İçeriğe geç
Home » Wu Chang Jie 7. Bölüm

Wu Chang Jie 7. Bölüm

Geceleri yeraltı diyarında hayaletler feryat ederken, hayaller cennette süzülür.

İşte sıradan insanların gözünde Fumenghui böyle bir yerdir.

Fumenghui, Luofeng Dağı’nın güneybatısında yer alıyordu. Fengdu şehrinden en fazla elli kilometre uzaklıktaydı. İlk başta adı Fumenggui’ydi çünkü Laofeng Dağı’nda hayaletlerin toplanıp yeraltı diyarına girdikleri yerdi. Bir rivayete göre de Büyük İmparator Bei Yin ve Yüce İblis arasındaki savaş burada sonuçlanmıştı.

Başlangıçta cennet tarafından kurulmuş olsa da zamanla her türlü karanlık işin çevrildiği bir yer haline gelmişti. Bu yüzden Femunggui adının uğursuz bir etkisi oluşmuştu, görevliler adını değiştirerek Femunghui yaptılar.

Bir bariyerle ayrılmış iki ayrı diyar; biri kasvetli yeraltı diyarı, diğeri ise açgözlülüğün, karanlığın, günahların, arzuların kol gezdiği bir yer. Burası ölümlü diyardı ama aynı zamanda hayaletlerin de yaşadığı bir yerdi.

Fumenghui çukurda yer alan bir vadiydi. İrili ufaklı binlerce kayalık ve mağara vardı. Sanki kötü ruhlar bu mağaralara mühürlenmiş gibiydi. Çünkü gece olduğunda insanlar korkutucu hayalet feryatları duyuyorlardı.

Buradaki mağaraların çoğu birbirine bağlıydı. Bu nedenle insanları öldürmek, yasadışı işler yapmak, zehirli böcekler yetiştirmek için bayağı uygun bir yerdi. Birçok efsuncunun altın özü buraya getirilip karaborsada satılıyordu. Ölümsüz İttifak çok kez burayı temizlemeye çalışmışsa da başarılı olamamıştı. Aksine tefeciler, genelevler, kumarhaneler daha da çoğalmıştı. Yasa dışı şeyler çok gizli yapılırdı, bulması zordu. Fakat bir sürü kişi geçimini buradan sağlıyordu. Ölümsüz İttifak, Fumenghui’de olanları görmezden gelmek zorundaydı.

Femunghui gündüzleri sakin ve karanlıktı ama gece olduğunda mağaralarda kırmızı mumlar yakılırdı. Ve vadi, kan kırmızısı bir renge bürünürdü.

Dükkanlar insanları karşılamak için açılmıştı ve insan figürleri mağaranın içinde hareket ediyordu. Müzik ve dans gece boyunca devam ediyordu, ölümlü diyara hiç benzemiyordu. Uzaktan bakıldığında sanki yüzlerce hayalet yürüyormuş gibi görünüyordu.

Fan Wu She önündeki büyüleyici sahneye baktı, sanki düşüncelerde kaybolmuş gibiydi.

“Buraya ilk gelişin mi?” diye sordu Xie Bi An, “Söylentilerdeki gibi miymiş?”

Sıradan insanların Fumenghui’ye gelmesi pek olası değildi. Bunun sebeplerinden biri de kötü enerjinin yoğun olduğu bir yer olmasıydı. Bu yüzden ölümlü olanlar eve döndüklerinde hastalanabilirlerdi. İkinci olarak da buraya gelenler genellikle su gibi para harcarlardı. Kıyafeti özenli ve pahalı olmayanlara iyi muamele gösterilmezdi.

“Pek de farklı değil,” dedi Fan Wu She.

Bir zamanlar burası Zong Zi Xiao’nun ölümlü diyardaki son durağıydı.

Fan Wu She’nin anıları gözlerinin önünden film şeridi gibi geçiyordu ama epey sakin görünüyordu. O zamanlar alev alev yanan nefreti zamanla sakinleşerek kor haline gelmişti. Ama karşısındaki kişi odun atarak yeniden alevlendirebilirdi.

“İçeri girdikten sonra etrafta dolaşma. Kaybolması çok kolay bir yer. Shixiong’u takip et.”

“Tamam.”

Fumenghui’nin içi büyük bir mağaraydı. Kayalıklar arasında asma köprüler kurulmuştu. Aşağıdan yukarı bakan biri sonradan inşa edilmiş ince yolları görebilirdi.

Biri siyah biri beyaz bir figüre sahip bu ikili, birlikte olağanüstü görünüyordu. Bir bakışta insanlar onların ölümsüz bir hanenin oğulları olduğunu düşünüyorlardı. Bu yüzden dükkan sahipleri onlara bir şeyler satmak için anında yanlarına gelmişlerdi. Xie Bi An nazikçe reddetse de karşı taraf fazla ısrarcıydı. Tam dükkanına sürüklemek için Xie Bi An’ın kar beyazı cübbesine dokunacaktı ki, eli anında bir kılıcın kınıyla uzaklaştırıldı.

Adam bir anda feryat etti ve hemen elini geri çekti.

Fan Wu She sert bir şekilde, “Çekil.” dedi. O keskin kılıç Xie Bi An’ı korumak için kınından yarım şekilde çıkmıştı. Artık kimse ona yaklaşmaya cesaret edemiyordu.

“Wu She, dikkat çekme.” dedi Xie Bi An fısıldayarak.

Fan Wu She ifadesizdi, “Sadece yürü.”

Xie Bi An asma köprüler arasında mekik dokuyordu ve sonunda iki tane yeraltı habercisi bulmuştu. Burası bir bariyerdi o yüzden bir Şehir Tanrısı yoktu ama birkaç tane yeraltı hizmetkarı vardı. Femunghui’de insanların ölmesi gayet normal bir durumdu. Bazen birileri ortadan kaybolurdu ve kimse fark etmiyordu. Böyle durumlarda onları hayaletler yönlendiriyordu.

Xie Bi An, iki hayalet hizmetkarı tenha bir köşeye çağırdı.

İki hayalet Xie Bi An’a saygılarını sundular, “Beyaz Usta.”

Xie Bi An o anda Fan Wu She’nin onları göremediğini fark etti. Hemen Wuqiongbi’yi çağırdı ve ona dokunmasını söyledi.

Fan Wu She o soğuk yeşim sopaya dokunduğu anda daha önce göremediği şeyleri görmeye başladı.

İki hayalet Xie Bi An’a şaşırmış şekilde bakıyordu.

“Endişelenmeyin, o Cennet Efendisi’nin yeni öğrencisi. Aynı zamanda benim Shidi’m.”

“Beyaz Usta buraya geldiğine göre, toplanacak bir ruh mu var? Biz hiç karşılaşmadık.”

“Hayır, sadece ikinize bir şey soracağım,” dedi Xie Bi An ve sonrasında Meng Ke Fei’nin altın özü ile bağlantılı bir olay olup olmadığını sordu.

Genellikle altın özü hırsızları ya satmak için Fumenghui’ye getirirlerdi ya da efsun yeteneklerini geliştirmek için kendileri kullanırlardı. Xie Bi An kimsenin Meng Ke Fei gibi birinin altın özünü çaldıktan sonra buraya satmaya geleceğini düşünmüyordu. Ama burada tüccarlar vardı ve belki aralarında kimin çalmış olduğuna dair konuşmalar geçmişti. Büyük ihtimalle birileri o şeytani efsuncunun kim olduğunu biliyorlardı. İnsanlar önünde konuşmaya cesaret edemeseler de hayaletler tarafından muhakkak duyulurdu.

“Dünden bugüne gerçekten de bu konuda konuşan çok fazla insan var. Dün gece buraya tek kolu bir efsuncu geldi ve birçok kişiyi tutukladı.”

“İşe yarar bir şey duydunuz mu?”

İki hayalet hizmetkar bir süre düşündüler, “İşe yarar mı bilmiyoruz ama birisinin altın özünü kullanmanın ne kadar zor olduğunu söylediğini duyduk. Sıradan metaller, taşlar, şifalı otlar yeterli değilmiş. Sadece çok özel yeteneklere sahip olan biri Meng Ke Fei’nin altın özünü kullanabilirmiş.”

“Başka bir şey var mı? Meng Ke Fei’nin altın özü için ödül koyan oldu mu? Söylenti olsa bile, katile dair herhangi bir şey duydunuz mu?”

İkisi kafalarını iki yana sallayarak duymadıklarını belirttiler.

“Wuliang Sekti neye göre insanları tutukluyor?” diye sordu Fan Wu She.

“İksir dükkanlarının sahiplerini ve çalışanlarını aldılar. Mal teslim etmeye gelenleri ve şüpheli görünen müşterileri de aldılar. Neye göre tutukladıklarını bilmiyoruz.”

“Bu sadece keyfi olarak insanları tutuklamak,” dedi Xie Bi An kaşlarını çatarak, “İnsanları bu şekilde korkuttuları için herhangi bir ipucu bulabilir miyim bilmiyorum.”

Hizmetkarların pek bir şey duymamış olduğunu düşünüyordu. Dolayısıyla Zong Chungui de tutukladıklarından bir şey öğrenememiş olmalıydı.

İkili biraz daha soruşturdu ama elle tutulur bir bilgi edinememişlerdi. Görünüşe göre altın özü hırsızının gerçek kimliği gizliydi ve tek bir kişi tarafından yapılmıştı. Xie Bi An, Meng Ke Fei’nin bedenindeki yaraları görmüştü, bu yüzden de hırsızın tek bir kişi olduğundan emindi.

“Shixiong, hadi geri dönelim,” dedi Fan Wu She.

Kalbinde büyük dalgalanmalar olmasa da, sonuçta burada çok fazla kötü anısı vardı. Ve daha fazla kalmak istemiyordu.

“Pekala,” dedi Xie Bi An gülümseyerek, “Fakat nadiren Fumenhui’ye geliyoruz. Etrafı gezmek istemiyor musun?”

Dünyadaki herkes Fumenghui’yi merak ederdi, özellik de gençler.

“İstemiyorum.”

“O halde geri dönelim.”

Tam ayrılmak üzereyken, aniden kapının dışından bir kargaşa sesi duydular. Aşağı baktıklarında, bir grup yeşil giyimli efsuncunun içeri doğru koştuklarını gördüler. Yine Wuliang Sekti’ydi.

Etraftaki insanlar kendi aralarında yakınıyorlardı, “Bunlar yine niye geldi?”

“Hay sikeyim, yine mi ya? Dün zaten yeterince insanı tutuklamadılar mı? Wuliang Sekti insanlara zorbalık ediyor!”

“Ne yapabilirsin ki? Dürüst ol ve artistlik yapma.”

Wuliang Sekti’ndekilerin konuşmalarına kulak verince, tüm iksir dükkanlarının çalışanlarını tutuklamak istedikleri anlaşılıyordu. Dükkana girip çıkan insanların bir şeyler saklayıp saklamadıklarından emin olmaya çalışıyorlardı. Fakat tamamını tutuklayamayacak kadar çok insan vardı.

Xie Bi An ve Fan Wu She kaostan yararlanarak aşağı indiler. Fakat tek giriş kapısının kapanmış olduğunu gördüler. Xie Bi An kılıcın üstünde uçarak oradan kaçıp kaçamayacaklarını düşünüyordu, o sırada oradan geçen birkaç efsuncu yukarı doğru bakıp onlara seslendi, “Bu iki Efendi hangi sektin üyesi?”

“Biz iki kardeş, sıradan efsuncularız.” dedi Xie Bi An, “Sadece neler olduğuna bakmak için geldik.”

Efsuncu Xie Bi An’ın kılıcına bir bakış attı, “Sıradan efsuncular mı? Kılıcın pek de sıradan görünmüyor. Ne tür bir ocakta saflaştırıldı? Hangi usta yaptı?”

Xie Bi An sertçe yanıt verdi, “Bu seni hiç alakadar etmez.”

“Wuliang Sekti, Meng Shixiong’un katilini arıyor. Şüpheli görünen herkes sorgulanacak. Lütfen ikiniz de benimle gelin.”

Fan Wu She’nin ağzından sadece tek bir kelime çıktı, “Kaybol.”

Efsuncu kahkaha attı, “O halde kaba davrandığım için beni suçlamayın.”

“Bekle.” dedi Xie Bi An, dikkat çekmek istemiyordu, “Gerçekten de tesadüfen buradan geçiyorduk. Wuliang Sekti insanları rastgele tutukluyor, bu sektin itibarını zedelemez mi?”

“O halde bu Efendileri Yunding’e davet ediyorum. Ziyaretinizle beni şereflendirecek misiniz?”

Fan Wu She’nin ifadesi soğuktu, “Neden onlarla konuşarak zamanını boşa harcıyorsun?”

Xie Bi An aniden Fan Wu She’yi yakaladı ve asılı zincir merdivenden fırladı, “Gidelim, mağaradan çıkıyoruz.”

“Yakalayın onları!” dedi efsuncu ve bir grup insan ikilinin peşine düştü.
İkisi geçitler arasında bir ileri bir geri kaçıyorlardı. Mağaraların çoğu içte ve dışta birbirine bağlıydı ve asma köprülerden geçerek oradan ayrılabilirlerdi. Fakat Wuliang Sekti üyeleri etraflarını sarmıştı ve Xie Bi An’ın kılıcını çıkarmaktan başka çaresi kalmamıştı. Fan Wu She’ye talimat verdi, “Shixiong’u takip et ve sıradan insanlara zarar vermemeye özen göster.”

Bir efsuncu kılıcını onlara doğru savurdu ama Xie Bi An, Fan Wu She’yi korumak için önüne geçti. Tam karşısındakiyle savaşacaktı ki arkasından bir feryat sesi duydu. Fan Wu She efsuncunun birini tekmeleyip asma köprüden aşağı atmıştı.

“Wu She, bu taraftan!”

“İşte oradalar! Çabuk peşlerinden gidin!”

Yeşil giyimli efsuncuların sayısı arttı ve gruplar halinde dağıldılar.

Asma köprüler şiddetle sallanıyordu. Bu iki adam ayaklarını sabitleyip dengede durmayı başarmışlardı ama köprünün iki ucundan da efsuncular geliyorlardı.

Xie Bi An, Fan Wu She’yi rahatlatmaya çalışıyordu, “Wu She, sakın korkma. Shixiong’un yanında.”

Fan Wu She derin bir sesle şöyle dedi, “Hepsini öldürelim.”

“Öldürmeyeceğiz.” dedi Xie Bi An, “Burada olmamalıydık. Eğer birisi bizim yüzümüzden ölürse karma yaratmış olacağız ki bu hiç kimse için iyi olmaz.”

“Sence gitmemize izin verecekler mi?”

Xie Bi An etrafına baktı ve aşağıdaki dükkanı işaret etti, “Oraya gideceğiz.”

Bunu söyledikten sonra kılıcını asma köprünün zincirlerine doğru savurdu.

Fan Wu She ne yapacağını anladı ve diğer taraftaki zinciri kesmek için o da kılıcını kaldırdı. Köprü koptu ve dükkana doğru sallandı. İkili aşağıdaki kaldırıma atlayıp dükkana girdi.

Hemen mağaradan çıktılar ve kılıçlarıyla uçtular.

Tam o anda, keskin bir kılıç havayı deldi. Koyu kırmızı bir havanın içinde, gümüş renkli bir yıldırım haline dönüşerek doğruca Xie Bi An’a doğru ilerledi.

Kılıç o kadar hızlıydı ki hareket etmek için artık çok geçti. Fan Wu She kılıcını fırlattı ve Xie Bi An da havaya yükseldi.

Kılıçlar bir çın! sesiyle havada çarpıştı.

İki kılıç birbiriyle ölümüne savaşırken, üçüncüsü ikiye bölündü ve yere düştü.

Fan Wu She yerdeki kırık kılıca baktı, son derece büyüleyici olan bir çift tilki gözü öldürücü bir havaya büründü.

Xie Bi An, Fan Wu She’ye doğru bir bakış attı. Onu teselli etmek istiyordu ama nasıl yapacağını bilmiyordu. İyi bir kılıç olmasa da, bir kılıcın kırılması sahibi için çok aşağılayıcı bir durumdu.

Karanlığın içinden ince bir figür çıktı, yüzü ifadesizdi ve gözleri keskindi. Tek kolu olsa bile görkemli havasını kaybetmiyordu.

Bu kişi Li Bu Yu’nun küçük öğrencisi, Zong Chun Gui’ydi.

Song Chun Gui elini uzattı, kılıcı kayaların arasında şiddetle sallandı. Kılıç kendisini kayalardan çıkardı ve efendisinin ellerine geri döndü.

Xie Bi An da kendi kılıcını geri çağırdı.

“Bu iki Efendi suçlu değilse, neden kaçıyor?” diye sordu Song Chun Gui açık bir şekilde, “Wuliang Sekti masum insanlara zarar vermez. Sadece ikinize sorular sormak için dağın zirvesine davet ediyoruz. Şüpheler giderildikten sonra güvenli bir şekilde geri getirileceksiniz.”

Xie Bi An öfkelenmişti, “Çok ileri gidiyorsunuz.”

Zihninde harekete geçmeli mi yoksa geçmemeli mi diye düşünüyordu. Song Chun Gui ile başa çıkmak kolay değildi, ayrıca gerçek kimliği de açığa çıkacaktı.

Fan Wu She aniden kırık kılıcını geri çağırdı ve Song Chun Gui’nin gözlerine ölü bir adama bakıyormuş gibi bir bakış attı.

Song Chun Gui kaşlarını çattı, “O kırık kılıcı bana karşı kullanmayı mı düşünüyorsun?”

Fan Wu She’nin ses tonu buz gibiydi, “Senin gibi bir köpeği öldürmeye yeter.”

Song Chun Gui uzun zamandır ünlüydü. Kılıç alanında öyle ustalaşmıştı ki, rakipleri yok denecek kadar azdı. Ve karşısında hiç bu kadar kibirli bir genç görmemişti.

“Wu She, sana izin vermedim…”

Daha cümlesini bitirmeden Fan Wu She çoktan kılıcını kaldırmış Song Chun Gui’ye yaklaşmıştı.

Xie Bi An aslında Fan Wu She’yi durdurmak istiyordu ama kılıç yeteneklerini de merak etmiyor değildi. Bir iki hamleden sonra yardım etmek pek de geç olmazdı.

Gözlerine inanamıyordu. Çünkü Fan Wu She kırık bir kılıçla en ufak bir korku göstermeden Song Chun Gui’yle savaşıyordu.

Song Chun Gui’nin de yüzünde tuhaf bir ifade vardı, “Kılıç becerilerini kimden öğrendin? Nasıl oldu da şimdiye kadar senin ismini hiç duymadım?”

Fan Wu She cevap vermedi ve Song Chun Gui’ye daha şiddetli bir şekilde saldırmaya başladı. Her hareketi dehşet vericiydi.

Song Chun Gui de ciddileşti, ama Fan Wu She ile savaştıkça korku hissi de yükseliyordu. Tüm gücüyle Fan Wu She’yi geri itti, “Tam olarak kimin öğrencisisin?”

Xie Bi An, Fan Wu She’nin kılıç tekniklerini gözlemliyordu. Kılıç yetenekleri tüm dünyada yaygındı ve her ölümsüz hanenin de kendisine özgün teknikleri vardı. Fan Wu She’nin tekniklerini görünce tanıdık bir his kalbini kaplamıştı. Fakat daha önce nerede gördüğünü hatırlayamıyordu. Böyle bir kılıç tekniği ünlü olmalıydı ve bir kere gördükten sonra onu unutmamalıydı.

Fan Wu She gerçekten Song Chun Gui’yi öldürmeye niyetliymiş gibiydi, hiç konuşmuyordu.

Song Chun Gui’nin ifadesi aniden daha da ciddileşti, “Bu…Zongxuan kılıcı mı?!”

Bunu duyunca Xie Bi An afallayıp kaldı.

Zongxuan kılıcı mı? Bu Zong Klanı’nın yüzlerce yıl geçmişte kalan ve gelecek nesillere aktarılmamış olan kılıç tekniği değil miydi?!


ÇN: Gelecek bölüm geçmişe dönüyoruz

5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

0
Would love your thoughts, please comment.x