İçeriğe geç
Home » Wu Chang Jie 8. Bölüm

Wu Chang Jie 8. Bölüm

Zong Klanı’nın ataları sekti kurduklarından beri, Zongxuan Kılıç Tekniği ve Guiyuan Kalp Tekniği tüm dünyada ün kazanmıştı. Ve üç yüz yıl boyunca Jiuzhou üzerinde hüküm sürmüşlerdi. En yetenekli efsuncular bile İmparator hakkında konuşmaya cesaret edemiyorlardı. Zong Klanı’nın gücüne boyun eğmek ve Zong Klanı’ndaki veliaht prenslerin gelecek nesildeki İmparator olacağını kabul etmek zorundalardı.

Fakat ne yazık ki her şey geçicidir, hiçbir zenginlik sonsuza dek sürmez. Ve değişim de kaçınılmazdır.

İmparator Ninghua Zong Ming He’nin döneminde Zong Klanı’nın gücü azalmaya başlamıştı. Dünyadaki yetenekli efsuncu sayısında da epey artış olmuştu. Son birkaç yüzyılda da Zong Klanı’ndan memnun olmayan insanlar çoğalmıştı. Suyun yüzeyi sakin olsa derinlerde çalkantılar vardı.

Aslında Zong Klanı’nın bir düşüşe geçmesinin sebebi son imparatorların yeterince iyi olmamasıydı.

Efsun yeteneklerini geliştirme konusunda, sürekli gayret etmek ve bir anlayış kazanmak önemliydi. Fakat doğuştan gelen yetenekler kişinin potansiyelini belirlerdi. Efsun dünyasındaki birisi Taoizm’in dokuzuncu derecesini tamamlarsa cennete yükselebilirdi. Dolayısıyla efsun yeteneklerini geliştirip cennete yükselemeyen bir lider kendi halkını memnun da edemeyecekti.

Zong Ming He’nin dokuz oğlu, üç kızı vardı. En büyük ve en küçük oğlu doğuştan gelen özel yeteneklere sahipti ve ölümsüz olma yolunda ilerliyordu. Ne yazık ki, ölümsüzler ve Zong Klanı arasındaki anlaşmazlıklar giderek artmıştı. Ve bu iki oğul da durumu tersine çevirememişti.

Wuji Sarayı – Daming Malikanesi

Bahçenin arkasından bir kahkaha sesi yükseldi. Bir genç delikanlı kollarını sıvamış, antik futbol oynayan bir grup çocuğu yönlendiriyordu. Koyun derisinden yapılmış olan top ayağında oldukça kontrollü şekilde duruyordu. Boyları birbirinden farklı olan çocuklar etrafında toplanıp ayağından topu almaya çalışıyorlardı ve kendi aralarında gevezelik ediyorlardı. Sanki bir köpek etrafındaki yavru köpeklere liderlik ediyormuş gibi bir sahne vardı.

Bu genç delikanlı çok yakışıklıydı, gözleri gökyüzündeki yıldızlar kadar parlaktı. Görünüşü güneş gibiydi ve gülüşü tüm mücevherlerden daha güzeldi. Gerçekten de çekici ve zarif biriydi.

“Dage….ah!”

Bir çocuk takılıp yere düştü ve anında ağlamaya başladı.

Zong Zi Heng topu ağlara gönderdi ve çocuğa doğru yöneldi. Gülümseyerek çocuğu yerden kaldırdı ve burnunu şakasına sıktı, “Aiyaa, Xiao Jiu, sırf bu yüzden ağlayacak mısın?”

Zong Zi Xiao’nun gözlerinde yaş yoktu ama yine de ağlıyormuş gibi yapıyordu. Kirli eliyle gözlerini sildi, “Ben dizlerimin üstüne düştüm ama sen hala gülüyorsun.”

“Bir bakayım,” dedi Zong Zi Heng pantolonunun paçasını sıyırdı ve dizlerinde kan gördü.

“Dage, beni merhem almaya götürür müsün?”

“Mn.”

Zong Zi Heng, bir koluyla Zong Zi Xiao’yu kucağına aldı. O sırada diğer çocuklar kıyafetlerini çekiştirmeye başladılar, “Dage, geri gelecek misin? Bizimle oyun oynayacak mısın?”

Zong Zi Heng teker teker çocukların başlarını okşadı, “Güneş batmak üzere, eve gidip dinlenin. Bir dahaki sefere Dage sizinle oynayacak.”

Zong Zi Xiao, Zong Zi Heng’in boynuna sıkıca sarıldı ve arkasındaki çocuklara doğru sırıttı.

“Dage, çok sıcak.” dedi ve yüzünü Zong Zi Heng’in boynuna bastırarak sızlandı.

“Sıcak ama yine de bana çok sıkı sarılıyorsun.”

Zong Zi Xiao minik kollarını Zong Xi Heng’in terli boynundan çekti, “Dage beni yere indirebilir.”

“Ben…”

Zong Xi Heng aniden Zong Zi Xiao’nun belinden tuttu ve onu üç kere havaya atıp tuttu.

Zong Zi Xiao hem çığlık atıyor hem de gülüyordu, yüzü heyecandan kızarmıştı.

Zong Zi Heng gülümsedi, “Artık dizin acımıyor değil mi?”

“Zaten acımıyordu ki. Sadece oyun oynamak istemiyordum,” dedi Zong Zi Xiao nazlanarak, “Dage’nın yaptığı soğuk dağ mantarı çorbasından içmek istiyorum.”

“Seni gidi numaracı.”

Zong Zi Heng, onu Qinghui Malikanesi’ne geri götürdü ve dönüş yolunda son dersleriyle ilgili test etti. Sorulara hızlıca cevap verdiğini görünce onu övdü.

“Lezzetli ve çok tatlı,” dedi Zong Zi Xiao ve mantar çorbasından koca bir kaşık daha içip ağzından damlayanları yaladı.

Zong Zi Heng ıslak bir bez aldı ve Zong Zi Xiao’nun kirli yüzünü sildi. Daha sekiz yaşında olmasına rağmen, annesine benzeyen yeşim gibi narin bir yüzü vardı. Gözleri de tilki gözlerine benziyordu ve çakmak çakmak parlıyordu.

“Yavaşça ye.”

Zong Zi Heng onun yüzünü sildikten sonra yarasını temizlemek istemişti.

Zong Zi Xiao bacağını kenara çekti, “Gerek yok, birkaç güne iyileşir.”

“Olsun, en azından temizleyelim.”

Yarası tedavi edildikten sonra Zong Zi Xiao’nun mantar çorbası kasesi neredeyse boşalmıştı. Gözlerini kırpıştırdı, “Dage, sana iyi haberlerim var.”

“Neymiş o iyi haberler?”

“Neredeyse altın özümü geliştirdim.”

Zong Zi Heng şaşırmıştı, “Cidden mi?”

“Mn,” dedi Zong Zi Xiao ve gururla çenesini yukarı kaldırdı, “Dage da on yaşına gelmeden altın özünü geliştirmişti. Ben de Dage gibi olmak istiyorum.”

Zong Zi Heng, Zong Zi Xiao’nun omzunu memnuniyetle okşadı, “Dage’dan daha erken altın özünü geliştireceksin. Efsun çalışmaya devam et. Bir gün ölümsüz olduğunda kimse Zong Klanı’mızla dalga geçmeye cüret edemeyecek.”

“Dage buradayken kim bizimle dalga geçebilir ki?” dedi Zong Zi Xiao, gözleri hayranlıkla doluydu, “Dage’dan daha güçlü kimse yok!”

Zong Zi Xiao’nun kaygısız ve masum görünüşünü gören Zong Zi Heng iç çekti.

“Dage bir kase daha alabilir miyim?”

“Hayır, geçen sefer de çok fazla soğuk çorba içtin ve hastalandın.”

“Sadece bir kase daha, lütfen.”

“Akşam yemeğine iki saat var. Çorbayla karnını doyurmak mı istersin yoksa benim yaptığım köftelerden yemek mi?”

“Köfteler! Köfteler!”

Odanın dışından yüksek bir ses geldi. Zong Zi Heng ayağa kalktı ve bakmak için dışarı çıktı.

Hizmetçilerin eşlik ettiği bir kadın gelmişti. Çok güzel ve etkileyici bir yüze sahipti. Saçlarından altın tokalar sarkıyordu, onurlu ve asil bir görünüş sergiliyordu.

“Anne, döndün demek.” dedi Zong Zi Heng ve saygıyla eğildi.

Zong Zi Xiao da ayağa kalkmıştı, “Shen Hanımefendi.”

“Ah demek Xiao Er de burada,” dedi Shen Shi Yao gülümseyerek, “Dage’nla oynamak için mi geldin?”

“Mn.”

“Neredeyse akşam yemeği zamanı geldi. Daha fazla soğuk bir şey yeme.” dedi Shen Shi Yao, Zong Zi Xiao’yu önüne doğru çekti ve terini silmek için ipek bir mendil kullandı, “Xiao Er, o halde akşam yemeği yemek için Qinghui Malikanesi’nde kalıyorsun.”

“Tamam, Dage benim için köfte yapacağını söyledi.”

Shen Shi Yao kıkırdadı, “Dage’nın peşinden ayrılmıyorsun. Geri dön ve anneni de buraya davet et. Akşam yemeğinden sonra ayın güzel görüntüsünün tadını çıkarmak için Luoshui Gölü’nün kıyısına gideceğiz.”

“Tamam!” dedi Zong Zi Xiao ve koşarak uzaklaştı.

Zong Zi Xiao gittikten sonra, Shen Shi Yao yakışıklı oğluna baktı ve rahatlamış hissederek şöyle dedi, “Zi Heng, bugün çalışmaların nasıldı?”

“Hepsini tamamladım. Daha sonra da kardeşlerimi oynamak için bir saatliğine dışarı çıkardım.”

“İmparator’un sana tekrar bir görev verdiğini duydum.”

“Pingyang Hanedanı bazı hayaletlerle sorun yaşıyor. İki grup efsuncu gönderildi ve ağır kayıplar verildi. Yarın bir göz atmak için saraydan ayrılacağım.”

“Çok iyi. Kardeşlerin hala çok küçük, bu yüzden İmparator’un yükünü sadece sen hafifletebilirsin. Görevini layıkıyla tamamla ve İmparator’u hayal kırıklığına uğratma.”

Zong Zi Heng itaatkar bir şekilde yanıt verdi, “Endişelenme, anne.”

“Duydum ki…” dedi Shen Shi Yao ve bileğinde bulunan yeşimden bileziği düzeltti, “Chi Song Zi dokuzuncu kardeşinin altın özünü test etmiş. Yetenekleri senden daha az değil mi?”

“Evet ama yine de olağanüstü yetenekleri var.” dedi Zong Zi Heng gülümseyerek, “Hatta az önce altın özünü geliştirmek üzere olduğunu söyledi.”

Shen Shi Yao hafifçe duraksadı. Bakışları pencereden dışarı doğru yöneldi, “Zong Klanı’nın nesillerdir böyle yetenekli veliahtı yoktu. Şimdi iki tane birden var, İmparator çok mutlu olmalı.”

“Babam çok mutlu. Çünkü oğlu ve onun küçük kardeşleri Zong Klanı’nı eski konumuna geri getirecek.”

Shen Shi Yao, Zong Zi Heng’e bakmak için kafasını çevirdi, gözleri donuktu, “Alışılmadık derecede şanslı doğdun ve bu neslin çocukları arasında göze çarpıyorsun. Annenin geçmişinin iyi olmaması ne kadar üzücü, seni geriye çekiyor.”

Zong Zi Hen’in beti benzi atmıştı, “Anne, neden böyle şeyler söylüyorsun? Zong Klanı’nda doğduğum için çocukluğumdan beri ne yiyecek ne de kıyafet sıkıntısı çektim. Sahip olduğum her şeyden memnunum, asla böyle düşüncelerim olmadı.”

Shen Shi Yao, Zong Zi Heng’in elini tuttu ve gülümsedi, “Doğuştan çok yeteneklisin. Eğer meşru oğul olsaydın ölümsüz bir sektin lideri olabilirdin. Annen ne kadar çalıştığını biliyor, yine de seni geriye çekiyor.”

ÇN: Meşru oğul demek bir adamın resmi olarak eşi olan bir kadından olan oğlu demek

“Anne, lütfen böyle düşünme.” dedi Zong Zi Heng gergin bir şekilde, “Meşru oğul olmanın bir önemi yok. Benim için bir sorun teşkil etmiyor.”

Shen Shi Yao uzun süre oğluna baktı ve sonra söze girdi, “Neyse, dokuzuncu kardeşin de bir cariyenin oğlu. Talihsiz olan tek kişi sen değilsin.”

Zong Zi Heng annesinin ne kadar hırslı olduğunu biliyordu. Küçüklüğünden beri ona hep diğerlerinden geri kalmamasını, hep daha çok çalışmasını söylemişti. Bunu kendi iyiliği için yaptığını biliyordu. İlk kez bu tarz bir şey söylüyordu, gerçekten de çok tuhaftı.

Anlamadığı için şimdilik bunu düşünmemeye karar verdi. Bir süre annesini teselli etti ve daha sonra Zong Zi Xiao için köfte yapmaya gitti.

Akşamleyin ay ışığını izlerken Shen Shi Yao her zamanki gibi davranıyordu. Zong Zi Xiao’nun annesiyle iyi anlaşıyordu, bu yüzden sık sık birbirlerini ziyaret ederlerdi.

Ay ışığını izledikten sonra Zong Zi Xiao, Zong Zi Heng’le uyumak istemişti. İkisinin arasında sekiz yaş vardı. Çoğunlukla Zong Zi Heng tarafından büyütülmüştü, bu yüzden ona çok bağlıydı.

Yaz mevsimi olduğu için hava çok bunaltıcıydı ve sivrisinekler de kol geziyordu. Zong Zi Heng üstlerinde duran sinekliğe iki tane soğutucu tılsım yapıştırdı ve Zong Zi Xiao’ya doğru yelpazesini salladı. Bu sayede çok terleyip gece boyu ortalıkta dolaşmayacaktı ve derin bir uykuya dalacaktı.

“Dage,” dedi Zong Zi Xiao uykulu bir şekilde, “Yarın saraydan ayrılacak mısın? Beni saraydan ne zaman çıkaraksın?”

“Büyüdüğünde kötü ruhları kovmak için benimle gelebilirsin.”

Zong Zi Xiao esnedi, “Altın özümü geliştirdiğimde, Dage bana ne ödül verecek?”

Zong Zi Heng çaresizce gülümsedi, “Ne tür bir ödül istiyorsun?”

“Beni saraydan çıkar. Dage on iki yaşındayken saraydan istediği gibi çıkıyormuş. Ben hala bir kere bile çıkmadım.”

“Pekala, altın özünü geliştirdiğinde seni saraydan çıkarmak için babamdan izin alacağım.”

Zong Zi Xiao arkasını döndü ve Zong Zi Heng’in göğsüne doğru gömüldü, “Sözünü tutsan iyi edersin!”

“Aiyaa, bana yapışıp durma. Zaten çok sıcak.”


ÇN: ÇOK TATLISINIZ YA ÇOK ÇOK ÇOK

5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

0
Would love your thoughts, please comment.x