İçeriğe geç
Home » Wu Chang Jie 78. Bölüm

Wu Chang Jie 78. Bölüm

Zong Zi Heng, uzun süredir tek kelime etmeden yatağın kenarında heykel gibi oturuyordu.

“Dage, üşüyor musun?” dedi Zong Zi Xiao ve Zong Zi Heng’in sırtını havluyla kuruladı. Belki de çok fazla güç uyguladığı için havlu pürüzsüz beyaz sırtta kırmızı bir iz bırakmıştı.

Zong Zi Xiao duraksadı, parmak uçları birkaç kez yumuşak pembe tene hafifçe dokundu, sonra sanki yanmış gibi elini geri çekti. Zong Zi Heng’in ıslak saçları göğsüne düştü ve uzun, narin boynunu ortaya çıkardı. Boynundan omzuna doğru yumuşak ve tatlı bir tofu gibi olan beyaz bir ten vardı. Zong Zi Xiao’nun yanakları istemsizce kızarmıştı. Bakışlarını başka yöne çevirdi ve yağmur suyunu kurulamaya devam etti.

Zong Zi Heng, kardeşinin huzursuzluğundan habersizdi. O anda sanki iple kontrol edilen bir kukla gibiydi. Yüzünde diğer insanların manipülasyonlarının yol açtığı acı ve kederden başka hiçbir ifade yoktu.

“Dage, çiçekleri yeniden dikebiliriz. Çiçek tohumlarını bulmaya beraber gideceğiz ve başka bir orkide bahçesi yapacağız, hem de daha öncekilerden çok daha güzelleriyle.”

“Cariye Shen ile aranda neler olduğunu bilmiyorum, eğer benim yüzümdense…ilahi kılıcı sana vereceğim ve sen ne dersen onu yapacağım.”

“Birine baktırdım. Kökleri hala sağlam olanları saksıya dikebilirmişiz. Mutlaka canlı kalanlar vardır.”

“Suyun içinde kaldılar,” dedi Zong Zi Heng yumuşak bir şekilde, “Artık canlı kalamazlar.”

Zong Zi Xiao’nun kalbi sızlıyordu, “Olsun, başka bir sürü tohum var. Beraberce orkide bahçesini yeniden kuracağız.”

Zong Zi Heng yavaşça yüzünü kaldırdı, gözlerindeki kasvet hala dağılmamıştı, “Xiao Jiu, eğer Dage şimdi seni uzaklara götürmek istese, benimle gelir misin?”

Zong Zi Xiao donakaldı, “Ne?”

Wuji Sarayı’ndan ayrılmayı ve bir daha asla buraya dönmemeyi istiyorum.

Zong Zi Heng kalbinde böyle düşünüyordu ancak yüksek sesle dile getiremiyordu.

Orkide bahçesi yok edildiği anda, aslında daha özgür hissediyordu. Doğup büyüdüğü bu yerden geriye kalan son şey de artık gitmişti, ardına bakmadan buradan kaçabiliyor olması gerekiyordu.

Kışın zorluklarından dolayı solmasın diye dağlarla ve sularla çevrili, hep baharmış gibi olan bir yere orkide bahçesini kurardı ve güneşin doğuşunu, batışını seyrederdi. Ara sıra kötü ruhlardan kurtulmak ve iblisleri kovmak için Jiuzhou’ya seyahat edebilirdi. Dilediği gibi kalbindeki Tao’yu takip edebilirdi.

“Dage, sen ciddi misin?” diye dikkatle sordu Zong Zi Xiao.

Zong Zi Heng derin bir nefes aldı ve çaresizce gülümsedi.

Fakat gidemezdi. Durumu içler acısıydı, nefretle doluydu, sefil bir hayatı vardı ama yine de gidemezdi.

Amcasının, ikinci kardeşinin ve altın özü çalınmış olan diğer efsuncuların vebali kendi omuzlarındaydı. Annesi ve babası günaha batmışken, nasıl kendi hayatını düşünebilirdi ki? Onları durduramazsa, kalbi Wuji Sarayı’na hapsedilmiş olarak kalacaktı.

“Dage, seninle giderim. Daha önce de söylemiştim, seninle ben her yere gelirim,” dedi Zong Zi Xiao ve ağabeyini giydirdi, “Ama biraz daha bekle, Shen Nong Kazanı’nda dövülen o kılıcı alana kadar bekle. Her şeyi düşündüm, o kılıcı sen kullanabilirsin. Sen benim Dage’msın, o kılıç senin olacak. Tamam mı?”

Zong Zi Heng’in kalbi şiddetle titredi. Aniden aklında Lu Zhao Feng’in ortaya çıkmasını sağlayacak bir fikir yeşerdi.

Birinci sınıf bir büyülü silah yapılırken sahibinin kanı eklenirdi. Böylece yabancıların eline geçmemesi için önlem alınmış olurdu, büyülü silahı yalnızca kendisi ve kan bağı olan kişiler kullanabilirdi. Kılıç dövülürken Zong Zi Xiao’nun kanı eklenirse, Lu Zhao Feng kesinlikle kılıcı almaya gelecekti. Dağları Yürüten Kırbaç ve o ilahi kılıç elinde olursa, Lu Zhao Feng’in efsun yetenekleri göz önünde bulundurulduğunda, bu dünyada onu yenebilecek kimse olmayabilirdi.

Lu Zhao Feng’i çok geç olmadan öldürebilseydi, belki de Xiao Jiu’nun sırrını koruyabilirdi.

Zong Zi Heng kardeşinin bileğini kavradı, “Dage senin kılıcını istemiyor, o kılıç senin hakkın.”

Zong Zi Xiao tereddüt ediyordu, “Dage, ben söylediğim her şeyde ciddiydim. Sana ne istersen veririm, aramızda ayrı gayrı hiçbir şey olmayacak. Tamam mı?”

Zong Zi Heng kardeşinin saçlarını okşadı, “Tamam, olmayacak. Dage senin hep daha iyi olmanı istiyor.”

“Ben de Dage’mın iyi olmasını istiyorum.” dedi Zong Zi Xiao, Zong Zi Heng’in elini tuttu ve sessizce kalbinin üzerine koydu.

“Xiao Jiu, bana bir söz ver.”

“Ne sözü?”

“Bu süre zarfında, Qinghui Köşkü’ne gelme. Eğer bir şey olursa ben seni bulmak için Bailu Köşkü’ne gelirim, ayrıca….annemden uzak dur.”

Zong Zi Xiao kaşlarını çattı, “Tamam, Dage. Eğer Cariye Shen seni tekrar cezalandırırsa gel ve benimle beraber Bailu Köşkü’nde kal.”

“Öyle bir şey olmayacak, sen sadece kendine dikkat et,” dedi Zong Zi Heng kasvetle, “İkinci kardeşin katili hala yakalanmadı. Yediğin içtiğin her şeye zehir testi yaptır, tamam mı?”

“Mn, endişelenme.”

Zong Zi Heng, Lu Zhao Feng’i öldürmek için yardım istediğini yazdığı ve kendi güçleriyle mühürlediği mektupları Chunyang Sekti ve Cangyu Sekti’ne gönderdi. Aynı zamanda da Xu Zhi Nan’a, Veliaht Prens tacını almak için mücadele edeceğine dair söz verdi. Xu Zhi Nan’ın neden onun Veliaht Prens olmasını istediğini gayet net bir şekilde anlamıştı. Zong Ming He kendi isteğiyle ölse bile tahttan vazgeçmezdi bu yüzden bir sonraki adımda onu tahttan nasıl vazgeçireceklerini planlamaları gerekiyordu. Bir oğul olarak Zong Ming He’yi tahttan vazgeçirse de, onu hayatta tutmayı başarırsa bir oğul olarak ona karşı son görevini yerine getirmiş olacaktı. Yalnızca İmparator olursa ailesini durdurabilirdi ve onların adil şekilde yargılanmasını sağlayabilirdi. Xu Zhi Nan ve Qi Meng Sheng ağzı sıkı kişilerdi, eğer her şey yolunda giderse Zong Zi Xiao, bir altın özü hırsızının oğlu değil İmparator Zong’un dokuzuncu prensi olmaya devam edebilecekti.

Yalnızca İmparator olursa tüm dünyayı sarsan krizleri durdurabilecek bir güce sahip olabilirdi.

Mektubu gönderdikten sonra Shen Shi Yao’yu buldu ve ifadesizce konuşmaya başladı, “Anne bana üç ayrı söz vermeni istiyorum.”

Shen Shi Yao sakince karşılık verdi, “Söyle bakalım.”

“İlk olarak, bir daha asla Bailu Köşkü’ne gitmeyeceksin. İkinci olarak Xiao Jiu’ya yaklaşmayacaksın ve son olarak da izinsiz hiçbir şeye kalkışmayacaksın.”

“Devam et.”

“Eğer kabul edersen gidip babamdan beni Veliaht Prens olarak atamasını talep edeceğim. Xiao Jiu hala genç ve ne söylersem söyleyeyim beni dinleyecek. Benimle taht için mücadele etmeyecek. Eğer kabul etmezsen ya da kabul edip de şartlara uymazsan seni Qinghui Köşkü’ne kilitleyeceğim. Babam ya da İmparatoriçe çağırmadığı sürece dışarı tek bir adım bile atamayacaksın.”

Shen Shi Yao gözlerini kıstı, “Buna cesaretin var mı?”

“Var,” dedi Zong Zi Heng ve annesine sert bir bakış attı, “Zi Mo’yu öldürerek elini kana buladın, bir daha asla kötü bir şey yapmana izin vermeyeceğim.”

Shen Shi Yao soğukça homurdandı, “Zong Ming He’ye yalvarınca tahtı sana vereceğini mi sanıyorsun? Onu gözünde çok büyütüyorsun ve Li Xiang Tong’yu da fazlasıyla hafife alıyorsun.”

“Peki ya Chunyang Sekti ve Cangyu Sekti’nin desteğini alırsam?”

Shen Shi Yao’nun gözleri ışıldadı, “Yoksa sen…”

“Evet, Chunyang Sekti ve Cangyu Sekti’nin desteği, Wuliang Sekti’yle ve babamla başa çıkmak için yeterli olacaktır.”

Shen Shi Yao’nun yüzündeki ifade sürekli değişiyordu; sevinç, gönül rahatlığı, endişe ve tereddüt.

Ancak uzun bir süre sonra hafifçe başını salladı, “Hayır, olmaz. En azından şimdi değil.”

“…..”

Shen Shi Yao öne çıktı ve Zong Zi Heng’in elini tutmak istedi. Fakat Zong Zi Heng anında geri adım attı. Shen Shi Yao’nun yüzü düşmüştü, “Chunyang Sekti’nin ve Cangyu Sekti’nin desteğine sahip olmak başta kazançlı gibi görünse de, aslında bu iki ucu keskin bir kılıç. Zong Ming He, Li ailesini nasıl küçümsüyorsa, seni de aynı şekilde küçümseyecektir. Eğer Chunyang Sekti’nin ve Cangyu Sekti’nin senin arkanda olduğunu öğrenirse bu geri teper ve seni asla Veliaht Prens olarak atamaz. Şimdilik bunu öğrenmemeli.”

“O halde ne yapmalıyım?”

Shen Shi Yao hafifçe gülümsedi, güzel gözleri hırsla doluydu, “Oğlum annesini yüzüstü bırakmadı, annesi de oğlunu yüzüstü bırakmayacak.”

“Sen….”

“Heng Er, annen söz veriyor,” dedi Shen Shi Yao samimiyetle, “Bailu Köşkü’ne bir daha gitmeyeceğim ve Xiao Jiu’yu görmeyeceğim. İçin rahat olsun.”

Zong Zi Heng ona tereddütle baktı.

“Chunyang Sekti ve Cangyu Sekti’nin desteğiyle beraber er ya da geç İmparator olacaksın. Annenin sana olan inancı tam.”

Zong Zi Heng’in kalbinde belli belirsiz bir huzursuzluk vardı. Dünyada sevgisinden en çok emin olması gereken kişiye güvenemiyordu, artık pek de yapabileceği bir şey yoktu. Neyse ki annesinin efsun güçleri sınırlıydı ve yeniden birini zehirlemeye ya da başka numaralar yapmaya cesaret edemezdi.

Yazdan önce Zong Zi Heng, Xu Zhi Nan’ın hazır olduğu haberini alırken, öte yandan Zong Ming He kılıç için hazırlıklarını tamamlamıştı. Üç gün sonra Kunlun’a gitmek üzere yola çıkılacaktı.

Zong Ming He, Shen Nong Kazanı’nı aktive etmek için Jiuzhou’daki en iyi ham maddeleri ve efsuncuları toplamış, Dev Ruh Köşkü efendisinin kılıcı dövmesi için onu bizzat davet etmişti.

Dev Ruh Köşkü, Jiuzhou’ya kılıç yetenekleriyle ün salmıştı. Mevcut ölümsüz efsun dünyasında ataların miras bıraktığı kılıçlar dışında Dev Ruh Köşkü’nün dövdüğü kılıçlar en iyileriydi. Kılıçlara ek olarak pek çok başka büyülü silah ve ölümsüz haplar da üretirlerdi. Ölümsüz sektlerin itibar sahibi hanelerinin oğulları ve kızları mutlaka buradan bir silah sahibi olurlardı.

Dev Ruh Köşkü’nün yaşlı efendisi torunlarıyla ilgilenmek için gitmişti ve artık kimse için kılıç dövmüyordu. Fakat İmparator’dan doğrudan davet aldığı için gelmek durumunda kalmıştı.

Bir kılıcı dövmek için çıkılan bu yolculuk öyle hareketli öyle geniş çaptaydı ki, son yirmi-otuz yıldır hiç kimse şahit olmamıştı.

Bu ilahi kılıç Zong Ming He tarafından yıllar öncesinde söz verilmişti. Ancak ilk oğlunu yeni kaybettiği için şu anda kılıcın dövdürülmesi halk arasında tartışılıyordu. Yani durumun Li Xiang Tong ve Wuliang Sekti için nasıl olduğu herkes tarafından pekala anlaşılabilirdi.

Zong Ming He’nin Zong Zi Xiao’yu Veliaht Prens olarak atamayı düşündüğü söylentisi bir kez daha Wuji Sarayı’nın dışında dolaşmaya başladı. Büyük bir başarı elde ettiğine ve ilk oğlu öldüğüne göre, dokuzuncu oğluna çok düşkün olan ve onun için Shen Nong Kazanı’nda özel bir kılıç dövdüren Zong Ming He’nin, yüz yılda bir denk gelen nadir bir yetenek olan Zong Zi Xiao’yu Veliaht Prens olarak ataması pek de mantıksız görünmüyordu.

Söylentiler yayıldıkça, Zong Zi Heng daha çok korkmaya başladı. Kunlun’a gitmeden önce, söylentilerin Shen Shi Yao’nun kulağına ulaşmaması için hep yanında kaldı. Shen Shi Yao sözünü tutmuştu, gerekmediği sürece Qinghui Köşkü’nden dışarı adım atmıyordu.

Ancak Shen Shi Yao’nun alışılmadık derecede sakin olması onu endişelendirdiği için gardını bir an olsun bile düşürmüyordu.


5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

0
Would love your thoughts, please comment.x