İlkbahardan sonra kar tamamen eridi ve toprak ilk filizlerini vermeye başladı. Çetin bir kış geçtiği için içeri taşınan orkidelerin, havaların ısınmasıyla beraber teker teker orkide bahçesine geri taşınması gerekiyordu. Yılın bu dönemlerinde Zong Zi Heng hep çiçek bahçesiyle meşgul olurdu.
Zong Zi Heng’in komutası altında, Qinghui Köşkü’nün kethüdaları orkideleri sırayla orkide bahçesine taşıdı.
Hizmetçi kızlardan biri elindeki saksıyla yürürken Zong Zi Heng aniden ona seslendi, “Bekle, bu saksıyı yere indir.”
Hizmetçi kız saksıyı bıraktı ve diğerlerini taşımaya gitti.
Zong Zi Heng, yeni filizlenen incecik dala bakarak kaşlarını çattı.
Normalde bitkilerin kış uykusuna hazırlanması için kış öncesinde budanması gerekiyordu. Ancak güneşi görür görmez tomurcuklanan ve yeşil olması gereken bu Cymbidium’un kökleri kırmızıya boyanmıştı. On yıldan fazla bir süredir orkide yetiştiriyordu ve Cymbidium gibi yaygın olan türler hakkındaki her şeyi biliyordu. Bu çiçek, başlangıçta karışık renklerle ekilmemişken, tomurcukları nasıl kırmızı olabilirdi ki?
Tabii toprakla ilgili bir sorun yoksa, ya da boyanmamışsa.
Saksının içindeki kara toprağı parmağıyla karıştırdı, olağandışı görünen bir şey yoktu. Yine de tereddüt ediyordu, bir çapa alarak toprağın altını kontrol etmek istiyordu.
“Heng Er.” diye seslendi Shen Shi Yao ve oğluna soğuk gözlerle baktı.
Zong Zi Heng bir anlığına donakaldı. Annesinin sakin ve sessiz gözlerinin altında karanlık bir şeyler varmış gibi görünüyordu. Kalbi sıkıştı, çiçek saksısına tekrar baktı ve sırtından aşağı bir ürperti indi.
“Çiçekleri taşımayacak mısın? Gidip hemen hallet ve akşam yemeğine geç kalma,” dedi Shen Shi Yao, her kelimeyle beraber bir adım atıyordu.
Zong Zi Heng önce çiçeğe sonra da tekrar annesine baktı.
Shen Shi Yao çenesini hafifçe kaldırdı ve nazik ama güçlü bir tonla seslendi, “Hadi git.”
Daha sonra kethüdalardan birini çağırıp emretti, “Bu saksıyı da götür.”
Kethüda tam gelip saksıyı almak üzereydi ki Zong Zi Heng sert bir şekilde, “Çık dışarı,” dedi.
Kethüda irkildi ve Shen Shi Yao’ya çaresizce bir bakış attı. Gözünde Ekselansları bir yeşim kadar narin ve nazikti, asla sebepsiz yere böyle bağırmazdı.
“Hepiniz, derhal dışarı çıkın,” dedi Zong Zi Heng, kasvetli bakışları tüm saray görevlilerinin üzerine yönelmişti.
Kalabalık sırayla dışarı çıktı ve kapıyı kapattı.
“Ne yapıyorsun?”
Zong Zi Heng aniden elini kaldırdı ve kırmızı kil saksıyı yere fırlattı. Saktı bir “çat” sesiyle paramparça oldu. İçindeki çiçek ve toprak yerlere saçıldı. Kara toprağın arasında, kandan bile daha kırmızı olan başka bir şey göze çarpıyordu.
Zong Zi Heng sanki üstündeki gökyüzü çöküyormuş gibi hissediyordu. Korkuyla annesine bakarak bir adım geriledi.
Shen Shi Yao uzandı ve eliyle ses geçirmeyen bir sınır mührü oluşturdu, “Heng Er, önce anneni dinle.”
“İkinci kardeşimi sen mi öldürdün?”
Sözcükler ağzından bir anda fırlamıştı ama sesi tanınmayacak kadar titriyordu.
Shen Shi Yao başını eğdi, “Ben sadece senin…”
“Benim için yaptığını söylemeyi kes artık!” diye kükredi Zong Zi Heng, kar beyazı olan yüzü şu anda mosmor olmuştu. Gözleri yuvalarından fırlamak üzereydi ve ifadesi de tuhaflaşmıştı.
“Ama senin için yaptım,” dedi Shen Shi Yao ve elini kalbinin üstüne doğru koydu, “Ben senin annenim. Ben senin için yapmasam, başka kim yapar?”
“Sen kafayı yemişsin, delilik bu,” dedi Zong Zi Heng, sanki çok vahşi bir hayvandan kaçıyormuş gibi ondan kaçınıyordu, yüzü korkusunu ve acısını yansıtıyordu, “Hua Hanım’a zarar verdin, ikinci kardeşimi zehirleyerek öldürdün. Sen…nasıl bu kadar gaddar olabilirsin?!”
“Li Xiang Tong beni buna mecbur bıraktı!” diye haykırdı Shen Shi Yao tiz bir sesle, “Bana sürekli zorbalık yapmasına rağmen onun oğluna acıyor musun? O bize şimdiye kadar bir kere bile acıdı mı? Son yirmi yılda anne-oğul olarak sarayda nasıl bir hayat yaşadık? Hayatının geri kalanında ayaklar altında çiğnenmek mi istiyorsun?”
“Sırf bu yüzden, birini mi öldürdün?!”
“Onu öldürmek istememiştim ama Li Xiang Tong bize yaşam şansı vermedi,” dedi Shen Shi Yao, delirmiş gibi görünüyordu, “Aslında Hua Yu Xin ile evlenirsen Daming’den ayrılıp kendine yeni bir hayat kurabileceğini düşünmüştüm. Bu şekilde olursa içim rahat olacaktı, ama o bizim bu dileğimizi gerçekleştirmemize izin vermedi. Öyle gaddar ki, senin iyi bir şeye sahip olmana tahammül edemiyor. Hua Yu Xin öldü ve tek şansın da Li Xiang Tong tarafından mahvedildi, ne yapmam gerekiyordu?”
“Sen…delirmişsin. Sen gerçekten de kafayı sıyırmışsın!” diye bağırdı Zong Zi Heng, sanki aklını kaybediyormuş gibi hissediyordu. Bütün bunlarla nasıl yüzleşeceğini bilmiyordu. Babasının altın özü yiyen şeytani bir efsuncu, annesinin ise ikinci kardeşini öldüren bir katil olduğu gerçeğiyle nasıl yüzleşecekti?
Delirmişti, herkes kafayı yemişti.
Belki de şu anda ölümlü diyarda değildi ve yaşadığı her şey bir kabustan ibaretti. Onu kim bu cehennemden çekip kurtaracaktı?
Shen Shi Yao’nun gözleri yaşlıydı, “Evet, delirdim, kafayı yedim. Seni İmparator yapabildiğim sürece, kendi hayatımdan bile vazgeçerim.”
“İmparator mu?” dedi Zong Zi Heng, ona acımasızca bakıyordu, “Başka ne yapmak istiyorsun?”
“Heng Er,” dedi Shen Shi Yao ve Zong Zi Heng’in kolunu tuttu, “Zong Zi Mo öldü ve Zong Zi Xiao da hala çok genç. Bu senin tek şansın, ah…”
Zong Zi Heng onun elini itti, gözleri kan çanağına dönmüştü, “Kardeşini katletmiş bir İmparator olmak istemiyorum. Dünyada karma olmadığını mı sanıyorsun? Bu işlediğin günah, bizi sonsuza dek mahvedecek!”
“İmparator olursan, uçsuz bucaksız gökyüzünün altında yaşayan kimse bize zarar veremez!”
“Kes sesini!” diye bağırdı Zong Zi Heng, yumruklarını sıktı, sanki tüm kanı çekiliyormuş gibi hissediyordu. Önündeki her şeyi yok etmek için can atıyordu. Belki de her şeyi birbirine katarsa olanlar bir netlik kazanabilirdi, “Sen delisin. Böyle bir suç işlemişken, insanlığımı kaybetmememi nasıl bekleyebilirsin?”
“Neden anneni hiç düşünmüyorsun? Çaresizliğe sürüklenmesem, neden bunu yapayım ki? Bana ne olacağı umurumda değil, ben sadece senin iyi olmanı istiyorum.”
“Öyle mi, mecbur mu kaldın yani?” dedi Zong Zi Heng, gözlerinden adeta kan damlıyordu ve titreyerek yerdeki toprağı işaret ediyordu, “Bunun kullanılması için çok büyük miktarda toprak gerekiyor. Saraydan çıkamazsın, ayrıca güvenebileceğin bir hizmetkarın da yok. Allıktan çıkarıldı, değil mi? Tek seferde çok fazla allık alsaydın, insanlar şüphelenirdi. Kaç yıldır biriktiriyorsun? İnsanları zehirleyip öldürecek kadar kızıl yağ biriktirmeyi kaç yıldır planlıyordun?!”
Shen Shi Yao, şaşkın bir şekilde Zong Zi Heng’e baktı.
Zong Zi Heng’in yüzü gözyaşlarıyla dolmuştu.
Shen Shi Yao ipek bir mendil çıkardı ve gözyaşlarını nazikçe sildi. Hala yüzünde naif bir ifade vardı ama sözleri mide bulandırıcıydı, “On üç yıl, on üç yıldır biriktiriyordum. Dokuz yaşında olanları hatırlıyor musun? Çok ciddi bir hastalık atlattın. Ateşin öyle yükseldi ki, neredeyse havale geçirecektin. Zong Ming He her gün, Zong Zi Mo’nun ödevlerini kontrol ederdi ve yeni doğmuş olan Zong Zi Xiao’yu görmeye giderdi. Ama seni bir kez bile görmeye gelmedi. O günden sonra benim kalbim tamamen öldü.”
Zong Zi Heng sessiz kaldı.
Shen Shi Yao kollarını kendi etrafına sardı, ince vücudu rüzgarda sallanan küçük bir ağaç gibiydi, “İlk başta, benden hoşlandığını ve benimle evlenmek istediğini söyleyen oydu. Sırf Wuliang Sekti’nin kızını memnun etmek için, seni doğurduğum için beni suçladı. Bu mesele yüzünden Li Xiang Tong tarafından sürekli kontrol edildi. Genç ve gururluyken, cariye olmaya hiç istekli değildim. Çok yetenekliydim, Shen ailesini onurlandırmak için ölümsüz yolda ilerlemem bekleniyordu. Ama birkaç güzel söz söyleyerek Zong Ming He tüm hayatımı mahvetti. Benim hayatım, çoktan bitti ama oğlumun hayatını mahvetmelerine izin vermeyeceğim.”
Zong Zi Heng’in sesi boğuktu, “Sen yalnızca intikamın için beni kullanmak istiyorsun.”
“Öyleyse ne olmuş?” dedi Shen Shi Yao ve sert bir şekilde Zong Zi Heng’e baktı, “Ben intikam alamaz mıyım? Sen intikam alamaz mısın? Nefret etmiyor musun? Nefret etmiyor musun?!”
“Nefret ediyorum ama masum insanları asla öldürmeyeceğim,” dedi Zong Zi Heng, sanki boğuluyordu, “Hayatımın geri kalanında ne kadar nefret duyarsam duyayım, senin gibi olmayacağım.”
“Kimse masum değildir,” dedi Shen Shi Yao dudaklarını büzerek, “Li Xiang Tong’un oğlu da masum değildi. O ölmeyi hak ediyor, Zong Ming He ölmeyi hak ediyor, tüm oğulları ölmeyi hak ediyor. On üç yıl önce, hepsine teker teker yaptıklarını ödeteceğime dair ant içtim!”
Zong Zi Heng derin bir nefes aldı, kalbi ve ciğerleri patlamak üzereymiş gibi ağrıyordu. Ne yapacağını bilmiyordu. Karşısındaki kişi kendi annesiydi. Nazik ve sevecen bir kadın olarak hatırladığı bu zavallı kadın, nasıl bu hale gelebilmişti?
“Heng Er, annen sana bir sır verecek,” dedi Shen Shi Yao, yüzünde aptal bir gülümseme vardı, “Li Xiang Tong’un bizden nefret etmesinin başka bir nedeni daha var ve ben sana hiç bahsetmedim.”
“…Ne sırrı?”
“Sen daha küçükken, Zong Ming He’nin görevlendirdiği bir keşiş saraya geldi. Luo Shui Yeşim Zırhı adında büyülü bir silahı vardı. Söylentilere göre Luo Shui, kutsal kaplumbağanın kabuğundan alınmış olan Kral Zhou Wen’in büyülü silahıydı ve her şeyi öngörebiliyordu,” dedi Shen Shi Yao, gözleri parıldıyordu, “Zong Ming He’nin dokuz çocuğu olacağını ama senin İmparator olacağını söylemişti.”
“Bir şarlatanın sözlerine mi inanıyorsun?”
Shen Shi Yao gülümsedi, “Zong Ming He ve Li Xiang Tong da ona şarlatan muamelesi yapıp kovdular ama ben ona inandım. Saraydan ayrılırken senin annen olduğumu anladı ve iletişim rünüyle seslendi. Ama ondan önce birbirimizi hiç tanımıyorduk. Heng Er, doğduğun günden itibaren annen senin kaderinde imparatorluk olduğuna inanıyor.”
“Aynı hatayı tekrarlayamazsın,” dedi Zong Zi Heng acıyla, “Başka ne yapmak istiyorsun? İkinci kardeşimi öldürdün. Xiao Jiu’yu da öldürmek mi istiyorsun?”
“Onu öldürmeyeceğim. O senin sevgili küçük kardeşin, Zong Zi Mo’dan çok farklı.”
“Tam olarak ne yapmak istiyorsun?” dedi Zong Zi Heng ve Shen Shi Yao’ya doğru yaklaştı, “Anne, benim sabrımı zorlama. Ne yaparsan yap sana engel olacağım. Sakın benim sabrımı zorlama.”
“Demek beni durduracaksın, nasıl yapacaksın bunu?” dedi Shen Shi Yao, başını kaldırdı ve oğluna baktı, “Yoksa beni öldürecek misin?”
“Ben….”
Shen Shi Yao, Zong Zi Heng’in yanağını okşadı, “Ben senin annenim. Biz bu dünyada birbirine en bağlı anne oğuluz. Yaptığım her şeyi senin iyiliğin için yapıyorum. Madem bana minnet duymuyorsun, sırtını mı döneceksin? Beni nasıl durduracaksın? İfşa mı edeceksin, yoksa öldürecek misin?”
Zong Zi Heng geriye doğru bir adım attı, sanki dili tutulmuştu.
Shen Shi Yao memnuniyetle gülümsedi, “Benim oğlum İmparator olacak.”
ÇN: Ağğğğğğğğğğğğğğğğğğğğ