“Dur—“
Kovalanan kişi yaralıydı ve panik içinde kaçıyordu. Efsuncu grubu kalabalık bir pazarın içinden geçerken insanlara çarptı ve satıcıların tezgahlarının devrilmesine neden oldu. Tüm caddede büyük bir kargaşa yaşanıyordu. Fakat insanlar onların Wuliang Sekti efsuncuları olduklarını görünce tek bir kelime bile etmeye cesaret edememişlerdi.
Bu kişi ne kadar kaçmaya çalışsa da en sonunda yakalanmıştı ve ısrarla inkâr ediyordu, “Ben bir şey bilmiyorum! Beni neden kovalıyorsunuz? Wuliang Sekti güpegündüz insanları kaçırmaya çalışıyor! Gücünüze güvenip zorbalık yapıyorsunuz! Artık burada kanun yok!”
“Saçmalamayı kes. Neler yaptığını kimse bilmiyor mu sanıyorsun? Çabuk, götürün onu!”
Çay evindeki garson çaylarını yenilemeye gelmişti, Xie Bi An hemen ona neler olduğunu sordu, “Xiao Ge, dışarıda neler olduğunu biliyor musun?”
ÇN: Ge/Ağabey
“Ah, dün Wuliang Sekti’nde çok önemli bir şey oldu. Efendi Xie yeraltı diyarından değil mi? Öyleyse çoktan duymuş olmalısınız.”
“Evet, duydum. Katil o adam mı?”
“Elbette değil. Duyduğuma göre Meng Ke Fei çok güçlüymüş. Katil oysa eğer neden bir grup efsuncu tarafından yakalansın ki?”
“Xiao Ge, doğru söylüyorsun. O halde bu…”
“Bu kişi büyük olasılıkla Fumenghui’den kaçtı. Dün gece Song Chun Gui, bir sürü insanı ortalığı alt üst etsinler diye Fumenghui’ye getirdi. Altın özü ticareti yapanların tutuklandığını duydum.” dedi garson ve sonra alçak bir sesle devam etti, “Deli gibi insanları kovalıyorlardı. Kasabamıza yemek yemek ya da iş bulmak için Fumenghui’den gelmiş olan birkaç kişi vardı. Hepsini tutuklayıp götürdüler.”
Xie Bi An kaşlarını çattı, düşüncelerde kaybolmuş gibi görünüyordu.
Song Chun Gui’nin ismi üç diyarda da bilinirdi. Li Bu Yu’nun öğrencisiydi ve dünyadaki tek “tek-kollu” kılıç ustasıydı. Tek eliyle Wuliang Sekti’nin kılıç tekniklerini olağanüstü seviyede uyguluyordu. Şu anda Wuliang Sekti’ndeki en ünlü kişiydi. Li Bu Yu’nun Meng Ke Fei’nin katili bulması için onu göndermiş olması durumun ne kadar ciddi olduğunu gösteriyordu.
Ayrıca garsonun bahsettiği Fumenghei şehri, Fengdu’ya yaklaşık elli kilometre uzaklıktaydı. Jiuzhou’daki en büyük karaborsa ve eğlence yeriydi. İçinde gerçekleşen şeyler insanın hayal gücünü aşacak nitelikteydi. Satılmayan hiçbir şey yoktu, aradıkları her şeyi bulabiliyorlardı. Dünyadaki efsuncular için bir numaralı yerdi.
“Wuliang Sekti hızlı bir şekilde harekete geçerek önce Fumenghei şehrini kontrol etti.” dedi Fan Wu She ve soğuk bir ifadeyle pencerenin dışındaki insanlara baktı, “Böyle bir durumda Meng Ke Fei’nin altın özünü satmaya kalkması için deli olması gerekir.”
“Evet ama eğer altın özü ticareti yapanlardan birini yakalarlarsa, bazı ipuçları elde edebilirler. Ama yine de rastgele suçsuz insanları tutuklamak Wuliang Sekti’nin itibarına ciddi derecede zarar verecektir.”
“İtibar” kelimesini duyunca Fan Wu She’nin yüzünde alaycı bir ifade belirdi. Zaman gerçekten de her şeyi değiştiriyordu. Şimdilerin itibar sahibi olan Wuliang Sekti geçmişte kim bilir nasıldı…
“Ancak Wuliang Sekti gerçeği bulabilirse, masum insanlar daha fazla zarar görmez.” diye ekledi Xie Bi An, “Neyse, Wu She önce yemeğimizi yiyelim. Eve dönünce sana bazı şeyler göstereceğim.”
Eve dönünce…
Bu kelime Fan Wu She’nin kalbinin titremesine sebep oldu.
Yemekten sonra Qintai Sokağı’na döndüler.
Zhong Kui burada bir ev satın almıştı. Ev küçük değildi ama eskiydi ve çok sıradan görünüyordu. Ölümlü diyara geçtiklerinde kaldıkları yerdi. Xie Bi An yeraltı diyarından kaçıp kafa dinlemek istediğinde buraya gelirdi.
Kapıyı açtıkları anda yüzlerine bir orkide kokusu çarptı ve karşılarına bir çiçek denizi çıktı. Bahçe renk renk, çeşit çeşit orkidelerle doluydu. Öyle zarif görünüyordu ki sanki peri masallarından fırlamış bir sahne gibiydi.
Xie Bi An derin bir nefes alıp ciğerlerini orkide kokusuyla doldurdu. Çok neşeliydi, “Buraya Orkide Bahçesi adını verdim. On yıldan fazla süredir burada orkide yetiştiriyorum.”
Fan Wu She bu olağanüstü manzaraya baktı, sanki tüm bedenine çiviler çakılıyormuş gibi hissediyordu. Gözleri öyle yanıyordu ki, artık önündeki görüntü buğulu bir hal almıştı. Orkide Bahçesi’nin yerini ejderhalar ve anka kuşlarının olduğu bir saray bahçesi aldı. Aynı mavi gökyüzü, aynı güneş, aynı bulutlar, aynı çiçekler ve bu çiçek denizinin ortasında sıcacık bir gülümsemesi olan bir adam.
“Wu She, Konfüçyüs orkidelerin bir beyefendinin erdemine ve kralın kokusuna sahip olduğunu söylemiş. Shixiong’un da orkideleri çok sever. Sen de seviyor musun?”
“Xiao Jiu, Konfüçyüs orkidelerin bir beyefendinin erdemine ve kralın kokusuna sahip olduğunu söylemiş. Dage da orkideleri çok sever. Sen de seviyor musun?”
Sanki on binlerce ok kalbine saplanıyordu.
Fan Wu She sendeledi ve geriye doğru bir adım attı, gözleri kıpkırmızıydı.
Xie Bi An, Fan Wu She’deki tuhaflığı fark etmişti ve endişeyle sordu, “Wu She, sorun nedir, rahatsız mı hissediyorsun? Başına güneş mi geçti yoksa?”
Daha sonra ona yardım etmek için bir adım attı.
Fan Wu She, Xie Bi An’ın elini şiddetle geri itti, “Bana dokunma!”
Xie Bi An donakalmıştı, yüz ifadesi daha da endişeli görünüyordu. Ve büyük bir hayal kırıklığı hissi iliklerine kadar dolmuştu. Biraz komik görünüyordu, iç çekti ve şöyle dedi, “Wu She, tanışalı sadece bir gün oldu. Aramızda bir anlaşmazlık yaşamadık. Neden Shixiong’una böyle davrandığını…anlayamıyorum.”
Daha sonra kaşlarını hafifçe çattı, “Shidi ve Shixiong olmak kaderimizde varmış. Ben seninle iyi geçinmek ve efsun yeteneklerimizi beraber geliştirmek istiyorum. Daha önce çok zor ve yalnız bir hayat yaşadığını biliyorum. Başkalarına güvenmen çok zor olabilir ama ben sana kan bağıyla bağlıymış gibi ağabeylik yapacağım.”
Fan Wu She arkasını döndü, kısa bir süre geçtikten sonra usulca, “İnsanların bana dokunmasından hoşlanmıyorum.” dedi.
Bana dokunmana izin veremem. Bana gülme, bana iyi davranma. Çünkü öyle yaparsan seni sonsuza dek kendime saklamak isterim. Bana asla dokunma…
Eğer sana yapmak istediğim tüm o utanç dolu şeyleri öğrenseydin, ne yapardın?
Aynı hataları tekrarlayamam.
Xie Bi An gizlice Fan Wu She’nin yüzüne bakmak istedi ama nasıl bir ifade takındığını göremedi. Hala ondan bir cevap almakta ısrar ediyordu, “Beni Shixiong’un olarak kabul ediyor musun?”
“….. Ediyorum.”
Xie Bi An’ın içi rahatlamıştı. Her zaman çok açık fikirli biriydi ve küçük meselelerin üzerinde fazla durmazdı, “Beni Shixiong’un olarak kabul ettiğin sürece hiçbir şey sorun değil. Benim düşüncesizliğimdi, daha yeni tanıştık. Eğer gelecekte rahatsız hissedeceğin bir şey yaparsam beni uyarmaktan çekinme.”
Fan Wu She arkasına geri dönmeden önce kendisine çeki düzen verdi, ifadesi her zamanki gibi soğuktu, “Orkideler çok güzel.”
“Evet, onlara çok emek harcadım. Ama burada yalnızca orkideler yok. Güneş görmeyi seven başka çiçekler de diktim. Maalesef Jiuyou’da güneş yok. O yüzden Cennet Efendisi Sarayı’na gölgede yetişen çiçekler dikmek durumunda kaldım. Geri döndüğümüzde, göstermek için seni oraya götüreceğim.”
“Tamam.”
“Ah baksana,” dedi Xie Bi An, son derece zarif görünen pembe ve beyaz renkli orkideleri işaret etti, “Sana daha önce söylediğim orkideler bunlar, Lan Dage’nın hediye olarak verdikleri. Bu türün adı Danshanhe, ismi kadar çiçekleri de çok güzel.”
Fan Wu She gözlerini kısarak orkidelere dik dik bakıyordu.
“Bu arada, Bo Zhu’ya söylediğimde onun tepkisini görmen lazımdı,” dedi Xie Bi An ve Bo Zhu’nun ifadesini taklit etti, “Haaaaa bir tohum bin yıl nasıl yaşar ki? O zaman bir ruh haline gelmemiş midir hahahhaha-“
“…….”
“Bo Zhu, şapşal çocuk hep böyle saçma şeyler söylüyor, çok sevimli,” dedi Xie Bi An ve o bembeyaz ve ince parmaklarını uzatıp orkideyi nazikçe okşadı, “Bin yıllık bir orkidenin kara borsada binlerce altın değerinde satılabileceğini nereden bilebilir ki? Xianyue Malikanesi’nde bir sürü çiçek olsa da en eski olanı bu. Lan Dage da çiçekleri çok sever böyle değerli bir şeyi bana nasıl verdiyse, ben…”
“Sadece Shizun’a yaranmaya çalışıyor,” dedi Fan Wu She alçak bir sesle, “Yetenekli bir efsuncu olmasaydın seni umursar mıydı?”
Xie Bi An’ın ağzından Bo Zhu ve Lan Dage isimleri düşmüyordu, neredeyse Fan Wu She’nin kafasından dumanlar çıkacaktı.
Yüz yıldan fazla bir süre öncesinde bu boktan Xianyue Malikanesi’nin yerini bilmiyordu. Biliyor olsa içindeki tüm orkideleri ele geçirirdi ve önündeki bu kişinin başka adamları övmesine izin vermedi.
Xie Bi An hafifçe gülümsedi, “Sen söylemesen de ben anlıyorum. Ama Shixiong biraz kendisini övmek istemişti. Lan Dage ve ben dostluğumuza değer veriyoruz. O insanlara tutunarak yükselmeye çalışan biri değil, ayrıca Shizun’a gerçekten de çok saygı duyuyor. Benimle arkadaş olmaya gönüllü, aramızda hiçbir anlaşmazlık yok.”
Fan Wu She öyle öfkelenmişti ki, o çiçekleri söküp atmak istiyordu.
O evde Liu soyismine sahip evli bir çift yaşıyordu ve çiçeklerle ilgileniyorlardı. Zhong Kui ve Xie Bi An’ın gerçek kimliklerini biliyorlardı bu nedenle Fan Wu She hakkında hiçbir şey sormamışlardı.
Xie Bi An satın aldığı her şeyi qiankun kesesinin içine koydu ve yeraltı diyarına götürmek için hazır hale getirdi. Havanın güzelliğinden faydalanıp kıyafetlerini değiştirdi ve bir bambu şapka taktı. Bahçeye gidip bitkilerin topraklarını havalandırdı, çiçekleri suladı ve yabani otları temizledi. Bu aktiviteyi yapmaktan inanılmaz keyif alıyormuş gibi görünüyor, anın tadını çıkarıyordu.
ÇN: Qiankun kesesi- içine dünyayı sığdırdığın o şey dfjhdj
Fan Wu She gölge bir yere oturmuş, hayranlıkla onu izliyordu.
Zong Zi Heng’in bahçesine bu şekilde baktığını, daha sonrasında çiçeklerin nasıl kuruduğunu ve aralarda yabani otlar çıktığını da kendi gözleriyle görmüştü.
Her şey çok güzelken henüz hiçbir sorun yaşanmamışken, Xie Bi An o zamanlar Zong Zi Hen’di.
O zamanlarda da on dokuz yaşındaydı. Tüm o dönüm noktaları Zong Zi Heng on dokuz yaşındayken olmuştu. Şimdi yine Xie Bi An on dokuz yaşındayken hayatları kesişmişti.
Eğer kader sabitse ve değiştirelemezse, o zaman kadere inanmayacaktı. Cehennemin dibinden sürünerek çıkıp ölümlü diyara dönmüştü, öncekilerin tekrarlanmasını katiyen istemiyordu.
Akşam yemeğinden sonra Xie Bi An, Fan Wu She’ye qiankun kesesini uzattı, “Wu She, ben seni Yin Yang Anıtı’ndan yeraltı diyarına göndereceğim. Bo Zhu seni alıp Cennet Efendisi Sarayı’na götürecek. Yiyecekleri dolaba koymayı unutma yoksa bozulurlar. Yarın Shixiong senin için mantı yapacak.”
Fan Wu She’nin tilkiye benzeyen bir çift gözü Xie Bi An’a doğru baktı, “Geri dönmüyor musun?”
“Shixiong’un yapması gereken işler var.”
“Fumenghui’de mi?”
“Mn.”
“Beni de götür.”
“Bu yolculuk tehlikeli olabilir, Shixiong yalnız gidecek.”
Song Chun Gui insandı ama hayaletleri de sorgulayabilirdi. Bu yüzden Fumenghui’de bazı ipuçları bulunabilirdi.
Fan Wu She kaşlarını çattı, “Senin korumana ihtiyacım olduğunu mu sanıyorsun?”
Xie Bi An kıkırdadı, “Shixiong senin ne kadar yetenekli olduğunu biliyor. Ama hala çok gençsin, orası senin gitmemen gereken bir yer.”
“Beni de götür oraya,” dedi Fan Wu She, pek de pes edecekmiş gibi görünmüyordu, “Ya da sen de gitme.”
Xie Bi An çaresizce ona baktı.
“Sana ayak bağı olmayacağım ve ben…”
“Ve sen ne?”
Fan Wu She gönülsüzce fısıldadı, “Ve Shixiong’un sözünü dinleyeceğim.”
“Çok iyi,” dedi Xie Bi An gülümseyerek, “O halde beni dinleyeceksin ve benim onayım olmadan hiçbir şey yapmayacaksın.”
“Tamam.”
Yazarın Notu: Yakında geçmişe dönüşler başlayacak, panik yapmayın