Altın Kaplı Yeşim Kitap mı?!
“Altın Kaplı Yeşim Kitap mı? O ne ki?”
Fan Wu She’nin zihni şu kelimelerle doluydu: “Göksel varlıkların üç yaşamını kaydediyor.”
Xie Bi An ona bir keresinde ne Yaşam ve Ölüm Kitabı’nın ne de Üç Yaşam Taşı’nın göksel varlıkların reenkarnasyon yollarını gösteremediğini söylemişti. Eğer bu dünyada Zong Zi Heng’in üç yaşamını gösteren bir şey varsa, ilk kendisi görmeliydi. Dage’sının ona olan sevgisinde en ufak bir gerçeklik varsa, bunu öğrenmeliydi.
Xie Bi An’ın ifadesi ciddiydi, “Lord Cui’den göksel varlıkların kaderlerinin ayrı bir şekilde kaydedildiğini ve İmparator Dongyue tarafından kontrol edildiğini duymuştum. Cennet ve dünya arasındaki bağlantı yok edildiğinde İmparator Dongyue, göksel varlıkların kendi yaşam ve ölüm kaderlerini kontrol etmesine engel olmak için Altın Kaplı Yeşim Kitap’ı bilerek dünyada bıraktı. Zaman geçtikçe kitap unutuldu, ama yine de önlem almak için Tai Dağı’na mühürlendi.”
“Yani gerçekten de öyle bir şey var mı?”
“Mn, ama nerede olduğunu ve mührünün nasıl kırıldığını bilmiyorum,” dedi Xie Bi An ve kaşlarını çattı, “Korkarım ki Shizun da bilmiyor. Ama Qi Meng Sheng nereden biliyor? İmparator’un reenkarnasyonunu bulmak istiyor, ama neden?”
Fan Wu She de Qi Meng Sheng’in neden Zong Zi Heng’in reenkarnasyonunu bulmak istediğini bilmek istiyordu. Bunu Mutlak İmparator* için yapıyor olamazdı, değil mi?! Mutlak İmparator’u düşününce nefesi tıkandı. Trajik anılar aklına geldi ve kılıcını tutan eli hafifçe titremeye başladı.
ÇN: Altın özüyle yapılan şey vardı ya Zong Ming He de o yüzden oğlunun altın özünü istemişti.
“Zhong Kui, Qingfeng kılıcını geride bırak, aksi takdirde ne sen ne de öğrencilerin Kunlun’dan ayrılmayı aklınızdan bile geçirmeyin.”
Zhong Kui’nin ses tonu sertti, “Hiç kimse Zhong Kui’nin kılıcını ele geçiremez.”
“Peki ya iki öğrencinin büyülü silahları?” dedi Qi Meng Sheng, elindeki Buz ve Kar Yeşimi parlak mavi bir ışık yaymaya başladı, insanlar korkunç bir ruhANİ güç baskısı hissediyorlardı, “Cangyu Sekti’nin öğrencileri, gidin ve Siyah Ölümsüz ile Beyaz Ölümsüz’ü ortadan kaldırın.”
Cangyu Sekti’nin efsuncuları birbirlerine baktılar, hepsi afallayıp kalmıştı.
“Ölümsüz Lord Qi!” diye kükredi Lan Chui Han, “Tüm ölümsüz sektlerle muhalif olmak mı istiyorsunuz?!”
Qi Meng Sheng duymazdan geldi. Buz yeşiminden mavi bir ışık çıktı, bir canavara dönüştü ve Xie Bi An’la Fan Wu She’ye doğru koştu. Üzerlerine soğuk bir büyü geldi ve etrafında bulunan bazı efsuncular gerçekten de oldukları yerde dondular!
Qi Meng Sheng sahiden de aklını kaçırmıştı, kendi öğrencilerinin canlarını bile umursamıyordu.
Xie Bi An, Wuqiongbi’sini çağırdı ve ikisinin önüne bir bariyer oluşturdu. Buz büyük bir gürültüyle bariyere çarptı.
Xie Bi An birkaç metre geriye itildi ve karda iki derin iz bıraktı.
Fan Wu She, Xie Bi An’ı çekti, “İçeri gir, Buz Sarayı’nın kendi bariyeri var.”
Wuya’ya bir bakış attı, onu hapseden iki rün Qi Meng Sheng’in ruhani güç baskısı tarafından kırılmıştı. Fakat Wuya da buz yüzünden oracıkta donakalmıştı.
Buz Sarayı’na güç bela kaçtıklarında dondurucu buz örtüsü neredeyse etraflarını sarmıştı. Bariyerin içindeki herkes dışarıdan gelen dehşet verici çatırtı seslerini duyuyordu.
Ölümsüz efsun dünyasının zirvesindeki iki kişi, Fengming Gölü’nde amansız bir savaşın içine girmişlerdi. Acımasız soğukla sarılmış muazzam ruhani baskı, göğü ve yeri silip süpürüyordu. Zamanında kaçamayan Cangyu Sekti efsuncuları buzdan heykellere dönüşmüşlerdi. Yüzleri, ölüm korkusu ifadesiyle beraber sonsuza dek donmuştu.
Xie Bi An ve Fan Wu She kapının önünde durmuş, etraflarında toplanan sayısız Cangyu Sekti öğrencisine bakıyordu. Ortama bir ölüm sessizliği çöktü.
“Hala neyi bekliyorsunuz?” dedi orta yaşlı bir kadın, kalabalığın arasından göze çarpan varlığıyla ileri çıktı, “Sekt Lideri iki Geçici Ölümsüz’ü yakalamanızı emretti.”
Önceki gece nöbette olan kadın efsuncu tereddüt ediyordu, “Kıdemli Chen, ama…”
“Ama ne?”
“Hem Uçan Tüy Elçileri hem de Da Shixiong şu anda Ruh Sarayı’nda. Fengming Gölü donduğu için, öldüler mi kaldılar mı bilmiyoruz. Ayrıca Sekt Lideri…
“Sekt Lideri’nin kendi planları var. Yanına birkaç kişiyi alıp Uçan Tüy Elçileri’ni bulmak için Ruh Sarayı’na git.”
“…Emredersiniz.”
Kıdemli Chen ikiliye baktı, “İki Geçici Ölümsüz, kusuruma bakmayın.”
Xie Bi An’ın sesi soğuktu, “Qi Meng Sheng, kendi öğrencilerini öldürdü ve doğru yoldan saptı. Kötünün tarafını tutarak tüm ölümsüz efsun dünyasına düşman olma niyetinde misiniz?”
“Eğer Sekt Lideri, Buz Kristali Bedeni’nde başarılı olursa, efsun dünyasını kim takar ki?” dedi kıdemli ve sırıttı, “Siz Merkez Ovalar’dan gelenler, geçidin ötesindekilere hep tepeden baktınız. Bize barbarlar ve şeytani efsuncular diyorsunuz ama biz göksel varlıkların torunlarıyız; Shen Nong Kazanı’nın koruyucuları ve Jiuzhou Kıtası’nın atalarıyız. Şimdi artık kökenlerimize dönme vaktimiz geldi!”
Daha sonra eline buzdan yayını aldı ve öğrencilerine emretti, “Çabuk onları yakalayın!”
Hiç tereddüt etmeden, Fan Wu She sert bir şekilde kılıcını savurdu, kalabalığı geçici olarak geri çekilmeye zorladı ve Xie Bi An ile birlikte Buz Sarayı’nın içine doğru koştu.
Peşlerinden sayısız ok ve buz büyüsü yağıyordu. Buz Sarayı o denli büyüktü ki, kaçarken içinde kaybolmuşlardı. Bir odaya girip yatağın altına girmekten başka çareleri yoktu.
Zaman zaman kapının önünden ayak sesleri geliyordu.
“Wu She, Shizun ve Lan Dage için çok endişeleniyorum,” dedi Xie Bi An aceleyle.
“Bizim için endişelenmiyor musun?” dedi Fan Wu She ve Xie Bi An’ın omzuna doğru eğildi, bakışları nedense biraz boştu. Küçükken diğer kardeşleriyle beraber saklambaç oynadıkları o günleri anımsamıştı. Dage’sı onun yatağın altına saklanmayı sevdiğini bilirdi. Dage’sının onu hemen bulmasını ve yatağın altında onunla beraber saklanıp fısıldaşmasını umut ederdi.
Küçücük bir dünyada, yalnızca ikisi vardı. Fan Wu She doğru bir zaman olmadığını bilse de hayal dünyasına dalmaktan kendini alamamıştı.
“Endişeleniyorum,” dedi Xie Bi An iç çekerek, “Qingfeng kılıcı Tai Dağı’nın bariyerini açabiliyorsa, Wuqiongbi ve Bieyanghong da açabiliyor olmalı.”
Fan Wu She duraksadı, “Önceki hayatlarının birinde İmparator olabileceğini söylemiştin. Belki de kaderin Altın Kaplı Yeşim Kitap’ta kayıtlıdır.”
Xie Bi An donakalmıştı, “Bu ihtimal aklıma bile gelmemişti.”
“O halde, görmek istiyor musun?”
“….”
“Görmek istemiyor musun? Korkuyor musun?”
“‘Korkmak’ da nereden çıktı şimdi? Ben…daha önce de söylediğim gibi, insanın geçmişe takılıp kalmaması gerektiğini düşünüyorum.”
Xie Bi An, Bagua Platformu’ndaki görümleri ve daha sonra gördüğü rüyaları anımsadı. Kabul etmek istemese de, aslında biraz korkuyordu. Altın Kaplı Yeşim Kitap’a baktığında kaldıramayacağı şeyler görmekten endişeleniyordu. Bir erkekle olan aşk-nefret ilişkisini görmekten çekiniyordu. Eğer bakarsa, geçmiş yaşamının prangalarının kendisine bağlanacağından korkuyordu. Merak ediyordu ama bu merakının dertlerine yeni bir dert eklemesini de istemiyordu.
Aynı zamanda, geçmiş yaşamıyla ilgili rüyalar görmeye devam edeceğinden de endişeliydi. Bir saplantı olmasından, hatta bu saplantının reenkarnasyonla bile giderilememiş olup şimdiki zamanında yüzleşmek zorunda kalacağından korkuyordu.
Fan Wu She bir an düşündükten sonra devam etti, “Eğer bilmek istemiyorsan, o zaman boş ver.”
“Mn. Ama Qi Meng Sheng neden İmparator’un reenkarnasyonunu bulmak istiyor? İmparator olmuş bir sürü insan var. Bahsettiği kişi Zong Zi Heng, değil mi?”
“Muhtemelen.”
“Birbirlerine kin gütmüş olsalar bile, Zong Zi Heng öleli yüz yıl oldu. Reenkarne olup yeniden doğmuş bir insanı ne yapacak ki?” dedi Xie Bi An ve kafasını salladı, “Çok derin bir saplantı, hem başkalarına hem de kişinin kendisine çok büyük zararlar verir.”
Fan Wu She içten içe Qi Meng Sheng’in, büyük olasılıkla imparatorluk kaderi nedeniyle Zong Zi Heng’i aradığını düşünüyordu. Çağlar boyunca kaderinde imparatorluk olan pek çok kişi olsa da, çok azı reenkarne olmuştu. Bazıları genç yaşta ölmüş, bazıları taht uğruna katledilmişti. Çoğunun imparator olma şansı vardı ama imparator olamamışlardı. Ayrıca çoğunluğu ölümsüz olamamıştı ve altın özlerini bile geliştirememişlerdi. Hem imparatorluk kaderi olan hem de güçlü bir altın özü olan Zong Zi Heng, ölümsüz bir iksir kaynağıydı―Mutlak İmparator. Qi Meng Sheng oldukça yaşlanmıştı, bedenini buz kristalleriyle yenilemek istiyorsa ona yalnızca Mutlak İmparator yardım edebilirdi. Eğer işler yolunda giderse, insanlık için çok büyük bir tehdit oluşturacaktı.
Zong Zi Heng’in kan gölüne dönmüş hali Fan Wu She’nin gözlerinin önünde belirdi. Onu yolun sonuna sürükleyen şey, Mutlak İmparator’du.
Kollarındaki adamın bedeni yavaş yavaş sıcaklığını kaybediyordu; donuklaşan gözbebekleri ve tüm dünyayı kızıla boyayan o kan…Yüz yıl geçmesine rağmen hala canlı bir şekilde zihninde duruyordu.
Ne içinden dolup taşan nefreti ne de sonsuz gücü kollarında yitip giden canı kurtarmasına yetmiyordu; bu dünyada en sevdiği kişinin ellerinden kayıp gitmesine engel olamıyordu.
Dage’sının yüzünde uzun zaman önce kaybolmuş o sıcak gülümsemesini görmüştü, ama ağzından dökülen son sözler çok acımasızdı, “Xiao Jiu, ölümden sonra ve gelecek yaşamımızda, ebediyen bir daha karşılaşmayalım.”
Aşk ya da nefret, Zong Zi Heng artık dünyada olmayacaktı.
Nasıl artık Zong Zi Heng bu dünyada olamazdı?!
Bu nedenle beyhude olduğunu bilse de, cennete karşı gelerek Fengdu Bariyeri’ni yok etmişti. Dage’sına şunları söylemek istemişti, “Altın özünü istemiyorum, yalnızca seni istiyorum.”
En nihayetinde mağlup olmuş ve cehenneme gönderilmişti.
Cehennemde geçen yüz yıl, duyduğu özlem kadar canını acıtmamıştı.
Fan Wu She kederin içine öylesine düşmüştü ki, neredeyse dış dünyayla tüm bağı kopmuştu.
“Shidi, sorun ne? Shidi?” diye yumuşak bir şekilde seslendi Xie Bi An.
Bir rüyadan uyanmış gibi olan Fan Wu She, önündeki endişeli yüze baktı ve karşısındaki kişiyi kollarına sıkıca sardı.
Xie Bi An afallamıştı, Fan Wu She’nin daha kısa zaman önce ona ilan-ı aşk ettiğini hatırladı. Bu ani kucaklama onu çaresiz hissettirmişti, “Sen, sen…”
“Çok soğuk,” dedi Fan Wu She ve hafifçe burnunu çekti, “Gerçekten soğuk.”
Sensizken hem ölümlü diyar hem de cehennem buz gibi.
Xie Bi An tereddüt ediyordu, “Hava soğuk ama yerimizi açık edeceksin.”
“O halde sessiz olalım,” diye fısıldadı Fan Wu She, “Shixiong’a çıt bile çıkarmadan sarılacağım.”
Xie Bi An bir an için kendisini kandırılmış hissediyordu, “Bırak beni.”
Ama Fan Wu She bırakmayı reddediyordu, “Çok soğuk. Ellerim ve ayaklarım soğuktan uyuştu.”
“Isınmak için ruhani gücünü kullanabilirsin!”
“Tehlikeden ne zaman kurtulacağımızı henüz bilmiyoruz, neden ruhani gücümüzü boşa harcayalım ki?” dedi Fan Wu She, daha da doyumsuz hale gelmişti. Yüzünü Xie Bi An’ın boynuna gömdü, “Shixiong’a sarılınca ısınıyorum. Shixiong da ısınmıyor mu?”
“Evet…biraz ısındım.”
“O halde biraz böyle kalalım, olur mu?”
Xie Bi An çaresizce nefes verdi, “Şu anda nerede olduğumuzun ve hangi durumun içine düştüğümüzün farkında mısın? Herkes peşimizde ve Lan Dage ile Shizun’un Qi Meng Sheng’i durdurup durduramayacağını da bilemiyoruz.”
“Biliyorum, ama bu sana sarılmak istememe bir engel değil.”
“Bırak beni!”
“Şş, sesini alçalt, birileri geliyor.”
Xie Bi An, yaklaşan ayak seslerini duyduğunda hala onu itmeye çalışıyordu. Sahiden de onları takip edenlerden birileri oraya geliyordu. Hemen sonrasında, saklandıkları odanın kapısı açıldı.
İkili yatağın altından sürünerek çıktı, birkaç kılıç hareketiyle karşılarındakileri geri püskürtüp oradan kaçtı.
“Buradalar! Çabuk buraya!”
İkili bir kez daha Buz Sarayı’nın içinde başsız sinekler gibi kaçarken, aniden bir yeraltı girişi gördü. Fazla düşünmeden doğrudan aşağı koştular.
Bu, sahiden de Ruh Sarayı’na giden yoldu.
Fan Wu She aniden Bieyanghong’unu çıkardı ve yukarı doğru fırlatarak yeraltı girişini geçici olarak engelledi.
İkisi yolu takip ederek ilerlemeye devam ediyordu. Görünüşe göre, derine indikçe hava daha da soğuyordu; insanı iliklerine kadar donduruyordu. Birden, önlerinde buzdan bir mağara belirdi. Mağaranın bir kapısı olmalıydı ama buzla dondurulduktan sonra ruhani güç baskısıyla birlikte paramparça olmuştu. Uçan Tüy Elçileri ve Yun Zhong Jun’u bulmak için görevlendirilmiş olan kadın efsuncu kırmış olmalıydı. Efsaneye göre Buz Sarayı’ndan Ruh Sarayı’na giden yola sadece Sekt Lideri’nden izin almış olanlar girebilirdi. Sonuç olarak burası Cangyu Sekti’nin mağarasıydı, kapı kırılmamış olsaydı içeri giremezlerdi.
Buz mağarası uzun ve sonsuz tüneller halinde içeriye doğru uzanıyordu. Fengming Gölü donmadan önce burasının nasıl göründüğünü bilmiyorlardı. Ama sanki bir buzdağının içine girmişler gibi görünüyordu.
Xie Bi An arkasına baktı, “Cangu Sekti’ndekiler bize yetişmek üzere. Geri dönmek daha tehlikeli olur, ileriye doğru gidelim.”
Fan Wu She başıyla onayladı, “Ben de içeri girip bakmak istiyorum. O gece Fengming Gölü’nün dibinde gördüğüm adamın önemli biri olduğunu düşünüyorum. Qi Meng Sheng bedenini yeniden şekillendirmek için buz kristallerini kullanmak istiyor. O adam ve Yedi Yıldızlı Yaşamı Sürdürme Lambası’nı bulmamız lazım.”
İkisi ilerlemeye ve araştırmaya devam etti.
Fan Wu She’nin kendi gördürdüklerine ve dış dünyadaki söylentilere göre Ruh Sarayı çok büyük değildi. Yalnızca Cangyu Sekti’nin yüksek rütbeli efsuncularının inzivaya çekilmesi için buz kristalleriyle inşa edilmiş küçük bir yerdi. O anda Ruh Sarayı zifiri karanlıktı ve zaman zaman göldeki savaşın yarattığı ruhani baskıdan dolayı titriyordu.
Ateş meşalesi sadece sınırlı bir menzili aydınlatabiliyordu. Xie Bi An merakla etrafını inceliyordu, “Shizun ve Lan Dage, Qi Meng Sheng’i görmeye geldiklerinde dört saatten fazla kalmışlardı, tam olarak ne olmuş olabilir? İkisi gölün dibinden kaçmayı başarırken Yun Zhong Jun neden kaçamadı?”
“Yun Zhong Jun’un gölün dibinde mahsur kaldığına inanmıyorum.”
“Yoksa…”
Ateşin ışığı parladı ve zifiri karanlıkta sanki havada asılıymış gibi duran korkmuş bir insan yüzü aniden önünde belirdi. O kadar korkutucuydu ki, Xie Bi An neredeyse çığlık atacaktı. İki adım geri gitti ve ayağı kaydı, yere düşmesine ramak kalmıştı.
Fan Wu She ona sarıldı ama ayağı sert bir şeye çarpmıştı. Bir patlama oldu, ardından yüksek bir çatırtı sesi geldi.
İkisi, ateşin ışığını ödünç alarak daha yakından baktılar ve bunun aslında bir insanın donarak buzdan bir heykele dönüşmüş hali olduğunu gördüler. Tıpkı gölün etrafında kaçmaya çalışırken donan Cangyu Sekti öğrencileri gibiydi.
Fan Wu She yüzü dikkatle inceledikten sonra konuşmaya başladı, “Bu, o ihtiyar tarafından gönderilen kadın efsunculardan biri.”
Xie Bi An dişlerini sıktı, “Qi Meng Sheng kendi öğrencilerini öldürüyor. Buz kristalinden yapılmış bir bedene sahip olsa bile, insanlar nasıl onun tarafını tutabilir ki?”
Fan Wu She’nin ses tonu derindi, “Korkunun yerini destek alabilir.”
Xie Bi An kısık bir tonla seslendi, “Hanımefendi, eğer buradan canlı bir şekilde kurtulursam ruhunu yeraltı diyarına bizzat göndereceğim. Sonraki hayatında daha iyi bir ailede doğmana yardım edeceğim.”
“Öyleyse rehberlik edeceğin çok kişi var,” dedi Fan Wu She ve her yeri aydınlatacak güçlü bir ateş tılsımı yaktı.
Uçan Tüy Elçileri ve Yun Zhong Jun’u bulmak için biraz önce gönderilen yedi ila sekiz kişinin hepsi orada donarak ölmüştü.
“Efsun seviyeleri düşük değil, ayrıca bir savaş izi de yok. Fakat hepsi donmuş…”
Xie Bi An, Wuqiongbi’yi göğsüne doğru tuttu, “Wu She, Shixiong’unun arkasında dur.”
Fan Wu She hareket etti ve göğsünü Xie Bi An’ın sırtına bastırdı, “Shixiong gerçekten de çok iyi biri.”
Xie Bi An’ın kafa derisi bir an için karıncalandı, “Hadi gidelim.”
Fan Wu She’den kurtulmak için aceleyle iki adım attı.
Ruh Sarayı’nın derinliklerine ulaştıklarında, sonunda burada büyük yıkım izlerinin olduğunu gördüler. Şiddetli bir savaş yaşanmıştı, her yerde tuhaf şekilleri olan buz kütleleri vardı. Belki de burası Ruh Sarayı’nın iç kısmıydı ama hasar görmüştü ve göl suyu içeri girerek donmuştu.
“Shixiong, ileride ışık varmış gibi görünüyor.”
İkili tedbirli bir şekilde ışığa doğru ilerledi. Yaklaştıkça, bunun tek bir ışık değil, eşit parlaklığa sahip yedi ışık noktası olduğunu fark ettiler.
Yedi Yıldızlı Yaşamı Sürdürme Lambası!
Önlerinde büyük bir buz kütlesi belirdi. Şekline bakıldığında ona buzdan tabut demek daha doğru olurdu, çünkü içine bir adam mühürlenmişti.
Genç ve yakışıklı bir adam, gözleri kapalı bir şekilde buzun içinde yatıyordu ve sanki huzurlu bir şekilde uyuyormuş gibi görünüyordu. Çevresinde Yedi Yıldızlı Yaşamı Sürdürme Lambası vardı, yavaşça yanmaya devam ediyordu.
“Bu senin gördüğün adam mı?” dedi Xie Bi An, önündeki manzara karşısında o kadar şok olmuştu ki ağzı açık kalmıştı.
Fan Wu She’nin kalbi şüphelerle doluydu, “Mesafe yüzünden o gece yüzünü görememiştim, ama o olmalı.”
Bu adamın tanıdık geldiğine dair içinde belli belirsiz bir his vardı ama kim olduğunu hatırlayamıyordu. Hafızası iyiydi, eğer yakın zamanda tanıştığı biri değilse demek ki eskiden tanıyor olduğu biriydi, ama…
“Qi Meng Sheng neden genç bir adamı buza mühürlemiş ki?” dedi Xie Bi An ve nazikçe buzdan tabuta dokundu, “Hayır, sadece buz değil. İçeride buz kristalleri var ve geçici olarak uyutulmuş.”
“Tabii ki ölmemiştir, yoksa bu Yedi Yıldız Lambası neden kurulsun ki?” diye mırıldandı Fan Wu She, “Bu kişi tam olarak kim?”
Onunla yüz yıl öncesinde tanıştım mı? Neden bana tanıdık geliyor?
İkisi adama bakarken, bir anda yaydan fırlamış bir ok gibi hızlı bir şekilde bir soğuk hava dalgası üstlerine geldi. Hissettirdiği öldürme niyeti keskin bir bıçak gibiydi.
“Wu She!” diye bağırdı Xie Bi An ve Fan Wu She’nin önünde kalkan oldu. Wuqiongbi yeşil bir ışıltı yayarak ikisini korudu.
Ruhani güç baskısıyla birbirine karışmış olan soğuk hava dalgası içeri doldu. Göz açıp kapayıncaya kadar her yer kalın bir buz tabakasıyla kaplandı. Dışarıda donmuş olan Cangyu Sekti öğrencileri de böyle bir dalgayla donmuş olmalılardı.
Soğuk hava sürekli olarak odanın etrafında dönüyordu, bu yüzden ikisi bir köşede sıkışmışlardı. Wuqiongbi tarafından oluşturulan bariyer defalarca saldırıya dayansa da, Xie Bi An daha ne kadar süre dayanabileceğini kestiremiyordu.
Soğuk hava dağıldığında, Xie Bi An rahat bir nefes verdi ve, Fan Wu She’nin kollarını beline doladığını, göğsünü de sıkı bir şekilde sırtına yapıştırmış olduğunu fark etti.
Xie Bi An hemen kurtulmaya çalıştı, “Beni neden tutuyorsun?”
“Sıcacıksın,” dedi Fan Wu She, “Sana sarılmak istiyorum.”
“Ölüm kalım savaşı verirken ne yapıyorsun?!” diye bağırdı Xie Bi An, o kadar sinirli ve endişeliydi ki yüzü kızarmıştı.
Fan Wu She isteksizce kollarını geri çekti, yüzünde masum bir ifade vardı, “Üşüyorum. Shixiong gerçekten de çok sıcak. Sadece ısınmak istemiştim, ölüm kalım savaşı verirken bile Shixiong böyle ufak şeyleri kafasına takıyor.”
“Seni!”
“Shixiong kızgın değil, değil mi?”
“Değilim,” dedi Xie Bi An, aslında Fan Wu She’ye ölümüne öfkeliydi.
“Ah, iyi o halde,” dedi Fan Wu She ve anında ifadesi ciddileşti, “Shixiong, Qi Meng Sheng aynı anda başka şeylerle ilgilenemiyor olmalı. Az önce bize saldıran kişi ya Uçan Tüy Elçisi ya da Yun Zhong Jun’du. Onu açığa çıkaracak bir planım var.”
“Neymiş?”
“Buzdan tabutu parçalayacağız.”