“Babam gerçekten de güçlüymüş,” dedi Zong Zi Xiao ve önündeki küçük çakıl taşlarına tekme attı. Taşlar birbirine çarparak başka taşların da yuvarlanmasına neden oldu. Zifiri karanlığın içinde, kalp atışlarından hariç tek ses bu taşların sesiydi.
Zong Ming He’nin Zongxuan Kılıç Tekniği’nde Cennetin Sekizinci Seviyesi’ne ulaştığını duyduktan sonra, Zong Zi Heng’in kalp atışları aralıksız olarak kendi kulağında çınlıyordu.
“Ama…babam…bu kadar güçlü müydü ki?” diye sordu Zong Zi Xiao tereddüt ederek. Daha sonra olduğu yerde duraksadı ve yol boyunca ağzını bıçak açmayan ağabeyine baktı.
Zong Zi Heng de adımlarını durdurdu ve başını kaldırdı. Yeni ay tıpkı bir kanca gibiydi, gökyüzünde duran öldürücü bir büyülü silaha benziyordu. Mehtabın parıltısı beyaz karın üzerine yayılıyordu ve bu onu, daha da ürkütücü ve dondurucu yapıyordu.
“Herkes Cennetin Sekizinci Seviyesi’ne geçmek için çok üstün yeteneklere sahip olmak gerektiğini söylüyor. Babamızın bu kadar güçlü olduğunu hiç düşünmemiştim. Fakat amcamız…” dedi Zong Zi Xiao, kafası karışmıştı, “Dage, amcamız klandaki en güçlü efsuncu. Babam sekizinci seviyeye yükseldiğine göre, amcamız inzivadan çıkmalı.”
Zong Zi Heng başını eğdi, yüzüne düşen saçları rüzgarla savrularak ifadesini gizliyordu.
“Dage?”
“Amcamızın inzivadan çıkma vakti geldi,” dedi Zong Zi Heng boğuk, buz gibi bir ses tonuyla.
“Amcamızın daha önce sekizinci seviyeye ulaşması gerekiyordu. Bu çok garip.”
“Amcamızı özlüyor musun?”
“Evet,” dedi Zong Zi Xiao ve biraz düşündükten sonra devam etti, “Aslında, amcamızın nasıl göründüğünü bile hatırlayamıyorum. İnzivaya çekildiği sıralarda sekiz-dokuz yaşlarındaydım.”
“Ben de…amcamı hatırlayamıyorum,” dedi Zong Zi Heng, ses tonu üzüntüsünü saklayamıyordu.
Bu noktada, Zong Ming He için daha fazla mazeret bulamıyordu. Tüm dünya, Zong Klanı’nın en vasat İmparator’u olan Zong Ming He’nin bunu başarmasına ve Zong Klanı’nı yeniden canlandırmasına şaşırmıştı. Bu mesele hiç de basit değildi. Zong Zi Heng ve Lu Zhao Feng, muhtemelen bu yükselişin ardındaki kanlı ve kirli gerçeği bilen tek kişilerdi.
Bu kadar aşağılık ve zalim bir adam nasıl kendi babası olabilirdi ki?
Zong Klanı’nı kolayca yok edebilecek bu korkunç sırrı elinde tutan Lu Zhao Feng, bunu nasıl kullanacaktı?
Şu anda ölümsüzlüğe giden o engelsiz yolda ilerleyen Zong Ming He, kirli işlerini yaptırdığı “Yan Shu”nun aslında başka biri olduğundan bihaberdi. Sahte Yan Shu ondan ölümüne nefret ediyordu ve onu devirmek için fırsat kolluyordu.
Zong Zi Heng bu sırlarla nasıl başa çıkacağını ve babasıyla nasıl yüzleşeceğini bilmiyordu. Babası hem amcası hem de diğer efsuncuların altın özünü yediği için suçluydu ancak kardeşini ve asırlık Zong Klanı’nı korumak zorundaydı. Peki ne yapması gerekiyordu?
“Dage, zihnin çok doluymuş gibi görünüyor,” dedi Zong Zi Xiao, ve üşümesin diye pelerinini Zong Zi Heng’in etrafına sardı, “Babamız yükseldiği için mutlu değil misin?”
“….”
Bir süre sonra Zong Zi Heng fısıldadı, “Ben de senin kadar şaşkınım.”
“Neyse, sonuç olarak bu iyi bir şey. Amcamız inzivadan bir an önce çıksa iyi olur,” dedi Zong Zi Xiao, bir süre düşündükten sonra devam etti, “Herkes yanıldı. Babamın Veliaht Prens seçmeye niyeti yok, Dage’nın içi rahat olsun.”
“Belki de açıklamak için doğru zaman değildir,” dedi Zong Zi Heng, söylentilerin kasıtlı olarak çıkarıldığını düşünüyordu. Zong Ming He sanki gücünü tüm dünyaya kanıtlamak istiyormuş gibi özellikle böyle bir şey yapmıştı.
“Aslında, ben İmparator olmak istemiyorum,” dedi Zong Zi Xiao, ağabeyinin önüne dikildi ve sıcak, güzel gözleriyle ona baktı, “Sadece Dage’mın incindiğini görmek istemiyorum.”
“Dage incinmedi.”
“Yalancı,” diyerek mırıldandı Zong Zi Xiao, “Dage hep bizi koruyor ve ilgileniyor. Ama kimse Dage’yı korumuyor ve önemsemiyor.”
Zong Zi Heng kolunu kardeşinin omzuna koydu, “Dage olarak benim sorumluluklarım var. Ayrıca sen Dage’nla hep ilgilenmiyor musun?”
“Yeterli değil,” dedi Zong Zi Xiao dudaklarını büzerek, “Biraz daha bekle, çok yakında güçleneceğim. Babam Cennetin Sekizinci Seviyesi’ne ulaştıysa, ben Cennetin Dokuzuncu Seviyesi’ne ulaşacağım. Jiuzhou’da tek bir kişinin bile seni incitmesine izin vermeyeceğim.”
Zong Zi Heng gülümsedi, “Tamam, Dage seni bekleyecek.”
İkili taş basamaklardan inerken aniden bir çanın gürleyen sesini duydular. Arkadaki çan kulesine dönüp baktıklarında, ikisinin de ifadesi değişti.
Zilin sesi, Wuji Sarayı’nda meydana gelen öngörülemeyen büyük bir olay olduğunu, sınırların ivedilikle güçlendirilmesi gerektiğini ve kimsenin girip çıkamayacağını gösteriyordu.
O sırada Wuji Sarayı’ndaki herkes, İmparator Zong’a bir şey olduğunu düşünüyordu. Kalpleri sıkışarak ikisi de Zong Ming He’nin odasına doğru koştu.
Fakat yarı yolda kendilerinden ters istikamete doğru koşan saray muhafızlarını gördüler.
“Ekselansları, Dokuzuncu Ekselansları,” dedi hizmetkarlardan biri panikle, “İkinci Ekselansları’na bir şey oldu!”
Sanki Zong Ming He’nin kılıcının kötülüğü, tüm ağaçları kurutmuş, her şeyi uçuruma doğru sürüklemişti.
Zong Zi Heng, Zong Zi Mo’nun korkunç bir şekilde öldüğünü gördüğünde bedeni buz kesti ve olduğu yerde kalakaldı.
Ağlayışlar, feryatlar ve keder çığlıkları kulaklarında yankılanıyor, bir hengame içinde birbirine karışıyordu. İnsanların siluetleri yoğun bir şekilde gözlerinin önünde iç içe geçmişti, kimseyi tanımıyordu ve artık cümleler arasında ayrım yapamıyordu.
Sanki kıyamet kopmuş gibiydi.
Ancak bu kargaşaya karışamazdı, çünkü Zong Ming He’den ilk kez bir emir almıştı ― doğum günü ziyafetine katılan herkesi tutuklayacaktı.
―
O gece Daming Şehri’ndeki herkes uykusuz bir gece geçirdi. Sabahın ilk ışıklarıyla beraber İmparator Zong’un ilk meşru oğlunun zehirlendiği haberi tüm Jiuzhou’ya yayıldı.
Jiaolong Meclisi’nden sonra Daming Şehri’nde yasakların kalktığı ilk gündü, fakat muhtemelen son gün olacaktı.
Zong Zi Heng ve Zong Zi Xiao, yanlarına bir grup efsuncu alarak Daming Şehri’ndeki iki konukevini kuşattı. Herkesi kilit altında tuttular ve dikkatlice sorguya çektiler.
Wuji Sarayı artık bir kuşun bile uçamayacağı zapt edilemez bir kale gibiydi. Zehirleyen her kimse, şüphesiz hala Daming Şehri’ndeydi.
Olaydan bir gün sonra Wuliang Sekti’nin lideri, Li Xiang Tong’un ağabeyi ile birlikte Daming’e geldi.
Zong Zi Heng ve Zong Zi Xiao, üç gün iki gece uyanık kalarak konukları sorgulamışlar, ancak konuklar arasında şüpheli hiç kimseyi bulamamışlardı.
Saraya döndüklerinde Huang Hong ve Huang Wu ile karşılaştılar.
“Herhangi bir gelişme var mı?” diye sordu Zong Zi Heng aceleyle.
Huang Hong cevapladı, “İkinci Ekselansları’nın kethüdalarından biri ortadan kayboldu ve cesedi birkaç saat önce nilüfer havuzunda bulundu.”
Zong Zi Xiao’nun gözleri fal taşı gibi açılmıştı, “Ne demek öldü?”
“Biri susturmak istemiş,” dedi Huang Wu kısık bir sesle, “Zehri koymak için rüşvet aldıktan sonra mı susturulduğu yoksa zehirleyen kişiyi gördüğü için mi susturulduğunu bilmiyoruz.”
“Peki ya zehir neymiş?”
“Çok ender bulunan zehirlerden biriymiş. İçine koyulan şeylere bakıldığında Şifa Vadisi’nin Wudusan’ına benziyor, ancak miktarları farklılık gösteriyor. İmparator zehir ustalarına inceletti, bu konuda uzmanlaşmış biri tarafından yapılmamış. Sanki biri, tarif kullanarak kendi kendine karıştırmış gibi.”
“Şifa Vadisi bu tarifi halka açıklamış mıydı, herhangi bir ipucu bulunabilir mi?”
“Şifa Vadisi zehir tariflerini asla bizzat açıklamaz, fakat yine de tarifler halk arasında dolaşır. Bu tarifte yer alan ve ipucu bulmamızı sağlayacak olan bir tane malzeme var,” dedi Huang Hong, “İçeriğinde bol miktarda kızıl yağ var ve yalnızca Güney Çin Denizi’nin kırmızı topraklarında bulunuyor. Rafine edilmesi çok zor olduğu ve yaygın olarak kullanılmadığı için kızıl yağ satan çok az tüccar var. Eğer izini sürersek, kesinlikle bir şeyler bulabiliriz.”
“Kızıl yağ mı?” diye sordu Zong Zi Xiao, “Kadınların kullandığı allıkların içinde kızıl yağ yok muydu?”
“Bazılarında bulunuyor, fakat fiyatı ucuz değil. Bu yüzden çoğu allıkta vermilyon kullanılıyor. Eğer allık kızıl yağ içerse bile, renk vermesi için çok az miktarda koyulur. Oysa Wudusan yapmak için büyük miktarda kızıl yağa ihtiyaç vardır.”
“Mesela ne kadar?”
“En az yüz milim. Eğer kızıl topraklardan rafine ediliyorsa, bu imkansız.”
Zong Zi Heng iç çekti, “Konukları sorguladık ve hiçbir şey bulamadık.”
“İki Ekselansları da elinden geleni yaptı.”
“Dage, gidip babamı ve İmparatoriçe’yi görelim.”
“Mn.”
“İki Ekselansları….” dedi Huang Hong, “Şu anda gitmese daha iyi olur.”
“Sorun nedir?”
“Wuliang Sekti Lideri, İmparator ve İmparatoriçe ile görüşüyor, bu yüzden onları şu anda rahatsız etmek pek uygun olmaz.”
Zong Zi Heng başını salladı, “Xiao Jiu, git ve biraz dinlen.”
“Peki ya sen?”
“Ben gidip kethüdanın cesedini kontrol edeceğim.”
“Hayır, sen de gidip dinleneceksin,” dedi Zong Zi Xiao kaşlarını çatarak, “Uyanınca beraber gideceğiz.”
“Ekselansları, iki gündür çok yoruldunuz. Geri dönüp iyice dinlenmelisiniz.”
Zong Zi Heng ağrıyan alnını ovuşturdu, “Tamam.”
Qinghui Köşkü’ne döndüğünde, Shen Shi Yao onu bekliyordu.
“Heng Er,” dedi Shen Shi Yao, yürüdü ve endişeyle oğlunun yüzüne dokundu, “İki gündür hiç uyumadın mı?”
“Bu oğul dinlenmek için geri döndü, yani annemin endişelenmesine gerek yok.”
“Ah, nasıl endişelenmeyeyim ki? Yorgunluktan bir deri bir kemik kalmışsın.”
“Sorun değil.”
“Araştırmanda herhangi bir gelişme oldu mu?”
“Henüz olmadı.”
“Duyduğuma göre kethüdalardan birinin cesedi nilüfer havuzunda bulunmuş,” dedi Shen Shi Yao saç tokasıyla oynayarak, “Belki de onu zehirleyen o kethüdaydı.”
Zong Zi Heng ona karşılık vermedi.
“Yan Shu intikam almak için geri dönmüş olabilir mi?”
Zong Zi Heng derin bir sesle yanıtladı, “Yan Shu, ikinci kardeşe karşı ne tür bir kin besliyor olabilir ki? İntikam almak için dönseydi, beni zehirlemeye çalışırdı.”
Shen Shi Yao hafifçe azarladı, “Saçmalama. Zong Zi Mo’nun hem saray içinde hem de saray dışında pek çok kadınla ilişkisi vardı. Belki de bununla alakalı bir şeydir.”
“Anne, bilip bilmeden insanları eleştirme.”
Shen Shi Yao kaşlarını çattı, “Li Xiang Tong’un bütün bunları düşünemediğine inanamıyorum. Madem kendi oğlunu kontrol edemiyordu, isteseydi başkaları ilgilenirdi.”
Zong Zi Heng’in başı zonkluyordu, “Anne, ikinci kardeş daha yeni öldü. Arkasından ne biçim konuşuyorsun?”
Shen Shi Yao gözlerini kıstı, “Neyden bahsediyorsun? Kendi annene nasıl karşı gelirsin? Zong Zi Mo öldüğü için mutlu olmalısın.”
Zong Zi Heng ona dik dik baktı.
“Xiao Jiu hala çok genç, diğerleri ise yetenekli değil. Bu yüzden onun ölümü senin için çok büyük bir fırsat.”
“Anne!” diye bağırdı Zong Zi Heng, “Biz kardeşiz…sen…sen…”
Shen Shi Yao oğluna soğuk bir bakış attı, “Çok yumuşak kalplisin! Ben nasıl senin gibi zayıf ve pısırık bir oğul dünyaya getirdim?”
Zong Zi Heng yumruğunu sıktı, gözleri kan çanağına dönmüştü, “Bu oğul asla zayıf değil. Açgözlülükten annemin gözleri kör olmuş ve kalbi taş kesilmiş. Beni hayal kırıklığına uğrattın.”
Shen Shi Yao söğüt dalına benzeyen kaşlarını çattı ve elini kaldırdı.
Zong Zi Heng annesine soğuk bir şekilde bakmaya devam ediyordu.
Ancak, Shen Shi Yao’nun eli havada duraksadı ve daha sonra geri indirdi, “Bir gün, annenin yalnızca senin iyiliğini düşündüğünü anlayacaksın.”
ÇN: Yok mu kürek falan şu kadının ağzına çarpalım?