalığın dikkatini çektiğini görmekten gurur duyuyordu. Gözlerini kıstı ve altın renkli parıltıların ortasında duran Zong Zi Heng’in güzel siluetiyle beraber, dünyaya yayılan ılık bahar güneşini izledi. O anda sanki cennette bulunan bir tanrı yeryüzüne inmişti, önündeki ışığı takip etmekten kendini alıkoyamıyordu— sonuçta böylesine ilahi bir ışığı takip etmek insanın doğasında vardı.

Zong Zi Xiao atını hızlandırarak onun atının yanına geldi, artık yan yana ilerliyorlardı. Ağabeyinin yanında yürüyenin sadece kendisi olduğunu tüm ölümsüz dünyanın görmesini istiyordu.

Böylece bir beyaz ve bir siyah, iki kutsal gurur ortaya çıktı ve orada bulunan herkesin afallamasına neden oldu.

Kendileri için hazırlanan yere oturdular ve kura sonuçlarını beklemeye başladılar.

Zong Ruo Ning bir ileri bir geri yürüyerek volta atıyordu, birazcık gergin görünüyordu.

“Ning Er, yürüyüp durma,” dedi Zong Zi Heng, “İnsanların başını ağrıtıyorsun.”

“Dage, biraz endişeliyim. Ya daha ilk turdan karşıma çok güçlü biri gelirse?”

“Bu kadere bağlı, endişelenmenin ne anlamı var ki? Bunu düşünmek daha da endişelenmene neden olur,” dedi Zong Zi Heng ve elini uzattı, “Gel, otur.”

Zong Ruo Ning, ağabeyinin elini tuttu ve huysuzca başını salladı, “Dage, bu benim Jiaolong Meclisi’ne ilk kez ve son kez katılışım olacak, bu yüzden yarışırken beni izlemelisin.”

“Dage beni izleyecek.” diyerek mırıldandı Zong Zi Xiao.

“Sen dört yıl sonrakine de katılabileceksin. Ablan yakında evlenecek ve bir daha böyle bir şansı olmayacak. Ama sen hala benimle rekabet ediyorsun.”

Zong Zi Xiao gönülsüzce yanıt verdi, “Ben senden çok daha küçüğüm, hala benimle rekabet mi ediyorsun?”

“Canın dayak istiyor sanırım.” dedi Zong Ruo Ning ve yumruğunu savurdu.

Zong Zi Heng kahkaha attı, “Pekala, Dage ikinizi de izleyecek. Ama eğer aynı anda yarışmaya başlarsanız Ning Er’ınkini izleyeceğim, tamam mı?”

Zong Ruo Ning tatlı bir şekilde gülümsedi ve usulca başını salladı, “Mn!”

Zong Zi Heng, kız kardeşinin ipeksi saçlarını okşadı ve içini çekti, “Dage hala senin küçük bir kız olduğunu düşünüyor. Ama sen göz açıp kapayıncaya kadar evlilik çağına geldin bile.”

“Aslında istemiyordum ama…” dedi ve birdenbire Zong Zi Heng’in kulağına yaklaşıp utanarak fısıldadı, “Dage, onu gizlice görmeye gittim. Bence oldukça yakışıklı.”

Zong Zi Heng homurdandı, “Güzel, bizim Ning Er’ımıza layık demek ki.”

Wuyun Sekti huzursuzluk içindeyken, kız kardeşinin orada evlenmesinin güvenli olmayacağından da endişeliydi. Ancak müstakbel kayınpederi uzun zamandan beri dünya meselelerinden elini eteğini çekmiş ve efsun çalışmalarına odaklanmıştı. Wuyun Sekti’nin bir kıdemlisi olsa da onun Yan Shu ile arasında herhangi bir çatışma yoktu. Yan Shi’nin Wuji Sarayı’na geldiği gün bu meseleyi de konuşmuş olmalılardı. Bu yüzden artık endişelenmiyordu.

“Üçüncü abla, ben ya da beşinci ağabeyim müstakbel kocanla karşı karşıya gelirsek ne yapmalıyız?”

Zong Ruo Ning şakacı bir şekilde güldü, “Onu sert bir şekilde alt edin ve Zong Klanı’mızı rezil etmeyin.”

“Kuralar açıklandı, kuralar açıklandı!”

Bir grup saray görevlisi ellerinde kırmızı parşömen tutarak her sektin bulunduğu çadırların önünde duruyordu.

Kura listesini alan Zong Zi Heng, küçük kardeşlerinin sabırsız bakışları arasında okumaya başladı.

Zong Zi Heng’in gözüne Zong Zi Yun’un ismi çarptı, “Xiao Wu, sen…”

Zong Zi Yun başını kaşıdı, “Nasıl oldu da ilk turda Cangyu Sekti’nden bir kadın efsuncuya denk geldim? Şeytani sanatlar bildiklerini ve tekniklerine akıl sır ermediğini duymuştum. Bu çok kötü oldu.”

“Öyle bir şey yok. Dışarıdaki saçmalıklara kulak asma ve kendini korkutma,” dedi Zong Zi Heng, “Elinden gelenin en iyisini yap, Dage sana inanıyor.”

“Ya ben? Peki ya ben?” dedi Zong Zi Xiao, başını araya sokmaya çalışarak.

“Ekselansları!”

Uzaktan bir gencin sesi duyuldu ve göz açıp kapayıncaya kadar sesin sahibi çadırın içine daldı.

Uzun boylu, yakışıklı bir gençti.

“Bu Yu?” dedi Zong Zi Heng gülerek.

“Li Bu Yu?” dedi Zong Zi Xiao tiksinmiş bir ifadeyle, “Buraya ne zaman geldin?”

“Shu Dağı’nda bir şeyler oldu, daha dün gelebildim,” dedi Li Bu Yu, gözleri beklentiyle parıldayarak Zong Zi Heng’in yanına yürüdü, “Ekselansları, bu benim Jiaolong Meclisi’ne son kez katılışım olacak, gelip yarışmamı izleyebilir misiniz?”

Zong Zi Xiao kayıtsız bir şekilde araya girdi, “Dage bizi izleyecek. Seni izlemeye nasıl vakti olabilir ki? Çadırına geri dön.”

“Zi Xiao, kabalaşma.”

Li Bu Yu, Zong Zi Xiao’yu görmezden geldi, “Ekselansları, geçen yıl bana beden hareketleri konusunda rehberlik etmiştiniz. Sayenizde çok büyük bir ilerleme kaydettim. Bu kez Jiaolong Meclisi’nde çok iyi savaşacağım.”

Zong Zi Heng güldü, “Sana Ölümsüz Lord sekt lideri rehberlik ederken benim rehberlik yaptığımı nasıl söyleyebilirsin ki? Ben yalnızca yaptığın birkaç hatayı düzeltmene yardımcı oldum. Yarışmanı izlemek için orada olacağım. Bu Yu, kura çekimine katıldın mı?”

“Evet, katıldım,” dedi Li Bu Yu ve Zong Zi Heng’in elindeki listeye baktı, “Ama henüz sonuçlara bakmadım.”

Zong Zi Heng tekrar listeye baktı, “İlk savaşın…”

Birkaç kişi aynı anda donakaldı.

Zong Zi Xiao yavaşça başını kaldırdı ve ışıldayan gözlerle Li Bu Yu’ya baktı.

Li Bu Yu elindeki kılıcı sıkıca kavradı.


ÇN: Çığlıklar, yardım çığlıklarııııı. Li Bu Yu x Zong Zi Xiao muuuuuu

5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

0
Would love your thoughts, please comment.x