İçeriğe geç
Home » Wu Chang Jie 91. Bölüm

Wu Chang Jie 91. Bölüm

Fenglin Kıtası’na incecikten bir kar yağmaya başladı. Sanki gökyüzünden yeryüzüne gümüş parçacıkları serpiliyormuş gibi görünüyordu. Kar çok hafif görünse de yavaş yavaş Fengming Gölü kıyılarındaki dağınık ayak izlerini örtmeye başlamıştı. İnsanların biraz önce yaşadığı tüm heyecanı da ayak izleriyle beraber siliyordu. Peki geçmiş nasıl olmuştu da hala arkasında izler bırakmıştı?

Karın yağmadığı tek bir alan vardı, o da iblis tayı Wuya’nın hapsedildiği İblis Bağlama Rünü’nün olduğu yerdi.

Bu İblis Bağlama Rünü, Diancang Zirvesi’ndeki Zhengji İblis Bağlama Rünü’nden farklıydı. O rün kadar uğursuz değildi ve efsuncular iblisleri kovmak için sık sık kullanırlardı. Farkları ise, bu rünün bir buz kristali tarafından kontrol edilmesiydi.

Saf beyaz karın üzerinde, parıldayan mavi renkli bir İblis Bağlama Rünü’nün tam ortasında ölümcül bir auraya sahip bir savaş atı, sessizce yanan siyah bir alev gibi hareketsizce olduğu yere sabitlenmişti.

İnsan ona baktığında yüz yıl öncesinin önemli günlerini görebiliyormuş gibiydi. Siyah kıyafetler kuşanan Zong Zi Xiao kara savaş atıyla beraber dağ kapısının önünde duruyordu; sanki kargaların öldürme aurasına sahipti. Göz açıp kapayıncaya kadar, Yin askerleri dağları ve tarlaları doldurdular, ölümün kara sisleri yeryüzünü yarıp tüm ışığı yutmuş gibiydi. Yüce İblis’in kılıcının işaret ettiği her şey yerle bir oldu ve Zong Zi Xiao tüm Jiuzhou’ya yıkıcı bir güçle hükmetmeye başladı.

Zong Zi Xiao, yaşamı boyunca efsanenin ta kendisiydi. Dokuz yaşındayken altın özünü oluşturmuş, on üç yaşındayken Jiaolong Meclisi’ni kazanmış, on dört yanındayken de dünyanın dört bir yanını dolaşmıştı. Yirmi dört yaşındayken ölümsüz efsun dünyasına döndüğünde, Zongxuan Kılıç Tekniği’nde çoktan Cennetin Sekizinci Seviyesi’ne yükselmişti. Elinde iki tane tanrılara layık büyülü silah vardı ve artık yenilmezdi. Öyle hırslıydı ki, hırsı güneşi ve ayı yiyip bitirebilirdi. Yalnızca ölümlü diyarla yetinmemiş, kibirli bir şekilde Fengdu Bariyeri’ni geçerek Jiuyou’yu işgal etmişti. Yüzlerce yılını efsun çalışmaya adamış olan Büyük İmparator Beiyin onu durdurmasaydı, ölümlü diyarı ve yeraltı diyarını birbirine katıp ardından da kılıcını cennete doğrultacaktı.

İmparator Zong döneminin yok edilmesinden sonra, ölümsüz efsun dünyasında Zong Zi Xiao gibi büyük ve güçlü bir Yüce İblis muhtemelen bir daha asla var olmayacaktı.

Gelecek nesiller hakkında ne düşünürse düşünsün, ne konuşursa konuşsun böyle bir figür bir daha dünyaya gelmezdi.

Yüz yıl sonra, Yüce İblis’in bineği yeniden ortaya çıkmıştı ama kimse o kara ölüm sisinin geri dönüşüyle ilgili endişelenmiyordu.

Fan Wu She, pencerenin yanında duruyor, kalbi hızla çarparak Fengming Gölü’nün kıyısındaki siyah ata bakıyordu.

“Yeterince seyrettin mi?” dedi Zhong Kui, ses tonunda en ufak mizah ibaresi yoktu.

Fan Wu She kendine geldi ve pencereyi kapattı.

“Tüm gece hangi cehennemdeydin?” dedi Zhong Kui ve doğrudan Fan Wu She’nin gözlerine baktı.

Fan Wu She, eğer şimdi açıklarsa suçlamaların hiçbirinden kaçamayacağını biliyordu. Fengming Gölü’nün dibine inmişti ama beklenmedik bir şey görmüştü ve Wuya’yı kontrol edememişti. Şu anki efsun seviyesiyle Wuya’yı geri alamıyordu fakat Zhong Kui’ye gölün dibinde neler olduğunu da anlatmak zorundaydı.

“Konuşsana artık.”

“Fengming Gölü’nün dibine indim,” dedi Fan Wu She sakince.

Odada bulunan üç kişi nefesini tuttu.

Aslında Xie Bi An, Fan Wu She’nin saçlarını aceleyle ruhani güçleriyle kuruttuğunu fark etmişti. Yalnızca Shidi’sinin bu kadar cesur olduğunu hiç düşünmemişti.

Zhong Kui, Fan Wu She’ye dik dik baktı ve yeri işaret ederken sakalı öfkeyle titredi, “Sen…diz çök!”

Fan Wu She, Xie Bi An’a baktı ve içinden şöyle dedi: Bunu senin için yapıyorum.

Daha sonra gönülsüzce diz çöktü.

“Sen de mi buz kristallerini çalmaya çalışıyorsun?!” diye bağırdı Zhong Kui sert bir şekilde.

Fengming Gölü’nün dibindeki mağara sıradan değildi, göksel varlıkların yarattığı bir yerdi. Önceden ruhani gücün sınırsız olduğu bir mağara olmasına rağmen, mevcut efsun dünyasındaki sektlerin torunları efsun yeteneklerini geliştirmek için bu mağaraya giremiyordu. Zaman geçtikçe, cennetteki ve dünyadaki ruhani enerji çok zayıflamıştı ve mağara giderek daha önemli hale gelmişti.

Göksel varlıklar mağarayı Fengming Gölü’ne inşa ettiklerinde, gölün dibindeki buz kristallerine büyük miktarda ruhani güç mühürlemişlerdi. Tüm Fenglin Kıtası buz kristalleriyle canlı kalıyordu ve biri mağaraya giderse efsun gelişimi büyük miktarda artıyordu. Buz kristalleri son derece değerliydi, Yun Zhong Jun veya Yun Xiang Yi bile büyülü silahlarını geliştirmek için küçük bir kristal parçasını zar zor elde edebilmişlerdi.

Fengming Gölü ruhani enerji açısından son derece zengin olduğu ve yabancı enerjileri reddettiği için bir rün çizmek imkansızdı. Her yıl pek çok insan ölümden korkmadan buz kristali çalabilmek için gizlice gölün dibine dalıyordu. Başarılı olurlarsa büyülü silahlarını ve efsun yeteneklerini geliştirip Fumenghui’deki şöhretlerinin ve güçlerinin keyfini sürebilirlerdi. Yüz kişiden yalnızca biri buz kristalini alıp canlı olarak dönebiliyordu ama bu bile insanların açgözlülüklerine engel olamıyordu.

Fan Wu She gecenin bir yarısı gölün dibine gitmişti, odadakilerin aklına buz kristallerini çalmak için gitmesinden başka geçerli bir sebep gelmiyordu.

Xie Bi An öyle öfkelenmişti ki sinirden beti benzi atmıştı, “Fan Wu She, delirdin mi? Nasıl böyle bir şey yapabilirsin?”

Lan Chui Han ellerini arkada birleştirmiş vaziyette duvarın yanında duruyor, gösteriyi sessizce izliyordu.

Fan Wu She’nin ifadesi hiç de pişmanlık duyuyormuş gibi değildi, “Bu Shidi hatasını kabul ediyor.”

Zhong Kui, Fan Wu She’nin yüzüne tokat attı, “Seni hain! Böyle bir şeye nasıl cüret edersin? Ben ne zaman sana böyle şeyler öğrettim?!”

Xie Bi An, Zhong Kui’yi uzun zamandır bu kadar sinirli görmemişti bu yüzden de biraz paniklemişti, “Shizun, Shidi gerçekten de bir hata yaptı ama küçükken düzgünce yetiştirilmemiş ve hala çok genç. Bir hata yaptığına göre, gerekli şekilde cezalandırmak yeterli olur.”

Fan Wu She, yanaklarını emerek içine doğru büzdü ve ifadesizce Zhong Kui’ye baktı. Bir gün Xuanyuan Gizli Kutsal Tılsımı’nı geri aldığında bu tokadın karşılığını misli misli verecekti.

“Sence hiç pişmanmış gibi görünüyor mu?”

Xie Bi An, Fan Wu She’yi hafifçe tekmeledi, “Hala hatanı kabul etmiyor musun?”

“Az önce hatamı kabul ettim ya.”

“Sen…”

“Shizun,” dedi Fan Wu She, “Bu Shidi hatalı. Shizun beni dilediği gibi cezalandırabilir fakat bu Shidi’nin rapor etmesi gereken önemli bir şey var. Umarım geçici de olsa Shizun’un öfkesi yatışır.”

Lan Chui Han ayağa kalktı, “Fengming Gölü’nün dibinde bir şey mi gördün?”

“Fengming Gölü’nün dibinde, buz kristallerinden yapılmış küçük şeffaf bir saray gördüm. Cangyu Sekti’nin gerçek mağarası olan Ruh Sarayı olmalı.”

Zhong Kui başını salladı, “Anlatmaya devam et.”

Fan Wu She, suyun altındayken gördüklerini anımsadı, “Ruh Sarayı’nın dışında olsam da içini görebiliyordum. Çok net değildi ama bir kadın, bir erkek ve bir de Yedi Yıldızlı Yaşamı Sürdürme Lambası’nın olduğundan eminim. Yedi Yıldızlı Yaşamı Sürdürme Lambası’nın kimin hayatına bağlanmış olduğunu anlaması güçtü.”

Odaya bir anda ölüm sessizliği çöktü.

“Kadın, Qi Meng Sheng miydi?” dedi Xie Bi An, sesi bilinçsizce kısılmıştı.

“Korkarım ki ondan bir başkası oraya giremez,” dedi Fan Wu She, “Yine de ikisinin yüzünü net bir şekilde göremedim.”

“Qi Meng Sheng, bir adam ve Yedi Yıldızlı Yaşamı Sürdürme Lambası….” dedi Lan Chui Han, kılıca benzeyen kaşları çatılmıştı, “Burada neler oluyor? Qi Meng Sheng, Yedi Yıldızlı Yaşamı Sürdürme Lambası’nı kendi hayatını uzatmak için değil de o adama vermek için Uçan Tüy Elçisi’ne çaldırmış olabilir mi?”

Xie Bi An uzun süre donakalmıştı, “Peki, peki ya Wuya?”

“Wuya, Buz Sarayı’na uzak olmayan bir yerde benim tarafımdan bulundu. Sanırım, son yüz yılda buz kristallerinin ruhani güçlerinin çoğunu emmiş, onu yanlışlıkla uyandırdım.”

Fan Wu She ifadesi değişmeden konuşuyordu ama Wuya’yı Fengming Gölü’nün dibinde bıraktığı o anı hatırladığında kalbi üzüntüyle doluyordu.

O zamanlar, Shen Nong Kazanı’nı kullanarak kendisi için bir kılıç dövdürmek için Cangyu Sekti’yle ve Qi Meng Sheng’le tek başına savaşmıştı. Qi Meng Sheng bir kadın olduğu ve daha önce Zong Zi Heng’e yardım ettiği için Yin askerlerini çağırmamıştı, ancak dövüş esnasında Wuya yanlışlıkla Fengming Gölü’ne düşmüştü.

Doğal olarak, Qi Meng Sheng yenilmişti. Wuya’yı almak için Fengming Gölü’ne dalsa da Wuya ona eski anılarından bazılarını göstermişti. Kral’ın Wujiang Nehri’nin sularına gömülüşünü hatırlıyordu. Kralı özlüyordu ve Zong Zi Xiao’nun onu Wujiang Nehri’ne geri getireceğini ve sonsuza dek eski efendisiyle birlikte olacağını umut ediyordu.

Wuya’ya söz vermişti ama Fengming Gölü’nün ruhani enerjisinin bol olduğunu görünce, onu orada bırakmıştı. Shen Nong Kazanı’nda bir kılıç dövdükten sonra onu Wujiang Nehri’ne geri götürecekti. Ama sonra Zong Zi Heng’e bir şey oldu ve kendisi de yüz yıl boyunca işkence görmek üzere cehenneme gönderildi. Neredeyse reenkarne olamadan sonsuza dek cehennemde kalacaktı ve bir daha asla gün ışığını göremeyecekti.

Wuya’ya verdiği sözü tutamamıştı ve bunu hiçbir zaman unutamamıştı. Wuya’yı geri almak için Ruh Kilitleme Tılsımı’nı kullanmak istemişti ama Ruh Sarayı’ndaki insanları tedirgin etmişti ve onlar yüzünden Wuya da korkmuştu. Wuya yüz yıldır buz kristallerindeki gücü emiyordu ve oldukça güçlenmişti. Kontrol edilmesi artık çok zordu, ayrıca Ruh Sarayı’ndaki insanların onu tanıyacağından çekindiği için kaçmak durumunda kalmıştı.

İşte olaylar böyle tahakkuk etmişti.

Zhong Kui, Fan Wu She’nin detaylı açıklamalarını dinledikten sonra derin bir sesle karşılık verdi, “Söylediklerin doğru mu?”

“Doğru.”

Zhong Kui’nin ses tonu sertti, “Eğer bana yalan söylemeye cüret edersen, seni doğduğuna pişman ederim!”

“Cüret edemem.”

“Ruh Sarayı’ndakiler seni gördü mü?” diye sordu Xie Bi An.

“Hayır. Buz kristali ile ayrılmışlardı, ben onları göremediysem onlar da beni görememişlerdir. Zaten sonra çabucak kaçtım.”

“Ama Qi Meng Sheng, birinin suyun altına daldığını ve birinin onları gördüğünü zaten biliyordu,” dedi Zhong Kui, kafası karışmıştı, “Bu nasıl olabilir, nasıl olabilir?”

“Shizun,” dedi Xie Bi An, “Ölümsüz Lord Xu ölmeden önce bir şey söyledi mi? Her şey çok tuhaf. Qi Meng Sheng bunu neden yaptı ve o adam kimdi?”

Xie Bi An alnını ovuşturdu, başı ağrıyormuş gibi görünüyordu.

“Shizun, neden Ölümsüz Lord Xu’nun son arzusunu söylemekte tereddüt ediyorsun?” diye sordu Fan Wu She.

“Çünkü….” dedi Zhong Kui ama en nihayetinde hiçbir şey söylemedi, “En kısa zamanda Qi Meng Sheng’i görmem lazım.”

Kapının dışında, onların olduğu odaya doğru geliyormuş gibi görünen bir ayak sesi duyuldu. Gecenin bir yarısıydı, acil bir mesele olmasaydı kimse gelmezdi.

Sahiden de Zhong Kui’nin kapısı tıklatıldı ​​ve dışarıdan Yun Zhong Jun’un sesi geldi, “Cennet Efendisi uyuyor mu?”

“Henüz değil.”

“Bu Shidi, Cennet Efendisi’yle görüşmeyi talep ediyor.”

Zhong Kui bir an için Fan Wu She’ye baktıktan sonra Xie Bi An’a gözleriyle onay verdi.

Xie Bi An gidip kapıyı açtı.

Yun Zhong Jun, dördünü de orada gördüğüne şaşırmamıştı. Bakışları anında Fan Wu She’ye kaydı.

“Saat epey geç, Yun Zhong Jun tam olarak neden burada?”

“Saat geç ama Cennet Efendisi, Lord Lan ve İki Geçici Ölümsüz ile hala sohbet ediyor. Bu kadar önemli olan nedir?”

“İblis tayını gördükten sonra kim uyuyabilir ki?”

“Doğru,” dedi Yun Zhong Jun soğukça, “Sektimin öğrencileri Siyah Ölümsüz’ün Fengming Gölü’ne girdiğini gördüklerini iddia ediyorlar. Bu Shidi bunu doğrulamak için buraya geldi.”


5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

0
Would love your thoughts, please comment.x