Xu Zhi Nan’ın ölüm haberi efsun dünyasında bir kargaşaya neden oldu. Sektte bir kriz olduğu için Zhao Wen sekt lideri pozisyonunu aldı. Yaptığı ilk şey Yun Xiang Yi ve Hua Xiang Rong’u tutuklama emrini vermek oldu, Shidi’sini Shu Dağı’na gönderdi ve Xu Zhi Nan’ı öldürüp Yedi Yıldızlı Yaşamı Sürdürme Lambası’nı çalan o kişiyi teslim etmesi için Li Bu Yu’nun Cangyu Sekti’ne baskı yapmasını istedi.
Ölümsüz İttifak’ın kendine has kuralları vardı. Chunyang Sekti’nin başına büyük bir şey geldiği için diğer sektler öylece oturup izleyemezlerdi. Eğer Chunyang Sekti’nin iddiaları doğru çıkarsa, tüm sektler Cangyu Sekti’ne karşı savaşmak üzere birleşmeliydi.
İki kadın efsuncu Qi Meng Sheng tarafından özel olarak eğitilmişlerdi. Hatta efsun yetenekleri öyle üstündü ki burunları kanamadan Chunyang Sekti’nin Chu bölgesinden sessiz sedasız kaçmışlardı. Kaçtıktan sonra onları yakalamak epey zor olacaktı.
Jingzhou’nun tamamı kederli bir sessizliğe büründü, insanlar Xu Zhi Nan için yas tutuyorlardı. Şehirde herkes beyaz keten kıyafetler kuşanmıştı ve binlerce mum gecenin zifiri karanlığında parlayarak eşsiz bir manzara oluşturuyordu.
Üç gün içinde tüm sektler taziyelerini sunmak üzere kendi mensuplarını gönderdiler. Li Bu Yu, yaşlılığını bahane edip oğlunu gönderirken, Xianyue Köşkü’nün Lideri, Lan Chui Han’ı da alarak bizzat gelmişti.
Lan Chui Han, küçükken Chunyang Sekti’ne katılıp efsun eğitimi almıştı. Xu Zhi Nan on sekiz yıldır inzivada olmasına rağmen, onunla çocukken tanışmıştı ve hakkında pek fazla fikir sahibi değildi. Ancak yine de Chunyang Sekti’nde aldığı eğitim ona tüm hayatı boyunca fayda sağlamıştı. Cenaze töreni esnasında Chunyang Sekti’nin dışarıdan gelen eski bir öğrencisi olarak üç gece kapıda nöbet tuttu.
Cenaze töreninden önce Zhong Kui geri döndü. Xie Bi An’ın soracak bir sürü sorusu vardı fakat Zhong Kui’nin tek bir cümlesiyle durdurulmuştu, “Geri döndüğümüzde konuşacağız.”
Xie Bi An’ın kalbi daha da huzursuzlaştı.
Xu Zhi Nan’ın cenaze töreninden sonra, Zhong Kui ayrılmak için acele ediyordu. Xie Bi An’a derhal bavulunu hazırlaması talimatını verdi.
“Shizun, nereye gidiyoruz?”
“Cangyu Sekti’ne.”
“Ha?” dedi Xie Bi An şaşkınlıkla, “Cangyu Sekti’ne mi? İki kadın efsuncuyu tutuklamaya mı?”
“Hayır, Qi Meng Sheng ile şahsen görüşmemi gerektiren önemli bir mesele var.”
“Xu Zhi Nan’ın ölmeden önce son arzusu muydu?” diye sordu Fan Wu She. Xu Zhi Nan ve Qi Meng Sheng, İmparator Zong zamanında ateşi körükleyen iki önemli figürdü. Xu Zhi Nan, Zhong Kui’ye ölmeden önce sanki son arzusuymuş gibi İmparator Kong Hua’dan bahsetmişti. Shu Dağı’ndan başlayan, ardından Jingzhou ve Zong Zi Heng’e kadar uzanan bu olaylar silsilesi tam olarak neyle bağlantılıydı? Etkisi yüz yıldan fazla süren bu karmanın nedeni neydi?
“Evet,” dedi Zhong Kui, “Wuliang Sekti’ne gitmem ve Li Bu Yu’dan Zong Ming He meselesi ile ilgili bir açıklama yapmasını talep etmem gerekiyordu, ama şimdi…kaybedecek zamanımız yok, hadi gidelim.”
“Shizun, Kıdemli Zhao Wen’le vedalaşmayacak mıyız?”
“O kadar meşgul ki, bir dakika bile oturacak zamanı yok. Gideceğimizi haber ettim.”
“…Pekala.”
Böyle aceleyle ayrılarak Xie Bi An sanki bir şeylerden kaçıyorlarmış gibi hissediyordu. Zhong Kui’nin, Zhou Wen ve diğerlerinin Xu Zhi Nan’ın son sözlerini sormalarından korkuyor olabileceğini düşünüyordu.
Üçü ayrılırken Xie Bi An aniden elini alnına vurdu ve başka bir şeyi hatırladı, “Son birkaç gündür Lan Dage ile konuşacak vaktim olmadı. En azından gidip veda edeceğim.”
Fan Wu She onu geri çekti, “Shizun’un acelesi var, görmüyor musun? Hadi gidelim.”
“Sadece iki dakika bile bekleyemeyecek kadar acil mi?”
“Evet.” dedi Fan Wu She ve onu Luojinwu’nun dağ kapısından hızlıca dışarı çıkardı.
Kunlun epey uzaktaydı, kılıçla gitmek çok uzun süreceğinden dolayı ata binmeye karar verdiler.
Bahar ayı yeni gelmişti ve hava hala biraz serindi. Kuzeybatıya doğru giderken hava kış mevsimindeymiş gibi daha da soğuyordu.
Yol boyunca Zhong Kui’nin ağzını bıçak açmadı, soru sorulsa bile bir şey söylemedi. Her zamanki halinden çok farklıydı.
Birkaç gün süren yolculuğun ardından Shazhou’ya vardılar. Burası kuzeybatıdaki en büyük sınır bölgesiydi. Oradan sonra geçitten geçmeleri gerekiyordu ve ileride atları için ya da kendileri için ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri başka bir konaklama alanı yoktu. Bu nedenle gezginler orada son kez gerekli şeyleri alarak yola devam ederlerdi.
Sık sık seyahat ediyor olmasına rağmen Xie Bi An ilk kez bu kadar uzak bir yere gidiyordu. Şehirde satılanların çoğu daha önce görmediği şeylerdi ve mola esnasında pek çok şeye göz atma fırsatı bulmuştu.
Bir kitapçı, oradan geçen başka iki adama hevesle kitap satmaya çalışıyordu.
“Tek bakışta bile bu kitabın size uygun olduğu anlaşılıyor. ‘Çiçeğin Tadım Hazinesi’ çok bilgilendirici, ayrıca içinde bir sürü çizim var.”
Ç/N: Önceki bölümlerde Xie Bi An’ın Fan Wu She’den sakladığı kesik kollu kitabı
Fan Wu She kılıca benzeyen kaşlarını kaldırmıştı, o tarafa doğru yürürken yüzünde muzip bir ışıltı belirdi, “Bu kitap nedir? Gerçekten de o kadar iyi mi?”
Satıcının sesi o kadar yüksekti ki, Xie Bi An da onu duymuştu. Çabucak oradan gitmeye çalışıyordu ve Fan Wu She’nin ne yaptığına dikkat etmemişti. Daha şimdiden başına ağrılar girmeye başlamıştı.
Orada bulunan iki adam birbirine flört ederek baktı ve güldü.
Satıcı, Fan Wu She’ye yöneldi ve başka bir kitap alıp ona doğru uzatırken gözleri parıldadı, “Aiya, bu Genç Efendi çok yakışıklı ve zeki görünüyor. Bu kitap olağanüstü, bir kere baksanız bile anlayacaksınız.”
Fan Wu She okumak üzereyken Xie Bi An aniden kitabı elinden kaptı, “Ne okuyorsun? Bu tür sıkıcı kitaplar seni geliştirmez, okumana gerek yok.”
Adamlardan biri sıcak bir şekilde gülümsedi, “Bu Genç Efendi de efsuncu, değil mi? O halde biraz dar görüşlüsünüz. Çünkü bu tür şeyler efsun gelişimine çok faydalıdır.”
Xie Bi An oldukça utanmıştı ama yine de gülümseyerek açıklamaya çalıştı, “Yanlış anladınız. Bu kişi benim Shidi’m.”
Daha önce geçidin ötesindeki insanların dobra olduğunu ve sıra dışı şeyler söylediklerini duymuştu. Bu iki erkek çiftin insanların önünde samimi davranmaktan kaçınmadıklarını görünce söylentilerin doğru olduğunu anlamıştı.
Fan Wu She kafası karışmış numarası yapmaya başladı, “Shixiong, ne hakkında konuşuyorsunuz? Geçen sefer bu kitabı okumama izin vermemiştin. Sen çiçekleri çok seversin ve ben de ilgi duyuyorum. Neden araştırıp çiçekleri beraber yetiştirmiyoruz?”
İki genç adam ve satıcı kahkahalara boğuldu.
Xie Bi An o anda yerin yarılmasını ve Fan Wu She’yle beraber yerin dibine girmeyi istiyordu. Hafifçe öksürdü, “Bu kitap çiçek yetiştirmekle alakalı değil. Hadi gidelim, Shixiong sana daha sonra açıklayacak.”
“Genç Efendi, Shixiong’unuz güvenilir değil. Bu tür güzel şeyleri saklıyor ve sizin okumanıza izin vermiyor,” dedi satıcı, onları izlerken epey eğleniyordu. Hemen sonrasında eliyle beş işareti yaptı, “Sadece beş bakır akçe. Asla pişman olmayacaksınız.”
Xie Bi An satıcıya yan yan bir bakış attı ve kitabı ona geri fırlattı. Ardından Fan Wu She’yi bileğinden tutup sürüklemeye başladı.
Ancak Fan Wu She gitmeyi reddediyordu, “Shixiong, okumak istiyorum.”
Xie Bi An’ın o anki ifadesini görmeyi gerçekten çok seviyordu. Bu adama her türlü edepsizliği yapmış, defalarca utandırmıştı. Ama onların hepsi utançtan ibaretti ve gözlerinde hep bir hüzün vardı. Şimdiye dek hiç bu kadar sevimli görünmemişti, tek bir anını bile kaçırmak istemiyordu.
Oradaki iki adam o kadar gülmüştü artık karınlarına ağrılar girmeye başlamıştı.
“Wu She!” diye bağırdı Xie Bi An, öfkesi aslında sahteydi, “Ben okumayacaksın diyorsam, okumayacaksın!”
“Bu ‘Çiçeğin Tadım Hazinesi’ kitabı, iki erkek arasındaki aşkla ilgili,” dedi adamlardan biri ve kıs kıs güldü, “Acaba, ikinizin yolları farklı mı?”
Fan Wu She şaşırmış bir şekilde Xie Bi An’a baktı, “Shixiong, bu kitap….”
Xie Bi An, Fan Wu She’yi oradan uzaklaştırmak için kaba kuvvet kullandı.
“Shixiong, söyledikleri doğru muydu? O kitap neden sendeydi?”
“O zamanlarda kitapçı beş kitabı birden almanın daha uyguna geleceğini söylemişti. Ne tür bir kitap olduğunu bilmeden rastgele satın almıştım,” dedi Xie Bi An, açıklama yaptıktan sonra Fan Wu She’ye bir bakış attı. Fan Wu She’nin ifadesi sanki ona inanmıyormuş gibiydi, “Gerçekten de böyle oldu!”
“O halde o ikisi, ikili efsun mu çalışıyordu?”
“Muhtemelen. Geçidin ötesinde bu tür şeyler alışılmadık değil.”
“Bu efsun yönteminin işe yaradığını duymuştum.”
Xie Bi An, bu konuyu olabildiğince çabuk şekilde değiştirmek istiyordu, “Mn, mn.”
“İkili efsun çalışmayı hiç düşündün mü?” diye sordu Fan Wu She ve Xie Bi An’a yandan bir bakış attı.
“Doğal olarak hayır. Tao’ya gidişte kısayol yoktur. Sağlam bir şekilde ilerlemek daha iyidir…”
“Ben düşündüm.”
Xie Bi An donakaldı.
Fan Wu She dudaklarının kenarını nazikçe kıvırarak çapkın bir şekilde gülümsedi. Bakışlarının derinliği tüyler ürpertiyordu, “Ben düşündüm.”
Xie Bi An’ın kalbi titremeye başladı. Sanki bu bakışı daha önce bir yerlerde görmüş gibiydi, Shidi’si her zamanki gibi davranmıyordu. Daha önce ona hiç kimse böyle bakmamıştı ve nedense biraz aşinalık hissediyordu.
Zihninden bir sürü görüntü ve kelime geçiyordu. Hiçbir şeyi ayırt edemiyordu ama yine de bir şeyler seziyordu. Zihni bir kaos içindeydi; vahşi, utanmış, tahammülsüz hissediyordu. Bagua Platformu’nda bayıldığından ve o rüyayı gördüğünden beri zaman zaman aklında bir şeyler beliriyordu. Yaşam ve ölüm döngüsünü en iyi anlayan kişilerden biriydi ve bu sahnelerin geçmiş yaşamlarından olduğunu biliyordu.
Ruhunun derinliklerindeki anıları tetikleyen şeyin neden Bagua Platformu olduğunu ve rüyasında gördüğü Xiao Jiu’nun kim olduğunu gerçekten de çok merak ediyordu ama yine de cevabını bilmek istemiyordu. Geçmiş yaşamlarından vazgeçemeyen ve Meng Po Çorbası’nı içmeyi reddeden çok fazla insan görmüştü. Hepsi anılarının içine gömülmüştü ve asla özgür olmamıştı. İnsan geçmişinden sıyrılamazsa, ilerleyemezdi. Yeraltı diyarının bir generali olarak bunu gayet iyi biliyordu ve bu yüzden de geçmişini öğrenmek istemiyordu. Şu anda sahip olduğu hayatı olabildiğince iyi şekilde yaşamayı arzuluyordu.
Onu şaşkınlık içinde gören Fan Wu She kaşlarını çattı, “Shixiong beni hor görüyor mu?”
Xie Bi An çaresizce başını salladı ve usulca gülümsedi, “Neden hor göreyim ki? Eğer bir gün gerçekten sevdiğin biriyle tanışırsan, Shixiong size mutluluklar dileyecek.”
Fan Wu She’nin adem elması hareket etti, kalbindeki özlem artık dayanılmaz bir hal almıştı. Bu hayatın öncekilerden farklı olduğunu çok iyi biliyordu ve sakin olması gerekiyordu. Xie Bi An’ın rızasını alarak ona sahip olmak istiyordu ama geçmişte onu zorla yanında tutmaya, sınırsız taleplerde bulunmaya alışmıştı. Bu önemsiz detayları aşmak ve yüz yıllık özlemini gidermek için adeta can atıyordu.
“Hadi, hana geri dönelim.”
İkisi satın aldıkları şeylerle hana döndüler ve içeri girer girmez Zhong Kui’yi mavi kıyafetli, gösterişli bir adamla şarap içerken buldular.
Xie Bi An hoş bir sürprizle karşılaşmıştı, “Lan Dage?”
Fan Wu She’nin anında yüzü düştü, ses tonu ilgisizdi, “Hangi rüzgar attı?”
“Bi An,” dedi Lan Chui Han ve güldü, “Sonunda sizi yakaladım.”
“Bizi bulmak için mi geldin? Neden ki?”
“Sizinle beraber Cangyu Sekti’ne gitmek istiyorum.”