“İyiliğini düşünmek” kelimelerini sarf ederken annesinin yüzünde takındığı o ürkütücü ifade, Zong Zi Heng’in salonun ortasında donakalmasına sebep olmuştu. Kelimeler zihninde sürekli tekrarlanıyordu, kalbinde soğuk ve keskin bir tohum filizleniyordu.
Bu suikastın soruşturulması en nihayetinde uzun süreli bir çatışmaya dönüşmüştü.
Tek oğlunu kaybetmiş olan İmparatoriçe çileden çıkmıştı. Zong Zi Mo’yu zehirleyenin ve onun ölümünü en çok isteyenin, Shen Shi Yao ya da Chu Ying Ruo olduğunda ısrar ediyordu.
Bu tür suçlamalar çok abartılı ve sansasyoneldi, ama yine de İmparatoriçe sırtını Wuliang Sekti’ne yaslamışken, Cariye Shen ve Cariye Chu’nun güvenecek kimsesi yoktu. Bu nedenle de Zong Ming He, haremindeki herkesin kapsamlı bir şekilde araştırılmasını emretmek zorunda kalmıştı. Çok sayıda muhafız ansızın Qinghui Köşkü ve Bailu Köşkü’ne girdi, herkes dışarı çıkarılmıştı, kişisel eşyalarını almalarına bile izin verilmedi.
Aşağılandığı için keder içinde ağlayan annesini gören Zong Zi Heng, annesinden şüphe ettiğine pişman oldu. Aslında iyice düşünseydi, bu kadar derin bir planın ve ince hesapların sürekli sarayın içinde bulunan bir kadın tarafından yapılamayacağını en baştan anlamış olması gerekiyordu. Diğer saray cariyeleriyle karşılaştırdığında annesinin efsun yetenekleri fena değildi ancak yıllardır Wuji Sarayı’ndan dışarı adım atmamıştı. Böyle bir durumdayken nasıl zehri alıp ikinci prensi zehirleyebilirdi ki?
Zong Zi Xiao öfkeden zangır zangır titriyordu, Zong Zi Heng onu kenara çekti.
“Bırak beni!” diye bağırdı Zong Zi Xiao ve ağabeyinin elini şiddetle itti, “Annemin yatağına bile el sürdüler! Buna nasıl cüret ederler?”
“Şu anda İmparatoriçe’ye karşı gelmek için doğru zaman değil,” dedi Zong Zi Heng, elini kardeşinin boynuna bastırdı, “Sakin kalmaya çalış.”
“Biz de Erge’yı kimin öldürdüğünü öğrenmek istiyoruz, ama o elinde hiçbir kanıt olmadan annelerimizden şüpheleniyor!” diye kükredi Zong Zi Xiao hırçınca.
“Farkındayım,” dedi Zong Zi Heng, kardeşinin kulağına yaklaşıp sakinleştirici bir tonla devam etti, “Şimdilik dişini sık.”
Muhafızlar Bailu Köşkü’nden çıktılar, herhangi bir şey bulamamışlardı. Chu Ying Ruo yatak odasının darmadağın halini görünce hıçkırıklara boğuldu. Öyle bir güzelliğin gözyaşları, insanların ona acımasına neden oluyordu.
“Anne, ağlama,” dedi Zong Zi Xiao, kendi annesinden bir insan kafası kadar daha uzundu, kollarıyla annesini sararak teselli etti.
Shen Shi Yao da Chu Ying Ruo’nun yanına gitti, gözleri kızarmıştı, “Meimei*, üzülme. Eğer bu masumiyetimizi kanıtlayacaksa, mecburen kabul edeceğiz. Jiejie* odanı temizlemene yardım edecek.”
ÇN: Meimei- kız kardeş, Jiejie- abla.
Ancak Li Xiang Tong, olayların yatışmasına izin vermiyordu. Aslında herkes onun araştırmak istediği kişilerin Zong Zi Heng ve Zong Zi Xiao olduğunu biliyordu. Ama konumları nedeniyle onları doğrudan suçlayamazdı. Bu yüzden kendi babasına ve erkek kardeşine o gün Wuji Sarayı’ndaki herkesi yeniden sorgulamasını önerdi.
Bu yaptığı Zong Ming He’yi öfkelendirmişti. O da oğlunu kimin zehirlediğini öğrenmek istiyordu ama Wuliang Sekti’nin dilediği gibi sarayında at koşturmasına izin veremezdi. En nihayetinde, iki taraf arasında bir uzlaşmayla, Li Bu Yu’nun soruşturmaya dahil olmasında karar kıldı.
Böylece bütün kış, yılbaşı da dahil olmak üzere Daming Şehri’nin üzerindeki kara bulutlar dağılmamıştı.
Zong Zi Xiao, Li Bu Yu’dan hiç haz etmiyordu ve kuzeninin ölümünden dolayı üzgün olan Li Bu Yu da yalandan bile olsa Zong Zi Xiao’ya kibar davranma zahmetine girmemişti. Ona karşı olan bakışlarında bile sanki derin bir anlam varmış gibi görünüyordu.
Soruşturma sırasında Li Bu Yu zaman zaman imalı sorular sormuştu. Soruları herkese soruyor olmasına rağmen Zong Zi Xiao, Li Bu Yu’nun sanki onu hedef aldığını hissediyordu.
Ağabeyine bunu söylemişti ancak Zong Zi Heng ona inanmıyordu, “Bu Yu hakkında hep önyargılıydın. Babam sorgulaması için onu görevlendirdi, Wuji Sarayı’ndaki herkesi derin bir şekilde sorgulaması en doğrusu değil mi?”
Zong Zi Xiao soğukça yanıtladı, “Ama bana o soruları sorarken, sanki bir katille konuşuyormuş gibiydi.”
“Aynı soruları bana da sordu. Katilin kim olduğunu bulmak için her detayı düşünmek zorunda,” dedi Zong Zi Heng kısık bir tonla, “Ayrıca muhtemelen İmparatoriçe ona bizim hakkımızda bir şeyler söylemiştir. Bizden şüpheleniyor bile olsa, işbirliği yapmaktan başka çaremiz yok.”
“İşbirliği mi?” diyerek soğuk bir kahkaha attı Zong Zi Xiao, “Babam insanlara Bailu Köşkü’nü aramalarını söylediğinde, “işbirliği” yaptım. Fakat Li Bu Yu kim ki? Kim olduğunu sanıyor?”
“Xiao Jiu.”
“Dage,” dedi Zong Zi Xiao, suratını asmıştı, “Ne, sana Zhenyuan Yulian Hapı’nı verdi diye şimdi onun tarafını mı tutuyorsun? Sana hayatını borçlu, bir hapla ödeyebilir mi?”
Zong Zi Heng’in de yüzü asılmıştı. Kardeşi kibirli olmaya alışkındı ve mutsuz olduğunda sık sık ağzına ne gelirse onu söylerdi, “Terbiyeni takın.”
Ağabeyinin kızgın olduğunu gören Zong Zi Xiao aceleyle ona dil dökmeye başladı, “Pekala, pekala. Seni dinleyeceğim. Bana kızma, son günlerde kolayca öfkeleniyorsun.”
Cümlenin sonunda, sesi giderek kısılmıştı.
Zong Zi Heng bir anlığına afalladı.
“Dage, o olayların üstünden çok sular aktı. Hala atlatamadın mı?” dedi Zong Zi Xiao, ağabeyinin yüzüne iyice yerleşmiş olan kederi fark ediyordu, onun hala Hua Yu Xin’i özlediğini düşündüğü için kalbi acıyla dolmuştu, “Eskiden hep sıcak bir şekilde gülümserdin. Ama şimdi, gülümsediğini hiç göremiyorum.”
Zong Zi Heng bilinçsizce onun yüzüne dokundu.
Öyle miydi? Gerçekten de uzun zamandır gülümsemiyor muydu?
Muhtemelen. Gün boyu omuzlarında korkunç bir sırrın yükünü taşıyan, endişe, korku ve şaşkınlık içinde yaşayan bir insan nasıl gülümseyebilirdi ki?
Zong Zi Xiao’nun kalbi çaresizce kıskançlıkla dolup taştı, düşüncelerde kaybolmuştu, “Benim eski Dage’m olman için ne yapmak gerekiyor?”
Zong Zi Heng kardeşinin başını okşadı, “İnsanlar zamanla değişir. Büyüdüğünde anlayacaksın.”
Zong Zi Xiao uzun bir sessizliğin ardından karşılık verdi, “Gelecekte başka birini sevecek misin?”
“…..Bilmiyorum.”
“Nesi bu kadar iyiydi ki? Çok mu güzeldi?”
“Zong Zi Xiao, bu konu hakkında konuşmak istemiyorum.”
Zong Zi Xiao aniden iki elini Zong Zi Heng’in beline doladı ve yüzünü gözlerine yaklaştırdı, “Dage, ben ondan daha güzel miyim?”
On dört yaşında olmasına rağmen annesinin çarpıcı güzelliğini tamamıyla miras almıştı. Sağlam bir iskelet yapısına sahipti, Chu Ying Ruo’nun dişiliğinden aldığı davetkar çekicilik ve bir erkeğin güçlü yang enerjisi bedeninde harika bir karışım halindeydi.
Böyle olağanüstü bir güzellik sadece “güzel” kelimesiyle ifade edilemezdi.
Zong Zi Heng, kardeşinin büyüleyici tilki gözleriyle karşılaştığında, kalbi hafifçe titredi ve yüzünü çevirdi, “Söylediğin şeyi kulağın duysun. Bir kadının güzelliğiyle kendini mı kıyaslıyorsun?”
“Kıyaslamaya ihtiyacım yok, ama senden bir cevap bekliyorum,” dedi Zong Zi Xiao, eliyle Zong Zi Heng’in çenesini tutup çevirdi, “Hua Yu Xin’den daha mı çekiciyim?”
“Xiao Jiu, sen ne….?”
“Beni de sever misin?” dedi Zong Zi Xiao, Dage’sının gözlerinin içine dikkatle baktı, “Onun güzelliğini mi, iyi bir efsuncu oluşunu mu yoksa başka bir özelliğini mi beğeniyordun?”
Zong Zi Heng gülse mi ağlasa mı bilemiyordu, “Yine ne oldu da böyle saçmalıyorsun?”
Zong Zi Xiao açıkça sordu, “Onun sahip olduğu ama benim olmadığım ne var? Neden Dage beni sevmiyor?”
Zong Zi Heng kaşlarını çattı. Artık Zong Zi Xiao’nun ciddi olup olmadığını veya onunla alay edip etmediğini anlayamıyordu. Bu sözler kulağa çok tuhaf geliyordu ve kafa derisinin uyuşmasına neden oluyordu.
“Dage, beni sevmeni ve benimle evlenmeni söylediğimde ciddiydim.”
Zong Zi Heng, Zong Zi Xiao’yu itti ve azarladı, “Kaç yaşına geldiğinin farkında mısın? Artık küçük bir velet değilsin. Şu anda yapman gerekenleri ve yapmaman gerekenleri anlayabildiğin bir yaştasın. Böyle saçma sapan şeyler söyleyerek benimle nasıl alay edersin?”
“Kim alay ediyormuş?” dedi Zong Zi Xiao, oldukça öfkeliydi, “Sana ciddi olduğumu söyledim.”
“Saçmalık,” dedi Zong Zi Heng ve derin bir nefes aldı. Xiao Jiu’yu koruyup gözetemediği konusunda şüpheye düşmüştü. Erkekler ve kadınlar hakkında gerçekten de hiçbir şey bilmiyor olduğundan korkuyordu. Sevmek ve aşık olmak arasındaki farkı bile anlayamıyor muydu? Yine de sabırla ona yanıt verdi, “Kocaman adam oldun, hala sana bizim kardeş olduğumuzu ve ikimizin de erkek olduğunu hatırlatmama gerek var mı? Eğer bunları anlamıyorsan Dage sana anlatabilir. Ama bir daha böyle saçma sapan konuşmayacaksın….Dur bir dakika, bunları bir başkasına söylemedin, değil mi?”
Zong Zi Xiao, ağabeyinin endişeli halini seyrediyordu. Her şeyi anladığını yüksek sesle haykırmak istiyordu fakat buna cesareti yoktu. Bu karşısındaki yüzün daha fazla utanç duyduğunu görmek istemiyordu.
Zong Zi Xiao yenilgiyle başını eğdi.
Zong Zi Heng, daha önce sayısız kez yaptığı gibi küçük kardeşine öğretici bir ses tonuyla vaaz vermeye başladı, “İki kardeşin birbirine duyduğu sevgiyle, kadın ve erkeğin birbirine duyduğu sevgi aynı değil. Dage da sonsuza dek seninle beraber olmak istiyor, fakat bunun için evlenmek zorunda değiliz. Abuk sabuk şeyler düşünmeyi bırakmalısın. İleride bir kızdan hoşlanmaya başladığında, ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksın.”
Zong Zi Xiao yüzünü çevirdi ve Zong Zi Heng’i cevapsız bıraktı.
Er ya da geç, bir kızı asla sevmeyeceğini Dage’sı anlayacaktı. O yalnızca Dage’sını istiyordu.
―
Göz açıp kapayıncaya kadar, kış bahara dönmüştü. Jiaolong Meclisi’nin üzerinden tamı tamına bir yıl geçmişti ve efsun dünyasındaki fırtına hala durulmamıştı.
Huaying Sekti ve Wuyun Sekti bitmek bilmeyen bir savaşın içine girmişti. Yan Shu ve Dağları Yürüten Kırbaç hala ortalıkta yoktu. İmparator doğum günü ziyafetinde Zongxuan Kılıç Tekniği’nde Cennetin Sekizinci Seviyesi’ne yükseldiğini ilan etmişti. Aynı gün içinde ilk meşru oğlu zehirlenerek öldürülmüştü ve katili hala bulunamamıştı. O yıl içinde olan şeyler giderek daha da kontrolden çıkıyordu. İnsanlar suyun üzerindeki dalgaları görüyorlardı ancak kimse derinlerdeki girdabın farkında değildi.
Sanki görünmez bir örtü vardı ve o örtü kaldırıldığı zaman o insan yutan girdap açıkça görülebilir hale gelecekti. Her şeyin alev alması için yalnızca bir kibritin çakılması gerekiyordu.
O kibrit çok geçmeden gelmişti ― İmparator Zong, Jiaolong Meclisi’ni kazanan dokuzuncu oğlu için Shen Nong Kazanı’nda bir kılıcı arındırmak üzereydi.
Zong Zi Heng, ikinci kardeşinin ölümü yüzünden kılıç meselesinin erteleneceğini düşünmüştü. Ne de olsa İmparatoriçe’nin duyguları göz ardı edilemezdi, içten içe şu anda bunun için uygun zaman olmadığını düşünüyordu.
Doğal olarak, Li Xiang Tong bu konuya şiddetle karşı çıkmıştı hatta tüm cariyelerin önünde Zong Ming He ile tartışmıştı. Tüm harem büyük bir karmaşa içindeydi.
Shen Shi Yao ilk kez bu kavgayı oh çekerek seyretmemişti. Zong Zi Heng tartışmanın detaylarını sorduğunda her zamanki gibi elinde nakışlarını işliyordu. Sıcak bir gülümsemeyle yanıtladı, “Ne yapabilirim ki? İmparator’un aklı şu anda Cariye Chu ve Xiao Jiu’da. Zaten en baştan beri Li Xiang Tong’u sevmiyordu. Oğlu da öldüğü için artık beraber kalmıyorlar.”
Zong Zi Heng kaşlarını çatıp düşüncelere daldı.
“İmparator, Xiao Jiu’nun kılıcını Shen Nong Kazanı’nda arındıracak. Ardından da muhtemelen onu Veliaht Prens olarak atayacak,” dedi Shen Shi Yao oğluna baktı ve kiraz dudakları hafifçe büzüldü, “Eğer Xiao Jiu gelecekte İmparator olursa, Dage olarak bununla nasıl başa çıkacaksın? Ona karşı uysal ve itaatkar mı davranacaksın?”
“…..”
“Sen İmparator’un ilk oğlusun ve her açıdan İmparator olmaya layık tek prenssin. Ne kadar da yazık oldu ah,” dedi Shen Shi Yao başını eğdi ve elindeki ipek mendili işlemeye devam etti. Sesi kayıtsız ve soğuktu, “Güneş ve ay birlikte parlayamaz.”
ÇN: Geçmişte geçireceğimiz son on bölüm kaldı….