He Gu uyandığında, güneş çoktan tepeye yükselmişti.
Güneş yüzüne öyle şiddetli vuruyordu ki, He Gu gözlerini açmak zorunda kaldı. Belinde ağır bir kol hissedince onu kavradı ve sessizce kalbinin üzerine koydu. Ardından yastığın diğer tarafındaki adama bakmak için başını çevirdi.
Song Juhan mışıl mışıl uyuyordu, dağınık saçları yüzünün kenarından aşağı dökülüyordu. Uzun kirpikleri gözlerine ve yüzüne gölge düşürüyordu ve burun deliklerinin yan tarafı hafifçe hareket ediyordu. Melez oluşu Song Juhan’ın yüz hatlarına bir Kafkasyalının derinliğini ve Uzak Doğulu bir adamın gizemini veriyordu. İnsanları kolayca çıldırtabilecek bir yüzdü bu.
He Gu bir keresinde bu yüz yüzünden Song Juhan’dan hoşlanıp hoşlanmadığını uzun süre düşünmüştü. O bir mühendisti. Bir şeyler üzerinde düşünme konusunda iyiydi ve bu konuda düşünmeye de epey istekliydi. Hatta kendi düşüncelerini pekiştirmek için çeşitli örnekler ve hipotezler kullanırdı. Daha sonra ise, Song Juhan’ın bu yüze, statüsüne, yeteneklerine, zengin deneyimlerine ve olgun sosyal becerilerine sahip olmasa bile, insanları kolayca kendisine çekebileceği sonucuna varmıştı. Bu üstünlük ve asil aura sadece Song Juhan’ın var oluşunun eseriydi. Cennetin bu gururlu oğlu, insanların tapınmasını sağlama konusunda da bir hayli yetenekliydi. He Gu şimdiki aklıyla Song Juhan’ın küçük hamlelerine karşı koyabilirdi. Lakin daha gençken ona karşı koymayı asla becerememişti.
Yalnızca Song Juhan’ı gerçekten tanıyanlar onun son derece zeki ve tamamen ilgi odaklı biri olduğunu bilirdi. Song Juhan’ı anne babasından sonra en iyi o tanıyordu muhtemelen, çünkü Song Juhan onun önünde asla bir beyefendi gibi davranmazdı, daha doğrusu rol kesecek kadar onu umursamazdı.
Bir müddet yatakta hareketsizce onun yüzünü seyretti ancak bedeni uyuştuğundan kıpırdamak zorunda kaldı.
Bu kez Song Juhan uyandı ve gözlerinin içine bakarken esnedi, “Saat kaç?”
“On buçuk.”
Song Juhan hemen kendine geldi, Siktir! Xiao Song beni niye aramadı?”
Xiao Song, Song Juhan’ın asistanıydı.
ÇN: Xiao burada soy isim değil yakınlık belirtme amacıyla kullanılan xiao kelimesi
Song Juhan sağına soluna baktı ve sert bir ifadeyle, “Telefonum nerede?” diye sordu.
He Gu yataktan kalktı, doğruca oturma odasına gitti ve kısa süre sonra Song Juhan’ın telefonuyla geri döndü.
Song Juhan telefonu aldı ve şarjının tamamen bittiğini gördü. Telefonu aldığı gibi yatağa çarptı, “Senin telefonunu ver.”
He Gu ona telefonunu uzattı ve Song Juhan Xiao Song’un numarasını çevirdi: “Ah, evet, He Gu’nun evindeyim… İş meselesi ne durumda? Geç kaldım artık yapacak bir şey yok. Onlara nasıl bir açıklama yapacağını sen düşün.”
Telefonda konuştuktan sonra Song Juhan yatağa geri döndü.
He Gu, “Sorun nedir? Bir şey mi oldu?” diye sordu.
“Mm,” dedi Song Juhan sertçe, “Hadi bir şeyler yiyelim.”
He Gu kıyafetlerini giydi, akabinde Song Juhan’ın telefonunu şarj etti ve sonra kahvaltı hazırlamak için mutfağa gitti.
Song Juhan yüzünü yıkadıktan sonra geldiğinde kahvaltı çoktan masada hazır durumdaydı. Song Juhan oturdu ve He Gu’nun hâlâ mutfakta meşgul olduğunu görmesine rağmen tek kelime etmeden yemeğini yedi.
He Gu kızarmış yumurtaları masaya koyduğunda Song Juhan yemeğin çoğunu yemişti bile. Elini uzattı ve “Bana telefonumu getir,” dedi.
Böylece He Gu şarjı birazcık da olsa dolmuş olan telefonu getirip ona verdi.
Song Juhan ekrana dokundu ve bir WeChat mesajı açıldı. Çok hoş bir kadın sesi cilveli bir şekilde: “Neden bana geri dönmedin? Kırıldım sana,” dedi.
Song Juhan yemeğini yerken kayıtsızca, “Son zamanlarda çok meşguldüm,” diye cevap verdi.
He Gu farkında olmadan elindeki yemek çubuklarını sıktı. Başı öne eğik sessizce yemeğini yerken adem elması aşağı yukarı hareket ediyordu.
İkisi birkaç kelime daha konuştu. Kadının sesi çok sevimli ve çekiciydi, Song Juhan’ın yüzü ise ifadesiz ve sertti.
Pirinç lapasını yedikten sonra Song Juhan kayıtsızca, “Bu sesi tanıdın mı?” diye sordu.
He Gu hayır anlamında başını iki yana salladı.
“Ah, doğru ya. Sen pek müzik dinlemezsin. Son zamanlarda popüler olan yeni bir şarkıcı var ve onun için şarkı yazmam için beni rahatsız edip duruyor.”
“Onunla yattın mı?” diye sordu He Gu. Aslında müzik dinlemiyor değildi. Song Juhan’ın şarkılarının her birini sayısız kez dinlemişti; sadece başkalarınınkini dinlemiyordu.
Song Juhan başını salladı ve küçümseyerek, “Temiz mi değil mi nereden bileceğim?” dedi.
“O halde niye hala onunla muhatap oluyorsun?”
“Babam onu meşhur yapmanın peşinde. Oldukça eşsiz bir sesi var ama şarkı sözü yazmam için benden yardım istiyor,” dedi Song Juhan alaycı bir tavırla, “Sadece şarkı yazarak bile tonla para kazanıyorum.”
He Gu hiçbir şey söylemedi.
Song Juhan, He Gu’ya baktı ve alaycı bir şekilde gülümsedi, “Bana yaklaşan herkesin benden bir menfaati vardır ama, değil mi?”
“Benim de var,” dedi He Gu, ardından ağzını sildi ve ona bir bakış attı, “Yüzün.”
Song Juhan yüksek sesle bir kahkaha attı.
He Gu da güldü. Song Juhan, He Gu’nun da diğerlerinden farklı olmadığını, onun yüzüne, adına ve parasına düşkün olduğunu düşünüyordu. He Gu hiçbir şey söylememişti çünkü Song Juhan’ın istediği şey tam olarak böyle bir “karşılıklı çıkar” ilişkisiydi.
Ayrıca, duyguları Song Juhan için sadece ucuz bir şaka gibiydi ve onun önünde kendini küçük düşürmek istemiyordu.
Ona karşı hiçbir zaman yersiz şekilde konuşmamış, onu rahatsız etmemiş, ona herhangi bir sorun çıkarmamış ve ona karşı hiçbir zaman direnmemişti. Ancak böyle davranmaya devam ederse Song Juhan ondan sıkılmazdı. Song Juhan’ın ondan sıkılacağı güne kadar, bu ilişkiyi bir süre daha devam ettirebilmek istiyordu. Eğer aralarındaki cinsel ilişki görüşmeleri biterse, o zaman ömrünün sonuna dek onu bir daha göremeyecekti.
Yemekten sonra Song Juhan şoförüyle bir telefon görüşmesi yaptı.
He Gu mutfağı temizledi ve sonrasında tabletini açtı. Önce bin yuan harcayarak internetten en yeni lisanslı oyunlardan birkaçını satın aldı Ardından televizyon izlemeye başladı.
Şu anki 48 inçlik televizyonu iki yıl önce alınmıştı ve şu anda bile ev televizyonları arasında en büyük boyuta sahipti. İşle çok meşgul olduğu için nadiren televizyon seyrediyordu. Ara sıra Song Juhan oyun oynamaya geldiğinden onun için bu televizyonu satın almıştı. He Gu sıradan bir ailede büyümüştü ve yaşam kalitesi konusunda yüksek talepleri yoktu. Evdeki pahalı her şey zaman zaman gelen Song Juhan için hazırlanmış olan şeylerdi genelde. Daha yeni piyasaya 65 inçlik bir televizyon sürülmüştü. Oldukça heybetli görünüyordu ama çok pahalıydı. Fiyatı 40,000 yuandan fazlaydı. He Gu bilgisayarın önünde bir süre düşündü ama sonunda yine de sipariş verdi.
Parmağının bir hareketiyle iki aylık maaşı kuş olup uçuvermişti.
He Gu biraz üzülse de kafaya takmamaya karar verdi. Parayı harcamak için kazanıyordu insanlar ne de olsa, harcamalarının nedeni de mutlu olmaktı. Song Juhan’ı görebildiği sürece o da mutlu olacaktı. Üstelik yalnız yaşıyordu ve nadiren para harcardı. Çocuk sahibi olmak şöyle dursun, gelecekte asla evlenmeyecekti, o halde para biriktirmesinin ne anlamı vardı ki?
Song Juhan telefon görüşmesinden sonra geri döndü ve tembelce kanepeye uzandı, “He Gu, gel de bana bir kafa masajı yap.”
He Gu tableti bıraktı ve onun yanına oturdu. Song Juhan’ın başını kucağına yerleşerek şakaklarına usulca masaj yapmaya başladı.
Song Juhan gözlerini kapadı ve yumuşak bir şekilde mırıldandı; çok rahatlamış görünüyordu.
He Gu’nun dudaklarının kenarları ister istemez yukarı doğru kıvrıldı. İçinden eğilip o pürüzsüz alnı öpmek geliyordu ama kendisine hakim oldu ve, “Konser için hazırlanıyorsun, değil mi?” diye fısıldadı.
“Mm. Gelecekte bunu minimumda tutmaya çalışacağım. İyi para kazanıyorum ama çok fazla emek harcamam gerekiyor.”
Song Juhan sadece popüler bir şarkıcı değil, aynı zamanda çok yetenekli bir söz yazarıydı. Yakışıklıydı, iyi şarkı söyleyebiliyor ve aynı zamanda iyi şarkılar yazabiliyordu. Çin müzik dünyasında bu yeteneklere sahip en fazla bir avuç insan vardı. Song Juhan’ın yazdığı bir şarkıyı söyleyebilmek nüfuz sahibi olmak anlamına geldiğinden çok fazla talep alıyordu.
He Gu onun saçlarını hafifçe düzeltti, “Daha çok şarkı yazmayı tercih ettiğini biliyorum.”
Song Juhan esnedi. Sonra, sanki birden aklına bir şey gelmiş gibi söze girdi, “Bil bakalım geçen kimi gördüm?”
“Kimi?”
“Üniversitedeki erkek arkadaşını. Ülkeye geri dönmüş.”
He Gu irkildi ve eli duraksadı. Sakin kalmaya çalışarak cevap verdi, “Feng Zheng mi? Biliyorsun o benim sevgilim falan değildi.”
“Neyindi o zaman? Yatak arkadaşın mı?” dedi Song Juhan gülerek, “Gerçi biz seviştiğimizde sen hala bakirdin.”
He Gu usulca, “Sadece arkadaş olduğumuzu kaç kere söyledim sana,” dedi.
Song Juhan koltuktan kalktı ve gözlerini ona dikti, “Bayağı iyi durumdaymış. Geri döndüğünde ailesinin şirketine gitmek yerine bir risk sermayesi kampanyasına katılmış. Şirket yeni bir film seti üzerinde çalışırken görüşmeye gelmişti. Beni gördüğünde oldukça kibar davrandı, eskisi kadar fevri değildi… Ayrıca seni de sordu.”
“Ah.”
“Ne sorduğunu merak etmiyor musun?”
He Gu biraz üzgün şekilde başını salladı. Zihninde zarif ve asil bir yüz belirdi. Eğer Song Juhan olmasaydı, o ve Feng Zheng muhtemelen…
“Hâlâ birlikte olup olmadığımızı sordu,” dedi Song Juhan, ardından çenesini kaldırdı ve gözlerini kırpmadan He Gu’ya baktı, “Ona ne yanıt verdim tahmin et.”
He Gu’nun ses tonu gayet normaldi, “Ne dediğinin bir önemi yok.”
Song Juhan kıkırdadı, “Hâlâ haremimin bir parçası olduğunu söyledim. Yüzündeki ifadeyi görmeliydin, muhteşemdi.”
He Gu kaşlarını çattı. Ayağa kalktı ve çalışma odasına doğru yürüdü.
Song Juhan biraz sert bir kuvvetle bileğini çekti. Yüz ifadesi de oldukça kibirliydi, “Ne oldu? Hoşuna gitmedi mi?”
“Hayır, sadece bu tarz şeyleri umursamıyorum.”
Song Juhan ayağa kalktı, He Gu’nun çenesini tuttu ve hafifçe güldü, “Numara yapmayı bırak. Onun adını duyunca bakışların değişti. O zamanlar, birlikte olduğumuz için, o şerefsiz…”
He Gu başını kaldırıp Song Juhan’a baktı, “Birlikte değildik.”
Song Juhan afallamıştı.
He Gu güldü. Önce kendini, sonra Song Juhan’ı işaret etti, “Aramızdaki şeye ‘birlikte olmak’ denmez ve ben de senin hareminin bir üyesi değilim. İlişkimizin ne olduğunu konuşmak mı istiyorsun sahiden? Ne önemi var ki?”
Song Juhan elini gevşetti ve ses tonu buz gibi oldu, “Doğru, yok.”
He Gu başını salladı, “Halletmem gereken birkaç iş var. Gidip biraz oyun oyna ve bir şeye ihtiyacın olursa beni çağır.”
He Gu arkasına bile bakmadan çalışma odasına girdi. Tam soluklanmak için oturmuştu ki, kapının çarpıldığını duydu. Derin bir iç çekti ve öfkeli bir şekilde saçlarını karıştırdı.
Neden kendisini boş yere yormuştu ki? Song Juhan’ın buraya gelmesi bile bu kadar nadirken, sırf biraz gurur yapmak için onunla tartışmasının ne anlamı vardı? Bunca yıldan sonra, onun nasıl bir insan olduğunu gayet iyi biliyordu.
He Gu’nun biraz tepesi atmıştı. En alttaki çekmeceden bir defterin altına gizlenmiş sigarayı çıkardı. Song Juhan sesini korumak istiyordu, bu yüzden asla sigara içmezdi ve duman kokusundan da hoşlanmazdı. Ancak, He Gu projeler üzerinde çalışırken genellikle geç saatlere kadar ayakta kalırdı ve bazen sigara içmeden çalışmaya devam edemezdi. Bu nedenle, mümkün olduğunca az sigara içmeye çalışıyor, hatta evdeyken neredeyse hiç içmiyor ve özellikle Song Juhan’ın sigara içtiğini bilmesine izin vermiyordu.
Bir nefes çektikten sonra, tütünün tadı burnundan aşağı midesine doğru aktı. Aslında duman kokusundan hiç hoşlanmıyordu ama bu sert tat onu kendine getiriyordu.
He Gu pencereye doğru yürüdü ve Song Juhan’ın arabaya bindiğini gördü. Fakat şoför kapısını kapatamadan Song Juhan kapıyı öyle bir şiddetle kapattı ki, şoför afallayıp kaldı.
Görünüşe göre Song Juhan’ın ruh hali pek de iyi değildi. He Gu bunun oldukça komik olduğunu düşündü. O zamanlar Feng Zheng’i küçük düşüren Song Juhan’dı ve onunla oynayan da oydu. Tek yumrukta yere sermişti; daha doğrusu, Song Juhan her zaman ona karşı galip gelmişti. Doğduğu andan itibaren bu adamın kaderinde her şeyin kendi istediği gibi gitmesi vardı*. Her zaman dimdik ayakta ve güçlü durmuştu; sıradan insanların hayatları boyunca çalışsalar bile elde edemeyecekleri zenginliklerin tadını çıkarmıştı.
ÇN: *要风得风,要雨得雨 – Rüzgarı ve yağmuru istemek ve elde etmek
Peki o yıl yaşadıklarının konusu açıldığında Song Juhan neden öfkelenmişti ki?
Muhtemelen He Gu’nun az önceki tavrı yüzündendi. Song Juhan tek bir adımına karşılık kendisine yüzlerce adım atılmasına alışmıştı. Ona göre ondan daha güçsüz insanlar onu boyun eğmek zorundalardı. He Gu da oldukça nazik ve itaatkâr biriydi. Ara sıra kendini tutamadığında, Song Juhan’ın canını sıktığı kesindi.
Bunu artık yapmasa daha iyi olurdu.
Sigarasını bitirdiğinde masasına döndü ve çalışmak için bilgisayarı açtı. Kendisi bir inşaat mühendisiydi. İşi ağır ve sorumluluğu büyüktü. Kendisi dokuz kişilik bir ekibi yönetiyor ve altı-yedi yıldır devlete ait işletmelerde çalışıyordu. Maaş, proje primleri ve yılsonu ikramiyesi hesaba katıldığında, yılda beş ila altı yüz bin alabiliyordu ki bu da küçük bir başarı sayılabilirdi. Ancak otuzuna yaklaşırken, uzun geceler çalışmak ve fazla mesai onu biraz zorlamaya başlamıştı.
Karmaşık yapısal diyagrama baktı ve biraz yorgun hissetti. Birden Song Juhan’ın ona küçük bir iş ya da başka bir şey yapmasını söyleyen sözlerini hatırladı.
Çok sıkıcı bir insandı. Konuşmayı ve sosyalleşmeyi sevmezdi, bu yüzden daha önce kariyer değiştirmeyi hiç düşünmemişti. Yoktan bir bina yaratmak ciddi ve titiz veriler ve teoriler gerektiriyordu. Bunlar, insanlığın binlerce yıldır sürekli olarak üzerinde çalıştığı ve uyguladığı sabit bir bilim oluşturmuştu. Eğer yeterince dikkatli ve profesyonel olursa, büyük hatalar yapmazdı. Yaratıcılık gerektiren işlere değil, bu tür sıkıcı, rutin işlere uygun olduğunu biliyordu; çünkü ne kadar az kontrol edilemeyen değişken varsa, o kadar güvende hissediyordu.
Fakat insanların fikirleri zamanla değişiklik gösterebilirdi ve bu yüzden son iki yıl içinde bir kariyer değişikliği yapmayı düşünmeye başlamıştı. Bunun ana nedeni işinin çok stresli olmasıydı. Dayanamayacak gibi değildi. Sadece çok hızlı yaşlanmaktan korkuyordu ama yaşlılıktan da korkmuyordu. Sadece… Song Juhan’ın artık onun bedenine sert davranmak istemeyeceğinden korkuyordu*. İş yerinde ne kadar meşgul olursa olsun, formunu korumakta ısrar ediyordu. Başı dönene kadar fazla mesai yapıyor ve gece yarısı atıştırmalıkları yemeye cesaret edemiyordu. Bir zamanlar kışın cildi kuruduğunda basit bir nemlendirici alıp süren bu mühendis adam cesaretini toplayıp cilt bakım ürünleri hakkında bilgi edinmişti ve artık düzenli olarak cilt bakımı yapıyordu. Ayrıca adını bile okuyamadığı ünlü markaların kıyafetlerini giymeye başlamıştı. Tüm bunlar Song Juhan içindi. Yedi yıl çalıştıktan sonra neredeyse hiç birikimi kalmamıştı. Farkında olmadan hep başkaları için yaşıyormuş gibi görünüyordu.
ÇN: Anlaşılmazsa diye açıklamak istedim, burada şey demek istiyor bedeni yaşlanır ve güçsüz düşerse Song Juhan için seks için kullanılmayacağından bir değeri kalmayacak diye düşünüyor
Eğer kariyerini değiştirmek isteseydi, Song Juhan ona kesinlikle yardım ederdi. Song Juhan para konusunda çok cömertti. Şu anda kullandığı Land Rover ve Üçüncü Halka’daki* bu daire, hepsi Song Juhan tarafından sağlanmıştı. He Gu onu asla reddetmemişti. Bunları Song Juhan şüphelenmesin diye kabul etmişti. Song Juhan ona herhangi bir sevgi göstermemiş olsa da en azından şimdiye dek bu ilişki yüzünden büyük kayıplar yaşamamıştı. Song Juhan’dan on yıl boyunca hoşlanmış ve altı yıl boyunca onunla yatmış olsa, karşılığında lüks bir araba ve büyük bir mülk kazanmayı başarmıştı. Bunda üzülecek ne vardı ki? Onun yerinde başka biri olsaydı, çoktan her gününü mutluluktan havalara uçarak geçirirdi.
ÇN: Pekin’de İkinci Halka’dan Altıncı Halka’ya kadar beş dairesel otoyol vardır; İkinci Halka şehir merkezini çevrelerken, Altıncı Halka şehrin dış mahallelerinde yer alır. En pahalı evler, genel olarak konuşursak, İkinci Halka’nın içinde olur ve konumu dışa doğru sarmallaştıkça ucuzlar.
He Gu’na çok üzülüyorum her şeyin farkında olmasına rağmen yine de arkasını dönüp gidemiyor. Aşık olunca insan her şeyi sineye çekiyor işte. Song Juhan cehennem alevlerinde yanarsın umarım çok sinirliyim ve daha 2. Bölümdeyim 😂
Elinize sağlık çeviri için teşekkürler 🌸
Song Juhan’ın süründüğünü görmek istiyorum ben de He Gu yüzüne bile bakmamalı