Wuji Sarayı’nın gizli zindanı, Zong Klanı’nın ataları tarafından yalnızca Zong Klanı’nın çocuklarını ve krallığın yasalarını çiğneyen kadın aile mensuplarını hapsetmek için kurulmuştu, ama şimdi boş bir kabuktan başka bir şey değildi.
Tozlu zindanda küf ve çürüme kokusu her köşeyi kaplayan yoğun bir bulut gibiydi. Alınan her nefes insanın göğsünü sıkıştırıp midesini bulandırıyordu.
Zong Zi Heng dayanılmaz bir acıyla uyandı, soluduğu tek şey yoğun küf ve kan kokusuydu. Ayağa kalkmaya çalıştı ama parmağını kıpırdatmak bile dayanılmaz bir acı hissetmesine neden oluyordu.
Wuji Sarayı’na dönmeye karar verdiğinde onu neyin beklediğini biliyordu, fakat bundan kaçışı yoktu. Yüz kırbaç darbesine bilincini kaybetmeden katlanmıştı.
Gizli zindana atıldıktan sonra birkaç kez bilinci yerine gelmiş birkaç kez de tekrar bayılmıştı. Ne kadar zaman geçtiğine dair hiçbir fikri yoktu. Uyanıkken Zong Zi Xiao’yu düşünüyordu. Xiao Jiu’sunun kaçmayı başarıp başaramadığını, yaralarının nasıl olduğunu ve şimdi ıstırap içinde olup olmadığını merak ediyordu. On dört yıldır sevdiği küçük kardeşi bir gecede her şeyini kaybetmişti ve bundan sonra tek başına acımasız bir hayatla yüzleşmek zorunda kalacaktı.
Kendine bakabilecek miydi? Efsun eğitiminde gayretli olacak mıydı? Üzgün olduğunda ne yapacaktı? Terlediğinde ya da üşüdüğünde biri onunla ilgilenecek miydi?
Zong Zi Heng, Zong Zi Xiao’nun “nefret” kelimesini sarf ederken takındığı o ifadeyi anımsadı. Kalbine saplanan acı o denli şiddetliydi ki sırtındaki kanlı kırbaç izlerini bile gölgede bırakmıştı.
Bu yaşamda tekrar karşılaşacak mıyız ya da sana kendimi açıklama şansını bulabilecek miyim bilmiyorum.
Belki de karşılaşmasak daha iyi olur.
Sessiz ve ıssız zindanda ani bir ayak sesi duyuldu.
Zong Zi Heng ayak seslerinden kimin geldiğini anlayabiliyordu. Acıya katlanarak doğrulmaya çalıştı, bir kan denizinin içinde oturuyordu.
Baba oğul parmaklıkların arasından birbirlerine bakıyorlardı. Sanki aralarına doğal bir duvar örülmüş gibiydi.
Uzun bir süre Zong Zi Heng’e baktıktan sonra Zong Ming He söze girdi, “Seni dünyaya getirmekten her zaman pişmanlık duydum.”
Zong Zi Heng ona boş boş baktı.
“Eğer ilk meşru oğlumdan önce doğmasaydın, Li Xiang Tong’a karşı mahcup duruma düşer miydim? Aradan bunca yıl geçti ama hala Wuliang Sekti tarafından suçlanıyorum.”
Zong Zi Heng soğuk bir şekilde güldü.
“Ama senin hatan değildi,” dedi Zong Ming He, “Bazen sana kötü davrandığımı düşünüyordum.”
Bir zamanlar Zong Zi Heng, Zong Ming He’nin kendisine karşı azıcık da olsa suçluluk hissedebileceğini hayal etmişti. Fakat şu anda hayal ettiği o şeyi duymasına rağmen kalbinde hiç etkisi yoktu.
“Maalesef hiçbir zaman mantıklı ve itaatkar bir oğul olmadın,” dedi Zong Ming He ve başını salladı, “Gitmelerine izin vermeseydin, tahtı sana vermeyi bile düşünmüştüm.”
Zong Zi Heng alaycı bir şekilde güldü, “Ben onları bırakmasaydım bile, canımı bağışlamayacaktın.”
Zong Ming He için, Veliaht Prens’ten çok daha önemli şeyler vardı; Zong Klanı’nı yok edecek olan o sırları yok etmek.
“O halde neden geri göndün? Annen yüzünden mi?” dedi Zong Ming He, bakışları derinleşti, “Böyle yufka yürekli olarak sen kime çektin ki? Efsun yeteneklerine güvenerek kaçsaydın, kimse seni yakalayamazdı.”
“Yakalanıp yakalanmamamın bir önemi yok. Lu Zhao Feng kaçtı ve sen herkesin önünde Chu Ying Ruo’yu öldürdün. Gerçek yüzünü tüm dünyaya duyuracaktır.”
“Buna cüret edemez,” dedi Zong Ming He güvenle.
“….”
“O piç onunla beraber kaçmadı ve nerede olduğu bilinmiyor. Benim yakaladığımı düşünüyor olmalı, o yüzden düşüncesiz bir hamle yapmaya cüret edemez.”
“Ne….” dedi Zong Zi Heng telaşla, “Xiao Jiu nerede?”
“Onu bulacağım.”
Zong Zi Heng kısa bir süre düşündü, “Hayır, onu bulamayacaksın.”
Zong Zi Xiao akıllıydı ve iyi bir efsuncuydu, bu yüzden kaçıp hayatını kurtarabilirdi.
Zong Ming He öfkelenmişti, “Gitmesine izin verdiğin için, gelecekte başımıza bela olacak. Sen hiçbir şeyi başaramayan ama her şeyi mahvetmeye meyilli bir aptalsın!”
Zong Zi Heng sırıttı, “Onu asla bulamayacaksın.”
Zong Ming He’nin ifadesi daha da sertleşmişti, “Yeraltı sarayındayken her şeyi öğrenmiştin, Lu Zhao Feng’in kimliğini zaten biliyordun. Bunca zamandır neyin peşindeydin?”
“Bir şey planlamıyordum.”
“Bir şey planlamıyor muydun? Peki Shen Shi Yao o piçin doğumundaki şaibeyi nereden biliyordu? Beni kandırabileceğini mi sandın gerçekten de? Ona zarar verdikten sonra dayanamadın ve kurtarmaya çalıştın. Ne kadar da gülünç.”
Zong Zi Heng hafifçe başını salladı. O da bunu gülünç buluyordu. Başını kaldırıp babasına baktı, “Gerçekten de kardeşimi sevmekten vazgeçemedim, peki ya sen? Amcamın altın özünü çıkarırken, onun kendi kardeşin olduğu hiç aklına geldi mi?”
Zong Ming He sersemlemişti ve gözlerini başka yöne çevirmişti.
“Beş yıl önce Gutuo Kasabasındayken, Yan Shu’ya altın özümü kazması için talimat verdiğinde, oğlun olduğum hiç aklına geldi mi?”
Zong Ming He’nin burnu kırıştı ve yüzü korkunç bir bakışla parladı, “Yaptığım her şeyi Zong Klanı’nı korumak için yaptım! Zong Klanı’nda tam üç kuşak geçti. Tam tamına üç kuşak! Tek bir kişi bile Cennetin Sekizinci Seviyesi’ne geçemedi! Etraftaki diğer güçler harekete geçmeye başladı, Zong Klanı giderek geri plana düşüyor! Böyle devam ederse, atalarımın kurduğu bu klan benim ellerimde sona erecek!”
Zong Zi Heng gayet sakindi, “Yaptığın kötülüklerden dolayı cezalandırılmaktan korkmuyor musun?”
“Ceza mı? Öldükten sonra cehenneme gitmek ya da gelecek hayatımda bir canavar olarak dünyaya gelmek umurumda değil!” dedi Zong Ming He ve delirmiş gibi gülümsedi, “Mahayana* seviyesine ulaştığım sürece ölümsüz olabileceğim ve reenkarnasyonun altı yolunun ötesine geçeceğim!”
ÇN: Mahayana, Nirvana’ya ulaşmaya çok yakın olan ama eksik olduğu için dünyada kalan kişiler için bir seviyeymiş. Nirvana’ya ulaşınca yok oluyorlar ya o yüzden amacı Nirvana değil, dünyaya çivi çakmak sdjfbs
“Sana altın özlerini yiyerek Mahayana’ya ulaşacağını düşündüren şey nedir?”
“Kardeşimin altın özü Zongxuan Kılıç Tekniği’nde Cennetin Sekizinci Seviyesi’ne geçmemi sağladı. Eğer altın özü yemek bu kadar mucizevi olmasaydı, şeytani efsuncular öldürülme pahasına bunu göze alırlar mıydı?” dedi Zong Ming He ve gözlerini kıstı, “Zong Klanı’nın İmparatoru olarak, soyumuzu ayakta tutmanın en garanti yolu bu.”
Zong Zi Heng dişlerini gıcırdattı, Zong Ming He’nin zalimliğinin ve utanmazlığının karşısında öldürme arzusuyla yanıp tutuşuyordu.
“Senin de öyle,” dedi Zong Ming He, bir nefes verdi ve ses tonu yumuşadı, “Zi Heng, altın özünün, babanın Mahayana seviyesine ulaşmasını sağlayabileceğini biliyor muydun?”
“Vasatsın, yeteneksizsin ve insanlıktan çıkarak sapkın bir yönteme başvurdun. Buna rağmen ölümsüz olmak mı istiyorsun?” dedi Zong Zi Heng nefretle, “Rüyanda görürsün!”
“Hayır, altın özünü yediğim sürece bu mümkün,” dedi Zong Ming He titreyen bir sesle, “İçenin kemiklerini değiştiren ve efsun gelişimini büyük ölçüde etkileyen bir hap var. Adı― Mutlak İmparator.”
Zong Zi Heng ona dik dik baktı.
“Bu hapın yapılabilmesi için kaderinde imparatorluk olan birinin altın özünün çıkarılıp Shen Nong Kazanı’nda arındırılması gerekiyor,” dedi Zong Ming He, yüzündeki şevk açıkça görülüyordu, “İmparator olmama rağmen, cennetten gelerek reenkarne olmadım. Luo Shui Yeşim Zırhı hata yapmaz. Bir zamanlar senin imparator olacağını söylemişti. Altın özün Mutlak İmparator Hapı için uygun.”
Zong Zi Heng, tüylerinin diken diken olduğunu hissetti ve bedeni bilinçsizce geri çekildi. Zong Ming He’nin açgözlü bakışları sanki o anda parmaklıkları kırıp onu canlı canlı yiyecekmiş gibiydi.
Sahiden de öz babası, karnındaki altın özü için yanıp tutuşuyordu. Değer görmemiş olmasına hiç şaşmamalıydı, neyse ki Zong Klanı’ndaki en güçlü efsuncu onun Shizun’uydu. Zong Ming He’nin diğer çocuklarına tüm imkanları sağlayıp ona bunca zaman boyunca büyülü silahlar ve değerli hazineler vermemiş olmasına da şaşmamalıydı. Zong Ming He’nin, Xiao Jiu için Shen Nong Kazanı’nda bir kılıç arındırma fikrini bu kadar kolay kabul etmesine de şaşmamalıydı. Şüphe yoktu ki…
Onun dünyaya gelmesini sağlayan öz babası, onu hep kendisini geliştirebileceği canlı bir hap olarak görmüştü ve onun karnını deşmeyi planlamıştı. Annesi ise taht uğruna elinden gelen bütün kötü şeyleri yapmıştı.
Zong Zi Heng artık cehennemde mi yoksa dünyada mı olduğunu anlayamıyordu.
Zong Ming He derin bir nefes aldı, sakinleşmiş gibiydi. Yakasını okşadı ve ikna edici bir ses tonuyla devam etti, “Zi Heng, sonuçta sen benim oğlumsun. Dürüst ve itaatkar olduğun sürece seni öldürmeyeceğim. Zi Mo’yu Shen Shi Yao zehirledi, değil mi? İkinci kardeşinin canına karşılık olarak altın özünü verebilirsin.”
“Sen ruh hastasısın. Zong Ming He, sen, zırdelisin.”
“Altın özünü Shen Nong Kazanı’nda arındırmak için gereken her şey hazır. Yakında Kunlun’a doğru yola çıkacağız,” dedi Zong Ming He ve en büyük oğluna acıyarak baktı, “Her şey tamamlandıktan sonra seni ve Shen Shi Yao’yu Daming’den göndereceğim. Yiyecek ya da giyecek ihtiyaçlarınızın karşılanacağına söz veriyorum. Ama beni kışkırtırsan ve saçma sapan şeyler söylersen, merhamet göstermediğim için sakın beni suçlama.”
“Kötülükte ısrar ederek kendi kendini yok edeceksin. Ne ekersen onu biçeceksin, Zong Ming He.”
Zong Ming He kollarını savurup oradan ayrılmadan önce Zong Zi Heng’e kesme tahtasındaki bir balığa bakarmış gibi baktı.
Zong Zi Heng bedenini daha fazla ayakta tutamadı ve yere yığıldı. Gözleri derin, dipsiz bir umutsuzlukla dolmuştu.
Açıklanamaz bir şekilde, beş yıl önce Gutuo Kasabası’na gittiklerinde kötü ruhları kovarken yaptıkları o konuşmayı hatırladı. Zong Zi Xiao masum bir şekilde ölümden sonra ikisinin de Meng Po Çorbası’nı içmeyeceklerini ve bir sonraki yaşamda tekrar kardeş olacaklarını söylemişti.
Zong Ming He’nin onu asla canlı bırakmayacağını biliyordu ve Xiao Jiu ile buluşmak için tek şansının sonraki yaşamları olacağından korkuyordu.
ÇN: Sonraki bölümde şimdiki zamana dönüyoruz. Dinlenmek için geçmişin bitmesini bekledim, azıcık dinlendikten sonra (minimum bir gün maksimum iki gün) şimdiki zaman maceramıza devam edeceğim. Kocaman öpüyorum (≧∇≦)ノzzZZzzZZ