İçeriğe geç
Home » Wu Chang Jie 85. Bölüm

Wu Chang Jie 85. Bölüm

Bir gecelik kaostan sonra, Luojinwu’daki yangın nihayet söndürülmüştü.

Öyle görünüyordu ki, patlama yıldırım taşlarıyla yapılmıştı. Yedi Yıldızlı Yaşamı Sürdürme Lambası sahiden de çalınmıştı ve Xu Zhi Nan’ın ölümü büyük bir paniğe yol açmıştı.

Herkesin aklında iki soru vardı; Cangyu Sekti’nin Uçan Tüy Elçileri sınırları sıkı bir şekilde korunan Luojinwu’ya girmeyi nasıl başarmıştı? Neden Yedi Yıldızlı Yaşamı Sürdürme Lambası’nı çalmak uğruna bunca zahmete girmişlerdi ve iki sektin savaşa girecek olmasını bile göze almışlardı? Yine de pek çok insan Xu Zhi Nan’ın ölümünden ötürü hala şok ve keder içindeydi. Kimse kendine gelemiyordu ve artık düşünecek zamanları da yoktu.

Chunyang Sekti’nin öğrencileri kargaşayla ilgilenirken Zhong Kui, Qingfeng Kılıcı ile Yin ve Yang Kapısı’nı açtı ve Xu Zhi Nan’nın ruhunu yeraltı diyarına bizzat götürdü.

Xie Bi An ve Fan Wu She, sabaha kadar yangını söndürmeye yardım etti.

Xie Bi An’ın beyaz kıyafetleri ve yeşim yüzü sanki çamurda yuvarlanmış gibi tozla kaplanmıştı ve elleri yanmaktan su toplamıştı. Bu da onu bir dilenci gibi gösteriyordu.

Fan Wu She bir iğne kullanarak kabarcıkları nazikçe deldi, ilaç uyguladı ve onları beyaz gazlı bezle sardı.

“Ah, bu kadar çok sarma, parmaklarımı bile kıpırdatamıyorum.”

Fan Wu She, Xie Bi An’a imalı bir bakış attı, “Madem bu kadar sarılmasını istemiyordun, niye o zaman sana geri çekil dediğimde çekilmedin?”

“Ne olursa olsun yangını söndürmek zorundaydık.”

“Chunyang Sekti’nde binlerce efsuncu var, yangını söndürmek sana mı kaldı?”

Xie Bi An üzgün bir şekilde fısıldadı, “Shixiong’unla böyle mi konuşuyorsun?”

“Birkaç gün yaralarına su değmesin. Sargılarını her gün değiştireceğim. Kendi kendine çıkarmaya çalışma.”

“Mn.”

Fan Wu She, Xie Bi An’ın kirli yüzüne baktı, ayağa kalkıp aldığı havluyu ıslattı ve ardından tekrar oturup onun yüzünü nazikçe sildi.

Xie Bi An işbirliği yaparak gözlerini kapadı.

Fan Wu She’nin eli titredi ve nefesi düzensizleşmeye başladı.

Xie Bi An başını kaldırmıştı, kirpikleri titriyordu ve sanki birinin onu öpmesini bekliyormuş gibi kırmızı dudaklarını aralamıştı.

Fan Wu She uzanıp çenesini nazikçe tutmaktan kendini alıkoyamadı, bakışları tekrar bu dudakların üzerine yöneldi.

Önünde parıldayan kırmızı dudakları, şişene kadar perişan ettiğinde nasıl göründüğünü ve erkekliğini ağzına almak için nasıl zorla açıldığını hatırladı. Bu dudakların ne kadar yumuşak ve tatlı olduğunu, ona seslenirken ne kadar güzel olduğunu ve isterse bu dudaklardan ne denli kederli sözler çıkabileceğini iyi biliyordu.

Onu öpmeyi her zaman severdi. Ara sıra, bir öğleden sonra, birbirlerini incitmekten bıktığı zamanlarda Zong Zi Heng’in kucağına oturmasına izin verir, ona sarılır ve kollarında bitkin düşene kadar bu adamı öperdi. Sert ve vahşi bir sevişmedense, öpüşmek ona sanki birbirlerine aşıklarmış gibi güzel bir yanılsama veriyordu.

Ama sonra Xie Bi An’ın gözleri açıldı, hoş ve romantik bir rüyayı darmadağın etti.

Fan Wu She’nin gözlerinde yanan alev henüz sönmemişti. Xie Bi An, yüzlerinin yakınlığı karşısında irkildi ve istemsizce kendisini geri çekti.

“….Shidi?”

Xie Bi An kalbinin çarptığını hissediyordu. Son zamanlarda Fan Wu She’nin ona olan bakışlarında bir tuhaflık seziyordu, sanki doğrudan iliklerine kadar bakıyormuş gibiydi. Ne tür biri insanlara bu şekilde bakardı ki?

Fan Wu She havluyu sıktı, “Henüz bitirmedim.”

“Ah, şey, kendim silerim.”

“Ellerini hareket ettiremezsin,” dedi Fan Wu She, Xie Bi An’ın boynunu tuttu ve yüzünü tekrar kendine yaklaştırdı.

Xie Bi An şaşırdı, bir kez daha Fan Wu She’ye yaklaşmak zorunda kalmıştı. Gözlerini kırpıştırdı, kalp atışlarının hala sakinleşmediğini hissediyordu.

Fan Wu She gönülsüzce elini çekti ve ekledi, “Kıyafetlerin de kirlenmiş. Ayağa kalk.”

“….Ah.”

Xie Bi An ayağa kalktı ve Fan Wu She’nin dış cüppesini çıkarmasına izin verdi. Neyse ki iç giysileri hala temizdi, ikisi de rahat bir nefes vermişti.

Xie Bi An pencereye doğru yürüdü, gökyüzüne baktı ve kendi kendine dedi ki, “Shizun acaba şimdi ne yapıyordur?”

Fan Wu She sessizce Xie Bi An’a bakıyordu.

Chunyang Sekti’ne gelmek ve Xu Zhi Nan’ı tekrar görmek geçmişine ait olan pek çok anıyı tozlu raflarından çıkarmıştı. Günler ve aylar geçmişti, bir zamanlar dünyanın tanıdığı o figürler rüzgarla birlikte savrularak ortadan kaybolmuştu. Yalnızca karşısındaki bu adam kanlı canlı önünde duruyordu ve onu izleyebiliyordu. Cehennemde geçirdiği yüz yıl belki de bu manzara için değerdi.

Yine de son nefesini veren Xu Zhi Nan’ın “İmparator Kong Hua”dan bahsetmesi bütün gece boyunca dikkatini dağıtmıştı. İnsan ölürken ya hayatındaki en önemli şeyleri anımsardı, ya da pişmanlıklarını. Xu Zhi Nan’ın o anda Chunyang Sekti’nin geleceğini düşünüyor olması gerekmez miydi? Neden hiç alakası olmayan birine, Zhong Kui’ye, Zong Zi Heng’den bahsetmişti ki? Ve neden Zhong Kui, Xu Zhi Nan’ı yeraltı diyarına bizzat götürmüştü?

Zhong Kui’nin tepkisine bakılınca, sanki bir şeyler saklıyor gibiydi.

Ve Xie Bi An ondan daha endişeli görünüyordu.

Fan Wu She seslendi, “Shixiong, ayağa kalkma. Otur ve dinlen.”

Xie Bi An iç çekti, “Shizun için endişelenmiyor musun?”

“Shizun, Xu Zhi Nan’ın ruhunu bizzat yeraltı diyarına götürdü, endişelenecek ne var ki?”

“Ölümsüz Lord Xu ölmeden önce, İmparator Kong Hua’dan bahsetmişti, o esnada ne demek istediğini bilemiyorum. Shizun bunu duyduğunda bakışları endişeli bir hal almıştı. Ona ne olduğunu sorsam bile bana söylemedi. Burnuma kötü kokular geliyor,” dedi Xie Bi An kaşlarını çatarak, “Sen de son zamanlarda olan her şeyin yüz yıl önceki Daming Zong Klanı’yla ilgili olduğunu düşünmüyor musun?”

“… Gerçekten de öyle. Zong Ming He, Li Bu Yu, Xu Zhi Nan ve hatta Qi Meng Sheng, hepsi İmparator Zong’un dönemini gören kişiler. Ayrıca hepsinin Zong Klanı’nın yıkılışıyla bir bağlantısı var.”

Xie Bi An tereddütle Fan Wu She’ye baktı, “Neden biz de yeraltı diyarına gidip bir göz atmıyoruz?”

“Shizun burada kalmamızı istedi. Eğer neler olduğunu öğrenmemizi istemiyorsa, geri dönmemizin hiçbir manası yok,” diye yanıtladı Fan Wu She, o da olan biteni öğrenmek istiyordu. Her şey Zong Zi Heng’le ilgiliydi. Her şeyi öğrenmek istiyordu fakat Zhong Kui’yi şüphelendirmeyi göze alamazdı.

“Cangyu Sekti’nin o iki kadın efsuncusu gerçekten de çok pervasız. Chunyang Sekti’nin liderini öldürüp, sektin en önemli büyülü hazinesini çaldılar. İki sekt arasında kaçınılmaz olarak çok büyük bir savaş çıkacaktır,” dedi Xie Bi An kısık bir sesle, “Korkarım ki tüm Jiuzhou’yu kasıp kavuracaklar.”

“Qi Meng Sheng neden yaşamak için Yedi Yıldızlı Yaşamı Sürdürme Lambası’nı ele geçirdi? Yüksek rütbeli bir efsuncu olduğu için yaşamı ve ölümü kabul ediyor olmalıydı. Üstelik, Xu Zhi Nan ve Qi Meng Sheng…” dedi Fan Wu She, o ikisinin bir ilişkisinin olacağını hayal bile edemezdi.

“Onları dinlerken fark ettim de, öyle görünüyor ki Xu Zhi Nan saf yang enerjisinden oluşan bedeninden vazgeçmek istememiş ve Qi Meng Sheng’i yüzüstü bırakmış,” dedi Xie Bi An ve başını salladı, “Xu Zhi Nan onu ölümden kurtarmadı. Qi Meng Sheng’in ona karşı duyguları olsa da olmasa da, Xu Zhi Nan gerçekten de kalpsizdi.”

Fan Wu She gözlerini hafifçe kıstı, “Qi Meng Sheng sıradan bir kadın değil. Kendini sevgiye bağımlı kılmak istememiş olabilir. O zamanlar, o ve Xu Zhi Nan, Zong Zi Heng’in babasını öldürmesine ve tahtı ele geçirmesine yardım etmişti. Ardından iki sekt de büyük menfaatler kazandı. Chunyang Sekti, Wuyun Sekti’nin gücünü kendine kattı ve tek başına Chu topraklarına hakim oldu. Cangyu Sekti ise geçidin ötesindeki her yeri birleştirip gücüne güç katmıştı.”

“Yüce İblis aniden ortaya çıkmasaydı, şu anda dünyaya hüküm süren kişiyi tahmin etmek epey güç olurdu,” dedi Xie Bi An ve bir süre düşünüp devam etti, “Yüz yıl önce olanlarla ilgili çocukluğumuzdan beri duyduğumuz tüm hikayeler birbiriyle çelişkili. Örneğin, Zong Zi Xiao’nun altın özü yiyen şeytani bir efsuncu olduğu söyleniyor, ama neden Zong Ming He, Chunyang Sekti’nden olan birinin altın özünü yemişti? İkisi de kötü şeyler yapmıştı fakat kan bağı olan bir baba-oğul değillerdi ve en nihayetinde birbirlerine bile sırtlarını dönmüşlerdi. Altın özü hırsızı olan kişi kendi öz babasıydı.”

Fan Wu She’nin gözlerinde bir tiksinme ifadesi belirdi, “Söylentilere inanılmamalı. Fakat yine de Zong Ming He’nin altın özü yemesi gerçekten çok şaşırtıcı.”

“Madem Zong Zi Xiao ve Zong Ming He altın özü yedi, o halde Zong Zi Heng de yemiş miydi? Tüm bu insanlar Wuyun Sekti ile gizli bir işbirliği içinde olabilir miydi?”

Fan Wu She hiç düşünmeden “O altın özünü hiç yemedi,” diye karşılık verdi.

Xie Bi An, şaşkınlıkla Fan Wu She’ye baktı.

Fan Wu She kaşlarını çattı, “Zong Zi Heng çok yetenekliydi. Zong Ming He bile Cennetin Sekizinci Seviyesi’ne geçtiğine göre, onun için ne kadar zor olabilir ki?”

Çocukken Zong Zi Heng’le beraber efsun çalışmıştı, ondan daha iyi kim Dage’sının gerçek gücünü bilebilirdi ki? Eğer Zong Zi Xiao yeraltı diyarı mağarasını açmak için Xuanyuan Gizli Kutsal Tılsımı’nı kullanmasaydı, Zong Zi Heng’in güçleri önemli ölçüde artabilirdi ve savaşı kimin kazanacağını tahmin etmesi zor olabilirdi.

Zong Zi Heng’in altın özü yediğini söylemeleri aslında kendisi için de bir aşağılamaydı.

“Shidi, nasıl bu kadar eminsin?” diye sordu Xie Bi An afallamış bir şekilde.

“…Diğer insanlardan duydum,” dedi Fan Wu She ve Xie Bi An’ın sorgulayıcı bakışlarından kaçındı, “Yine de Zong Ming He’nin altın özü yemesine hiç şaşırmadım. Yetenekleri vasattı. O zamanlar kardeşi Daming Zong Klanı’nın en güçlü efsuncusuydu ve henüz Cennetin Sekizinci Seviyesi’ne geçememişti. Ne hikmetse, o seviyeye ilk yükselen kişi Zong Ming He olmuştu. Korkarım ki hiç kimse İmparator Zong’un böyle bir kötülük yapabileceğini tahmin edememişti.”

“Doğru. Ama bu durumda, Li Bu Yu da çok şüpheli,” dedi Xie Bi An iç çekerek, “Sonuçta, Zong Ming He’nin de altın özü çıkarılmıştı. Gelgelelim Li Bu Yu’nun yetenekleri de tanrı vergisi ve altın özü yemesine gerek yok…”

Fan Wu She sırıttı, “Tanrı vergisi mi? Kendi mi mühürlemişti? Duyduğuma göre o zamanlar Jiaolong Meclisi’nde Zong Zi Xiao’ya karşı sefil bir şekilde mağlup olmuş.”

“Öyle mi?” dedi Xie Bi An şaşkınlıkla, “Shidi, Zong Klanı dönemiyle ilgili bu kadar çok şey bildiğini hiç düşünmemiştim. Özellikle mi araştırdın?”

“Şarap evindeyken, insanlar konuşurken kulak misafiri olmuştum,” dedi Fan Wu She ve Xie Bi An’ı sandalyeden kaldırdı, “Tüm gece çalıştın, yorulmuş olmalısın. Biraz dinlen.”

“Kısa süre sonra gün doğacak, neden uyuyayım ki?”

“O halde iyice dinlenmiş olman daha mühim,” dedi Fan Wu She, Xie Bi An’ı yatağa oturttu ve ayakkabılarını çıkarmak için diz çöktü.

Xie Bi An kısa bir an afalladı, “Shidi, lüzum değil…”

Fan Wu She, Xie Bi An’ın ayaklarını kaldırıp yatağa güzelce yerleştirdi, yorganı üstüne örttü ve sargılı ellerini de yan tarafına düzgünce yerleştirdi. Sanki kırılgan bir şeyi onarmaya çalışıyor gibi titiz ve nazik davranıyordu, bu da Xie Bi An’ı çok duygulandırmıştı.

“Yan tarafta olacağım. Bir şeye ihtiyacın olursa bana seslenmen yeterli.”

Xie Bi An, Fan Wu She’nin gözlerinin içine baktı ve hafifçe gülümsedi, “Shidi, bana karşı çok naziksin.”

Bu lekesiz, açık sözlü ve saf gülümseme, Fan Wu She’nin kalbinin çarpmasına neden oldu. Eğildi ve ellerini yorgana dayadı, gecenin karanlığını delip geçebilecek kadar güçlü bir bakışla Xie Bi An’a baktı, “Shixiong, ben yalnızca sana karşı böyleyim.”

Xie Bi An aniden kilden bir heykelmiş gibi donakaldı.


ÇN: Hızınız 200 km/h lütfen yavaşlayın Yüce İblis beyefendiciğim…

Dip Not: 120. bölümde tekrar geçmişe döneceğiz. Şimdiki zamanda uçuşumuz 35 bölüm sürecektir, 89. bölümün +18 olduğunu ve diğer bölümlerde de hafif smut içerikler olduğunu unutmayın. Heyecanı kaçmasın diye başa uyarı koymayacağım.

5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

0
Would love your thoughts, please comment.x