Lu Zhao Feng, Zong Zi Heng’in ezeli düşmanıydı. Ne pahasına olursa olsun kurtulması gereken bir belaydı ama kader o kadar kötüydü ki, şu anda Lu Zhao Feng’in yardımına gerçekten de ihtiyacı vardı. Sonuçta Zong Zi Xiao’yu kurtarmayı kalpten isteyecek ve sıkı bir şekilde korunan Wuji Sarayı’ndan kaçırabilecek tek kişi Lu Zhao Feng’di.
Aralarındaki kine gelince, bunu Zong Zi Xiao güvende olduğunda halledecekti.
Zong Ming He’nin karakterini iyi bilen ve oğlunu korumaya istekli olan Chu Ying Ruo, sonunda Zong Zi Heng tarafından ikna edilmişti.
İkili, sonraki gece Zong Zi Heng’in Bailu Köşkü’ne gizlice girip rünü açtıktan sonra Lu Zhao Feng’in Zong Zi Xiao’yu alıp götürmesi konusunda anlaşmaya vardı. O rün Zong Klanı’na ait özel bir rün olduğundan dolayı zorla bozmaya çalışırsa fark edilebilirdi. Rün Zong Ming He tarafından bizzat kurulmadığı sürece rünü açabilirdi, Wuji Sarayı’nda onu alt edebilecek hiçbir efsuncu yoktu. Bu yüzden bu adımın kendisi tarafından yapılması gerekiyordu.
Gece geç saatlerde, Zong Zi Heng muhafızları atlatarak oldukça aşina olduğu Bailu Köşkü’ne sessizce girdi.
Zong Zi Xiao yüzü duvara dönük şekilde yerde yatıyordu, Zong Zi Heng’in keskin gözleri omuzlarının hafifçe hareket ettiğini fark etse de arkasına dönüp ona bakmamıştı.
“Zi Xiao,” dedi Zong Zi Heng usulca, “Uyanık olduğunu biliyorum.”
Zong Zi Xiao doğruldu ve yavaşça döndü, karanlığın içinde ışıldayan gözleri Zong Zi Heng’in gözleriyle buluştu. Yanakları gözle görülür bir şekilde çökmüştü, ay ışığı vurduğu için miydi yoksa gerçekten kilo mu kaybetmişti anlaşılmıyordu.
Yerde hiç dokunulmamış olan yemek Zong Zi Heng’e gereken cevabı veriyordu.
Zong Zi Heng iç çekti, “Dage seni götürecek.”
“Neden?”
“‘Neden’ mi?”
“Annem nerede?”
“Soğuk sarayda.”
“Babam bizi öldürecek mi?”
“Canını bağışlamayacak,” dedi Zong Zi Heng, elleriyle bir mühür oluşturdu ve rüne doğru ruhani güç aktarmaya başladı.
Zong Zi Xiao, Zong Zi Heng’e soğuk bir bakış attı ve rünün gerçekten de bozulduğunu görünce tereddütle içinden çıktı, “Gerçekten beni kurtarmaya mı geldin?”
“Konuşmayı bırak, hemen gitmemiz gerek.”
“Annem nerede?”
“Birisi onu kurtaracak,” dedi Zong Zi Heng ve Zong Zi Xiao’nun bileğini çekti.
Ama Zong Zi Xiao şiddetle elini savurdu ve sertçe sordu, “Kim?”
“Açıklayacak vaktim yok. Çok geç olmadan benimle gel!”
“Annemi geride bırakarak kaçmayacağım,” dedi Zong Zi Xiao soğukça.
“Sana,” dedi Zong Zi Heng dişlerini gıcırdatarak, “Birinin onu kurtaracağını söyledim…senin öz baban.”
En az Shen Shi Yao kadar çok günah işlemiş olsa bile, bu bir ölüm kalım meselesiydi. Zong Zi Xiao’ya gereken güveni vermezse onu buradan götüremezdi.
Zong Zi Xiao donakaldı, “Lu Sekti’ndeki o adam…yaşıyor mu?”
“Mn.”
Lu Zhao Feng’in kimliği artık ortaya çıkmıştı. Zong Zi Xiao kabul etsin ya da etmesin, bu onun yüzleşmesi gereken bir kaderdi.
Zong Zi Xiao sessiz kaldı.
İkisi Bailu Köşkü’nden ayrıldı ve sessizce orkide bahçesine doğru ilerledi. Bu yola öyle aşinalardaki ki, gözleri kapalıyken bile bulabilirlerdi. Sıradan muhafızlarının onları fark etmelerinin mümkünatı yoktu.
Orkide bahçesi Wuji Sarayı’nın en ücra köşesinde bulunuyordu ve çiçekler Shen Shi Yao tarafından yok edildikten sonra bu yer ıssızlaşmıştı. Zong Zi Heng önündeki sessizliğe baktı, çiçeklerinin rengarenk açtığı, huzur bulduğu o sahne sanki dünde kalmış gibiydi. Kalbi kızgın yağa atılmışçasına acıyordu.
“Beni neden kurtardın?” diye sordu Zong Zi Xiao ve Zong Zi Heng’e baktı, hala ona karşı temkinli davranıyordu.
“Xiao Jiu, Dage’nın kendince sebepleri var. İnan bana, ne annene ne de sana asla zarar vermek istemedim.”
“O halde açıkla,” dedi Zong Zi Xiao soğuk bir tonla.
Kafasında kırk tilki dolaşıyordu ve kırkının da kuyruğu birbirine değmiyordu. O anda nasıl açıklayacağını bilemiyordu. Biraz sakinleştikten sonra söze girdi, “Senden sakladığım ve Bailu Köşkü’ne koyduğum rün, öz babanın Lu Zhao Feng olduğunu bildiğim içindi. Senin için geri geleceğinden endişelendim. Annemin nasıl öğrendiğini bilmiyorum.”
“‘Bilmiyorum’ diyerek sıyrılmış mı oluyorsun?” dedi Zong Zi Xiao ve gözlerini tehlikeli bir şekilde kıstı, “Shen Shi Yao bunu senin için yapmadı mı?”
“…Benim içindi, ama bunu yapacağını bilmiyordum.”
Zong Zi Heng, böyle bir açıklamanın kulağa ne kadar sığ ve neredeyse safsata gibi geldiğini de biliyordu, ancak on dört yıldır yetiştirdiği Xiao Jiu’sunun ona inanması gerektiğini hissediyordu.
Zong Zi Xiao’nun gözlerinde tereddüt ve gayret belirdi, “Peki, sen nasıl öğrendin?”
Zong Zi Heng, Zong Zi Xiao’nun önünde annesini o adamla yakaladığını söyleyemezdi, “Buradan ayrılınca annen sana açıklayacak.”
“….”
“Xiao Jiu, buradan ayrıldıktan sonra kılık değiştireceksin ve bir daha asla Zong Zi Xiao olmayacaksın. Babam İmparator olduğu sürece nerede olduğunu asla açık etmemelisin. Dage sadece hayatının geri kalanını huzur içinde geçirmeni istiyor.”
Zong Zi Xiao’nun gözlerinde şaşkınlık ve acı vardı, “İmparator beni gerçekten de öldürmek mi istiyor?”
Kısa bir süre önce, Zong Ming He’nin en sevdiği küçük oğluydu. Hatta öyle ki, onun için Shen Nong Kazanı’nda özel bir kılıç dövdürmeye bile razıydı. Bir anda o kişinin kendisinin ölmesini istediğine nasıl inanabilirdi ki? On dört yıllık baba oğul ilişkilerinden geriye sahiden de hiçbir şey kalmamış mıydı?
Zong Zi Heng, böyle bir değişiklikten acı çektiğini, onun bir anda göklerden düşüp çamura bulandığını anımsadı. Kalbi öyle sızlıyordu ki, ona gerçeği söylemeye cesaret edemiyordu, “İmparator on dört yıllık baba-oğul sevgisi hatırına seni öldürmeyi düşünmüyor. Ama adil olmak adına seni kilitli tutmak zorunda, hayatının geri kalanını böyle yaşamak mı istiyorsun?”
Zong Zi Xiao gözlerini kapadı, nefesi kesilmişti, “Peki ya sen?”
“Ben…..”
Zong Zi Xiao’nun gitmesine izin verdiğinde Zong Ming He onu cezasız bırakmazdı fakat öldürmeyeceğinden emindi.
“Sen de benimle geliyorsun,” dedi Zong Zi Xiao, gözlerini açtı, o son derece güzel ve çekici olan tilki gözleri uzun süredir izini sürdüğü bir avmış gibi Zong Zi Heng’e bakıyordu, “Bana defalarca kez Wuji Sarayı’ndan seninle ayrılmak isteyip istemediğimi sordun, şimdi sorma sırası bende. Benimle gelirsen sana güveneceğim ve taht uğruna kimseye zarar vermediğine inanacağım.”
Zong Zi Heng, gözyaşlarına boğulmak üzere olan bir ifade takındı, “Xiao Jiu, Dage seninle gelemez.”
Eğer giderse, annesine ne olacaktı? Eğer giderse, amcası ve boş yere ölen birçok masum efsuncu için adaleti kim arayacaktı? Eğer giderse, Zong Ming He’nin daha fazla kötülük yapmasına kim engel olacaktı?
Zong Zi Xiao’nun gözleri kızarmıştı, “Sahiden de tahttan vazgeçemiyorsun. Burayı terk edip özgür bir hayat yaşamak istediğini söyleyip duruyordun, ama hepsi yalanmış. Annem senin gerçek yüzünü çok uzun zaman önce görüp, iki yüzlü ve kıskanç olduğunu söylemişti. Sana her seferinde inandığım için bana da yazıklar olsun!”
Zong Zi Heng, kalbine bir hançer saplanmış gibi hissetti, “Dage’nın kalmak için bir sebebi var, bir gün anlayacaksın.”
“Ben….”
Orkide bahçesinin dışından aniden bağırış ve dövüş sesleri geldi.
Zong Zi Heng’in ifadesi değişti ve hızlıca Jun Lan kılıcını çekti.
(Yazar) SQC’nin notu: Gelecek bölüm geçmiş yaşamlarındaki en önemli bölümlerden biri olacak. Bu nedenle bu bölümü kısa tuttum.
ÇN: Çoğu kişi ZZX’ya kızıyor ama ben onu da anlıyorum…Bir anda her şeyini kaybetmek etrafındaki herkesin yalan söylediğini öğrenmek zor olmalı. Bir de şu anda on dört yaşında olduğunu unutmamak lazım