İçeriğe geç
Home » Wu Chang Jie 80. Bölüm

Wu Chang Jie 80. Bölüm

Baihua Salonu’nda bir iğnenin yere düşme sesi duyuldu. Sessizlik, üstlerine çekilen bir örtü gibiydi, karanlığın çökmek üzere olduğunu haber ediyordu.

Chu Ying Ruo titriyordu ve Shen Shi Yao’ya korkuyla bakıyordu, “On yıldan fazla bir süredir sana öz ablammışsın gibi davranıyordum, ama sen koynumuzda beslediğimiz bir yılanmışsın. Zi Xiao’nun başarılarını kıskandığın için bize iftira atıyorsun!”

Shen Shi Yao’nun yüzü gözyaşlarıyla doldu. Birini sırtından bıçaklayan kişi kendisiydi ama sanki kurbanmış gibi davranıyordu, “Ying Ruo ben de seni ailem olarak gördüm. Xiao Jiu elimizde büyüdü, sence bunu yapmayı ben ister miydim? Zong Klanı’nın iyiliği için bunu İmparator’dan saklamaya nasıl devam edebilirdim ki? Eğer o ilahi kılıç dövülseydi, çıkmaz bir yola girecektik.”

“Kes sesini, seni ruh hastası!” diye bağırdı Chu Ying Ruo, Zong Ming He’nin ayaklarına diz çöktü ve kıyafetlerinin kenarını tutarak ağladı, “İmparator bu iftiralara kulak asmamalı, bu zehirli kadın hem bizi hem de İmparator’u küçük düşürüyor!”

Zong Ming He, Shen Shi Yao’ya kasvetle baktı, “Ne öğrendiğini söyle.”

Zong Zi Heng dizlerinin üzerine düştü, bacakları o kadar güçsüzdü ki yerden zar zor destek alıyordu. Bunu durdurmanın bir yolunu bulamıyordu. Zong Zi Xiao’nun yüzüne tekrar bakmaya cesaret edemiyordu.

Shen Shi Yao gözündeki yaşları sildi, “İmparator, İkinci Ekselansları’nın cinayetini araştırmaları için muhafızlara Bailu Köşkü’nü aramalarını emretmişti. Daha sonra, Ying Ruo’nun yatak odasındaki kişisel eşyalarını toplamasına yardım ettim. Yanlışlıkla, üzerine iki tane büyük bir tane de küçük beyaz balıkçıl işlenmiş ipek bir mendil sakladığını gördüm.”

“Beyaz balıkçıl mı?” dedi Zong Ming He gözlerini kısarak.

“Saçmalığın daniskası!” diye bağırdı Chu Ying Ruo, gözleri kan çanağına dönmüştü, “Saçma sapan konuşuyorsun. Ben ne zaman beyaz balıkçıl olan ipek mendil işlemişim?”

“Ne olmuş beyaz balıkçıla?!” diye kükredi Zong Ming He.

“İmparator bilmiyor lakin beyaz balıkçıl Yanzhou neslinin sulak alanlarındaki en yaygın kuştur. Bir zamanlar Yanzhou Lu Sekti onu aile arması olarak kullanırdı.”

“Yanzhou Lu Sekti” sözlerini duyduğunda, Zong Ming He’nin yüzü önce morardı, sonra kırmızıya döndü ve alnında bir damar belirdi.

“Lu Sekti küçük ve herkes tarafından bilinen bir sekt değil ama ben Qi Lu’dan geldiğim için biliyordum. Ying Ruo’nun kaldığı köşkün adını Bailu Köşkü olarak değiştiğini duyduğumda, eski nişanlısını her zaman kalbinde derinden özlediğini anlamıştım. Hatta bir keresinde sarhoşken onun adını sayıklamıştı. Sırrını bu zamana kadar hep sakladım çünkü İmparator’u böyle meselelerle rahatsız etmek istemedim. Ancak o, kraliyet soyunu lekeleyecek kadar ileri gitti, ama İmparator Zi Xiao’yu Veliaht Prens olarak atamak istiyordu. Ölecek olsam bile Zong ailesinin asırlık temelinin yıkılmasını öylece izleyemezdim!”

Chu Ying Ruo’nun şaşırtıcı derecede güzel olan yüzü, şu anda sanki Shen Shi Yao’yu parçalamak istiyormuş gibi vahşiydi, “Seni zehirli kadın! Beni tuzağa düşürdün. Bunca yıldır bana kibar davranarak yaklaşmanın sebebi demek buymuş!”

Yetişkinler bu saçma dramayı sahnelerken ve kelimeler gökten bıçak gibi yağarken Zong Zi Xiao, şaşkınlık içinde onları izliyordu. İçgüdüsel olarak Dage’sından yardım etmesini istiyordu ama Zong Zi Heng ona bakmıyordu.

Neden ağabeyi ona bakmıyordu?

Bir çat! sesiyle Zong Ming He’nin tuttuğu sandalyenin kol kısmı kırıldı, gözleri fal taşı gibi açıldı, “Hemen gidip araştırın!”

“İmparator!” diye haykırdı Chu Ying Ruo, “Bu zehirli kadın bana tuzak kuruyor. Beyaz balıkçıl olan bir mendili hiç işlemedim. Gerçekten bir şey bulunursa, ben hazırlıksızken kesin oraya koymuştur. Lütfen bana inanın.”

Zong Ming He başını eğdi, bakışları soğuktu, “Köşkünün adını ‘Bailu’ yapman için de seni o mu kandırdı?”

Chu Ying Ruo’nun dili tutulmuştu.

Zong Ming He kılıcını kınından çıkardı ve Zong Zi Xiao’nun önüne attı.

Salonda bir çınlama yankılandı. Yankının sesi tıpkı savaş davulları gibi uzun sürmüştü, korkunç bir savaşın yaklaştığını gösteriyordu.

Zong Zi Heng dizlerinin üzerinde emekleyerek kılıç ile Zong Zi Xiao’nun arasına girdi ve yalvardı, “Baba, burada değil…”

Chu Ying Ruo da acı içinde bağırıyor ve yalvarıyordu.

Zong Ming He, Zong Zi Xiao’ya doğru kükredi, “Al şunu!”

Zong Zi Xiao’nun bedeni buz kesmişti. Gökyüzü kendi üstüne doğru gözlerinin önünde çöküyordu. Masadaki yemek bile soğumamıştı, işte; hayatının alt üst oluşu bu kadar kısa sürmüştü. Ağzını hafifçe oynattı, “Başından beri biliyor muydun?”

Ses o kadar yumuşak ve alçaktı ki yalnızca en yakınında duran Zong Zi Heng duymuştu.

Zong Zi Heng kendi yetiştirdiği kardeşine baktı ve gözyaşlarına boğuldu.

Zong Zi Xiao aniden bir eliyle kılıcı çekti.

“Xiao Er ― ―!” diye haykırdı Chu Ying Ruo.

Ruhani güç kılıcın bıçağına doğru ilerledi, Zong Zi Xiao’nun kıyafetleri ve saçları rüzgar varmış gibi uçuşmaya başladı.

Henüz yetişkin olmayan genç bir delikanlı öylesine muazzam bir ruhani gücü serbest bırakıyordu ki, aslında herkesin bu güç karşısında afallaması gerekirdi. Fakat oradakilerin gözü kılıcın üzerindeydi.

Zong Klanı’nın atalarından kalan ve yalnızca Zong soyunun kullanabildiği o ilahi kılıç, hiçbir tepki vermeden Zong Zi Xiao’nun elinde duruyordu.

Korku hissinin bir sesi olsaydı o, şu anda kimsenin nefes bile almaya cesaret edemediği Baihua Salonu’ndaki sağır edici sessizlik olurdu.

Zong Ming He kan çanağına dönmüş gözleriyle Zong Zi Xiao’ya baktı. Öyle şiddetli kükredi ki, ruhani güç baskısı bir denizin dalgası gibi titredi ve adeta dev bir süpürgenin bin kişilik orduyu süpürmesi gibi herkesin yere savrulmasına neden oldu.

Zong Zi Heng’in zihninde tek bir şey vardı ― ― Zong Zi Xiao’nun canını kurtarması gerekiyordu.

Zong Ming He, Chu Ying Ruo’nun boynunu tuttu ve onu yerden kaldırdı, “SENİ KALTAK!”

Chu Ying Ruo’nun yüzü kıpkırmızı oldu, bacakları çaresizce havada sallandı.

“Anne!” diye bağırdı Zong Zi Xiao, oraya doğru atılmak üzereydi.

Zong Zi Heng kollarını onun beline doladı ve ölümcül bir tutuşla onu olduğu yere sabitledi.

“Bırak beni!” diye haykırdı Zong Zi Xiao, çaresiz bir duruma düşmüş minik bir canavar gibiydi, “Sen her şeyi biliyordun!”

Zong Zi Heng’in kalbi ağrıyordu ve ilk kez Zong Zi Xiao’nun gözlerinde gerçek bir nefret görmüştü. Hiç düşünmeden sarı bir tılsım çıkardı ve Zong Zi Xiao’nun ağzına doğru yapıştırdı. Şu anda, Zong Zi Xiao’nun hayatı pamuk ipliğine bağlıydı. Yanlış bir şey söylemesi ya da yapması tüm hayatına mal olabilirdi. Zong Ming He’ye yalvarmak için başını çevirdi, “Baba, konu henüz netleşmedi. Yalvarırım Cariye Chu’nun canını şimdilik bağışla. Tüm cariyeler ve kardeşlerim hala burada.”

Bu kelimeler nihayet Zong Ming He’yi kendine getirmişti. Ne de olsa cariyesini çocuklarının önünde öldüremezdi, Chu Ying Ruo’yu şiddetle yere fırlattı. Uğursuz bir canavar gibi önce Shen Shi Yao’ya, ardından da Zong Zi Heng’e baktı, “Siz biliyor muydunuz?!”

Shen Shi Yao aceleyle oğlunu savunmaya çalıştı, “İmparator, Zi Heng bilmiyordu. Bilseydi, saklamaya cesaret edemezdi. Benim şüphelerim vardı ama hiçbir kanıtım yoktu. Bu yüzden konuşmaya cesaret edemedim, fakat İmparator Kunlun’a gitmek üzereydi. Artık bu sırrı saklayamazdım. Eğer Cariye Chu’ya ve Xiao Jiu’ya boş yere iftira atıyorsam, özür dilemeye ve hayatımı sunmaya razıyım. Zong Klanı’nı koruyabildiğim sürece herhangi bir uzvumdan ya da hayatımdan vazgeçerim.”

“Siz…..siz hepiniz…..” dedi Zong Ming He, yüzü bembeyaz oldu ve gözleri öldürücü bir havaya büründü.

Bu sırada haberler çoktan Li Xiang Tong’a ulaşmıştı, Huang Hong ve Huang Wu ile Baihua Salonu’na girdi.

Li Xiang Tong, keyifle bakarak salonu süzdü. Zong Zi Heng ve Zong Zi Xiao’nun yanından geçerken onlara küçümseyerek ve nefretle baktı.

Huang Hong, elindeki nesneyi kethüdaya verdi, o da onu Zong Ming He’ye sundu.

Zong Ming He ince ipeği yumuşak bir inci parıltısıyla silkeledi, üzerine üç tane beyaz balıkçıl narin bir şekilde işlenmişti.

Chu Ying Ruo yerde kıvrılmış vaziyette duruyordu, güçlükle nefes alıyordu.

Zong Zi Heng gözlerini kapattı.

“BU KAHPEYİ,” dedi Zong Ming He ve sonra bakışları Zong Zi Xiao’ya yöneldi, sevgi dolu ve gururlu bakışlarının yerini artık öfke ve nefret almıştı, “VE BU PİÇİ DE ALIP ZİNDANA ATIN!”

Zong Zi Xiao yere yığıldı, bakışları boş ve çaresizdi.

“Ayrıca bu piçin babası kimmiş derhal öğrenin!”

Huang Hong ve Huang Wu beraberce emri kabul edip oradan ayrıldılar.

“Bugünkü olayla ilgili tek bir söz bile söylemeye cüret eden olursa, en ağır şekilde cezalandırılacak!” diye kükredi Zong Ming He ve bir hışımla gitti.

Zong Zi Xiao götürülürken Zong Zi Heng, küçük kardeşinin bedeninin sıcaklığının kaldığı ellerine baktı.

Bir gecede gökyüzü değişti. En çok korktuğu, en çok durdurmak istediği şey en hazırlıksız anında ve utanç verici bir şekilde ortaya çıkmıştı. En çok korumak istediği kişi, en masum kişi, fırtınanın ortasında kalmıştı ve her an parçalara ayrılabilirdi.

Hayatının geri kalanında, Zong Zi Xiao’nun nefret dolu gözlerini asla unutamayacaktı.


ÇN: Paramparçayım, aşağıdaki artlara bakıp siz de paramparça olabilirsiniz…

5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

0
Would love your thoughts, please comment.x