İçeriğe geç
Home » Wu Chang Jie 81. Bölüm

Wu Chang Jie 81. Bölüm

Bailu Köşkü’ne giden yol, Zong Zi Heng tarafından sayısız kez katedilmişti. Ama ilk kez ayakları çamura batmış gibi zar zor hareket ediyordu.

Zong Zi Heng’in önerisiyle beraber, Zong Ming He eski günlerin hatırına anne ve oğlunu zindana atmamıştı. Eğer zindana atmış olsaydı çok daha fazla kişi, olan biteni öğrenmiş olacaktı. Zong Ming He onlardan ne kadar nefret ederse etsin, aile içindeki sorunlar halka açılmamalıydı.

Chu Ying Ruo soğuk saraya* gönderilirken, Zong Zi Xiao Bailu Köşkü’nde cezalandırılmak üzere kilit altına alınmıştı. O gün aslında Kunlun Dağı’na gitmek için bekledikleri büyük gündü, fakat tüm halka Zong Zi Xiao’nun hastalandığı duyurulmuştu.

ÇN: Depo gibi, kiler gibi bir yermiş

Fakat yine de insanlar arasında Zong Zi Mo’nun ölümünün anne ve oğluyla bağlantılı olduğu söylentisi yayıldı ve kısa zamanda tüm dünyada konuşulmaya başlandı.

Zong Zi Heng, Shen Shi Yao’yu ev hapsinde tutuyordu ve o gün intikam aldıktan sonra yüzünde takındığı memnuniyet ifadesini unutamıyordu.

Shen Shi Yao’nun, cariyelerin ve tüm çocukların önünde o sırrı ifşa etmesi, iliklerine kadar işleyen nefretini ve hırsını açıkça yansıtıyordu.

Zong Zi Mo’nun ölümü ve Zong Zi Xiao’nun ortadan kaldırılmasıyla, artık Shen Shi Yao’nun oğlu İmparator Zong için kalan tek seçenekti.

Entrikaları ve taktikleri, soğukluğu ve kötülüğü Zong Zi Heng’i ürpertiyordu.

İşte bu korkunç kadın, kendi öz annesiydi.

Shen Shi Yao’ya, Xiao Jiu’nun doğumuyla ilgili sırrı nasıl öğrendiğini sorduğunda memnuniyetle kahkaha atmış ve soruyu cevapsız bırakmıştı. Ona karşı öyle kızgın, öyle nefret doluydu ki, ciğerleri patlamak üzereydi. Ancak annesinin kılına bile dokunamazdı.

Bu sırrı biliyor olan Xu Zhi Nan ve Qi Meng Sheng’den süpheleniyordu, çünkü ancak onların böyle bir amacı olabilirdi. Eğer gerçekten annesine onlar söylediyse, hayatının geri kalanında ikisini de asla affedemeyecekti.

Bailu Köşkü’nün önündeki muhafız, Zong Zi Heng’i durdurdu, “Ekselansları, Dokuzuncu Ekselansları’nı kimsenin göremeyeceğine dair İmparator’un kesin emri var.”

“Çekil yolumdan,” dedi Zong Zi Heng soğuk bir şekilde.

“Ekselansları, bu astın yapabileceği bir şey yok. Lütfen işleri zorlaştırmayın.”

“Bana engel olamazsın. Bir şey olursa, suçu üstleneceğim.”

Muhafızın kapıyı açmaktan başka şansı kalmamıştı.

Zong Zi Heng tüm cesaretini topladı ve içeri girdi.

Bailu Köşkü darmadağındı. Sanki sahibinin yok edilen haysiyetini gösteriyordu.

Zong Zi Xiao gözleri kapalı bir şekilde köşede oturuyordu, saçları darmadağındı ve ifadesi tedirgindi. Cennetin Oğlu olarak kayrılarak büyütülmüş bir delikanlının onuru bir gecede mahvedilmişti. Altında onu kilitli tutan bir rün vardı ve önündeki tüm nesneler hareket halindeydi. Yalnızca o, yapayalnız ve sessiz bir şekilde oturuyordu.

“Zi Xiao.”

Zong Zi Heng rünün kenarına doğru yürüdü ancak daha fazla ileri gidemedi. Artık kardeşine dokunamaz, kollarında tutamaz, ona sıkıca sarılamazdı.

Zong Zi Xiao’nun göz kapakları yavaşça kalktı ve Zong Zi Heng’e kan çanağı dolu gözlerle baktı, yine de bakışları bomboştu.

Zong Zi Heng’in kalbi acıyla ezildi. Ağzını açtı ama kelimeler boğazında düğümlendi. En nihayetinde ağzından yalnızca şu soru çıktı, “Bir şey yedin mi?”

Zong Zi Xiao sessiz kaldı, sanki önündeki kişiyle ilk kez tanışıyormuş gibi Zong Zi Heng’e baktı. Önündeki resmin bütün ayrıntılarına dikkatle bakmak istiyordu ancak baktıkça görüntü daha da bulanıklaşıyordu. Sanki ikisi on dört yıldır kardeş değilmiş de, iki yabancıymış gibiydi.

Aksi takdirde, önceki gece olan her şey nasıl açıklanabilirdi ki? Nasıl olur da yemek yiyip yemediğini bile kendisine dert edinen Dage’sı taht uğruna onu ölüme terk etmek istemişti?

“Xiao Jiu.”

“Xiao Jiu” diye hitap edilmek Zong Zi Xiao’nun ürpermesine neden oldu. Bu kişi bir zamanlar onun Dage’sıydı, ne kadar da acınası bir yanılsamaydı.

Zong Zi Xiao, önceki gece söylediği kelimelerle karşılık verdi, “Sen biliyordun.”

“Ben…”

Nasıl cevaplayacaktı? Evet ya da hayır demesinin artık hiçbir anlamı yoktu.

“Sen biliyordun,” dedi Zong Zi Xiao, bunu üçüncü kez tekrarlamıştı ve her söylediğinde kalbinden bir şeyler kopup ayrılmıştı.

“Dage seni kurtarmanın bir yolunu bulacak.”

“Kurtarmak mı?” dedi Zong Zi Xiao, bir zamanlar en güvendiği, en sevdiği kişi olan Zong Zi Heng’e şaşkın şaşkın baktı, “Neden beni kurtarmak isteyesin ki? İstediğin şey zaten bu değil miydi?”

“……”

“Annem hep sana karşı tedbirli olmamı söylemişti. Benim senden yüksekte olmama dayanamayacağını benim sahip olduklarıma katlanamayacağını söyledi. Ona hep karşı çıktım. İmkansız dedim, Dage’m en çok beni seviyor,” dedi Zong Zi Xiao ve güldü, “İlahi kılıcı almamı istemedin, Veliaht Prens olmamı da istemedin. Bunları anlayabiliyorum, babam sana hep kötü davrandı. Gizlice Bailu Köşkü’ne bir rün çizdin, bunu Jiaolong Meclisi’nden sonra bir şey olacağından ve güvenliğimiz için endişelendiğinden yaptığını sandım. Benden her şeyi sakladın ama ben yine de sana güvenmeyi seçtim.”

“Xiao Jiu, düşündüğün gibi değil.”

“Kalbindeki adaletsizliği özgür bırakmak için, sana her şeyimi vermeye hazırdım,” dedi Zong Zi Xiao, bakışları sert ve savunmasızdı, “Tahtı istediğini söyleseydin, seninle asla savaşmazdım. En azından annemle benim canımızı bağışlayamaz mıydın?!”

“Xiao Jiu, hayır, ben…”

Zong Zi Heng’in savunması son derece zayıftı. Zong Zi Xiao rünün gözetleme amaçlı olduğunu tahmin etmişti. Bir şey söylemeye cesaret edemiyordu. Söyleseydi bile ne diyecekti ki? “Bütün bunları annem yaptı, ben masumum” mu?

Masum değildi. Anne babasının işlediği günahların bedelini ödemek onun kaderinde vardı.

“Ne kadar zamandır planlıyordun bunu?” dedi Zong Zi Xiao nefretle, “Ne zamandan beri? Xu Zhi Nan ile uzun zamandır tuzak mı kuruyordunuz? Erge’yı da siz mi zehirlediniz?”

“Ben değildim!” dedi Zong Zi Heng dişlerini gıcırdatarak, “Dage’na inan. Sana asla en ufak bir zarar gelsin istemedim.”

Zong Zi Xiao kükredi, “O zaman neden her şeyi benden sakladın? Neden Bailu Köşkü’ne rün çizdin? Neden her şeyi biliyor olmana rağmen Shen Shi Yao’nun bizi öldürecek olan o sırrı açıklamasına izin verdin?!”

Zong Zi Heng, kardeşine umutsuzca baktı.

Gerçeği söyleyemezdi. Eğer Zong Ming He, Yan Shu’nun aslında Lu Zhao Feng olduğunu ve Zong Zi Heng’in bütün bunları Jiaolong Meclisi sırasında öğrendiğini keşfederse, kendi kardeşinin altın özünü bile yiyen o vahşi adam kimsenin gözünün yaşına bakmazdı. O zaman ikisinin birden hayatı tehlikede olurdu.

Zong Zi Xiao gülmeye çalışırken gözyaşları akıyordu, “Bir bahane bile bulamıyorsun değil mi? Akıllıca bir yalan uydurmuş olsaydın, belki sana inanırdım. Taht uğruna kendi kardeşlerini bile öldürmeye hazırsın. Sen ve Shen Shi Yao anne oğul olarak tencere kapaksınız. Görünüşte nazik ve iyi kalplisiniz ama aslında yılan kadar zehirlisiniz. Annemi, beni, herkesi tuzağa düşürdünüz!”

Zong Zi Heng kalbindeki acıya katlanmaya çalıştı, “Dage yine aynı şeyi söyleyecek, sana asla zarar vermek istemedim. Annen ne yapmış olursa olsun, sen masumsun. Dage kesinlikle seni kurtarmanın bir yolunu bulacak. İmparator annenin canını bağışlamayacaktır. Ama on dört yıl süren baba-oğul ilişkinizin hatırına….senin için işleri zorlaştırmaz. İmparator’a sakın karşı gelme. Şu anda en önemli şey senin hayatını kurtarmak.”

Zong Zi Xiao, Zong Zi Heng’e sert bir şekilde baktı, “Dua et ki erkenden öleyim. Çünkü yaşadığım sürece bana ihanet eden kimseyi unutmayacağım.”

Zong Zi Heng’in sesi boğuktu, “Pekala, intikam almak istiyorsan o zaman yaşa.”

Daha sonra geriye doğru bir adım attı, “Zi Xiao, Dage sana bir gün her şeyi açıklayacak.”

Zong Zi Xiao ona buz gibi bir nefretle baktı.

Zong Zi Heng, Bailu Köşkü’nden çıktığında Huang Hong’un onu beklediğini gördü. Fazla söze gerek yoktu, “Hadi gidelim.”

Sadece bir gecede Zong Ming He çok değişmiş gibi görünüyordu. Gözlerini kapattı ve alnını destekleyerek Zong Zi Heng’in önünde uzun bir süre diz çökmesine neden oldu.

Bir süre sonra nihayet Zong Ming He konuşmaya başlamıştı, sesi tereddütsüzdü, “Demek onu görmeye gittin.”

“Evet, baba.”

“Baba” kelimesini söylediğinde, Zong Zi Heng aniden midesinin bulandığını hissetti. Bütün o günahlar karşısındaki adam yüzünden işlenmişti. İnsanlığını kaybetmiş ve altın özü çalan bir hırsıza dönüşmüş olmasaydı bunların hiçbiri yaşanmayacaktı. Pek çok masum insan, pek çok masum hayat telef olmuştu. Ayaklarının altındaki çürümüş insan kemiklerini umursamadan ihtişamlı kraliyet tahtında oturuyordu.

Tiksindiriciydi.

“Ne zaman ve nasıl öğrendin?”

Zong Zi Heng başını öne eğdi ve usulca yanıtladı, “Bu oğul önceki gece…”

Zong Zi Heng’in kalbine ağır bir çekiç darbesi gibi aniden bir ruhani güç baskısı geldi ve vücudu geriye doğru uçarak duvara sert bir şekilde çarptı. Yere düştüğünde uzuvları uyuştu, ağzından kan akmaya başladı ve bir süre ayağa kalkamadı.

Bu darbeyi engelleyebilirdi ama cesaret edemezdi.

Zong Ming He’nin sesi buz gibiydi, “Önümde Shen Shi Yao gibi davranmayı bırak.”

Zong Zi Heng, ağzının kenarındaki kanı sildi ve titreyen bir sesle şöyle dedi, “Bu oğul, gerçekten de bilmiyordu.”

“Zi Mo ve Zi Xiao olmayınca seni seçeceğimi mi sandın?” dedi Zong Ming He, “Dürüstmüş gibi görünüp, zehirli bir kalbe sahip olduğunu hiç düşünmemiştim!”

“Baba, bu oğul yanlış anlaşıldı,” dedi Zong Zi Heng ve ağız dolusu kan kustu, hala mütevazı görünüyordu, “Ne bu oğul babasını kandırmaya cüret edebilir, ne de annesi. Annem yalnızca Zong Klanı’nın yanlış ellere düşmesine seyirci kalamadı.”

Zong Ming He öyle sinirliydi ki yüzü mosmor kesilmişti. Bu sır hayatının en büyük ayıbıydı ve karısının, cariyelerinin ve çocuklarının önünde ortaya dökülmüştü. Düşmanlıkla doluydu fakat bunu dışa vuramıyordu. Zong Zi Heng’i tekrar yere savurdu, “Kalbinin derinliklerinde memnun oldun mu?”

“Bu oğul cüret edemez. Ama yine de her şey için çok geç olmadığını düşünüyorum.”

Zong Ming He yumruğunu sıktı ve yerde diz çökmüş en büyük oğluna baktı, “Ayağa kalk.”

“Teşekkür ederim, baba,” dedi Zong Zi Heng ve yalpalayarak ayağa kalktı. Başını kaldırdı, yüzü solgundu ama gözleri ürkütücü derecede parlaktı, “Baba, bu oğul bizzat gidip Lu Sekti’ndeki o hırsızı yakalamayı talep ediyor.”

“…Uzun zaman önce ölmüş olmalı.”

Zong Zi Heng şaşırmıştı.

“Zamanı hesaplarsak, o kaltak saraya girdiğinde muhtemelen hamileydi.”

“Öyleyse…Babam onlarla ne yapmayı planlıyor?”

Zong Ming He sessiz kaldı.

Zong Zi Heng de tek kelime etmeden bekliyordu. Xiao Jiu’nun hayatının ona bağlı olduğunu biliyordu. Sadece kendisi Xiao Jiu’yu kurtarabilirdi.

Zong Ming He yavaşça başını kaldırdı, sesi biraz da olsa yumuşamıştı, “Heng Er, beni suçluyor musun?”

“Bu oğul cüret edemez.”

“Cüret etme de, suçlama da.”

“Babam, oğlunu büyük bir özenle büyüttü ve ben unutmaya cesaret edemem.”

“Zi Mo’yu sen mi öldürdün?” diye sordu Zong Ming He kederle.

Zong Zi Heng tekrar diz çöktü, “İkinci kardeşime en ufak bir zarar vermedim. Araştırması için babama yalvarıyorum.”

“O öldüğünde oğullarım arasında sorumluluk üstlenebilecek tek kişi sen kaldın. Eğer annen ve sen değilsen başka kim olabilir ki?”

Zong Zi Heng alnını yere vurdu ve yüksek sesle tekrarladı, “Bu oğul asla başka birini öldürmez. Araştırması için babama yalvarıyorum.”

Zong Ming He alaycı bir tonla devam etti, “Sen ve annen mi yoksa o kahpenin mi Zi Mo’yu öldürdüğünü kesin olarak öğreneceğim. Eğer sen yaptıysan, baban olarak canını bağışlasam bile Wuliang Sekti buna göz yummaz, kemiklerini öğütür ve küllerini dağıtır.”

Zong Zi Heng, sırtının terden ıslandığını hissetti.

“Ancak,” dedi Zong Ming He, “Eğer sen yapmadıysan, Wuliang Sekti’nin sana tuzak kurmasına izin vermeyeceğim.”

Zong Zi Heng yavaşça başını kaldırdı ve Zong Ming He’nin yüzündeki çaresiz tavizi gördü. Tıpkı Shen Shi Yao’nun söylediği gibi, Zong Zi Mo öldüğü ve Zong Zi Xiao ortadan kaldırıldığı için, İmparator Zong’un ona Veliaht Prens olarak davranmaktan başka çaresi kalmamıştı.

“Çok teşekkür ederim, baba.”

“Şimdi en acil görevin, kraliyet ailesinin itibarını korumak,” dedi Zong Ming He ve Zong Zi Heng’e baktı, “Bu meselenin nasıl çözülmesi gerektiğini düşünüyorsun?”

Zong Zi Heng derin bir nefes aldı, “Son zamanlarda halk arasında çok fazla söylenti dolaşsa da hiçbir kanıtları yok. Bu oğul her şeyin gizlice yapılması gerektiğini düşünüyor. Cariye…Chu Ying Ruo’yu soğuk sarayda hapsetmeye devam edebiliriz. Zi Xiao’ya gelince, hastalık yüzünden öldüğünü söyleyebilir ve saraydan kovabiliriz. Adını değiştirirse geri kalan hayatında kimse onun kim olduğunu bilemez.”

Zong Ming He soğukça gülümsedi, “Bu onların paçayı sıyırmasına izin vermek.”

“Sonuçta Chu Ying Ruo on yıldan fazla süredir babama hizmet ediyordu. Zi Xiao ise hala çok genç ve hiçbir şeyden haberi yoktu. Bu yüzden eğer babam, İmparator olarak onlara karşı biraz daha merhametli olursa hem diğer cariyelerin hem de diğer kardeşlerimin korkuları yatışır.”

“O piçin efsun yetenekleri gelişsin diye Zong Klanı’nın tüm imkanları ve ilahi hazineleri kullanıldı. Geçmişteki ilişkimiz uğruna hayatını bağışlayabilirim ama Zong Klanı’nın ona verdikleriyle beraber Daming’den gitmesine izin vermem mümkün değil.”

Zong Zi Heng, yüreğinde korkunç bir düşünce yükselirken titredi, “Baba, lütfen Zi Xiao’nun gitmesine izin ver. Henüz bir yetişkin bile değil ve Zong Klanı için bir tehdit oluşturmuyor.”

“Saçmalık,” dedi Zong Ming He, Zong Zi Heng’i tersledi, “Büyümeyecek mi? Daha on üç yaşındayken Jiaolong Meclisi’ni kazandı. Böyle bir yetenek ancak yüz yılda bir denk gelir. Eğer öylece gitmesine izin verirsek, gelecekte kesinlikle bir tehlike oluşturacaktır!”

Zong Zi Heng’in cüppesinin altına gizlenmiş olan eli zangır zangır titriyordu.

“Bu meseleyi artık umursamana gerek yok. Sana Yanzhou’ya gitmeni ve Lu Sekti’ni, Lu, Zhao, Feng’i araştırmanı emrediyorum,” dedi Zong Ming He, ismi son anda hatırlamıştı, “Lu Sekti’nin köpeği bu isimle anılıyor gibi görünüyor. O zamanlar öldüğünü duymuştum, ama şimdi ölüp ölmediğinden şüphe ediyorum. O piç kurusunun doğum zamanı şaibeli, bizzat gitmeden öğrenebileceğimiz bir şey değil.”

“Baba….”

“En kısa zamanda git.”

“Baba,” dedi Zong Zi Heng, dizlerinin üstünde sürünerek Zong Ming He’nin ayaklarının dibine geldi ve yalvardı, “Lütfen baba, Xiao Jiu’nun gitmesine izin ver. Onun ölümsüz efsun dünyasından kaybolmasını sağlayacağım. Ben ne söylersem yapacak, o….”

Zong Ming He’nin ses tonu sertti, “Ne kadar da yumuşak kalplisin! Onu bırakmak, Zong Klanı için büyük bir tehdidi hayatta bırakmak demektir. O senin kardeşin değil, sadece bir kahpenin peydahladığı bir piç. Eğer ondan vazgeçemezsen, seni öldürürüm.”

“Hayır!” dedi Zong Zi Heng titredi ve çömeldi, “Bu oğul emri kabul ediyor.”

Zong Zi Heng kapıdan dışarı çıktı, bacakları hala güçsüzdü. Ayağına demirden prangalar bağlanmış gibi duvardan destek alarak ayakta durmaya çalıştı. Başını hafifçe kaldırarak, uzaktaki gün batımına baktı. Kızıl bir pusla kaplanan gökyüzü görkemli ve keskin görünüyordu fakat gözbebeklerine yansıdığında iğne deliği büyüklüğünde bir kan damlasına dönüşüyordu.

Gözlerini kapadı, batan güneşin parıltısı yüzünü okşadı. Tıpkı yüzündeki acıyı örtmeye çalışan altın bir maske gibiydi.

Hiç şüphe yoktu ki Zong Ming He, Xiao Jiu’nun altın özünü istiyordu.

Bu yalnızca bir önsezi olsa da, Zong Zi Heng’in Daming’den kaçmak için hazırladığı plan hala kusurluydu. Planına göre Zong Zi Xiao onun hizmetkarı gibi yanında bulunuyor olması gerekiyordu, esir tutulup kurtarılmayı bekliyor olmamalıydı.

Her şey o kadar hızlı olmuştu ki, hazırlıksız yakalanmıştı. Zong Ming He, Zong Zi Xiao’nun altın özünü yemeden önce onu Daming’den çıkarmak istiyordu. Zong Zi Xiao’yu kaçırmak için çok az zamanı vardı, dikkatli olmazsa kendini açık edebilirdi.

Zong Zi Heng bütün gece çok düşündü ve umutsuz bir çözüm buldu.

Şafak söktükten sonra Zong Ming He ile bir görüşme yaparak, Lu Zhao Feng’i kontrol etmek için ayrılmadan önce Chu Ying Ruo’yu görmek istediğini söyledi. İstek makuldü ve Zong Ming He sorun çıkarmadan kabul etmişti.

Zong Zi Heng onu görmeye gittiğinde Chu Ying Ruo hiç şaşırmamıştı, gayet sakin görünüyordu. Yalnızca ona sert bir şekilde bakıyordu, “İstediğini aldın mı?”

Zong Zi Heng’in yüzü ifadesizdi, “Kilit altında tutuluyorsun ve tehlikeli bir durumun içindesin. Fakat yine de bana sorduğun ilk şey Xiao Jiu’nun güvende olup olmadığı değil. Onun için hiç endişelenmiyor musun?”

Chu Ying Ruo hafifçe afalladı ve, “Xiao Jiu nasıl?” diye sordu. Daha sonra ses tonu biraz keskinleşti, “Hala ona ‘Xiao Jiu’ diye seslenmeye cesaretin var mı? Sen ve o zehirli kadın Shen Shi Yao ikiyüzlü, kurnaz ve vicdansızsınız. Korkunç bir şekilde gebereceksiniz!”

Zong Zi Heng’in ifadesi değişmemişti, “Birinin seni kurtaracağını bildiğin için mi sormuyorsun?”

“Neyden bahsediyorsun? Zong Ming He gitmemize izin mi verecek?”

“Doğal olarak vermeyecek.”

Chu Ying Ruo kahkaha attı, “Doğru, tabii ki de vermeyecek. O kötü, kindar ve intikamcı bir adamdır. Bir oğul olarak onun gerçek yüzünü görememişsindir.”

“Ondan epey nefret ediyorsun.”

Chu Ying Ruo dişlerini sıktı ve gözleri kana boyandı, “Lu Lang* ve ben çocukluk aşkıydık, birbirimize aşık olmuştuk. O olmasaydı mutlu ve neşeli olan üç kişilik bir çekirdek ailemiz olacaktı. Bugün neden bu durumdayız? Eğer benim yerimde olsaydın, sen de ondan nefret ederdin.”

Ç/N: Genç bir erkeğe hitap şekliymiş, özellikle romantik ilişkide.

Zong Zi Heng, bu kadının da zavallı bir insan olduğunu biliyordu ama ona acıma hissi duyamıyordu. Lu Zhao Feng’in yaptığı her şeyden haberdar olmalıydı. Yetişkinler arasındaki kötü anlaşmazlıklarda, nihai kurbanlar hep masum çocuklar olurdu.

“Burada ne işin var? Bana Lu Lang’ı mı soracaksın? Yoksa öldürecek misin?” dedi Chu Ying Ruo ve kahkaha attı, “Zong Ming He senden haz etmese de, ikiniz de aynısınız; aşağılık ve beceriksiz yaratıklarsınız.”

“Hakaretlerini dinleyecek vaktim yok. Xiao Jiu için geldim. Onu kurtarmak istiyorsan sorularıma dürüstçe cevap ver.”

Chu Ying Ruo gözlerini kıstı, “Xiao Jiu için mi? Sen….”

“Onu kurtarmak istiyor musun istemiyor musun?!” dedi Zong Zi Heng sertçe.

Chu Ying Ruo donakalmıştı, “Ne söylememi istiyorsun?”

“Sen ve Lu Zhao Feng hakkındaki her şeyi biliyorum, ya da ‘Yan Shu’ diye mi hitap etmeliyim?”

Chu Ying Ruo’nun güzel gözleri fal taşı gibi açıldı.

Zong Zi Heng bir adım atarak yaklaştı, “Doğru, Lu Zhao Feng’in ölmediğini biliyorum. Yan Shu kılığına girmek için Wusheng Fırçası’nı kullandığını ve Zong Ming He’ye yaklaşmaya çalıştığını biliyorum. Xiao Jiu’nun Zong Klanı’nı ele geçirmesi için bu zamana kadar yaptıklarını biliyorum!”

Chu Ying Ruo şoke olmuştu, “İmkansız, nasıl bilebilirsin ki?”

“Çünkü seni ve Lu Zhao Feng’i Bailu Köşkü’nde gördüm. Yeraltı sarayındayken benim öleceğimi düşündü ve gerçekleri anlattı.”

Chu Ying Ruo, Zong Zi Heng’e dik dik baktı, “Hala senin ve Shen Shi Yao’nun nasıl öğrendiğini anlayamıyorum. Köşkteki ipek mendil onun tarafından işlendi. Ben çok dikkatliyim, dilimin onun önünde sürçmesi imkansız. Yani bunu ona kesin sen söyledin.”

Zong Zi Heng’in onunla tartışacak vakti yoktu, “Lu Zhao Feng ile iletişime geçmenin bir yolunu bulmalısın, şu anda Xiao Jiu’nun hayatı pamuk ipliğine bağlı.”

Chu Ying Ruo bir an afallasa da sonra alaycı bir şekilde yanıtladı, “Beni kandırmak kolay mı sanıyorsun? Onu buraya çekerek öldürmek niyetindesin. Aman ne kadar da büyük bir başarı. Zong Ming He’nin seni artık Veliaht Prens olarak atamaması imkansız.”

Zong Zi Heng o kadar sinirliydi ki başına ağrılar giriyordu. Birkaç adım attı ve Chu Ying Ruo’nun önüne dikilerek dişlerini gıcırdattı, “Bana inanman ya da inanmaman umurumda değil. Şu anda yalnızca Xiao Jiu’nun hayatını kurtarmak istiyorum. Çok sakin ve soğukkanlısın, Lu Zhao Feng’in gelip seni ve oğlunu kurtarmasını bekliyordun, değil mi? Ancak çok geç kaldınız. Zong Ming He beni sarayın dışına gönderiyor, ben ayrılır ayrılmaz Xiao Jiu’nun altın özünü çıkaracak!”

Chu Ying Ruo’nun anında beti benzi attı ve Zong Zi Heng’e hiddetle baktı, “Shen Shi Yao’ya sırrımızı sen anlattın ve şimdi de onu kurtarmak istediğini söylüyorsun. Sana inanmamı mı bekliyorsun bir de?”

“Anneme ben söylemedim. Nasıl öğrendiğini bilmiyorum.”

“Saçma sapan konuşma!”

“Bana inanıp inanmaman umurumda değil, saçmalıklarına ayıracak vaktim yok. Gutuo Kasabası’nda Lu Zhao Feng benim altın özümü istiyordu, bunu biliyorsun, değil mi?”

“Elbette biliyorum,” dedi Chu Ying Ruo küçümseyerek, “Kudurmuş bir kaplan bile kendi yavrusunu yemez*. Zong Ming He, o canavar, Zongxuan Kılıç Tekniğin’ de Cennetin Sekizinci Seviyesi’ne geçmek için senin altın özünü yemek istiyordu.”

ÇN: Kudurmuş bir kaplan bile kendi yavrusunu yemez* ― Anlamı zaten anlaşılıyordur, kişi kendi çocuğuna zarar vermez. Bu atasözünün üstüne çok laf ederim de neyse, gerek yok sdkfsdf

Zong Zi Heng bunu zaten biliyor olmasına rağmen boğuluyormuş gibi hissediyordu. Başka birinden duymak kalbine daha da acı vermişti, “Kendi oğluna, kendi kardeşine acımayan adam sence Xiao Jiu gibi yetenekli bir çocuğa acır mı?”

Chu Ying Ruo dudaklarını ısırdı, gözbebekleri titriyordu.

“Onu ortaya çıkarmaya çalıştığımdan endişeleniyorsun. Bana inanmanın senin için zor olduğunu biliyorum, ama Xiao Jiu’yu tek başıma yetiştirdim. On dört yıl, kim on dört yıl birini seviyormuş gibi davranabilir ki? Bir kereliğine bana inanmak zorundasın. Xiao Jiu’nun fazla zamanı kalmadı. Eğer Lu Zhao Feng zamanında gelmezse, her şey için çok geç olacak. Zong Ming He, Xiao Jiu’yu hayatta tutacağına söz verdi. Hayatta kalsa bile, Xiao Jiu’nun hırslı, gururlu karakteri göz önünde bulundurulduğunda ölmekten daha beter hissedecektir!”


5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest


0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

Light
Dark
0
Would love your thoughts, please comment.x