İçeriğe geç
Home » Years of Intoxication 4. Bölüm

Years of Intoxication 4. Bölüm

Bir saatten fazla araba kullandıktan sonra He Gu nihayet Dasheng Film Şehri’ne vardı.

Bu ünlü stüdyoya ilk kez geliyordu. Güneyde Hengdian* varsa, kuzeyde de Dasheng vardı ve buranın büyüklüğü insanı adeta hayrete düşürüyordu. Burası başkentte popüler bir turistik yer haline gelmişti, her gün en az iki ya da üç gösteri burada çekiliyor ve birçok turisti kendine çekiyordu.

ÇN: *Hengdian Dünya Stüdyolarına atıfta bulunuyor. Dünyanın en büyük film stüdyosu

He Gu arabayı park etti ve Xiao Song’u aradı.  Xiao Song He Gu’ya kendisini beklemesini söylerken arkadan gelen sesler işinin başından aşkın olduğunu kanıtlar nitelikteydi.

İçeri girmek için sıraya giren bir grup turisti izleyen He Gu, ellerinde tuttukları ışıklı çubuklara baktı ve içinden, Ah ne kadar da gençler diye geçirdi.

Bu sırada Xiao Song kan ter içinde olsa da nihayet gelmişti. He Gu’yu görür görmez mahcubiyetle özür diledi, “He Gu-ge, işte giriş kartınız. İçeri arabayla girebilirsiniz.”

“İçeri girmeyeceğim. Sadece telefonu vereceğim.”

“Ah, içeri girmeyecek misiz? Han-ge bir reklam filmi çekiyor. Görmek istemez misiniz?”

“Görecek bir şey yok. Ben bir yabancıyım ve içeri girersem işinize engel olabilirim.”

“Hayır, olmazsınız. Aslında oldukça eğlenceli bir çekim. Gelip bir bakın lütfen.”

He Gu bunun biraz tuhaf olduğunu düşündü. Xiao Song neden gitmesi için bu kadar ısrar ediyordu ki?

Xiao Song da biraz fazla hevesli göründüğünü fark etti ve mahcup bir ifadeyle ekledi, “Han-ge ile tartıştınız, değil mi? Han-ge bugün resmen burnundan soluyor. İçeri gelip onunla konuşsanız ve ikna etseniz olur mu? Böylece… çekim sorunsuzca biter.”

“Ben insanları ikna edemem,” dedi He Gu kesin bir ifadeyle, “Ve biz şimdiye kadar hiç tartışmadık.”

Song Juhan ile nasıl tartışabilirdi ki zaten? En fazla iki kere ona karşılık verebilirdi, üçüncüyü verirse aralarındaki tüm ipler kopabilirdi.

Xiao Song hayal kırıklığıyla içini çekti, “Tamam o halde, görüşmek üzere.”

“Mm, görüşürüz,” dedi He Gu ve Xiao Song’un omzuna bir iki kere hafifçe vurduktan sonra arabaya binmek için arkasını döndü.

Aslında Song Juhan’ı görmek istiyordu ama bunun için doğru zaman olmadığını biliyordu. Song Juhan meşgul ve kötü bir ruh haline bürünmüşken görüşürlerse işler daha da içinden çıkılmaz bir hal alabilirdi. En iyisi Song Juhan’ın sakinleşmesini ve kendiliğinden gelmesini beklemekti.

Araba hareket ettikten kısa bir süre sonra telefonu çaldı. Arayan Xiao Song’du. Telefonu açar açmaz Xiao Song’un sesini alçaltarak utançla, “He Gu-ge, Han-ge çok öfkelendi. Acilen geri dönmenizi istiyor,” dediğini duydu.

“Öfkelendi mi?” dedi He Gu, Song Juhan’ın aklından neler geçtiğini cidden anlayamıyordu. Çaresizce, “Tamam,” dedi.

He Gu ileride bir U dönüşü yaptı ama şu anda trafiğin yoğun olduğu saatlerdi. Büyük bir trafik sıkışıklığı başlamıştı ve araba adeta kaplumbağa gibi ilerliyordu. On dakika sonra Xiao Song arayıp ona acele etmesini söyledi. Yirmi dakika sonra tekrar aradı, sesi ağlamak üzereymiş gibi geliyordu.

He Gu da endişelenmişti ama oraya uçarak gidemezdi en nihayetinde.

Yedi sekiz kilometre ötedeki film şehrine geri dönmesi yarım saatten fazla sürmüştü. Xiao Song girişte onu bekliyordu. Onu görür görmez bir kurtarıcı görmüş gibi havalara uçtu. He Gu’nun sözünden dönüp gelmeyeceğinden korkarak, “He Gu-ge, sen sür. Ben sana yolu göstereyim.” dedi.

Güvenlik görevlileri giriş kartlarını gördükten sonra onları içeri aldı. İkisi film şehrine turistlerden çok farklı bir yoldan girdiler.

He Gu nefes nefese kalan Xiao Song’a baktı ve onu teskin etti, “Endişelenme. Juhan ara sıra böyle öfkelenir. Neye kızdı bu kadar?”

Xiao Song ağlamaklı bir şekilde karşılık verdi, “Bilmiyorum. Han-ge sık sık sebepsiz yere öfkeleniyor zaten. Bu sefer neye öfkelendiğini ben de anlamadım. Ona telefonu verip gittiğini söylediğimde bir anda tepesi attı.”

He Gu da nedenini çözememişti ama elbette Song Juhan’ın onu özellikle görmek istemesi yüzünden olamazdı ya.

Araba işlek* görünen bir sokağa girdi. İki adam arabadan indi ve Xiao Song onu çekim yaptıkları malikâneye götürdü.

ÇN: Aslında burası dükkanların olduğu cadde gibi ama film şehri olduğundan her şey çekim için tasarlanmış

Salona doğru yürüdüler ve Xiao Song ihtiyatlı bir şekilde kapıyı çaldı, “Han-ge, He Gu-ge geldi.”

İçeriden soğuk bir ses geldi: “Mm.”

Kapıyı iterek açan He Gu, Song Juhan’ın tümgeneral üniformasıyla aynanın önünde durduğunu ve stilistin kemerini düzeltmesine izin verdiğini gördü. Song Juhan’ın vücudunu ön plana çıkarmak için kıyafetler kasıtlı olarak biraz dar şekilde tasarlanmıştı. Kıvrımlarının her biri Tanrı tarafından oyulmuş kadar mükemmeldi. Song Juhan’ın annesi Alman kökenli bir süper modeldi. Song Juhan ondan on santim daha uzundu. Bacakları inanılmaz derecede uzundu ve anne babasının tüm güzel özelliklerini miras almıştı. Sahiden de dünyadaki bazı insanlar cennet tarafından özel olarak kutsanmışlardı.

Song Juhan başını çevirdi. Burnunun köprüsünde, yüksek kaş çıkıntısını ortaya çıkaran ve yüz hatlarını özellikle derin gösteren bir çift siyah çerçeveli gözlük vardı. Saçlarını başının arkasına taramıştı, bu da kalkık burnunu ve keskin yüzünü vurgulayan pürüzsüz alnını ortaya çıkarıyordu. Bu güzellik gizemli bir şekilde insanların tüylerini ürpertiyordu.

He Gu ona başıyla selam verdi, “Juhan.”

Song Juhan odadakilere döndü, “Hepiniz dışarı çıkın. Ben bir süre dinleneceğim.”

Onun sözlerini duyan stilist ve makyöz dışarı çıktı. Xiao Song da onları takip etti. He Gu bir süre tereddüt etti ama bir adım bile atamadan Song Juhan ona ters ters baktı. “Sen kal.”

He Gu kapıyı kapattı ve ona doğru yürüdü, “Sorun nedir? Keyfin mi yok?”

Song Juhan gözlüklerini çıkarıp kenara fırlattı, “Xiao Song sana söylediğinde neden içeri gelmedin?”

Kirpikleri çok uzun olduğu için Song Juhan gözlük takmaktan nefret ederdi.

“İşini aksatmana sebep olmaktan endişelendim.”

“Saçmalık,” dedi Song Juhan ve He Gu’nun çenesini tuttu, “Benden kaçıyorsun, değil mi?”

“Senden neden kaçıyor olabilirim ki?”

Song Juhan alaycı bir ifadeyle cevapladı, “Feng Zheng’den bahsettiğim için değil mi? Hala onunla ilgileniyor gibi görünüyorsun.”

“Yıllardır görüşmüyoruz. Onunla ilgilendiğimi düşündüren nedir?”

“O zaman neden onun lafı geçer geçmez garip davranmaya başladın?”

He Gu aynı fikirde değildi, “Garip davrandığımı sanmıyorum.”

Song Juhan kaşlarını kaldırdı, “Hala benimle tartışmaya çalışıyorsun galiba?”

He Gu içini çekti, “Juhan, ne istiyorsun?”

“Sanki hiç yoktan sorun çıkarıyormuşum gibi benimle bu siktiğimin tonunda konuşma,” dedi Song Juhan ve He Gu’yu itti, neredeyse yere düşürüyordu.

He Gu kıyafetlerini düzeltti ve yanına oturup sessizce onu izledi. İnsanları nasıl teskin edeceğini bilmiyordu; ama en azından Song Juhan’ı anlıyordu. Song Juhan’ın yüreğindeki yangının nedeni ne olursa olsun, bunu temiz bir şekilde çözmediği sürece böyle aksi davranmaya ve etrafa rahatsızlık vermeye devam edecekti.

Song Juhan bir an sessiz kaldı. Ardından birden sehpayı tekmeledi ve He Gu’ya dönerek bağırdı, “Öldün de benim mi haberim yok? Senin ağzından hiç güzel söz çıkmaz mı lan? Sen gülümsemek nedir bilir misin? Parasını verince bunları gayet yapan fahişeleri satın alabiliyorum, o zaman sana niye ihtiyaç duyayım?”

He Gu’nun adeta yüreği ağzına gelmişti ve dudakları titriyordu. Song Juhan böyle davrandıkça ne yapacağını daha da bilemez hale geliyordu. Sessiz kalmaktan başka elinden hiçbir şey gelmiyordu.

ÇN: Sahnenin manhuadaki hali

Song Juhan o kadar öfkeliydi ki, eline ne geçerse duvara fırlatıyordu.

He Gu uzun süre tereddüt ettikten sonra ağzını açıp, “Juhan, ben hatalıyım. Lütfen sakin ol,” dedi. Ne hata yaptığını bilmiyordu gerçi.

Song Juhan ona uzun bir süre soğuk bir şekilde baktıktan sonra, “Pantolonunu çıkar,” dedi.

He Gu afallayıp kaldı. Orası küçük bir yerdi ve üstelik dışarıda da başka insanlar vardı.

“Çıkar dedim. Madem insanları teskin etmeyi bilmiyorsun, en azından sakinleştirmeyi öğrenmelisin.”

He Gu bir an tereddüt etti ama sonrasında, “Kapıyı kilitle,” dedi.

Song Juhan kapıyı usulca kilitledi, ardından kollarını önünde kavuşturarak He Gu’ya baktı.

He Gu ifadesizce pantolonunu çıkardı.

Song Juhan adımlarını hızlandırdı ve He Gu’yu sırtı ona dönük olacak şekilde kanepeye bastırdı. Sanki giysilerinin kırışmasından endişe ediyormuş gibi, fermuarını indirdi ve aniden He Gu’nun içine girdi.

Hareketleri şiddetle devam ederken Song Juhan hala konuşuyordu, “O zamanlar bunu Feng Zheng ile yapamadın, ne yazık. Kıyaslayacağın hiçbir şeyin yok. Halbuki sana yatakta ne kadar iyi olduğumu gösteriyor olabilirdim.”

He Gu dişlerini sıktı ve ses çıkarmaya cesaret edemedi. Alnı ter içindeydi ve gözlerinin kenarları kızarmıştı. Acıya ve rahatsızlığa dayanabilirdi ama utanç ve aşağılanmak kalbini bin parçaya ayırıyordu. Kendini bu konuda rahatsız olmaması gerektiğine ikna etmeye çalıştı. Song Juhan’la beraber olmak istiyorsa bu bedeli ödemeye razı olması gerekiyordu.

Muhtemelen bu farkındalık yüzünden Song Juhan ondan hiç ayrılmamıştı.

Song Juhan’ın özellikle kötü bir ruh halindeyken ya da büyük bir baskı altındayken yapabileceği tek şey buydu. Sigara ya da içki içemiyordu, sokaklarda gezemiyor ya da seyahat edemiyordu. Rahatlayabileceği tüm yollar kapalıydı, bu yüzden sık sık yaptığı tek şey egzersiz ve seksti. Ancak, önüne gelenle de yatmıyordu. Birincisi, kirlenmekten nefret ediyordu; ikincisi, kendisinden faydalanılmasını istemiyordu; ve üçüncüsü, her hareketi izleniyordu. Uzun yıllardır bu çemberin içindeydi. Hiçbir zaman doğru düzgün biriyle çıkmamıştı ama birkaç düzenli yatak arkadaşı olmuştu. Onunla en uzun süre kalan kişi ise He Gu’ydu.

Feng Zheng hiç gelmeseydi, Song Juhan’ın rekabetçi kişiliği kışkırtılmazdı. He Gu’yu elinde tutmak zorundaydı. Aradan geçen onca yıldan sonra Song Juhan’ın intikamcı, kibirli ve rekabetçi kişiliği hiç değişmemişti.

Song Juhan tamamen boşaldıktan sonra giysilerini bir peçeteyle sildi ve üstüne çekidüzen verdi. He Gu’nun bacaklarında hiç güç kalmamıştı, bu yüzden hareket edemeden uzun süre kanepede yattı.

Song Juhan, He Gu’nun içinde bulunduğu durumu görünce daha iyi bir ruh haline bürünmüş gibiydi. He Gu’nun yanağını çimdikleyerek gülümsedi, “Seni iyi becerdim mi?”

He Gu gözlerini kısarak ona baktı ve konuşmadı.

“Sana bir soru sordum.”

“Evet,” dedi He Gu usulca.

“Güzel,” dedi Song Juhan, ardından eğildi ve He Gu’nun dudağının kenarına çok nazik bir buse kondurdu. Sözleri tıpkı şeytanınki gibiydi: “Ben de zevk aldım. Daha önce seviştiklerimin hepsi senden daha genç ve güzeldi ama içlerinde senin kadar çekici olan sadece birkaç kişi vardı. Sen bayağı iyisin.”

He Gu gözlerini kapadı ve ayağa kalkmaya çalıştı ama belden aşağısında hala hiç güç yoktu.

Song Juhan, He Gu’ya pantolonunu giydirdi ve ardından kalçasına bir şaplak attı, “Beni bekle burada, akşam seni lezzetli yemekler yemeye götüreceğim.”

Song Juhan aynanın karşısına geçti ve kıyafetlerini düzeltti. Sonrasında melodik bir şarkı mırıldanarak kapıyı açtı ve dışarı çıktı.

He Gu kanepede arkasına yaslandı ve parmaklarıyla pantolonunun fermuarını çekip kemerini bağladı. Bu kadar basit bir eylemi tamamlamak için bile nefes nefese kalmıştı.

Boş gözlerle tavana baktı; kalbi ve zihni tamamen boştu.

Kendini düşürdüğünü biliyordu ama bu kadar basitleşmek kimseyi rahatsız etmezdi sonuçta. Bunu yapmaktan mutluydu. Üstelik zaten yıllardır seçici davranıyordu ve artık neredeyse otuz yaşındaydı. Song Juhan ondan sıkılıp onu mendil gibi bir kenara atmadan onunla geçirdiği her dakikanın ve saniyenin tadını çıkarmak istiyordu. Neredeyse ömrünü yarılamıştı ve biraz daha anı biriktirmek istiyordu. Başkaları nasıl yaşarsa yaşasın ya da ne düşünürse düşünsün, gururu için aşkından vazgeçmeyecekti.

Song Juhan’ı seviyordu, o yüzden gittiği yere kadar sürdürecekti.

Bir süre dinlendikten sonra bacakları düzeldi. Temizlenmek için banyoya gitti, ardından sessizce salonda Song Juhan’ı bekledi. Dünden ve bugünden o kadar yorulmuştu ki, onu eklerken kanepede iki büklüm uyuyakalmıştı.

Bir süre sonra biri kapıyı iterek açtı. He Gu bir sıçrayışla uyandı. Henüz kendine gelememişken şaşkınlıkla Xiao Song’a baktı.

“He Gu-ge, neden hâlâ buradasın?” dedi Xiao Song, o da afallayıp kalmıştı.

“Juhan onu beklememi söyledi.”

Xiao Song utanç içinde, “Han-ge çoktan ayrıldı ve ekiple akşam yemeği yemeye gitti. Ben ortalığı toparlamak için kaldım,” dedi.

He Gu gözlerini kapadı ve yorgun bir ifadeyle, “O halde ben de geri döneyim,” dedi.

“He Gu-ge,” dedi Xiao Song daha fazla dayanamayarak, “Han-ge öğleden sonra o kadar meşguldü ki… Muhtemelen çok meşgul olduğundan aklından çıkmıştır. Ben size yemek ısmarlayacağım isterseniz.”

“Teşekkürler ama sen de eve gidip dinlenmelisin.”

“He Gu-ge…”dedi Xiao Song iç çekerek, “Siz de çok yoruldunuz.”

He Gu hiçbir şey söylemedi. Anahtarlarını aldı ve hemen oradan ayrıldı.

Henüz kendinden çok daha küçük bir gencin acımasına ihtiyaç duyacak küçülmemişti.


ÇN: Song Juhan seni bir güzel dövmek lazım ya. Gerçi He Gu’yu da sarsıp aklını başına getirmek lazım ya da ikinizi birden bir terapiste yollayalım bu ne biçim toksik bir ilişkidir aman yarabbi Alpha Predator’a toksik diyorduk o meğerse kutsal suyla yıkanmış gibi tatlıymış

5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

3 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Garon’un Piposu
Garon’un Piposu
2 ay önce

Amaan He Gu aşık diye diğer bölümler yaptıklarını anlayıp üzülüyordum da bu aşk değil ya bu kadar da olmaz. Kendine saygısı yok hiç. Çok sinirlendim ya. İkisi de birbirinden sorunlu. Seri boyunca çokça sabrımı sınayacaklar bell ki 😂
Elinize sağlık çeviri için ☺️

Garon’un Piposu
Garon’un Piposu
Reply to  dianxiatranslations
2 ay önce

Ay merakla bekliyorum kolay gelsin şimdiden ☺️

You cannot copy content of this page

3
0
Would love your thoughts, please comment.x