İçeriğe geç
Home » Years of Intoxication 1. Bölüm

Years of Intoxication 1. Bölüm

Başkentin üzerine yağan şiddetli yağmur nedeniyle birkaç gündür tüm şehir kasvetliydi. Kara bulutlar bir tencerenin altını andırıyordu ve gökyüzüne doğru itilerek karanlık ve havasız görünmesine neden oluyordu. Trafikte tıkanan arabalar, yavaş yavaş ileri doğru kıvranan ağır solucanlar gibiydi.

Günlerce fazla mesai yaptıktan sonra klimaları sonuna dek açık olan bir arabanın içine tıkılıp kalan He Gu’nun başı dönüyordu. Trafiğin daha da yoğunlaştığını fark edince gözleri kısıldı. Bir yandan da telefonda bir astıyla görüşüyor ve bir mesele hakkında konuşuyordu. Birkaç kez öndeki araca çarpmanın eşiğine gelmişti. Eve vardığında saat neredeyse on olmuştu. Ve arabanın kapısını açmasıyla şemsiyesini açması arasındaki birkaç saniye içinde sağanak yağmurdan sırılsıklam olmuştu. Sonbaharın sonlarında olduklarından, tenine çarpan yağmur damlaları sanki buz parçaları gibiydi.

Merdivenleri çıkarken ayak seslerinden bile yorgunluk seviyesi anlaşılıyordu.

Ama anahtarı deliğe sokup çevirdiğinde He Gu aniden irkildi.

Kapının diğer tarafından oyun konsolunun sesleri geliyor gibiydi.

Geldi demek.

O anda, işin yükü ve fazla mesai yapmanın yorgunluğu, yağmur damlalarının birkaç parçaya ayrılıp suda kaybolması gibi adeta yok olmuştu. Kalbi, serin bir esintide mehtabın ışığıyla beraber yeni açan çiçekleri görmüş gibi bir hisse kapılmıştı. Bu kulağa oldukça abartılı geliyordu ama kapıyı açtığında ve o kişiyi gördüğünde, içindeki sevinç bir ırmak gibi çağlamış ve o sıcacık his kalbinden çıkarak tüm hücrelerine yayılmıştı.

He Gu arkasını döndü ve duvara yaslandı. Gözlerini kapatıp birkaç derin nefes aldı ve sakinleşmeye çalıştı. Ardından cebinden telefonunu çıkardı ve ön kamerayı açtı. Kamera zarif ve güzel bir yüzü yansıtıyordu. Yağmurdan ıslanmış saçlarını düzeltmeye çalıştı ama yakışıklı görüntüsü yağmurdan düzleşen saçları yüzünden şimdi darmadağın olmuştu. Koyu göz halkaları ve yorgun bakışlarıyla birleştiğinde, oldukça acınası bir görüntü oluşturuyordu. İçini çekti. Bu haldeyken nasıl görünüşüne çekidüzen verebilirdi ki? Bu nedenle, daha fazla boş yere uğraşma zahmetine girmeden kapıyı iterek açtı.

Odadaki ışıklar açık değildi, LCD’nin ışığı içerideki tek ışık kaynağıydı. Karanlığa gizlenmiş bir adam kanepeye yaslanmıştı ve elinde bir oyun kumandası tutuyordu, bakışları ekrana odaklanmıştı. İnanılmaz derecede uzun iki bacak sehpanın üzerinde rahat bir şekilde duruyordu.

İnce parmaklarıyla oyun kumandasının düğmelerine basan adam ona dönüp bakmamıştı bile.

“Geldiğinde neden ışıkları yakmadın?” dedi He Gu, ardından ışığı açtı.

“Açma. Atmosferi bozuyor,” dedi adam arkasına bakmadan.

He Gu ekrana baktı. Görünüşe göre bir zombi oyunu oynuyordu. Ekrandaki seksi polis kadın harap bir fabrikada zombi arıyordu ve oldukça ürkütücü görünüyordu.

“Yemek yedin mi? Aç mısın?”

Adam cevap vermedi, tüm dikkati oyundaydı.

He Gu evrak çantasını bıraktı, ıslanmış olan yağmurluğunu çıkardı ve astı. Kısa bir duş almak için banyoya gitti ve ardından ev kıyafetlerini giydi. Daha sonra mutfağa bir bardak su almak için gitti ve tekrar kanepenin yanına geldi.

Bardak sehpaya çarptığı anda adam nihayet He Gu’ya bakmak için başını biraz kaldırdı. Karanlıkta o derin, siyah gözler ışıl ışıl parlıyordu. Romantizmi somutlaştıran sıradan, anlamsız bir bakıştı. He Gu kalbinin şiddetle çarptığını hissetti.

Birbirimizi son gördüğümüzden bu yana bir aydan fazla zaman geçti, diye düşündü He Gu. Zaman zaman onu internette ve televizyonda görmesine rağmen şu anda bir aydan sonra tam karşısındaydı.

Adam hala odaklanmış şekilde oyun oynuyordu. He Gu sessizce yanında kalırken hiçbir şey söylemedi. Ne yazık ki, seksi kadın polisin bir zombi tarafından ısırılarak öldürülmesi çok uzun sürmemişti. Adam oyun kumandasını fırlattı ve, “Siktir,” diye mırıldandı.

“Kötü mü hissediyorsun?” dedi He Gu alçak sesle.

“Aşırı meşgul ve ölümüne canı sıkkın diyelim.”

“Yemek yedin mi?”

“Yemek yemek istemiyorum. Ekranın çok küçük ve oyun oynarken bakmak sinirlerimi bozuyor. Ayrıca oyunun da güncellenmesi lazım.”

“Ah…sana bir şeyler hazırlayayım, olur mu? Zaten saat de epey geç oldu. Acıkmış olmalısın.”

“Yemek yemeyeceğim. Sadece ışıkları aç,” diyerek emretti adam.

He Gu ışıkları açmaya gitti.

Adam ışığa alışabilmek için elleriyle gözlerini kapattı ve ardından başını geriye atıp ellerini indirdi. Ortaya çıkan yüz öylesine güzel bir yüzdü ki, insanın nefesini kesebilirdi. Avrupalılara özgü olan keskin yüz hatlarına sahipti ama ifadesinde uzak doğulu olmanın getirdiği bir yumuşaklık da vardı. Gözleri bir mürekkep denizi gibiydi, burnunun köprüsü tehlikeli bir zirveyi andırıyordu ve dudaklarının köşeleri doğuştan kalkıktı; gülümsüyormuş gibi görünüyordu ama aslında gülmüyordu. Bu çehre, adeta tanrının başyapıtıydı.

Üzerine giydiği siyah balıkçı yaka kazak özellikle cildini daha açık renkli ve pürüzsüz göstermişti. Orta uzunluktaki saçları arkada dalgalanıyordu. Son derece sade kıyafetler giymesine rağmen tembel ve gelişigüzel bakışları yüzünden oldukça büyüleyici görünüyordu; açıklanamayacak bir tehlike ve seksilik yayıyordu.

“Juhan, kilo mu verdin sen?” dedi He Gu. Gözleri Song Juhan’a odaklanmıştı ve her zamanki gibi bakışlarını ondan ayırmak istemiyordu. Song Juhan kariyerinin zirvesindeydi ve He Gu son zamanlarda onu daha az görür olmuştu. Bu yüzden bir dakikayı hatta bir saniyeyi bile boşa harcamamalıydı.

“Belki de.”

Song Juhan bir bardak suyu aldı ve bir yudum aldı, ardından koltuğa yaslandı ve başını geriye doğru eğdi. Yutkunurken yukarı ve aşağı kayan Adem elması giydiği balıkçı yaka kazağın altından bile görünüyordu.

He Gu kalbinin yeniden titrediğini hissetti, “Yorgunsan gidip duş alıp yat.”

Song Juhan ona bakmak için başını çevirdi, sonra güldü ve alaycı bir şekilde, “Bu kadar yolu buraya uyumak için geldiğimi düşünmüyorsun, değil mi?” dedi.

He Gu donakalmış halde ona baktı. Song Juhan’ın neden geldiğini biliyordu. Elbette cinsellik dışında başka bir sebepten gelmiş olamazdı. Yıllardır aralarındaki tek bağlantı seksti. Ancak içinde Song Juhan’ın yorgun olduğu ve onun evine dinlenmek için geldiğine dair duyduğu en ufak beklenti de böylece yok olmuştu.

Song Juhan esnedi, “Neden hala mesafeli duruyorsun? Gel buraya.” Hep böyle şefkatli biriymiş gibi ilk hamleyi o yapardı.

He Gu onun yanına doğru geldi. Song Juhan kolundan tuttu ve onu kendine çekti. He Gu’nun 1.80’lik bedeni Song Juhan’ın üstüne ağırlık yapıyordu. Song Juhan hafifçe homurdandı, ardından ellerini yaramazca He Gu’nun kıyafetlerinin içine soktu, “Bırak sana dokunayım biraz. Bu arada, kilo mu aldın sen?”

“Sanmıyorum.”

Song Juhan’ın elleri karnından kalçasına doğru yöneldi. Ellerinin altındaki kaslar hâlâ esnek ve gergindi. Song Juhan memnuniyetle mırıldandı, “Bütün gün ofiste oturuyorsun. Biraz daha fazla egzersiz yapman gerek. Şişmanlarsan çirkinleşirsin, biliyorsun.” Bunları söyledikten sonra Song Juhan çenesini tuttu ve onu öptü, “Birbirimizi ne kadar süredir görmüyorduk? Özledim seni.”

“Otuz dokuz gündür,” dedi He Gu.

Song Juhan güldü, “Bu kadar net hatırlıyorsun demek, tam bir mühendis hafızası.” Döndü ve He Gu’yu kanepeye bastırdı, “Saçların neden bu kadar ıslak?”

“Dışarıda yağmur yağıyordu.” Demek yeni fark ettin…

“Fazla mesaiye mi kaldın?”

“Mm.”

“Sana istifa etmeni uzun zaman önce söylemiştim. Ne kadar istersen ben verebilirim. Kahve dükkânı, restoran açabilirsin ya da ne istersen onu yapabilirsin. Böylece daha kolay ve rahat bir yaşam sürebilirsin. Sürekli işe gidip insanların ruh hallerini tahmin etmeye çalışmana da gerek kalmayacak. Bir Çin şirketinde oradan oraya koşuşturmaktansa böylesi daha iyi olmaz mı?”

“Mühendislikten başka bir işi nasıl yapabileceğimi bilmiyorum,” dedi He Gu.

Song Juhan, “Bunu söyleyeceğini biliyordum,” dedikten sonra başını eğerek He Gu’nun çenesini tuttu ve gömleğini çıkarmaya başladı.

He Gu oldukça itaatkâr davranıyordu.

Song Juhan bugün sabırsız görünüyordu. Keyfi yerindeyken genellikle ön sevişme yapardı ama iyi bir ruh halinde olmadığında daha sabırsız davranırdı. Bugün de tam olarak böyle davranıyordu.

He Gu acıyla kaşlarını çattı, dudağını ısırdı ve ses çıkarmadı.

Song Juhan, memnuniyetle uzun bir iç çekti, “He Gu, sen hala en iyisisin.”

He Gu afallayarak ona baktı. Bu yüze bağımlıydı ve hala bakarken bile tepeden tırnağa ürperiyordu. Kızarıklık He Gu’nun cildine yavaşça yayıldı. Bunca yıldan sonra bile Song Juhan’ın yataktaki gücüne hala alışamamıştı. Ama alışık olsun ya da olmasın, en azından buna katlanmaya alışmıştı.

Song Juhan ona birçok kez başkalarıyla birlikte olduğunda tam olarak zevk alamadığını söylemişti ve onun kadar itaatkâr davranmadıklarından şikayet etmişti. Muhtemelen ikisinin ilişkilerini şimdiye kadar sürdürebilmelerinin nedeni de buydu. Aksi takdirde, etrafında bu kadar güzel kadın ve erkek varken Song Juhan neden onunla sevişsindi ki?

Ne kadar zaman geçtiğini bilmeyen He Gu nefesinin kesildiğini hissediyordu. Aniden Song Juhan doğrudan içine girmişti…

Bu aynı zamanda Song Juhan’ın hobilerinden biriydi.

Song Juhan onun üzerinde nefes nefese şekilde yatıyordu. Başkentte hava oldukça soğuktu ve hala merkezi ısıtma açılmamıştı. Lakin yine de ikisinin bedenleri arasındaki sıcaklık, sonbaharın soğukluğunu bastırıyordu.

He Gu’nun bulanık bakışları yavaş yavaş odağını yeniden buldu. Beş altı dakika geçtikten sonra oldukça rahatsız hissederek hareket etti.

Song Juhan onun beline sarıldı, başını boynuna gömdü ve tembelce, “Hareket etme. Biraz daha uzanacağım,” dedi.

“Gidip temizlenmek istiyorum,” dedi He Gu ve bir müddet duraksadıktan sonra ekledi, “Bir dahaki sefere içime boşalma.”

Song Juhan onun meme ucunu çimdikledi, “Zevk aldığım bir şeyi yapmamın nesi yanlış ki? Yalnızca seninle sevişirken prezervatif kullanmıyorum.” Sesi cilveliydi ama sanki sözleri ona karşı iyilik yaptığını ima ediyormuş gibiydi.

He Gu hiçbir şey söylemedi. Bunu bir kereden fazla -aslında üç kere- söylemişti ve işe yaramadığı için bir daha söylememeye karar vermişti.

Song Juhan ona sataştı, “Hem gayet iyi değil mi? Doğal nemlendirici işte.”

He Gu başını çevirdi, yüzü utançtan kulaklarına kadar kıpkırmızı olmuştu.

“Hala çok darsın. Düzenli olarak kendinle oynamıyor musun?”

He Gu karşılık vermedi.

Song Juhan gülerek aşağı doğru baktı, “Doğru ya, bu konularda hiçbir şey bilmiyorsun.”

He Gu utancını hafifletmek için yüzünü kanepeye çevirdi.

Song Juhan, He Gu’nun kırmızı boynuna baktı. Keyfi oldukça yerindeydi. Doğruldu ve He Gu’yu da kaldırdı, “Hadi birlikte banyo yapalım.”

He Gu’nun bacakları güçsüz düştüğünden Song Juhan onu banyoya taşıdı. Duşa kabinin içine girer girmez Song Juhan onun sırtını duvara yasladı ve hafifçe kaldırdıktan sonra hiçbir uyarıda bulunmadan bir kez daha içine girdi…

O zamanlar üniversite sınavına hazırlanan inek bir öğrenciydi ve Song Juhan da birinci sınıftan beri okulun popüler çocuğuydu. Song Juhan uzun boyluydu, basketbol oynuyordu, birçok enstrümanda ustaydı ve piyasa değeri birkaç yüz milyonu bulan bir eğlence ve medya şirketinin varisiydi. Bebekliğinden beri, hatta daha konuşmaya başlamadan bile eğlence sektörünün içindeydi. En önemlisi ise, son derece yakışıklı olmasıydı.

He Gu eşcinseldi ve bunu ortaokuldan beri biliyordu. Yakışıklı erkekleri uzaktan seyretmeyi çok seviyordu ve elbette bunu gizlice yapıyordu.

İkisinin yolları hiç kesişmemişti; ta ki çevre koruma tanıtım kampanyasına katılmak için öğretmenleri tarafından bir araya getiriline kadar. Bu kampanya oldukça basitti; okulda bir dizi yabancı video oynatılacaktı. Song Juhan’ın rolü tema şarkısını hem Çince hem de İngilizce olarak canlı olarak söylemekti ve He Gu’nun rolü de şarkı sözlerini çevirmekti.

Böylece bir öğleden sonra, o ve Song Juhan öğretmenlerin ofisinde oturup bir not defterindeki sözleri tercüme etmişlerdi. Onun hiç müzik yeteneği yoktu ama Song Juhan çoktan kendi yazdığı şarkılardan bir albüm çıkarmıştı. Song Juhan şarkı sözlerini yalnızca tercüme etmekle kalmıyor, şarkılardaki duyguyu da hoş bir şekilde aktarmayı başarıyordu.

Öğleden sonra çeviri yaptıktan sonra He Gu, Song Juhan’ın İngilizcesinin onunkinden çok daha iyi olduğunu fark etmişti. Sorduğunda ise, Song Juhan’ın çocukken yabancı bir öğretmeni olduğu ve hatta birkaç yaz tatili için yurtdışındaki en iyi okullarda okuduğunu öğrenmişti.

He Gu utanmıştı ve öğretmenin onu boş yere çağırdığını düşünüyordu.

Çeviriden sonra Song Juhan’ın ona nasıl gülümsediğini hâlâ dün gibi hatırlıyordu, “Pekâlâ, ben çıkıyorum.”

Gülümsemesinin yeni açılan gonca çiçekler kadar büyüleyici olduğunu söylemek pek de abartılı olmazdı. He Gu o anda kalbinin çok sert bir şekilde yumruklandığını hissetmişti. Acı verici değildi, sanki içine olağanüstü bir şey enjekte edilmiş gibi karıncalanıyordu. Gergin bir şekilde, “Üzgünüm, pek yardımcı olamadım…” dedi.

“Olsun, yine de yardımın dokundu,” dedi Song Juhan, ardından usb belleği çıkardı ve çantasını aldı. Gün batımının ışıltısı pürüzsüz tenini daha da yumuşak gösteriyordu. Parlak gözleri, küçük parçalara bölünmüş bir yıldız nehri gibiydi, “İlk kez benim yanımdayken pek konuşmayan biriyle tanışıyorum. Oldukça sakin ve huzurlu bir zamandı.”

He Gu, Song Juhan’ın onu övdüğünü mü yoksa onunla alay mı ettiğini anlayamamıştı. Tek hatırlayabildiği, gözden kaybolana kadar Song Juhan’ın arkasından baktığıydı.

Daha sonra bu yardım etkinliği son derece başarılı geçmişti. Öğrenciler muhtemelen çevre koruma kampanyasından çok Song Juhan’ın performansına odaklanmışlardı. Gösteriden sonra Song Juhan, etkinliği planlayan öğretmenleri, organizatörleri ve personeli uygun bir şekilde sahneye davet etmişti. Elbette buna He Gu da dahildi. Song Juhan’ın hemen yanında duruyordu. Song Juhan onun omzuna sarılmıştı ve nezaketen birkaç şey söylemişti.

O zamanlar aklında sadece üç düşünce vardı; birincisi, Song Juhan genç ama olgundu ve ağzı çok iyi laf yapıyordu. İkincisi, Song Juhan onun adını söylemişti ve üçüncüsü ise Song Juhan’ın elleri o kadar sıcaktı ki, sanki tüm vücudu alev almıştı.

O zamanlar yüzü çok kızarmış olmalıydı.

Bundan sonra uzun bir süre yolları tekrar kesişmemişti, ancak He Gu’nun gözleri yine de büyük kampüste sık sık Song Juhan’ı arıyordu. Denk geldiğindeyse, gizlice onu seyrediyordu.

Bir gün üniversite giriş sınavından sonra okula döndüğünde, ikisi boş bir erkekler tuvaletinde karşılaşmıştı.

He Gu tüm cesaretini toplayarak ona selam verdi. Song Juhan bir anlığına ona baktı ve sanki kim olduğunu yeni hatırlamış gibi, “Ah,” dedi.

Hayal kırıklığına uğramıştı.

Song Juhan ona gelişigüzel bir şekilde, “Son sınıf öğrencisiydin, değil mi? Sınav nasıldı?” diye sordu.

“Fena değildi.”

Song Juhan ıslık çalarak pantolonunun fermuarını çekti ama yukarı baktığında gözleri, ona gizlice bakan He Gu’nun gözleriyle karşılaştı.

O anın garipliğini ve utancını hâlâ hatırlayabiliyordu. Adeta suçüstü yakalanan bir hırsız gibiydi.

Song Juhan’ın ifadesi biraz değişmişti. Önce zamanında çekemediği fermuarına ve sonra da He Gu’nun gizleyemediği ifadesine bir bakış attı. Ardından ses tonunu He Gu’nun hala net bir şekilde hatırladığı bir cümle söyledi, “Sen, gey misin?” Ses tonu dengesizdi; şaşkınlık ve anlamsızlıkla doluydu.

He Gu’nun dili tutulmuştu ve en derin gizli sırlarının bu kadar kolay açığa çıkarılmasının utancı tarif edilemezdi.

O zamanlar eşcinsellik şimdi olduğu kadar kabul görmüyordu ve çoğu kişi bunu bir sır olarak saklıyordu. Gelgelelim Song Juhan, çocukluğundan beri eğlence endüstrisinin içindeydi ve yaşıtlarından çok daha olgundu.

Song Juhan alayla dolu bir kahkaha atı ve sonra oradan ayrıldı.

He Gu, o öğleden sonra uzun süre tuvalette saklandığını ve dışarı çıkmaya cesaret edemediğini hâlâ hatırlıyordu. Üniversiteye giriş sınavı için dinlenmesi gereken o öğleden sonra, kendini berbat hissederek kalbini tutuyordu.


ÇN: Şerefsizin teki olduğunu tahmin ediyordum da, ilk bölümden bu kadar belli olmasını beklemiyordum… 

5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

5 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Garon’un Piposu
Garon’un Piposu
2 ay önce

Sitenizi bugün tesadüfen keşfettim.Çeviri ve anlatım o kadar temiz anlaşılır ve güzeldi ki He Gu’nun hissettiklerini sanki kendi hislerimmiş gibi hissederek okudum. Song Juhan, seriyi okurken sana bolca kızıp küfredeceğime eminim. Umarım sürünür 😂
Çeviri için teşekkür ederim elinize sağlık ☺️

Garon’un Piposu
Garon’un Piposu
Reply to  dianxiatranslations
2 ay önce

Sonuna kadar buradayım yeter ki siz çevirin ☺️

Jupiterx0x0
Jupiterx0x0
20 gün önce

İnşallah duble red flag değildir

You cannot copy content of this page

5
0
Would love your thoughts, please comment.x